Geçtiğimiz yıl bugünler itibariyle Türkiye’de muhalefet önemli bir ivme yakaladı ve eylül ayına kadar bu ivmesini hem gündem oluşturmada hem de anketler nezdinde sürdürdü. Ancak eylül ayında muhalefetin yakaladığı yükseliş çizgisi durağan bir eğri göstermeye başladı. Dahası hükümetin sene sonunda aldığı ekonomik kararlarla birlikte – asgari ücret zammı ve dolara müdahale – uzun zaman sonra ilk kez Erdoğan’a ve AKP’ye verilen destekte çok ufak yükselmeler dahi gerçekleşti. Bunlara ek olarak, Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte iktidarın dış politik temaslarını en üst düzeyde artırdığını, bugüne kadar sürdürdüğü agresif dış politik manevralarını azaltıp hem içeriye hem dışarıya iktidar restorasyonu mesajı vermeye hazırlandığı görüldü. Son olarak seçim yasası değişikliği teklifi Türkiye’deki mevcut politik açmazı – yani iktidarın kaybetmesi ama muhalefetin kazanamamasını – daha da derinleştirdi.
Seçim yasası değişikliğinde görüldüğü gibi, iktidarın da artık bu politik açmazı kabul edip, onu muhalefet için daha da büyütmek istediği anlaşılıyor. İktidar artık büyük geri dönüşünü sağlayacak adımların peşinde değil, muhalefetin geçen sene yakaladığı ivmenin benzerini yakalamasını önlemek istiyor. Politik açmazı zorlaştırarak kendine güvenli liman oluşturmak istiyor.
Bu politik denklemin bir değişkeni seçim güvenliği. Seçimli otoriter sistemlere (hibrit otoriter rejimler) ait özelliklerin giderek daha fazla görünür olduğu bir anda, seçimlerin iktidar için çok büyük bir önemi olduğunu bir kez daha anlamış bulunuyoruz. O açıdan iktidar seçim başarısını anahtar olarak görüyor ama yine 2019 seçimlerinde görüldüğü gibi seçim sonuçları açıklanana kadar kuralların değiştirilmesi, ortam şartlarının zorlaştırılması gibi bütün opsiyonlar şu an masada ve hep masada olacak.
Türkiye’de iktidarlar güçlü oldukları dönemde politik mühendisliklerini büyük planlar dahilinde kullanıyorlar. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de buna bir örnektir. Kendine bir hikaye oluşturuyor ve bunu uyguluyor. Destekçi de topluyor çünkü bunu özgüvenle yapıyor.
Ama ne zaman ki güç kaybı başlıyor ve önüne geçilemez hale geliyor, bu sefer son çare olarak diğer oyuncularla ve onlarla aralarındaki mesafeyi belirleyen kurallar üzerinde bir politik mühendisliğe girişiyorlar. Bunu yaparken hem özgüven hem de büyük bir özgüvensizlikle hareket ediyorlar. Böylesi hamleler seçmen ve toplum katında Türkiye’de daha önce denendi ve başarısızlığa uğradı. Burada en önemli görev dün olduğu gibi yine muhalefetin.
İktidarın seçim mühendisliklerine en güçlü cevabı büyük bir kararlılıkla muhalefetin vermesi gerekiyor. Prof. Dr. Tanju Tosun’un son yazılarında vurguladığı üzere bu değişiklik muhalefet arasında avantaja da çevrilebilir. Ama muhalefetin de bunun için temel bir unsuru, belki de uzun zaman önce kabul etmesi gereken prensibi hatırlaması ve şiar edinmesi gerekiyor: Önümüzdeki seçim bir otoriterlik/demokrasi seçimidir. Seçim güvenliği konusu ile birlikte tüm partilerin derhal ortak listeler üzerinde çalışması gerekiyor ki seçim anı gelmeden hazırlıklarını yapabilsinler ve toplumu muktedir olduklarına ikna edebilsinler.
İktidarın seçim güvenliği konusunda attığı adımlar ve dahası muhalefeti bölmek için attığı adımlara ek olarak bir de dış politika açmazı var. İki hafta önceki yazımda belirtmiştim: Ukrayna savaşı yaratıcı yıkım gücü olan bir savaş. Dahası bu savaş, Türkiye’nin son yıllarda azalan jeopolitik önemini bir kez daha artırdı. Batılılar Rusya’yı ya da en azından Putin Rusya’sını oyunun dışına çıkarmak istiyor. Bu yüzden yaptırımları kullanıyorlar. Oyun dışına atılmak istemeyen Rusya’nın elinde enerji kartı çok güçlü. Bunu bypass edebilmek için Batı’nın petrol üreten Körfez ülkelerine ve hatta İran’a daha çok ihtiyacı var. Bölgede İran, Türkiye gibi ülkelerin öneminin artması eminim bazı Körfez ülkelerini rahatsız ediyordur. Ancak bu, iktidarın aynı zamanda Türkiye’nin enerji projelerindeki rolünü bir kez daha göstermiş ve iktidara bir şans yaratmış oluyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
ABD’nin Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin dahil olmadığı projeden vazgeçmesi, Türkiye’nin geçiş güzergahı olma ihtimalini canlandırıyor. Dahası kimse istikrarsız bir ülkeye enerji hattı geçişi için yatırım yapmaz. Erdoğan bunu görmüş olmalı. Kim bilir son dönemdeki rahatlığının bir sebebi budur belki de.
O açıdan son günlerde Türkiye’ye yönelik Batı’dan yapılan üst düzey ziyaretler, Ukrayna’ya satılan SİHA’lar, İsrail ve BAE ile kurulan temaslar, NATO zirvesindeki sıcak görüntüler ve son olarak Fransa, Türkiye ve İtalya arasında ortak üretilmesi planlanan SAMP-T hava savunma sistemi projesinin yeniden canlandırılacağının açıklanması iktidarın elini bölgesel düzlemde rahatlatıyor. Tüm bunlar iktidar restorasyonu için yeterli midir? Cevabın anahtarı iktidarda değil, gene muhalefette.
Muhalefet sistemik tasarıyla, seçim güvenliğiyle uğraşırken iki temel konu hakkında da toplumu ve dahası bölgesel/küresel aktörleri ikna etmeli: Ekonomi ve dış politika. İktidar daha 28 Şubat’ta açıklanan güçlendirilmiş parlamenter sistemi boşa düşürmek için elinden geleni yaparken, muhalefet savunma hattının belkemiğinin siyasi, iktisadi ve diplomatik manevralar olduğu bir kez daha görülmüş oldu.
Türkiye’nin bu ve bundan sonraki nesillerinin demokratik ve adil bir sistemle politik rejime ihtiyacı var. İç huzuru ve bütünlüğü için. Güçlendirilmiş parlamenter sistem ve onun daha da geliştirilmiş versiyonlarına ihtiyacımız sonsuz. Ama iktidarın da kazanılması gerekiyor. Bu ise dün olduğu gibi bugün de diplomatik ve siyasi-ekonomik bir ikna süreci ve içeriğe sahip. Muhalefetin muktedir olduğunu bu iki alanda çok güçlü şekilde göstermesi gerekiyor ama arka fonda bunun bir otoriterlik/demokrasi meselesi olduğunu vurgulayarak. Politik açmazın denklemleri ancak bu şekilde muhalefete yeniden önemli bir ivme sağlar.