Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Dennis Meadows : “Toplumun kanseri haline gelen kontrolsüz büyümeye son vermek gerek”

Elli sene önce Roma Kulübü’nün hazırladığı “Büyümenin Sınırları” raporunun yazarlarından fizikçi Dennis Meadows, mahvına koşan çağdaş toplumlardaki “değerleri ve hedefleri” değiştirmenin bugün bir mecburiyet haline geldiğini düşünüyor. Meadows, raporun ellinci yıldönümü vesilesiyle Le Monde gazetesine röportaj verdi. Haldun Bayrı’nın çevirisi.

Dennis Meadows’un Yann Legendre tarafından çizilmiş bir portresi

Önemli olmuş bir metin bu. 1972’de, merkezi İsviçre’deki bir think tank’in, Roma Kulübü’nün siparişi üzerine, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü MIT’den araştırmacılar, kaynaklarının sonu olan bir dünyada ekonomik kalkınmanın sınırsızca süremeyeceğini gösteren, The Limits to Growth (Büyümenin Sınırları, İst. Ün. İşletme İktisadı Enstitüsü, 1978) başlıklı bir rapor yayımlamışlardı. Bu rapor, nüfusun ve sanayi ve gıda üretiminin önce yavaşlayıp sonra gerileyeceğini ve bunun gezegenin sınırları –doğal kaynakların yok olması ve Yeryüzünün yaydıklarımızı massetme kapasitesinin sınırlılığı– tarafından dayatılacağını öngörmekteydi.

Raporun yazarlarından biri olan Amerikalı fizikçi Dennis Meadows şimdi 79 yaşında ve hem raporun ellinci yıldönümü olması, hem de 3 Mart’ta bu best-seller’ın yeni bir versiyonunun (Les Limites à la croissance (dans un monde fini) [“(Sonlu Bir Dünyada) Büyümenin Sınırları”], aux éditions Rue de l’Echiquier, 488 sayfa, 14,90 euro) yayımlanması vesilesiyle Le Monde gazetesinin sorularına cevap verdi.

1972’deki raporun yayımlanmasının ellinci yılında, nasıl bir bilanço çıkarıyorsunuz?

Ekolojik ayak izimiz çok belirgin: İster fosil yakıtlar olsun, ister verimli topraklar, temiz su, vb. söz konusu olsun, Yeryüzünün üretebildiği kaynaklardan fazlasını tüketiyoruz. 1972’de, bu süreci yavaşlatıp demografiyi ve tüketimi dayanılabilir düzeylerde tutmak için bir şansımız vardı. Vardığımız en önemli sonuçlardan biri, ne kadar erken harekete geçersek bunun o kadar iyi sonuçlar vereceğiydi. Fakat elli sene boyunca harekete geçmedik. Dolayısıyla Yeryüzünün bize dayanma kapasitesinin ötesindeyiz; öyle ki, enerjiye ve maddiyata yoğun biçimde bağımlı uygarlığımızın gerilemesi kaçınılmaz. Yaşam düzeyi ortalaması düşecek, ölüm oranı artacak ya da doğum oranı düşecek, kaynaklar da azalacak.

İnsanların çoğu, kaynakların tükenişinin bize ancak artık toprakta hiçbir şey kalmadığı vakit etki edeceğini düşünüyor. Bundan daha karmaşık. Büyümenin sınırları, kaynakların maliyetinin tedrici olarak onları büyük miktarda kullanmayı artık kendimize mübah göremeyeceğimiz düzeye yükselmesine bağlı. Mesela güncel olarak, petrol fiyatının tüketiciler için aşırı pahalı hale geldiği bir durumdayız.

Senaryolarınızdan biri, büyümenin 2020 civarında duracağını öngörüyordu. Şu anda gözlemlediğimiz hakikaten bu mu?

O ihtimal gerçekleşmekte: Kaynaklar git gide pahalılaşıyor, talep git gide artıyor, kirlilik de. Mesele artık, büyümenin durup durmayacağından ziyade, nasıl duracağıdır. Gördüğümüz, bazı ülkelerde şimdi nüfusun azaldığıdır: Japonya’da, Rusya’da ve yakında Çin’de. Elbette GSYH artışı sürüyor, ama insan refahının iyi bir göstergesi değil bu; zira Ukrayna’daki savaşın yol açtığı yıkımın onarımı gibi iç karartıcı faaliyetlerle artıyor.

GSYH artıyor, ama bileşenleri değişiyor. Git gide daha fazla, çevreye verilen zararların tamiri, ya da yerden su çıkarıp onu arıtmaksızın içmek gibi Yeryüzü’nde bedâva elde ettiğimiz hizmetlerin yerinin doldurulması söz konusu. Önceden insanlar ebeveynlerinden daha iyi bir yaşam ummaktaydılar; toplum artık hakiki zenginlikler üretmediği için, çocuklarının durumunun daha kötü olacağını düşünüyorlar şimdi.

Sınırların aşılması zorunlu olarak bir çöküşe mi yol açacak?

Duvara doğru giden bir araba düşünün. İki şekilde durabilir: ya fren yaparak ya da duvara çarparak. Çalışmamızın 2004’teki yeniden basımı sırasında, insan eylemiyle bunu yavaşlatmak henüz mümkündü. Şimdi, çok geç olduğunu düşünüyorum. Enerji tüketimini günümüzdeki düzeylerde tutmanın da hiçbir imkânı yok, gezegeni sınırlarına döndürmenin de. Çöküş anlamına mı gelmektedir bu? Bugün Haiti’ye, Sudan’a, Yemen’e ya da Afganistan’a giderseniz, aslında bu çöküşün zaten başlamış olduğu sonucuna varırsınız. Nice uygarlıklar gelmiş geçmiş: Fenikeliler, Romalılar, Moğollar ve daha yakın zamanda da Amerikalılar. Bu uygarlıklar önce gelişir, sonra da sonları gelir. İnsanlık durumumuzdur bu.

Sürdürülebilir kalkınma ya da yeşil büyüme hedefinden vazgeçmek mi gerek öyleyse?

Sürdürülebilir kalkınma artık mümkün değil. Yeşil büyüme terimi, faaliyetlerini tamamen aynı şekilde sürdürmek için sanayiciler tarafından kullanılıyor. Politikalarına değişiklik getirmiyor, slogan değiştiriyorlar. Yeşil büyüme bir oksimorondur. Gezegene zarar vermeden fiziksel büyümemiz olamaz. Yoksul ülkelerin hâlâ büyümeye biraz ihtiyaçları var, ama zenginler nitelikli kalkınmaya geçmelidir — hakkaniyeti, sağlığı, eğitimi, çevreyi iyileştirmeye.

Yönetimler ve ahaliler neden tepki vermiyorlar?

Birçok nedeni var. Önce, yüz binlerce yıllık genetik evrim nedeniyle uzun vadeli değil kısa vadeli, vahşi hayvanlar karşısında nasıl var kalınacağını düşünecek şekilde oluşmuşuz. Daha sonra, bencilliğimiz nedeniyle. Çok sayıda kişi büyüme sayesinde kısa vadede para ve iktidar elde ediyor; dolayısıyla yavaşlama hususunda direniyorlar. Son olarak, daha sonra istifade edeceklerimiz için şimdi fedakârlıklar yapma cesaretini gösteren politikacıları ödüllendirmeyen bir siyasi sistemimiz var. Seçilmeme riskiyle karşı karşıyalar.

Diğer büyük unsur, sonsuz büyüme vaadinin siyasi konsensüs zemini haline gelmesi. Büyümenin bu şekilde devam edemeyeceğini herkes anladığı zaman, gerekli değişiklikler imkânsız olacak; zira daha az elde etmeyi bekleyenler engel çıkaracaklar.

Gerekli değişiklikleri hayata geçirebilecek bir yönetişim sistemi var mı?

Günümüzdeki bütün siyasi sistemler –demokrasiler, diktatörlükler, anarşiler–, iklim değişimi, kirliliğin artışı ya da eşitsizlikler gibi uzun vadeli sorunların çözümünde başarısızlar. Kişisel algılamalarda ve değerlerde bir değişim olmadığı takdirde bunu yapamazlar. Şayet insanlar hakikaten birbirlerini düşünseler, uzun vadede ve kendilerinden uzak yerlerdeki etkileri de dert etseler, o zaman herhangi bir yönetim biçimiyle daha iyi bir gelecek yaratılabilirdi.

Yeni önsözünüzde, “kaydadeğer kapsamda siyasi değişimler”in gelmekte olduğunu sezdiğinizi yazıyorsunuz. Nedir bunlar?

İklim değişimi, fosil yakıtların tükenişi ya da sulardaki kirlenme, kargaşalara, şoklara, felaketlere ve yıkımlara yol açacak. İnsanlar ise, düzen ile özgürlükten birini seçmeleri gerektiğinde, özgürlüğü bırakıp düzeni seçerler. Otoriter ya da diktatörlüğe dayalı yönetim biçimlerine doğru bir sapmaya tanık olacağımızı düşünüyorum. Daha şimdiden, demokrasinin etkisi ya da yaygınlığı azalıyor ve ABD gibi demokratik olduğu söylenen ülkelerde hakiki özgürlük azalıyor.

Teknolojik çözümler bize yardımcı olabilir mi?

Bir teknolog ve kırk yıl boyunca mühendislik alanında profesörlük yapmış biri olmama rağmen, kuşkuluyum. Sorun teknolojiden gelmiyor, bizim hedeflerimizden ve değerlerimizden geliyor. Bir toplumdaki zımni hedefler, doğayı sömürmek, elitleri zenginleştirmek ve uzun vadeyi umursamamak ise, o zaman bu yönde teknolojiler geliştirecektir. Dünyadaki açlığı azaltmak için yeni tarım teknolojilerine ihtiyacımız yok. Ürettiğimiz besinleri daha iyi paylaştırmalıyız sadece. Kaldı ki teknolojilerin bir bedeli var (enerji, para, vb. olarak) ve bunun aşırı yüksek olacağı bir an gelecek.

Fosil enerjilerden çıkmak için, enerjinin verimli kullanımını ve yenilenebilir kaynakların geliştirilmesini savunuyorsunuz; ama nükleerin değil. Niçin?

Nükleer dehşet verici bir fikir. Kısa vadede dehşet verici, zira felaketi andıran bir kaza riski var; insani hatalardan yüzde yüz kaçınılamayacağına göre, böyle bir iddiaya kalkışmamalıyız. Uzun vadede de dehşet verici, zira müstakbel nesilleri binlerce yıl boyunca atıklar sorunuyla uğraşmaya mahkûm ederiz. Yenilenebilir enerji harika, ama günümüzde fosillerden elde ettiğimiz kadar enerjiyi bize sağlaması için hiçbir şans yok. Enerji ihtiyaçlarımızı şiddetli biçimde azaltmadığımız takdirde çözüm yok.

Bugün, sürdürülebilir kalkınma yerine, yerel düzeyde esneklik/dayanıklılık (résilience) hedefini savunuyorsunuz. O nedir?

Şokları massetme ve gıda, mesken, sağlık ya da çalışma gibi asıl ihtiyaçların giderilmesini aksatmaksızın yaşama devam etme kapasitesidir bu. Bir şehrin depremden sonra, ya da bir ormanın yangından sonra kendini toparlama kapasitesidir. Sürdürülebilirliğin aksine, bunu kendi başınıza yapabilirsiniz: Sürdürülemez bir dünyada sürdürülebilir bir yaşam biçimi benimsenemez. Aksine, bir kişi ne kadar dayanıklı olursa, sistemin dayanıklılığı da o kadar artar. Şimdi bunu, küresel olarak, bölgesel olarak, toplulukta, ailede ve kişisel zeminde, bütün düzeylerde uygulamak lâzım.

Mum ışığına ya da taş devrine dönüş gibi karikatürlerden nasıl kaçınılabilir?

Dayanıksızlığın yol açtığı sorunların bunu bizim yerimize yapacağını düşünüyorum. Ukrayna’daki savaşla birlikte, çok sayıda ülke aniden, enerji kullanımında ya da besin üretiminde daha dayanıklılığın temenni edilir bir şey olduğunun farkına varıyorlar. Küçülme terimini kullanmaktan da kaçınmak zorundayız, zira özellikle negatiftir — büyümenin tüm sorunlarına vurgu yapar. Halbuki biliyoruz ki, siyaseten başarmak için, bir şeyden yana olmak gerekir. Dolayısıyla büyümesiz bir topluma pozitif bir imaj bulmak gerekir: Mesela, daha çok mutluluğa ya da daha iyi bir sağlığa erişmek gibi.

1972’de hazırladığınız raporda, iklimdeki değişime değiniliyordu. Şu anda bildiklerimiz çalışmalarınızı nasıl bir evrime uğratıyor?

Sorun diye nitelediğimiz iklimsel değişim, keza türlerin yok oluşu ya da plastik atıklardaki artış, aslında semptomlardır/belirtilerdir. İklimdeki değişimi sınırlamak yararlı olur, ama kanser olan birine aspirin vermekle aynı kapıya çıkar. Sadece kendini bir süreliğine daha iyi hissetmesine yardımı olacaktır bunun. Asıl son verilmesi gereken, toplumun kanseri olan kontrolsüz büyümedir.

Umudunuzu koruyor musunuz?

Enerjiye ve maddiyata yoğun biçimde bağımlı bu uygarlık için umudum yok. Ortadan kalkacak ve farklı bir şey haline gelecek. Her birimiz hâlâ kendimiz için şeyleri iyileştirmeyi umut edebiliriz, ama küresel toplum için bunu umamayız. Gençler istedikleri kadar iklim gösterileri yapabilir, karbondiyoksiti düşürmeyecek ve denizin yükselmesini engellemeyecek bu. Ama belki toplumun değişimlere daha iyi intibak etmesine yardımcı olur.

Audrey Garric

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.