Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alphan Telek yazdı: Erdoğan, Batı ve muhalefet

Bu hafta Economist dergisinin kapağı çok konuşuldu. Hem iktidar hem de muhalefet cephesinde yer alanlar Economist’in kapağını eleştirdi. Yaklaşan seçimlerle ilgili olan sayı “Türkiye’nin yükselen diktatörlüğü” diye bir başlık atıp Türkiye bayrağı üzerinde yer alan ay sembolüne Erdoğan’ın siluetini koydu. İktidar ve muhalefette yer alan birçok kişi bunun Türkiye’ye saygısızlık olduğunu belirtti. Bu ne cüret diyenler de oldu. Açıkçası gazetecilik ya da yaratıcı işlerin kökeninde zaten cüret vardır. O yüzden fazlasıyla tartışılır.

Daha nokta atışı ve rasyonel eleştiriler de oldu. Bunlardan birini siyaset bilimci Prof. Dr. Murat Somer yaptı. Somer İngilizce olarak Economist’e yönelik yazdığı tweette ülkede geçtiğimiz yıllarda otoriterleşme dalgasının işaret fişekleri atılmışken Economist’in o günlerde iktidarı övdüğünü söyledi. Bu benim de katıldığım bir görüş.

Öte yandan derginin kapağı uzun müddettir hepimizin üzerinde düşündüğü ve acaba dedirten bir soruyu bir kez daha akıllara getirdi. Batı, Türkiye demokrasisinden vazgeçti mi? Türkiye’yi Irak, Suriye, Lübnan, Mısır ya da pek çok diğer otoriterleşmiş rejim gibi kullanışlı partner mi ilan etti? Hakkımızda verilmiş bir karar mı var?

Ukrayna Savaşı’nın başlamasının ardından kaleme aldığım “Erdoğan yeniden Batının aradığı kişi mi oluyor?” adlı analizimde uzun uzun bunu paylaşmıştım. Bir kez daha bunun üzerine tartışmak ve sizinle birlikte akıl yürütmek istiyorum.

Otoriter denklem mi kazanacak?

Türkiye’nin, bölgenin ve dünyanın kaderini belirleyen bazı küresel olaylar söz konusu. Bunların oluşturduğu denklemler ve bu denklemlerin meydana getirdiği jeopolitik matris bir ihtiyaçlar silsilesi doğuruyor.

Bu ihtiyaçlar tıpkı Erik Olin Wright’ın sınıf kuramında olduğu gibi jeopolitik matriste doldurulması gereken konumlar doğuruyor. Bu konumlar ise onların gereğini yerine getirecek aktörlerini bekliyor. Jeopolitik matrisler çok girift ilişkiler sunuyor ama son derece basit motivasyonlarla hareket ediyor. Bugünün matrisi ise günümüz hegemonik ilişkiler ağının sarsılmamasını talep ediyor.

Son derece istikrarsızlaşmış ve kırılganlaşmış bir anda bu matris daha fazla istikrarsızlık ve kırılganlaşma ister mi? Bunu bilmiyorum. İstikrarsızlık ve kırılganlık bir yönetim modelidir.

Türkiye’nin otoriterleşme ile beraber hem kendi içinde hem de kendi için yarattığı bir istikrarsızlık ve kırılganlık var. Bu toplum için kötü, otoriterleşen iktidar için iktidarda kalma fırsatı ve Türkiye’yi bu statik dengede görmek isteyenler için basit bir denklem. Türkiye’nin bu otoriter denklemi ise küresel bir matrisin içinde daha anlamlı hale geliyor. Türkiye’yi istikrarsızlaştıran ve belirsizliğe boğan birçok unsur küresel matrisin geleceğini sağlama alıyor.

Göçmenlerin varlığı ve Ukrayna Savaşı, Erdoğan’a ne sundu?

Şöyle ki, Türkiye böylesine bir göçmen krizinin meydana geldiği bir sırada, diğer ülkelerin yaşadığı belirsizliği, kırılganlığı, istikrarsızlığı azaltıcı, emici görevde bulunuyor. Otoriterleşme ile o belirsizliği emip bu iklime üflüyor. Somutlaştıralım. 12 milyon göçmenin bir ülkeye kısa bir süre içerisinde göçü öyle kolay kolay tesadüfle açıklanamaz. Türkiye “açık kapı” ve “buyur bu sınırlarda ne yapıyorsan yap” politikasıyla milyonlarca göçmene izin verdi ve onlara adeta davetiye sundu. İktidar, iktidarının devamı için sayısız kez göçmen kartını Batıya karşı kullandı ve halen kullanıyor. Afganistan’dan gelen göçmenlerin Türkiye’ye gelebilmesi için ABD ile Türkiye arasındaki anlaşmalar da ortaya çıktı. Küresel belirsizliğin yönetiminde Türkiye’ye düşen bir tampon ülke görevi. Ve Batı her zaman tampon bölgeleri tercih etmiştir. Kendi iç huzuru için.

İkinci denklem ise Ukrayna Savaşı’nın neden olduklarına dayanıyor. Yine aynı açıdan Türkiye’nin bu savaşta Batı ve Rusya arasındaki arabulucu rolü, tahıl ve enerji krizinde stratejileri çeşitlendirmedeki ısrarı mevcut denklemde Erdoğan’a ihtiyacı artırdı. Batının kendi iç huzuru için Türkiye’deki bir iktidar değişikliği ne getirir, ne götürür, bence bu soruyu yanıtlamak elzem. Kesin bir cevap olduğunu düşünmüyorum, bence her şey masada ve muhalefete de bu noktada çok önemli görev düşmüştü ve halen düşüyor. Birazdan yazacağım.

Batı Erdoğan’ı mı istiyor?

Türkiye’nin Erdoğan’la birlikte içinde yer aldığı iki denklem de jeopolitik matriste bir oyuncu konumuna işaret ediyor. Türkiye göçmenler için bir tampon bölge olarak istikrarsızlığı emip kendi toplumuna yansıtıyor, dahası bölgesel krizlerde arabulucu ve iş bitiren rolüyle belki Batılılar tarafından otoriterleşme yönüyle tiksinilen ama kullanışlı bir oyuncuya dönüşüyor. Bu açıdan Batıda Erdoğan’ın otoriterleşen rejimine onay verenler olduğu kanaatindeyim. Ama Batının tamamının bu yönde pozisyon aldığını sanmıyorum. Gördüklerim onların bir kısmının da bekle-gör merakı içerisinde olduğu.

Erdoğan bu denklemler dahilinde bir zamanlar kanlı bıçaklı olduğu Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) finansal yardım alabiliyor. Körfez ülkeleri bir süredir Türkiye’ye sıcak para yolluyor. Erdoğan’ın seçim kampanyasındaki seçim ekonomisinin kaynakları Körfez olarak görünüyor. Mesele şu ki BAE, ABD’nin bölgede işlerini yürütürken kullandığı bir ülke. ABD bölgeden çekilirken bana kalırsa Körfez ülkelerinden bölgenin istikrarının devamı için bazı noktalara para yardımı yapılmasını istiyor. Körfez daha önce de başka ülkeler nezdinde bu işe yaramıştı. Sedat Peker’in BAE’de olup da konuşturulmaması ve dijital izolasyonda olması bana kalırsa çok şey söylüyor. Bu açıdan izolasyon değil tecrit diyebiliriz. O kadar ilişkiler ağını aklında tutan ve topluma gerçekleri sunan Sedat Peker, bence BAE’nin bu pozisyonunu anlamıştır ama biraz geç anlamıştır diye düşünüyorum.

Son olarak bu denklemlerin küresel matris için ebedi olmadığını söylemek istiyorum. Ortada kaçınılmaz bir trajedi yok. Erdoğan ve etrafındakiler Türkiye’nin kaderinin çizildiğini ve kendilerinin desteklenecekleri mesajını veriyor. Bu hafta içinde Özgür Özel’in sarayda yapıldığı söylenen bir toplantıya işaret ederek, burada Erdoğan’ın “Yabancı liderler bizimle çalışmak istiyor” sözünü paylaştı. Bu sadece bir his ama bence Erdoğan da Batıdan ve etrafındaki liderlerden emin değil. Ama içeriye ve yakınlarına böyle bir mesaj veremez.

Muhalefet neden Tatar Ramazan olmalı?

Son olarak işin muhalefet kısmı var. Muhalefetin bu küresel matriste bugüne kadar oynaması gereken tek bir oyuncu rolü vardı: Tatar Ramazan. «Ben bu oyunu bozarım» diyecekti. Bu oyunu bozarak yeni bir oyun kurgulayıp Batı ile yoğun bir diplomasi sürecine girecekti. Otoriterleşen Türkiye’nin değil demokratikleşen Türkiye’nin küresel matrise neler sağlayabileceğini anlatacaktı. Sahip olduğu demokratikleşme ve kalkınma programları ile yeni bir istikrar rejimi yaratabileceğini söyleyecekti. Doğal olarak bu yoğun bir temas ve kampanya gerektiriyor. Bir başka yazımda belirtmiştim : Muhalefet iç kamuoyunu ekonomi ve dış kamuoyunu diplomatik manevralarla ikna etmeliydi. İkisini de yapmadı. Yeterince Tatar Ramazan olamadı.

Halen şansı var, hem iç hem dış kamuoyunda. Çünkü sokağa çıktığımda vatandaş, yurtdışına çıktığımda Batılılar şunu soruyor: Ne olacak? Nasıl yapacaklar? Yapabilirler mi? Türkiye’nin geleceği ile ilgili merak sadece içeride değil dışarıda da var ama muhalefet gereğini yapmazsa bence Batı jeopolitik matris gereğini yapacak. Endişem bu.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.