Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Baba, Oğul ve Kutsal Cumhurbaşkanlığı

14 Aralık’ta Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak ve hapis cezası şeklinde verilen hüküm sonrası siyaset sahnesi toz duman oldu. Hemen herkes kararın siyasi olduğunu düşünüyor. Ama hiç kimse şimdi ne olacağı konusunda aynı zeminde değil. Çünkü önümüzü görebilmemizi engelleyen çok fazla değişken var. Saraçhane’de iktidar karşısında yekvücut durma imajına İYİP farkıyla gölge düşmesi sebebiyle Akşener’in üzerine gidiliyor. Tamam da Kemal Bey de meydanı boş bırakmasaymış. Neden Prensiniz savaş meydanındayken siz seyahate çıktınız? Yapılacak en doğru şeyi yapıp, hızlıca harekete geçtiği için Meral Akşener’e kızacak pozisyonda değilsiniz bence. Akşener konusu kendi içinde apayrı bir dosya ama. Akşener’in şu an siyaset sahnesindeki rolü için zihnimde iki farklı senaryo takip ediyorum: Biri Cumhur İttifakı’nı içine alan bir senaryo, diğeri kişisel yeteneklerinin sınırları üzerine inşa edilmiş bir senaryo. Ve maalesef eylemleri ve söylemleriyle birinci senaryoya daha fazla uyuyor.

Kemal Bey karar günü İstanbul’da başkanının yanında olsaydı, İmamoğlu davası sonrasında yeniden alevlenen aday tartışmasında boğulmaktansa moral üstünlüğü konuşabilirdik. Onun yerine, şuncacık bir planlamayı yapamayan kişiler, bizi sert seçim savaşlarında nasıl temsil edecek çaresizliğinde yüzdük bir süre. Elimizdeki en güçlü kaleyi mi kuşatıyorlar diye endişelendik. Bir yandan öyle değil, böyle olsaydı senaryoları, bir yandan şimdi ne yapacağız çözümsüzlüğü arasında kala kaldık. Bu olay yine iktidarın başarısı değil, muhalefetin süreci yönetememesine dönüştü.

Babacan’ın konuşması masadaki bir lideri daha parlatırken, Kılıçdaroğlu’nun konuşması esnasında İmamoğlu’nun gözümü alamadığım bakışları, nasıl bir çıkmazın içinde sıkışıp kaldığını işaret ediyordu. Neden Ekrem Bey’i bu duruma düşürüyorsunuz? Ha bu adam kazanmaktan başka ne etti size? Ekrem Bey’i saf dışı bırakmak isteyen sadece iktidar mı diye sorası geliyor insanın. İYİP cumhurbaşkanlığına itelerken, baş tacı mı etmek istiyor, siyaset sahnesinden kısa sürede silmek mi? Kılıçdaroğlu önüne doğru hamle yaparken onun iyiliğini mi düşünüyor, kendi istikbalini mi? Ortada kurtlar varsa, bir de kurtlara yem edilmek istenen İmamoğlu var. Ne partiyle ne adaylarla bir gönül bağım olmamasına rağmen, tamamen rasyonel sebeplerle başından beri Kemal Bey’in aday olmasında ısrar ettim. Ama Almanya hatası, İmamoğlu’nun Karadeniz hatası kadar büyük bir hayal kırıklığıydı benim için.

Başıma ateşler basıyor, çıkışı bulamıyorum. Farklı farklı görüşlerden insanları izliyorum, okuyorum, dinliyorum ve zihnim bir çıkar yol üreteceğine daha da karışıyor. Bu kafa karışıklığı ile Emin Alper’in muhalif kesimi bir kez daha Erdoğan rejimi karşıtlığında birleştiren filmine gidiyorum.

Kurak Günler & Kurak Yıllar

Film başlar başlamaz, Kültür Bakanlığı’nın verdiği desteği neden faiziyle geri istediğini anlamaya başlıyoruz. Çıkarcı politikalarla ardını düşünmeyen bencil insanın ekolojinin göbeğinde açtığı dev obruk, vahşi avcıların çığlıkları arasında yerde sürüklenen domuzun kanı, filmin bize Türkiye’yi anlatmakta olduğunu kavratıyor. Hayati kaynağımız su meselesi üzerinden ilerleyen filmi izledikçe kaygılanıyor, yıllardır izlediğim filmin birkaç güne sığdırılışı beni iyice dar bir alana sıkıştırıyor. İçinde bulunduğum su yavaş yavaş ısınmıyor da birden kaynama noktasına geliyor. Uzun uzun filmi anlatmayacağım, başarılı bir anlatı, mutlaka izleyin. Ancak bu başarılı anlatının finali tıpkı o an içinde bulunduğum siyasi karmaşanın sıkışmışlığıyla daha da çok gerilmeme sebep oldu. Camlara fırlatılan taşlar, duvarlardaki kurşun izleri, tabandan vurulan sırıklar bir panik hali yaratıyor. Karakterler gibi ben de ne yapacağımı bilemiyorum. Onlarla birlikte arabaya biniyor, onlarla birlikte karanlığın içinde, karanlıktan kaçmaya çalışıyorum. Gittikçe büyüyen kötülüğün arasında soruyorum, “Final, finalde ne olacak, bu karanlıktan nasıl kurtulabilirler ki?”. Derken, büyük bir acıya dönüşmek üzere olmasından korktuğum final, benim için bir hayal kırıklığına dönüşüyor. Sanatçı filmin finalinde topu taca atıyor. Olaylar çirkinleşirken tırnaklarını törpüleyen tanrımız, bir tuşa basarak finale müdahale ediyor. O an diğer seyirciler derin bir “ohh” çekmiş olabilir ama benim içim rahatlamadı, tam tersi öfke doldum. Yahu biz tanrıdan yardım almadan çözemeyecek miyiz meselelerimizi? Filmin finali ülkem için bir cevap vermek zorunda değil elbette ama beni daha da çaresiz hissettiriyor. Kimseye gününü tanrı göstermemeli artık bu ülkede. Biz, biz ne yapacağız, nasıl kalkacağız bu kötülük sorununun altından?

Gelelim bugüne. Muhalefetin dilinde bir adaletsizlik, haksızlık, “Zulmünüz artsın ki göklerden bir karar gelsin” falan. Peki, karşınızdaki insanların hırsla ve azgınlıkla hiçbir ilkeye sadakat duymadan, ahirete inanmadan, yarını düşünmeden, son derece bencilce yaptıkları eylemler için tanrıdan bir inayet bekleye durun. Daha çok beklersiniz. Seçimleri tanrının bir tuşa basmasıyla alamayacaksınız. Onlar da almadı bugüne kadar. Her daim en çok ne kadar kazanırız, en çok nasıl zengin oluruz planlarıyla  – planlarıyla –  aldılar seçimleri. Bu adamlar dinsiz, imansız, vicdansız. Sadece Kur’an ayetlerini mızraklarının ucuna asmışlar o kadar. (Hz. Ali & Muâviye olayı)

Bazıları mevzuyu anlamak için asla bakmamamız gereken yöne bakıyorlar. Hükümet ne yapmak istiyormuş? Amacı İmamoğlu’nu saf dışı bırakmak mıymış? Aynı zamanda İstanbul’u ele geçirip Körfez’den para dilenebileceklermiş. Vay efendim zaten Bahçeli de demiş, aday olarak sınıf arkadaşını görmek istiyormuş. Yani? Yani İmamoğlu’nu saf dışı bırakarak Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istiyorlar ama bir yandan da mahkemenin İYİP ve İmamoğlu tezgâhıyla bu kararı aldığını söylüyorlar, bir yandan “İstinaftan döndürürüz ne var ya” diyorlar, bir yandan “İstinaf onar, boşuna heveslenmeyin, aldık parlak çocuğunuzu” diyorlar. E haliyle bu manzaraya bakanın aklı karmakarışık oluyor. Paranoyakça hikâye uydurmaktan zihni pelteye dönmüş bu zihniyet değil mi ülkeyi bataklığa çeviren, onların aklına bakıp olayları anlamaya çalışırsanız delirmekten başka yolunuz yok. Yol haritaları yok, erdemleri yok. Sadece şehvetleri ve hırsları var. O yüzden meseleyi anlamak ve çözmek için hiç o tarafa bakmıyorum.

Önümdeki gerçekliğime bakacağım. Ben, Kemal Kılıçdaroğlu olsam ne yapardım? Öncelikle durumu analiz edeyim.

Bir, önümde namert bir düşman var.

İki, önümde güven sorunu yaşadığım müttefiklerim var.

Üç, en parlak adamım, beni de zor durumda bırakmak için sistemin dışına itilmek isteniyor.

Dört, her şeye rağmen adamıma sahip çıksam, ona benden çok sahip çıkan güvenilmez müttefiklerimden nasıl emin olacağım?

Beş, oyunu yine hafife aldım ve irtifa kaybediyorum. Şimdi ne yapacağım?

Goethe Faust’ta şöyle der,

“İyilikler isteyen biri, önce kendisi iyi olmalıdır.”

Sezar’ın hakkını Sezar’a vermeliyim. Elimdeki parlak çocuğumu kıskançlıkla saf dışına itmeye kalkarsam, elbette onu değerlendirmek isteyenler olacaktır, bunun için onlara kızamam. Kalibresi güçlü olduğu için ona da kızamam. Kendi adamıma hak ettiği değeri vermediğim için ihanetle suçlamaktansa, yanımda, çok yakınımda tutmaya devam etmeliyim.

Şimdi bu karar sonucunda alternatif seçim stratejimi yazıyorum.

Umarım Kemal Bey onu aynada dev gibi gösteren danışman kadrosundan en kısa sürede kurtulur. İnsafsız değil, duyguları ve refleksleri olan insan Kılıçdaroğlu daha iyi sonuç alıyor. Genel başkan olduğu günden beri inşa etmeye çalıştığı CHP’yi görüyoruz, Adalet Yürüyüşü’ndeki emeğini, Altılı Masa’yı kurarken düşlediği ideali biliyoruz. Kimse “Sırf adaylığını dayatmak için masayı kurdu” demesin, Kılıçdaroğlu’ndan bir Karanlıklar Lordu çıkmaz. Bütün bu emeklerin neticesinde yaşı gereği ve emeklerinin neticesi olarak, üstelik de sembolik bir isim olmayı kabul ederek cumhurbaşkanlığı adaylığında kendi ismini öne atmaya hakkı var.

Ancak bu savaşta partisinin en parlak ismi Ekrem İmamoğlu’nu, adaylık sürecini gölgeler korkusu ile arka plana atmaya kalkmamalı. Ekrem İmamoğlu’nun içinde bir potansiyel var. Öyle ki, kariyerini planlamaya kalksak geleceği için ona hiç uygun bir süreç olmamasına rağmen cumhurbaşkanı adaylığını gözüne kestiriyor. Kemal Bey, Ekrem Bey’in içindeki potansiyeli baskılayıp “Hayır, bu şu an senin için uygun değil” derken, onu seçimi garanti altına almak isteyen kurtların önüne atmamalı.

Her ne kadar, Kemal Bey’in ardından CHP Genel Başkanı koltuğunda artık Canan Kaftancıoğlu veya Selin Sayek Böke gibi güçlü kadınları görmek istesem de şu anki krizin tek çözümü, Kemal Bey adaylığını açıklarken, Ekrem Bey’e de hak ettiği kalibrede bir miras bırakması. Eğer süreç böyle sürdürülürse Almanya kazası unutulur. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Kemal Bey varisi ile birlikte seçim meydanlarında boy gösterir ve seçim alınır. İki yıl sonra sistem değiştiğinde yapılacak ilk seçimle İmamoğlu başbakan, Kılıçdaroğlu yine cumhurbaşkanı olur.

Böylece, Ekrem İmamoğlu aday olursa İstanbul ne olur, aday olur ama siyasi yasaklı olursa ne olur, aday olmazsa masa karışır mı gibi sorunlar ortadan kalkar. Herkes işini ve yerini bilir. Kemal Bey ve Ekrem Bey seçim meydanlarında aynı şey için mücadele eder ve atı alan Üsküdar’ı geçerken, ortalığı karıştırmak isteyen birileri de arkanızdan nal toplar.

“Halk mağduriyete oy veriyor, Ekrem Bey Erdoğan gibi mağdur, o halde o aday olsun” diyenler var. Halk mağduriyete oy vermiyor, adaletsizliğe dur diyor. Kemal Bey ve Ekrem Bey adalet talepleriyle meydanlarda halkı etrafına toplayabilir. Öyle olmadığını umuyorum ama umarım Kemal Bey, kişisel hırsları uğruna Prens’ini kurtların önüne atmaz. Prens en çok CHP’ye yakışır.

Sayın Sevil Atasoy, evde örgü örmemi yeğlerdiniz biliyorum ama siyaset örmeyi seviyorum. Hatta inanmazsınız, siyasetle hiç ilgisi olmayan bir dolu işte daha başarılı olabiliyorum. Ve kızımın gözünde güçlü bir kadın figürü çizerek onun da hedeflerini büyütüyorum. Umarım kendiniz yükselirken başını ezdiğiniz kadınlardan bir gün özür dilersiniz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.