Tayfun Pirselimoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği Kerr, 95. Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Film kategorisinde yarışmak üzere Türkiye’nin aday adayı oldu. Pirselimoğlu, Medyascope’un sorularını yanıtladı.
Tayfun Pirselimoğlu’nun yönetmen koltuğunda oturduğu Kerr, 95. Akademi Ödülleri’nde (Oscar) En İyi Uluslararası Film kategorisi için Türkiye’nin aday adayı oldu. Erdem Şenocak, Jale Arıkan, Rıza Akın’ın rol aldığı film Can isimli bir karakterin babasının cenazesine gittiği bir kasabada cinayete tanıklık etmesinin ardından gelişen olayları anlatıyor. Pirselimoğlu filmin yapım sürecini, Oscar’a giden yolculuğu ve gelecek projelerini Medyascope’a anlattı.
“Kerr” filminin adını ilk duyduğumda aklıma nedense Gülten Akın’ın “Biriken” şiiri gelmişti. “Her şey birikir / Sözler düşünceler ve nesneler biçiminde / Her şey birikir” Bütün her şey tekrar ediyor ama birikerek devam ediyor. ”İnsanın hareket ve düşünceleri bir tekrardan ibaret olsa da bu süreçte birikerek ilerliyor” diyebilir miyiz?
“Her şeyin tekrar etmesi hayatın bir çember üzerinde ilerliyor olmasıyla alakalı olmalı. Bundan meramın şudur ki başladığımız noktaya dönüyoruz. Lakin bu macera sizin belirttiğiniz birikimlerle oluyor. Burada bir tekâmül olmalı. Bitirdiğiniz ‘ben’le yeniden başladığınız ‘ben’ arasında bir fark var. Artık yeni bir ‘ben’e sahibiz ve bu arkamızda bıraktıklarımızın işaretlerini de taşıyor; her şey geçmişten toparladıklarımızla birlikte yeniden başlamakta. Bu yüzden süreç determinist olmaktan azade yeni bir hikâye”.
“Kerr” filminizde küçük bir kasabada gerçekleşen cinayetten sonra gelişen olaylar üzerine, kasaba halkının soru sormayı bırakmış tavrını ele alıyor ve bunun tam zıttı olan olayları sorgulayabilen görgü tanığı Can’ı çıkartıyorsunuz. Artık toplum olarak bizde gerçekten sorgulamayı, soru sormayı unuttuk mu? Kabullendik mi her şeyi?
“Dünyanın gidişatını pek sıkıntılı görüyorum. Bir dekadans süreci bu. Akli olanın eridiği absürt zamanlar. Bu zamanın etkisi insanların idrak halleriyle de ilgili. Hakikatin algıyla değiştiği daha doğrusu izanın buharlaştığı günlerden geçiyoruz. Dönem insanının durumunu çok korkutucu buluyorum”.
Filminizde kuduz salgını ile delik metaforu filmin hikayesini başka bir noktaya yükseltiyor. Bununla birlikte insanların vurdumduymazlığını mı işaret ediyorsunuz? “Görmedim, bilmiyorum, farkında değilim” demekle olmuyor, öyle değil mi?
“Bu da yukarıda işaret ettiği halle ilgili. Filmin metaforik hikâyesi buradan geliyor. Tuhaf olan bu absürditeyi fark etmeden olan bitenler olağanmış gibi yaşamaya devam etmek”.
Bir kere “Mutlu sonlara inanan biri değilim” demiştiniz. Biraz karamsarlık hakim sanki, optimist olmak pesimist olmaktan daha kolay değil mi?
“Aslında iyimser ya da karamsar olmak yönünde bir tercihte bulunmak ne kadar iradi bir durum bilemiyorum. Ben içinde yaşadığımız hayatın bende bıraktığı izlenimleri aktarmaktayım. Bu da beni karamsar yapıyor olmalı. Bir sona ulaşmadan bütün bunlardan kurtulamayacağız inancındayım. Demek ki, arkasından ‘iyi’ olan gelecek. Bu açıdan bakılırsa iyimserlik de bu halimin içinde yer alıyor bir şekilde”.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Tayfun Bey siz sanatın farklı alanlarında farklı disiplinlerle çalışan, üreten bir sanatçısınız, yönetmensiniz, yazarsınız. İlk etapta sizi sinemaya yönelten nedenleri anlatabilir misiniz? ‘İlham kaynağım’ dediğiniz bir yönetmen oldu mu öğrencilik hayatınızda?
“Bir yönetmen olmadı ama izlediklerimin içimde biriktirdikleri vardır tabii. Sinema alakalı olduğum bütün disiplinleri içeren bir sanat. Başka yollarla ifade ettiklerimi de aktarma açısından çok elverişli; bir çeşit büyücülük taşıyan tuhaf bir iş. Bu açıdan bu ‘büyü’ işine bulaşmasam olmayacaktı”.
Farklı alanlarda çalışan bir sanatçı, yaratıcı olarak resimlerinizi yazarlığınıza ve yönetmenliğinize benzetenler oluyor mu? Bunlar arasında parelellik var mı?
“Muhtemelen vardır. Neticede zihnimin peşinden gidiyorum. Onun beni sürüklediği yollar birbirleriyle kesişiyor olmalı”.
“Kerr” filmi aynı ismi taşıyan kitabınızdan. Kitabınız 2014 yılında yayımlanmış, filmin oluşumu ve ortaya çıkış süreci hakkında bilgi verebilir misiniz? Kerr, aynı zamanda bir sergiye de dönüştü. Söz etmek ister misiniz?
“Kerr, daha önce basılan Kayıp Şahıslar Albümü romanını ilk ve son bölümü değiştirmeden yazdığım bir kitaptı. Bir cinayete şahit olan kahramanın ilkinde gelen trene binerek uzaklaşması ile ikincisinde karakola gidip ihbar etmesi iki ayrı romanı oluşturdular. Şunu söylemem gerekiyor ki netice değişmiyor! Film büyük ölçüde Kerr romanına dayanıyor ama tamamen onu takip etmiyor; eklediğim çıkarttığım unsurlar var filmde. Sonrasında aynı başlıkta bir de sergi yaptım ki onda da eskiden yaptıklarımı tekrarladığım resimler yer alıyordu. Bu da sergi temasına denk düşüyor tabii ki (Kerr tekrar kelimesinin kökü)“.
Oscar Ödülleri sizce hala önemini koruyor mu? Türkiye’yi temsil edecek filmin yönetmeni olarak nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Türk sinemasının son yıllardaki süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Ödüller, festivaller hoş güzel tabii. Lakin film yapma motivasyonumla zerre kadar ilgisi yok. Oscar da iyi hoş ve atfedilen önem biraz da içinde yaşadığımız dünyanın gidişatıyla alakalı. Türk sinemasının bu günkü durumu ile ilgili düşüncelerim de yukarıda sözünü ettiğim hallerle alakalı. Daha çok heyecan duymak isterdim doğrusu“.
Ressam, yazar, yönetmen Pirselimoğlu’nun bundan sonraki projeleri neler olacak? Yazmaya, resim yapmaya ve en önemlisi yönetmenliğe devam mı? Bizleri daha başka neler bekliyor?
“Yeni projeye hazırlanıyoruz. İsmi İdea. Bir de elimin altında duran bir roman var“.