Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: Asrın jübilesi

Millet İttifakı’nın dün Saadet Partisi Genel Merkezi’nde yaptığı deprem üzerine toplantının sonuç bildirisinden şu paragraf çok önemli: “Ülkemizin her kurumunda yaşanan özerklik, liyakat ve şeffaflık kaybı afet yönetimini ve depreme müdahale sürecini de doğrudan etkilemiştir. Hiçbir bürokratın inisiyatif alamadığı, her konuda talimatın bir kişiden beklendiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yüzünden acılar ve zayiat katlanarak artmıştır. Afet süreci ne yazık ki iyi yönetilememiş, arama-kurtarma çalışmalarında geç ve yetersiz kalınmıştır. Başlangıçtan itibaren, temel ihtiyaçların temininin ve yardım faaliyetlerinin doğru koordine edilemediği, bunların sonucunda felaketin etkisinin vahim boyutlara ulaştığı acı bir gerçek olarak görülmektedir.”

Bu sözler ilk bakışta çok bildik, Millet İttifakı’nın her bir partisinin ve liderlerinin değişik vesilelerle tekrarladığı “tek adam rejimi” eleştirilerinin bir yenisi olarak gözükebilir. Fakat altı partinin ve liderlerinin deprem bölgesinde olduğu, yerinde gözlemler yaptığı ve bunlardan özellikle Deva, Gelecek, Saadet ve bir ölçüde İYİ Parti’nin devlet içinde hâlâ bağları olduğu, yani içeriden tanıklık ve şikayetlere ulaşabildikleri hesaba katılırsa, bu sefer, yaşanan acılardan süzülen topyekûn bir eleştiriyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılır.

Bir seçim propaganda malzemesi olarak imar afları

Depremi dört ayrı süreç olarak irdelemek işimizi kolaylaştırabilir: 1) Deprem öncesi (alınan ve alınmayan tedbirler, imar afları vb.); 2) Depremin hemen sonrası (özellikle ilk iki gün müdahalede değişik nedenlerle geç ve etkisiz kalınması); 3) Kurtarma, ilk yardım ve enkaz kaldırma süreci; 4) Yeniden yapılanma.

Deprem öncesi süreçte yaşananlara baktığımızda karşımıza tekrar tekrar Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkıyor: “İmar barışı” adı verilerek sempatik kılınmaya çalışılan imar aflarının arkasında o var; hatta bunları seçim propagandası malzemesi olarak kullandığını da görüyoruz. Deprem vergilerinin başka amaçlar için kullanılması da bizzat Erdoğan’ın bilgisi dahilinde. Aynı şekilde bazı afet bölgelerinin imara açılmasında da Erdoğan imzası var. Kısacası yaşanması kimseyi şaşırtmayan bu depremin öncesindeki aksaklıkların tümünde doğrudan Erdoğan’ın dahli var.

“Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla”

Vatandaşlar depremi yaşadıktan hemen sonra devleti karşılarında görmediler. Bu yüzden son derece elverişsiz koşullar altında yakınlarını kendi elleriyle çıkartmak için her şeyi yaptılar. Bu gecikmenin ilk akla gelen nedenlerinden biri -ki yöneticiler buna sıkça değindiler- depreme müdahale etmesi gereken yerel aktörlerin ve kurumların önemli kısmının bizzat depremden olumsuz etkilenmesiydi. Bir diğeri de Erdoğan rejiminin afet konusunda tek yetkili kıldığı AFAD’ın gerekli altyapı ve bütçeye, işinin ehli uzman ve yöneticilere sahip olmaması ve İçişleri Bakanlığı’na bağlı olmasıydı.

Depremin ilk anlarında -daha önceki krizlerde de yaşandığı gibi- Erdoğan ortaya çıkmadı, fakat ortaya çıkan her türlü yetkili sözlerine “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla…” diye başlayarak onun her yerde olduğunu bize hatırlattı. (Erdoğan’ın depremden geç haberdar edildiği yolundaki spekülasyonlara itibar etmemek gerektiğini düşünüyorum. İlk bakışta onu yaşananlardan sorumsuz göstermeye çalışır gibi gözüken bu spekülasyonların Erdoğan’dan bağımsız bir devlet işleyişi -veya işlemeyişi- olabileceği önermesine dayanıyor ki mümkün değil.)

Deftere yazıp not etme devri

Erdoğan diğer krizlere kıyasla bu sefer daha erken kamuoyunun karşısına çıktı. Depremin şokunu üzerinden atlatamadığı aşikârdı. Yurtiçi ve yurtdışından her türlü yardım faaliyetine teşekkür etti, bazı aksaklıklar olduğunu kabul etti ve haklarında söylenen bazı şeyleri “deftere” yazdıklarını belirtmekten geri kalmadı, tıpkı daha sonra AKP sözcüsü Ömer Çelik’in “not ediyoruz” diyeceği gibi.

Erdoğan’ı ancak üçüncü aşamada deprem bölgesinde gördük. Genellikle çadırkentlere gitti, etrafında devlet erkanından ziyade AKP yöneticileriyle basın toplantıları düzenledi ve kürsünün önüne genellikle çocukları dizdirdi.

Bütün bu ziyaretlerde Erdoğan’ın halkın gerçek şikâyetlerinden, sorunlarından haberdar olmaması mümkün değil. Fakat “bazı eksiklere rağmen” işlerin yolunda olduğunu söylemeye çalıştı; her vesileyle OHAL ilan etmiş olduklarını hatırlattı (OHAL’in gerekçelerinden biri olarak gösterdiği yağma olaylarını İçişleri Bakanı Süleyman Soylu kararlı bir şekilde reddetmiş olmasına rağmen) ve sözü hızla dördüncü döneme, yani yeniden yapılanmaya getirdi.

Bu noktada geçen haftaki yazımda söylediklerimi tekrarlamak istiyorum: “Tabii ki onun düzeltmekten kastı TOKİ eliyle yıkılanların yerine yeni binaların yapılması. Halbuki bu deprem (belki ileride yine unutulacaktır ama) insanlarımıza beton ile kalkınmanın mümkün olmadığını bariz bir şekilde gösterdi. Erdoğan’ın sorununun çözümü olarak bu sorununun esas nedenini gösteriyor olmasının siyasi sonuçları olacaktır.”

Ne dediyse tersi oldu

Geçen haftaki yazıdan bahsetmişken, bu yazının başlığını oradan apardığımı anlamışsınızdır. O yazıyı şöyle bitirmiştim: “Asrın felaketinin Erdoğan’ın siyasi hayatının jübilesi anlamına gelme ihtimali çok yüksek ve muhtemelen bundan böyle kendisi hep 6 Şubat 2023 depremiyle birlikte anılacak.”

Şimdi hafızalarımızı biraz yoklayalım ve Erdoğan’ın başkanlık sistemini bizlere nasıl pazarlamış olduğunu hatırlamaya çalışalım. Özetle bürokrasinin işleri yavaşlattığını, bunu aşmanın yegâne yolunun işleri en az elde toplamak olduğunu anlatmış ve kriz anlarına referans vermişti.

Kahramanmaraş Depremi, Erdoğan’ın başkanlık sisteminin en sahici sınanması oldu ve ilk andan itibaren sistem ve Erdoğan bu sınavdan çaktı. İktidar yanlıları yaşananları “asrın felaketi” olarak tanımlamakta ısrar ederek aslında başkanlık sisteminin yaşanan sorunlarda pek suçu olmadığına, hangi sistem olsa bunların yaşanacağına bizleri ikna etmeye çalışıyorlar.

Ama onlar da, tabii ki Erdoğan’ın bizzat kendisi de, kabul etmemekte ısrar etmekle birlikte, felaket yönetiminin ayrı bir felaket olduğunu görüyor olmalılar. Yani Millet İttifakı’nın “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yüzünden acılar ve zayiat katlanarak artmıştır” tespiti son derece yerinde.

Artık Erdoğan’ın elinde, özellikle büyük kriz anlarında hiçbir işe yaramadığı ortaya çıkan başkanlık sistemi, çoğu liyakatten uzak ve sorumluluk üstlenmekten kaçınan bir yakın çevre, kendi dertlerine bile derman olamayan siyasi ortaklar, içleri boşalmış ya da ortadan kaybolmuş kurumlar, derinleşen bir ekonomik kriz ve önünü göremeyen bir tabandan başka pek bir şey kalmadı.

Dolayısıyla “asrın felaketi”nin pekâlâ “asrın jübilesi”ne yol açacağına dair çok işaret var. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.