Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: “Asrın felaketi” karşısında Erdoğan

Büyük 6 Şubat Depremi Türkiye’de çok şeyi değiştirmiş ve daha da değiştirmeye adaymış gibi görünüyor. Örneğin deprem anına kadar neredeyse yegane gündemimiz 14 Mayıs’ta yapılması beklenen seçimler, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimleri, Millet İttifakı’nın ortak adayının kim olacağı, daha doğrusu CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun olup olmayacağıydı. Artık bunları konuşmuyoruz.

İktidar çevrelerinin “bu acımıza siyaseti bulaştırmayalım” çağrılarının karşılık bulduğu iddiasında değilim. Hatta tam tersine alabildiğine siyasallaşmış bir süreç yaşıyoruz: İnsanlar yüksek sesle tartışmasalar bile daha ilk andan itibaren depremin siyasete etkisi üzerine kafa yoruyor. Ancak artık merak edilen muhalefetin adayının kim olacağı değil iktidarın, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne yapacağı, bu enkazın altından kalkıp kalkamayacağı.

Erken müdahale

Erdoğan’ın nasıl bir kriz yönetme stratejisine sahip olduğunu az çok öğrenmiştik: Uzun bir süre sessiz kalır; sessiz kalabilmek için de ortalığa pek çıkmaz, bir süre (birkaç uzun gün) geçtikten, kriz en kritik ilk aşamasını atlattıktan sonra ortaya çıkar ve kendinden emin bir şekilde her şeyin kontrol altında olduğunu söyler, değişik bahanelerle muhalefeti eleştirir ve ileriye bakmaya çalışırdı.

Bu sefer öyle olmadı, daha iki gün dolmadan kameralar karşısına çıktı, hiç de kendine güvenir bir hali yoktu. Asık bir suratla peş peşe birtakım rakamlar sıraladı, ileride hesap sormak için bazı şeyleri deftere yazdıklarını hatırlatmakla birlikte muhalefete laf etmedi. Ve ileriye bakmadı, bakamadı.

Üç temel sorun

Başlığa çıkardığımız “asrın felaketi” tanımlaması çok da abartılı değil, uluslararası basın da böyle tanımlıyor. Bu yazıyı kaleme aldığımda hayatını kaybedenlerin sayısı 25 bine yaklaşıyordu ve bunun acı bir şekilde artacağını düşünmemiz için elimizde çok neden var. Fakat Erdoğan ve destekçileri depremin “asrın felaketi” olması gerçeğini kendi acizliklerini örtmenin aracı olarak kullanmak istiyor.

Bunların ilki, 21 yıldır ülkeyi yöneten Erdoğan’ın, yaşanması hiç de şaşırtıcı olmayan depremi en az hasarla atlatmak için gerekli tedbirleri almadığının ayan beyan ortaya çıkmasıydı.

İkincisi, depreme ilk müdahalede son derece geç kalındı, can kayıplarının çok olmasında bu gecikmenin rolü çok büyük oldu.

Üçüncü olarak, “tek adam rejimi”nin doğasına uygun bir şekilde her şeyi tek elde toplamak istendi fakat bunu üstlenmesi gereken AFAD hem altyapı açısından yetersiz hem de organizasyon konusunda beceriksiz olduğu için kurtarma ve yardım çalışmalarında bir dizi sorun yaşandı.

Reis’in yarattığı hayal kırıklığı

Erdoğan’ın ilk andan itibaren bazı eksiklikler olduğunu kabul etmesi, onu az buçuk tanıyanlar için şaşırtıcı. Bu da durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Tabii ki sonuna kadar gitmesini, depremin dünü ve bugünündeki hata ve yetersizliklerini kabul etmesini beklemiyoruz.

Özellikle taraftarlarının Erdoğan’dan beklentileri çok. En azından ilk günlerde öyleydi. Medyanın karşısına geçen ya da sosyal medyayı kullanan yetkili ya da partili herkes söze Erdoğan’ı anarak başladı. Fakat Reis’lerinin ilk halka seslenişindeki o düşük ve moralleri pek de yükseltmeyen performansıyla birlikte bu sefer durumun bambaşka ve çok vahim olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar ve bir ölçüde felç oldular.

Erdoğan’ın sonra deprem bölgesine gitmesi ve oralarda sürekli açıklamalar yapması da gidişatı pek değiştirmişe benzemiyor. İktidar medyasının neredeyse sadece enkazdan “mucize kurtuluş” haberlerine odaklanması, “asrın felaketi” söylemiyle durumu normalleştirmeye çalışması iktidarın derdine derman olamıyor. AHBAP’tan hareketle sivil toplum çalışmalarını itibarsızlaştırma gayretleri de geri tepmişe benziyor. Ve belki de en önemlisi, değişik kanallardan fonlanan sayısız trol ordusu ne yapacağını şaşırmış durumda. En lazım oldukları dönemde yok gibiler, varsalar bile durumun vahameti karşısında hak ettikleri çukurdan kafalarını çıkaramıyorlar.

Bir yıl sonraya verilmek istenen randevu

Peki Erdoğan ne yapıyor, ne söylüyor? Öncelikle Kılıçdaroğlu, Akşener, Babacan, Buldan, Davutoğlu gibi muhalif liderlerin aksine Erdoğan deprem bölgesinde halkla kaynaşmış, onlara dokunan, dertleriyle dertlenen bir lider profili çizmiyor. Denetimli bölgelerde, denetimli kesimlere hitap ediyor.

Konuşmalarında depremde mağdur olan ya da uzakta da olsa onların acısını içlerinde yaşayan vatandaşları duygusal olarak yakalamaya yönelik pek bir şey yok. Her vesileyle (muhtemelen depreme müdahale anlamında gösterilemeyen devletin etkin varlığını kanıtlamak için) OHAL getirmiş olduklarının altını çiziyor ve bir yıl içinde her şeyin düzeleceğini söylüyor.

Tabii ki onun düzeltmekten kastı TOKİ eliyle yıkılanların yerine yeni binaların yapılması. Halbuki bu deprem (belki ileride yine unutulacaktır ama) insanlarımıza beton ile kalkınmanın mümkün olmadığını bariz bir şekilde gösterdi. Erdoğan’ın, sorununun çözümü olarak bu sorununun esas nedenini gösteriyor olmasının siyasi sonuçları olacaktır.

Bir yıl sonra Erdoğan’ın vaat ettiği evler yapılır mı bilmem ancak normal şartlarda bir yıl sonra Erdoğan’ın Türkiye’yi yönetme ihtimali kaldığı kanısında değilim. Çünkü “asrın felaketi”nin Erdoğan’ın siyasi hayatının jübilesi anlamına gelme ihtimali çok yüksek ve muhtemelen bundan böyle kendisi hep 6 Şubat 2023 depremiyle birlikte anılacak

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.