Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’li yıllara içeriden bakış (13): Gezi

Üniversite evindeki ev ablası arıyor. Daha önce tasavvuf derslerine de o çağırmıştı beni, ODTÜ’de Teoloji Sempozyumu varmış, beraber gidelim mi diyor. İki günlük dopdolu bir program, kabul ediyorum ve beraber gidiyoruz. Tanrı fikrini tartışmaya hazırım artık ve bu etkinlik tam zamanında denk geliyor. İki gün boyunca sempozyumda hem birbirinden ilginç sunumlar dinliyoruz hem de ara ara birbirimize bakıp kahkaha atacağımız, aşina olmadığımız fikirler duyuyoruz. Sevan Nişanyan’ın sunumundan önce bir grup Nişanyan’ı ve etkinlik sponsorlarından Libido Dergis’ini protesto ediyorlar. Sloganlardan biri çok hoşuma gidiyor:

“Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop. İnadına isyan, inadına isyan, inadına özgürlük!”

Wuuu. O ana kadar hayatımın hiçbir anında bu kadar cesur isyan etmemiş, bu tabuları söz konusu etmemiş biri için fazla net bu slogan. Ortalık biraz civcivleniyor ama etkinlik kaldığı yerden devam ediyor ve Nişanyan yaptığı sunumla o zamana kadar tartışmayı ertelediğim bir şeyi anlatıyor; Kur’an’ın ortaya çıkma süreciyle ilgili kendi teorisini. Artık tartışılmaz olmayan bu konu kafamda “Neden olmasın?” lambasını yakıyor. Ancak bu anlatı derinlerde tasavvuf yolculuğumu da tehdit edecek bir şey çünkü tasavvufi metinler de her ne kadar özgün yorumlar olsa da ayet ve hadislerden yola çıkarak yorum yapıyor. Eh, madem bir yola bağlanmanın değil, hakikatin peşindeyiz her şey tartışılabilir. Ev ablasıyla bir de İstanbul seyahati planlıyoruz. Ve haziran ayı için bir haftalık plan yapıyoruz.

***

16 Eylül 2011’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi oy birliği ile Taksim’i Yayalaştırma Projesi’ni başlatıyor, karar 4 Ocak 2012’de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından onaylanıyor. Taksim’i yayalaştırmak için girişilen ruh çağırma seansına Topçu Kışlası’nı yeniden Gezi Parkı’na inşa etme projesi de ekleniyor. Yurdun dört bir yanında başlayan orman istilası Türkiye’nin kalbine kadar uzanıyor, ağaçların yerine dikilmek istenen kışla ile otoriterlik kapısının sembolleri işlenmeye niyet ediliyor. Hükümet, yıllar içerisinde artan zorbalıklarına bir yenisini daha ekleyerek el artırmak istiyor. Türkiye’nin tüm renklerinin kendisini olduğu gibi temsil edebildiği, Türkiye’nin kalbi Taksim, hükümet tarafından dizayn edilmek isteniyor. Herkesin özgürce var olabildiği bu ortak mekâna uzanan el, özgürlüğümüze uzanan el demek. Bu yüzden birçok sivil toplum kuruluşu ve vatandaş, öfkeyle bu zorbalığa direniyor.

Taksim Dayanışması üyeleri, Taksim’in renklerini, ruhunu yok etmeye kast eden bu müdahaleye karşı birçok etkinlik, imza kampanyası, protesto ve yürüyüşler düzenliyor, taleplerinde geri adım atmıyor.

İlk protestolar 2012’de gerçekleşiyor. Gezi Parkı’nda toplanan Taksim Dayanışması üyeleri basın açıklaması yapıyor. Kasım 2012 tarihinde başta Taksim Dayanışması üyeleri olmak üzere birçok kişi ve kuruluş Gezi Parkı’nın betonlaşmasına karşı Taksim’de nöbet tutmaya başlıyor.

2 Mart 2013’de Taksim Dayanışması üyeleri parkın yıkımına karşı Taksim Metro İstasyonu çıkışında imza kampanyası düzenlemeye başlıyor.

27 Mayıs 2013’de Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi’ne bakan duvarın üç metrelik kısmı gece 22:00 civarında yıkılıyor ve beş ağaç yerinden sökülüyor. Taksim Dayanışma üyeleri iş makinalarının önüne geçerek daha fazla yıkım yapılmasını engelliyor. Ardından gruptan 50 kişi parkta çadır kurarak sabaha kadar nöbet tutmaya başlıyor.

28 Mayıs: Sabah saatlerinde Taksim Dayanışması’nın çağrısı üzerine parkta toplanan kalabalık artmaya başlıyor. Kalabalığın artmasıyla birlikte çevik kuvvet polisleri konuşlandırılıyor. Polis, toplanan kalabalığa biber gazıyla müdahale ediyor. Öğle saatlerinde o dönem BDP Milletvekili olan Sırrı Süreyya Önder destek olmaya geliyor ve yıkım çalışmalarını engelleniyor. Yıkım çalışmalarına devam etmek için iş makineleri tekrar ilerliyor ve büyük çoğunluğu zabıta önlüğü giymiş olan Kalyon İnşaat çalışanları duruma müdahale etmek istiyor ancak Sırrı Süreyya Önder iş makinelerinin önüne geçiyor, yıkım çalışmalarının ruhsatını görmek istiyor. Yıkım ekibi, ruhsatlarının olmadığını belirtiyor ve yıkım çalışmaları duruyor. Önder, “Ben ağacın da vekiliyim. Ağaçları kestirmeyeceğiz. Fakir fukaranın gölgesinin kesilmesine izin vermeyeceğiz” diyor. Olaylara BDP’den sonra CHP adına ilk olarak Gürsel Tekin geliyor.

***

Ankara’da beynimi iki gün boyunca güzelce yıkayıp eve dönüyorum. Sosyal medyada Sırrı Süreyya Önder’i bir kepçenin önünde dururken görüyorum. Hükümet, Gezi Parkı’nı yıkıp, daha önce o bölgede yer alan Topçu Kışlası’nı parkın yerine yeniden inşa etmek istiyormuş. Sosyal medyada bir kısım, “orası zaten güvenli bir yer değildi, artık” diyor, bir kısım “ağaçlarımızı kestirmeyeceğiz” diyor. Elbette ağaçlardan yanayız ancak gece habersizce beş ağacı sökmüşler bile, kepçenin önünde durarak nasıl engel olabilirsiniz ki?

***

29 Mayıs: Çalışmalar duruyor ancak yeniden başlama ihtimaline karşı sosyal medyadan yapılan çağrının ardından akşam yüzlerce kişi parka nöbet tutmaya geliyor, sökülen ağaçların yerine yeni fidanlar dikiliyor. Toplanan gruba sanatçılar da destek vermeye başlıyor. Eylemciler her gece mini konserler, müzik dinletileri ve film gösterimleri düzenliyorlar.

Muhafazakârlar söyleniyor,: “Ne ağaçmış arkadaş, bunların derdi kaos çıkarmak.”

Yavuz Sultan Selim Köprüsü temel atma töreninde Başbakan Erdoğan:

“İşte birileri geliyor, Taksim Meydanı’nda yok Gezi Parkı şöyle olmuş, böyle olmuş, gösteri yapacaklar şudur budur vesaire. Ne yaparsanız yapın. Biz kararı verdik. Verdiğimiz gibi bunu işleyeceğiz.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Gezi Parkı’na gelerek protestoculara destek veriyor, her gün bir CHP milletvekilinin bu protestolara katılacağını açıklıyor.

30 Mayıs: Sabah saatlerinde polis alanda nöbet tutan eylemcilere biber gazıyla müdahale ediyor ve yıkım çalışmaları yeniden başlıyor. Sırrı Süreyya Önder ve diğer BDP milletvekilleri alana geliyor ve yıkıma engel oluyor. Gece daha fazla kişi eylemlere destek olmak için alana geliyor.

Aynı gece Ankara’da ODTÜ’lü öğrenciler Gezi eylemlerine destek olmak için yürüyüşe geçiyor. Polisin sert müdahalesiyle karşılaşan öğrenciler sabaha kadar eylemlerine devam ederken, vatandaşlar da tencere ve tavalarla destek oluyorlar.

31 Mayıs: Sabah saat 5.00’te parkta nöbet tutan eylemcilerin çadırları ateşe veriliyor. İşte bu kadarı fazla. Görüntülerin sosyal medyada yayılmasının ardından binlerce kişi eylem alanına destek olmaya gidiyor ve eylemciler ile polis arasında sert çatışmalar yaşanmaya başlıyor. Gün içerisinde Taksim’de eylemler devam ederken, İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası’nın yapımına onay veren kararı iptal ediyor.

Akşam saatlerinde füniküler, metro ve otobüs gibi toplu taşıma araçları Taksim’e hizmet vermiyor. İstanbul’un Anadolu Yakası’nda toplanan kalabalık, Boğaz Köprüsü’nden yürüyerek Avrupa Yakası’na geçiyor ve binlerce kişi İstiklal Caddesi, Osmanbey, Sıraselviler ve Tarlabaşı yönlerinden Taksim Meydanı’na çıkmaya çalışıyor. Polis, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nı kapatıyor, yaklaşan kalabalığa plastik mermi ve biber gazıyla sert müdahale ediyor. İstiklal Caddesi’nde binlerce gaz kapsülü var.

Eylemciler, bazı noktalarda barikatlar kuruyor, topladıkları atık eşyaları ateşe veriyor ve söktükleri kaldırım taşlarıyla güvenlik güçlerine karşılık veriyor. Taksim yanarken penguen belgeseli yayınlayan CNN TÜRK gibi, yaşanan olayları haber yapmayanbazı basın kuruluşlarına ait canlı yayın araçları ateşe veriliyor.

İstanbul Tabip Odası, olaylarda 100’den fazla kişinin yaralandığını açıklıyor. Yaralananlar arasında milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Sezgin Tanrıkulu ile gazeteciler Ahmet Şık, Gezi eylemlerinin ilk gününde “Kırmızılı Kadın”ın fotoğrafını çeken Reuters’tan Osman Orsal ve Hürriyet’ten Selçuk Şamiloğlu da var.

Polisin barışçıl bir eylem için gösterdiği sert müdahaleye tepki olarak diğer şehirlerde de Gezi eylemcilerine destek eylemleri düzenlenmeye başlıyor.

“Her yer Taksim, her yer direniş”

Polis, sabah saatlerine doğru gelen bir talimatla geri çekiliyor ve eylemciler yeniden Taksim Meydanı ile Gezi Parkı’na giriyor. Meydan ve park neredeyse iki hafta boyunca direnişçilere bırakılıyor.

İlk gece çadırların yakılması talimatını veren dönemin Beyoğlu İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı Ramazan Emekli, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ihraç ediliyor ve çadırların yakılmasından dolayı “görevi kötüye kullanmak” ve “genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması” suçlarından 10 ay hapis cezasına çarptırılıyor.

***

Hrant Dink suikastıyla muhalif seçmende başlayan rüzgâr artık fırtınaya evirilmiş, FETÖ’ye ihale edilen devletin tasfiyesi işi başarıyla yol alırken insanlar doğa talanıyla da tehdit edilmeye başlanmış. Her yönden taciz edildiğimiz hissi yaratan bu ortam, tam olarak yaratmak istedikleri, teslim alınmış bir ülke ortamı. Ancak hükümetin büründüğü “şimdi daha da cesur, daha pervasız olmalıyız” havası muhalif seçmende bardağı taşıracak son damlalar oluyor. Ya o anda korkup kaçacağız ya da kavga edip bu tacize bir son vereceğiz. Hafta içi sosyal medyada gördüğümüz bu olayları konuştuğumuz selvi boylu arkadaşım 1 Haziran Cumartesi akşama doğru beni arıyor.

İstanbul’daki Gezi eylemi var ya, ona destek olmak için burada da eylem yapılacakmış. Biz gidiyoruz sen de gelir misin? Yarım saat içinde şuraya gel, oradan AKP il binasına yürüyeceğiz.

Geleyim de pankart bir şey hazırlamayacak mıyız? Öyle sap gibi gidilir mi?

Vakit yok, çık gel.

O zamanlar Greenpeace Dergisi’ne aboneydim. O ayki sayısın,ı hiç değilse elimde tutayım diye dergiyi kapıp çıkıyorum. Ummadığım bir kalabalık var. İnsanlar genç yaşlı, çoluk çocuk, bisikletliler, motorcular, sporcular, yerel sanatçılar, STK’lar sahil boyu ilerliyor. Hemen bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz. İnsanların direncine hayran kalıyorum, sloganlar atıyoruz, şarkılar söylüyoruz. AKP il binasının önüne vardığımızda polis TOMA’larla bizi bekliyor. Önlerinde bir grup polis barikat yapmış. Kimse taşkınlık yapmıyor, slogan atıyor sadece. Polis bir şey olsa da müdahale etsek diye bakıyor sanki. Kalabalığın içinde elinde bira şişesi olanlar var ama bizim bulunduğumuz taraftan gelmediğine emin olduğum bir şekilde TOMA’ya bir şişe fırlatılıyor ve başlıyorlar kalabalığın üzerine tazyikli su sıkmaya. Onlar su sıkınca bu sefer insanlar polislere doğru ellerinde ne varsa fırlatıyor. Slogan atmaya devam ediyoruz. Ardından biber gazıyla müdahale geliyor ve kaçışıyoruz. Annem arıyor o sırada üst üste, eve çok yakınım zaten acaba birileri mi gördü diyorum. Arkadaşım bize gidelim bu şekilde gitme eve diyor ama sorun yok diyorum. Hükümete eleştirilerim gizli saklı bir şey değil, eyleme de katılabilirim.

Eve giriyorum üstüm sırılsıklam, başörtüm katıldığım ilk ve son AKP mitinginde yağan yağmurun ardından olduğu gibi Kızılay çadırına dönmüş. (Hani şu eskiden devletin bedava dağıttığı üçgen çadırlar.) Ancak yaz günü yağmursuz havada oldukça tuhaf bir durumdayım. Beni görünce abim kahkaha atıyor, eşinin ve annemin suratı kıpkırmızı. Eşi endişeyle, annem öfkeyle bana bakıyor.

-Neredeydin sen?

İstanbul’daki Gezi eylemleri var ya onlara destek eylemine katıldık. Abim bir kahkaha daha atıyor, “Geri zekâlı” diyor. Gülüyor gülüyor, nefes alıp “geri zekâlı” diyor. Gelin Hanım:

Hükümete karşı eylemler onlar, bilmiyor musun? Tabikisi ağaçlar da sökülmesin ama yenisi dikilir zaten, mesela park falan değil yani, diyor.

-Mesele park ama sadece park değil, diyorum. Annem deliriyor:

-Vallahi sen iyice dinden çıktın, diyor. ?!?

-Dinle ne alakası var şimdi bunun? Hükümeti eleştiremez miyiz?

Allah yolunda çalışan insanlara isyan edilmez. Her şeyiniz var daha ne istiyorsunuz? Onlar ülkeyi karıştırmak istiyorlar.

Ayaküstü biraz daha atışıyoruz, odama çekiliyorum. Eleştirileri umurumda değil, bu evde her zaman yapayalnızdım zaten. Artık geri zekâlı değil, gezi zekâlıyım ve yaptığım şeyle gurur duyuyorum.

***

1 Haziran: Gezi eylemlerinin tüm yurda yayılmasının ardından dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, 48 ilde 90’ın üzerinde eylem yapıldığını, 939 kişinin gözaltına alındığını, 53’ü vatandaş 26’sı polis olmak üzere toplam 79 kişinin yaralandığını ve bu yaralıların 19’unun İstanbul’da tedavilerinin devam ettiğini açıklıyor. Ankara Tabip Odası ise, 1 Haziran günü sadece Ankara’daki eylemler sonucunda 15’i ağır olmak üzere 414 kişinin yaralandığını, bir kişinin (Ethem Sarısülük) beyin ölümünün gerçekleştiğini duyuruyor.

2 Haziran: Erdoğan: “Açık söylüyorum; birkaç tane çapulcunun o meydana gelip insanımızı, halkımızı yanlış bilgilendirmek suretiyle tahrik etmesine pabuç bırakmayacağız.”

Türk Tabipleri Birliği’nin 2 Haziran 2013 günü yayınladığı rapora göre İstanbul ve Ankara’da binden fazla yaralı var ve “gözlerini kaybeden birçok kişi de dahil olmak üzere” yaralananların çoğu hedef alınarak tazyikli su, göz yaşartıcı bomba ve plastik mermilere direkt maruz kalmış.

Olaylar, Erdoğan’ın Fatih Altaylı’nın Teke Tek Programındaki söylemleriyle iyice kontrolden çıkıyor:

“Evet, cami de yapacağız. Ben bunun iznini gidip de CHP Genel Başkanı’ndan alacak değilim, birkaç çapulcudan alacak değilim. Bize oy verenler bunun yetkisini verdi zaten.”

“Şu Twitter toplumun baş belası.”

“İçki içen alkoliktir.”

İşte, itiraf ediyor hâkim bey, toplum mesajı en başından doğru anlamış, bu yüzden olayın yalnızca ağaç olmadığını haykırdık. Olay; ülkemize, ormanlarımıza, şehirlerimize, meydanlarımıza, semtlerimize, mahallelerimize, parklarımıza, yaşam tarzlarımıza müdahaleydi. Ve tüm Türkiye’ye yayılan bu eylemlerdeki ruh gerçekten Taksim- Gezi Parkı gibiydi. Her gruptan, her yaştan, bütün etnik kökenlerden insanlar tek bir amaç uğruna birleşmişlerdi: Halkı, makbul olanlar ve olmayanlar olarak bölüp, ülkeyi kendi çiftliği gibi gören Erdoğan’ı durdurmak. Bu ülke onun değil, bizimdi çünkü.

Erdoğan’ın Habertürk’teki açıklamalarının ardından, başta İstanbul-Beşiktaş olmak üzere birçok yerde, artık binlerce insanın katılımıyla devam eden gösterilerde yoğun polis saldırısı başlıyor.

2 Haziran 2013’te Eskişehir’de düzenlenen Gezi Parkı eylemleri sırasında 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz, uğradığı saldırı sonucunda 38 gün komada kaldıktan sonra yaşamını yitiriyor. Sadece doğasını ve özgürlüğünü savunmak isteyen gençlere karşı uygulanan sert müdahaleler sonucu yaşanan genç ölümler halkı daha da öfkelendiriyor. Her saldırı daha fazla insan çekiyor, sayı arttıkça saldırının şiddeti artıyor. Hem Erdoğan hem muhafazakârlar şaşkın. Tam her şey yolunda gitmeye başlamışken, önlerindeki tüm bariyerler kalkmışken bu isyan da nereden çıkmıştı şimdi?

3 Haziran: Olayların başladığı cuma akşamının ardından 3 Haziran Pazartesi günü açılan borsa güne yüzde 7’lik sert bir düşüşle başlıyor. İMKB, son 10 yılın en büyük düşüşünü yaşıyor ve günün sonunda yüzde 10.47 değer kaybediyor.

Fas gezisine çıkan Erdoğan, gitmeden önce olayların çözümünü seçmen kitlesine emanet ediyor. Başbakan, “Yüzde 50’yi evinde zor tutuyoruz” diyerek kitlesini göreve çağırıyor. Pencerelerden, balkonlardan gençlere destek olanların gerçekleştirdiği tencere tava eylemleri için “Tencere tava hep aynı hava” diyor.

2002 kasım ayında göreve başlayan Erdoğan, yapmaya kalkıştığı ama yarıda bıraktığı açılımlarla, yolsuzluk iddialarıyla, kamu mallarına gösterdiği hoyratça muameleyle ve hükümetinin 11. yılında bu gaddar tavrıyla halkının büyük bir kısmından kırmızı kart görüyor. Artık o, refah vaat eden birleştirici biri değil, halkının bir kısmını hor gören ve kendi seçmenini de askeri olarak gören, oyun dışına atılması gereken biri.

Erdoğan’ın çağrısı üzerine evde zor tutulan yüzde 50’nin küçük bir kısmı sokakta Gezi eylemcileri ile çatışmaya giriyor.

Ümraniye’de yapılan gösterilerde aracını direnişçilerin üzerine süren bir kişi yüzünden Mehmet Ayvalıtaş, hayatını kaybediyor, gruptakiler şoförü darp ediyor.

Antakya-Armutlu’da Abdullah Cömert protestolar sırasında akrep olarak adlandırılan polis aracından atılan gaz fişeğiyle başından vuruluyor ve hayatını kaybediyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “İyi niyetli mesajlar alındı. Günü geldiğinde gereği yapılır” diyor, Başbakan Erdoğan ise Gül’ün ne kastettiğini bilemediğini söylüyor. Belli ki aynı dili konuşmuyorlar.

4 Haziran: İzmir’de eylemlerin ilk başladığı dönemlerde polisle birlikte ellerinde sopalarla protestoculara müdahale eden kişilerin sivil polis olduğu açıklanıyor. İstanbul’da müdahalede bulunan çevik kuvvet polislerinin kasklarındaki sicil numaralarını gizledikleri görüntüler sosyal medyada yayılıyor.

Bazı üniversite ve akademisyenler ile yurtdışından sivil toplum kuruluşları ve aralarında Judith Butler, Slavoj Zijek gibi isimlerin olduğu bir grup felsefeci polisin sert müdahalesinin durdurulması çağrısı yapıyor. ABD ve Avrupa Birliği kaygılarını dile getiriyor.

KESK ve DİSK eylemlere destek için greve gidiyor.

5 Haziran: Taksim Dayanışması’ndan bir grup, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile görüşüyor, görüşmede daha önce kamuoyuna açıklanan talepler Arınç’a iletiliyor.

Birçok kentte, sosyal medya paylaşımlarından dolayı onlarca kişi gözaltına alınıyor.

KESK ve DİSK’in grev kararına, TTB ile TMMOB da katılıyor. Gruplar; Ankara’da Kızılay Meydanı, İzmir’de Gündoğdu Meydanı ve İstanbul’da Taksim Meydanı’nda bir araya geliyor, birçok kentte iş bırakma eylemleri düzenliyor.

Miraç Kandili dolayısıyla Çarşı Grubu Beşiktaş’ta polislere ve halka kandil simidi dağıtırken, Gezi Parkı’ndaki gruplardan İhsan Eliaçık yönetimindeki Antikapitalist Müslümanlar dua ediyor. Erdoğan, herkesi ayrıştırayım derken, kendisinin karşısında birleştiriyor. İşte en büyük travması Gezi’nin günahı.

6 Haziran: Adana’da komiser Mustafa Sarı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin il başkanlığı binasının önünde toplanan kalabalığa müdahale sırasında alt geçit inşaatından düşerek hayatını kaybediyor.

“Gezi Kütüphanesi” kuruluyor.

***

Bütün gün sosyal medyada olayları yakından takip ediyoruz. Ev ablası ile aylar önce sözleştiğimiz üzere haziranın ikinci haftası İstanbul’a gidiyoruz. Elbette şehre iner inmez Gezi Parkı’na gidiyoruz. Çadırlar, gitar çalan çocuklar, kütüphane, kütüphane? Arkadaşlarım, “Gezi hatırası olarak bir kitap karşılığında, buradan kitap alabilirsin” diyor. Hemen yolda okuduğum kitabı verip kütüphaneden bir kitap alıyorum.

smart

Bizim orada olduğumuz hafta ortalık sakin, vatandaş parkın AVM gezer gibi parkın etrafında dolanıp hatıra fotoğrafı çektiriyor. Çadırlarda kalmıyoruz, zaman zaman Gezi’ye gidiyor, geri kalan zamanda şehri geziyoruz. Aylar önce planladığım seyahatim Gezi’ye denk geliyor ama yine de varsaydıkları olaylar sayesinde kendilerine güvenli yaşam alanı oluşturan ailemde dedikodular türüyor: “Gezi’de çadırda kalıyormuş, eylemlere katılıyormuş.” Gezi’de hiçbir ayrım yok, herkes geleceğimiz için aynı amaç etrafında orada ve her ne kadar o an bir kaosun ortasında olsak da, bu birliktelik bana geleceğimiz adına umut veriyor.

Bir gün ev ablasıyla Beşiktaş’a geçiyoruz, Ortaköy Cami’nin hemen yanındaki banklara oturmuş denizi seyrediyor, içinden geçtiğimiz zamanları ve yaşadığımız olayları anlamaya çalışıyoruz. Yanımıza 16-17 yaşlarında gotik giyimli iki genç kız geliyor ve bize duyurmaya çalışarak Gezi’de neler yaşadıklarını anlatıyorlar. Bize, “Sizin gibiler yüzünden bunları yaşıyoruz ama heyhat, siz ne anlarsınız” demeye getiriyorlar. Ev ablasıyla birbirimize bakıp gülüyoruz sadece. Eğer orada olacaklarsa birkaç saat sonra Gezi’de buluşacağız.

***

7 Haziran: Cuma günü olması sebebiyle Antikapitalist Müslümanlar Cuma Namazı kılarken, namaz kılmayan eylemciler etraflarında koruma kalkanı oluşturuyor.

Başbakan Erdoğan’ın Afrika gezisi sonrası uçakta yaptığı açıklamaları yedi ulusal gazete aynı başlığı kullanarak manşetlerine taşıyor.

8 Haziran: Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş futbol takımlarının taraftar grupları Taksim Meydanı’na birlikte yürüyor, sosyal medyada bu yürüyüşe “İstanbul United” adı veriliyor.

Başbakan Erdoğan, İstanbul’da beş saat süren Adalet ve Kalkınma Partisi Merkez Karar Yönetim Kurulu toplantısında, olayların arkasında “faiz lobisi, ünlü spekülatör George Soros ve Türkiye’deki işbirlikçileri” olduğunu ve kendilerine karşı bir “sivil darbe” yapılmak istendiğini bildiriyor. Gezi’de gerçekleşmeyen bu niyaz, kendi tabirleriyle “Allah’ın lütfu” olarak 15 Temmuz gecesi gerçekleşecek maalesef.

9 Haziran: Gezi eylemcileri adına açıklama yapan mimar Mücella Yapıcı, “Parkımızı iade edin. Her ne ad ile olursa olsun parkın bir santimetrekaresini dahi yapılaşmaya açacak projelerinizi unutun” diyor.

Başbakan Erdoğan:

“Kızılay’da, Sıhhiye’de, yok şurada yok burada, artık bu eylemlere son verilmesini özellikle rica ediyorum. Bir derdiniz varsa, temsilcilerinizi seçersiniz ben dahi kabul ederim ama aynı şekilde devam ederseniz anladığınız dilden konuşmak zorunda kalırım

Başbakan, Dolmabahçe Bezm-i Alem Camisi’ne sığınan eylemcilerin camiye ayakkabılarla girdiği ve içeride içki içtikleri yönünde bir iddiayı ortaya atıyor. İddia caminin müezzini Fuat Yıldırım yalanlanıyor:

“Burada içki içilmedi. Eylemciler buraya sığındıktan sonra içki içen görselerdi zaten kendileri dışarı atardı. Polisin kovaladığı büyük bir grup kapıları zorlayarak içeri girdi. Engellemeye, kapıyı kapatmaya çalıştık ama başaramadık. Bu iki günlük süre içinde yaralılar tedavi edildi. Polis gazından kaçanlar camiye sığındı. Caminin içindeki kameralar kırıldı. Grupla polis arasında arabuluculuk yaptım. Polisin çekilmesini sağlayıp grubun dışarı çıkmasına yardımcı oldum. Lütfen bu olaylar bitsin. Sükunet gelsin”

Bu açıklamanın ardından Yıldırım, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne verdiği altı saatlik ifadesinde, “Ben din adamıyım, yalan söyleyemem. Cami içerisinde içki içen ya da elinde içki şişesi olan birini görmedim” diyor. Yıldırım, kısa bir süre sonra görev yerinden alınarak, Başakşehir’e bağlı Kayabaşı mahallesine tayin ediliyor.

10 Haziran: Eylemlerde mutlaka bir plan ve kurgu arayan hükümet üyeleri şaşkın, halk onlara bu kadar öfkeli olamaz!! Bu yüzden Taksim Dayanışması üyelerinden, Şehir Plancıları Odası’na, sanatçılardan, işadamlarına kadar geniş bir havuzdan kendisine hain yaratmaya çalışıyor. Eylemlerde ön saflarda gördüğümüz sanatçılardan, oyuncu Memet Ali Alabora’nın yönetmenliğini yaptığı ve başrolünde oynadığı “Mi Minör” adlı oyunun “eylemlerin provası” olduğu iddia ediliyor. Yeni Şafak Gazetesi’nin “Bu Ne Tesadüf” manşetiyle duyurduğu haberin ardından, Alabora hakkında soruşturma açılıyor. Alabora, basın toplantısı düzenleyerek iddiaları reddediyor ve can güvenliğinin olmadığını söyleyerek bir süre sonra Türkiye’den ayrılarak Galler’e yerleşiyor.

11 Haziran: Polis sabah erken saatlerinde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı’na geliyor. Polis müdahalesi sırasında Gezi Parkı eylemlerini fazla yansıtmayan yayın kuruluşları yayına giriyor, polise karşı bu gösterilerde çok kullanılmayan molotofkokteyli atmaya çalışan, havai fişek atan gösterici kitlesine uzak bir alandan 10-15 kişilik grubun polise saldırması servis ediliyor. Polisin bu kişilere karşı zayıf müdahalesi tartışmalara neden oluyor.

Kısa sürede meydana hakim olan polis, AKM binası ve Cumhuriyet Anıtı üzerinde bulunan pankartları topluyor. Vali Hüseyin Avni Mutlu, Gezi Parkı’na müdahale edilmeyeceğini duyuruyor ve göstericilerin ailelerine seslenerek Gezi Parkı’nda kalanların can güvenliklerinin olmadığını açıklıyor.

Başbakan Erdoğan:

“Taksim’de gösteri yapan ve samimi duygularla oralara gittiğini kabul ettiğim gençleri özellikle buralardan ayırarak, ‘Artık bu işi bitirin’ diyor ve gözlerinden öpüyorum.”

Akşamüstü polisin Gezi Parkı’na girmek istemesi sonucu halk ile polis arasında sabaha kadar çatışma yaşanıyor. Olayların CNN, BBC gibi pek çok yayın kuruluşu tarafından canlı olarak verilmesi üzerine hükümet, bu kuruluşların durumu “bir iç savaş gibi” göstermesine tepki gösteriyor. CNN kanalının Dış Haberler Servisi Şefi ve sunucusu Christiane Amanpour canlı yayında Başbakanlık Danışmanı İbrahim Kalın’ın konuşmasını ve röportajını “show is over” diyerek yarıda kesiyor.

Akşam saatlerinde Gezi Parkı’na giren polis, girişteki bazı malzeme ve çadırları kaldırdıktan sonra geri çekiliyor.

12 Haziran: Erdoğan aynı gün bir grup oyuncu ve bazı sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle bir araya geliyor. Bu görüşme sonrası oyuncu Necati Şaşmaz sosyal medyada alay konusu olan bir açıklama yapıyor:

“Geceden gündüze değil de, bugünden yarına değil, çok acil olarak değil ama çabuk çabuk yapılması gerekiyor. Acil değil ama çabuk çabuk yapılması gerekiyor, bizlere sunulması gerekiyor. Çünkü bizim gece karanlığındaki fosforlu kedi gözleri gibi bizim onları izlememiz gerekiyor.”

Polis müdahalesinin ardından devam eden çatışmalar, polisin meydandan çekilmesi ile sakinleşiyor. Aynı gün Erdoğan, Gezi Parkı eylemlerinde yer alan bazı grupların temsilcileri ile bir araya geliyor.

Aynı gün görüntüleri hâlâ yayınlanmayan ve kamuoyunun Kabataş olayı olarak bildiği bir haber servis ediliyor. 25 yaşında bir kadın, Kabataş sahilinde bebeğiyle birlikte eylemcilerin saldırısına uğradığını beyan ediyor ve “belden yukarısı çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan 70-100 kişilik grubun kendisini 52 saniye boyunca dövdüğünü” iddia ediyor. Saldırı iddiaları ile ilgili soruşturma başlatılıyor ve hükümete yakın bazı gazeteciler, halen yayınlanamayan görüntülerin dehşet verici olduğunu köşelerine taşıyorlar.

Olay gününe ait kayıtlarda herhangi bir saldırıya dair görüntülerin olmadığı ortaya çıkarken, savcılık daha sonra herhangi bir delil bulunamadığı için soruşturmayı kapatıyor.

Sakinleşen olayların ardından iki piyanist Yiğit Özatalay ve Davide Martello, Atatürk Anıtı’nın önünde bir konser veriyor.

13 Haziran: Araştırma şirketi KONDA, 4 binden fazla kişiyle yaptığı yüz yüze görüşme sonucu Gezi Parkı’ndaki eylemcilerin profilini oluşturuyor.

Katılımcıların yüzde 91’i en az lise mezunu, yüzde 58’i özgürlüklerin kısıtlandığını düşünüyor, yüzde 37,2’si hükümete ve politikalarına karşı olduğunu bildiriyor ve yüzde 30,3’ü de Erdoğan’ın açıklamalarına tepki olarak eylemlere katıldığını belirtiyor.

Vali Mutlu’nun ailelere yaptığı “çocuklarınızı meydandan alın” çağrısının üzerine yüzlerce anne, eyleme katılan çocuklarına destek vermek üzere Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’na geliyor. Anneler el ele insan zinciri oluşturarak, yürüyüş yapıyor.

14 Haziran: 1 Haziran’da Ankara’daki Gezi protestoları sırasında polis memuru Ahmet Şahbaz tarafından başından vurulan Ethem Sarısülük hayatını kaybediyor.

Recep Tayyip Erdoğan:

“Mesajı aldık. Yargının kararını bekleyeceğiz. Karar olumsuz çıkarsa uyacağız, olumlu çıkarsa da halk oylamasına gideceğiz. Daha ne diyeyim. Artık Gezi Parkı’ndan çekilin, evlerinize gidin. Temenni ederim ki; bugün bu iş artık biter.”

Otoriter baba figürü dik durmaya çalışarak kendisi geri adım atamayacağı için karşı tarafın geri adım atmasını rica ediyor, ileri adım atmayacağını ilan ediyor.

Taksim Dayanışması da Erdoğan’ın çağrısı ve yapılan görüşmelerin ardından atılacak adımları belirlemek üzere parkta toplananlar arasında forumlar düzenleniyor.

15 Haziran: Başbakan Tayyip Erdoğan, Gezi protestolarının demokratik bir hak olmadığını düşündüğü için Ankara’da “Milli İrade’ye Saygı” mitingi düzenliyor.

“Taksim Meydanı boşaldı, boşaldı yoksa güvenlik güçlerimiz boşaltmasını bilir.” diyor ve Gezi Parkı’ndakilere yakında müdahale edilebileceği sinyalini veriyor.

Taksim Dayanışması ise 14 Haziran görüşmesinin ardından düzenledikleri forumların ardından kararını açıklıyor. Alınan ortak karara göre direnişin sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdürüleceği, park ve çevresindeki diğer çadırların, flamaların ve bayrakların indirileceği duyuruluyor. Taksim Dayanışması haricindeki diğer flamalar ve bayraklar indiriliyor, ayrıca Gezi Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki barikatlar da temizleniyor.

Akşam saatlerinde polis göstericilere dağılmaları yolunda anons yapıyor ve göstericilere müdahale ediyor. Polisler, Gezi Parkı’na giriyor.

Eylemciler, polisin girmesinin ardından parktan ayrılıyor ve bir kısmı meydan civarındaki başka noktalara giderken, bazıları da Divan Otel’e sığınıyor. Gece boyunca polis ile eylemciler arasında yer yer çatışmalar yaşanmaya devam ediyor. Divan Otel civarında çok sert müdahalede bulunuluyor ve otelin içine gaz fişeği atılıyor. Yüzlerce kişi sabah saatlerine kadar otelde mahsur kalıyor. Yapılan müdahalede yüzlerce kişi yaralanırken, 350 kişi de gözaltına alınıyor.

Çevik kuvvet polisinin TOMA’daki suyun içine kimyasal maddeler karıştırdığı görüntüleniyor ve bu kimyasalın ciddi yanıklara neden olduğu söyleniyor.

Taksim Meydanı’nın ardından Gezi Parkı’ndaki eylem de son buluyor. Taksim Meydanı ve civarına çok sayıda polis yerleştiriliyor ve Gezi Parkı bir süre halka kapatılıyor. İstanbul ve yurdun farklı bölgelerinde küçük çaplı protestolar ve çatışmalar yıl boyu devam ediyor.

16 Haziran 2013 günü İstanbul-Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesi’nde bulunan evlerinden ekmek almaya çıkan 14 yaşındaki Berkin Elvan, bölgede devam eden protestolar esnasında polisin olaylara müdahalesi esnasında başından gaz fişeğiyle yaralanıyor. Berkin, 269 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybediyor.

Yurt genelinde yıl boyunca ara ara devam eden Gezi Parkı eylemlerine katılan Ahmet Atakan, 10 Eylül 2013’te Hatay’da, polisin attığı gaz fişeği nedeniyle yaşamını yitiriyor.

28 Mayıs 2013’te Taksim’de birkaç çadırla başlayan ve daha sonra 80 ile yayılan Gezi Direnişi’ne 4 milyon kişi katıldı. 10 bine yakın kişi yaralandı, çok sayıda kişi polisin hedef alarak attığı gaz fişeklerinin isabet etmesi nedeniyle gözünü kaybetti. Emniyet Genel Müdürlüğü raporlarına göre, Gezi Parkı’ndaki eylemlere destek vermek için Bayburt hariç Türkiye’nin tüm kentlerinde protesto gösterileri düzenlendi.

Biri polis sekiz kişi yaşamını yitirdi. Toplam 10 bine yakın kişi yaralandı, yüzlerce kişi tutuklandı.

İş insanı Osman Kavala’ya, sisteme ayak uydurup ihale peşinde koşmak varken, doğayı savunmak gafletinde bulunması sebebiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi.

Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman’a da 18’er yıl hapis cezası verildi.

Karar öncesi son sözü sorulan Mücella Yapıcı:

“Son sözüm olduğunu düşünmüyorum. Ama şöyle bir şey diyeceğim; ben 50 yıllık meslek insanıyım. Olabildiğince aydın olmaya çalıştım, hiçbir zaman şiddetten yana olmadım ve toplum yararına mesleğimi onurla yürüttüm. Bugüne kadar tek bir çocuğuma, etrafıma haram lokma yedirmedim. Hırsızlık, yolsuzluk yapmadım. Mesleğimi sadece ilkeler doğrultusunda yaptım ve bu yaşamdan onur duyuyorum. Aynı onuru benim yaşıma gelince sizin de yaşamanızı diliyorum.”

Eski AKM binası yıkıldı ve yeni AKM binası 29 Ekim 2021’de hizmete açıldı. 17 Şubat 2017’de temeli atılan Taksim Camii, Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla 28 Mayıs’ta ibadete açıldı.

Erdoğan zaman zaman, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın inşa edileceğini yineliyor.

17-25 Aralık: Aynı dönemlerde kamuoyu bir de 17-25 Aralık olarak anılacak olan sürecin izlerini takip etmeye başlıyor. Hazır halk galeyana gelmişken oluşan enerjiyi kendi “davası” için kullanmak isteyen FETÖ, Gezi eylemleri boyunca insanların an an olayları takip ettiği sosyal medyada hükümet üyelerine ait ses kayıtları yayınlanıyor.

7 Şubat 2012’de MİT krizi olarak bilinen olayla cemaat ve AKP arasında kıyasıya bir savaş başlamıştı. Erdoğan’ın ameliyat olacağı dönemde Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılarak başlatılmak istenen operasyon, son anda önlenmiş, kavga resmen başlamıştı.

Yıllarca ülkedeki muhalifleri ve eski devlet kadrosunu AKP’nin desteğiyle hedef alan cemaat, 17 Aralık’ta yıllar içerisinde tasfiye ettiği kadroların yerine mutlak hâkimiyet kazandığı emniyet ve yargı sayesinde bu sefer AKP’yi diskalifiye etmek için harekete geçti.

İktidarın neredeyse tüm unsurlarını dinleyen, bu dinlemeleri kayıt altına alan cemaat, doğrudan bakanları ve Erdoğan’ın oğlu Bilal’e ait olduğunu iddia ettiği ses kayıtlarını yayınlıyor ve Erdoğan’ı hedef alıyordu.

17 Aralık sabahı, Savcı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç’in talimatıyla, birçok kişi gözaltına alınıyor.

Medyada klişesi haline gelen “çok sayıda kişi gözaltında” haberleri geçmeye başlıyor ama kısa süre sonra gözaltına alınanların muhalif kişiler olmadığı anlaşılıyor. Cemaat, AKP’yi yolsuzluklar üzerinden vurmaya hazırlanıyor. Gözaltına alınan kişilerin tamamı hükümete yakın kişileri “rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık” gibi suçlamalar yöneltiliyor. Gezi sürecinde nefret öznesi haline gelen hükümet, şimdi de herkesin içten içe bildiği yolsuzluk detayları ile mide bulandırıyor.

Ergenekon ve Balyoz operasyonları sırasında Erdoğan’ın kendini siper ederek savunduğu savcı Zekeriya Öz, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili sıfatıyla operasyonları yönetiyor.

Gözaltına alınan 89 kişinin arasında dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, iş insanları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir yer alıyor.

İlk tutuklamaların ardından Erdoğan, “Hiçbir tehdide boyun eğmeyeceğiz. İstedikleri kadar çirkin yollara tenezzül etsinler, kirli ittifakların içine girsinler, buradan bir kez daha tekrar ediyorum. Türkiye’de artık söz milletindir, karar milletindir, yetki milletindir. Mühür milletin elindedir” diyor.

Operasyonlarda gözaltına alınan Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde, ayakkabı kutuları içerisinde 4,5 milyon dolar bulunuyor, ayakkabı kutuları dönemin sembolü oluyor.

Erdoğan “iftira” dese de, çemberin ilk halkasına yaklaşan bu dalgayı savuşturmak için ilk defa yolsuzluk iddialarında adı geçen Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ı görevinden alıyor, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise bakanlık görevlerinden istifa ediyorlar. Bayraktar’ın istifası sırasında yaptığı işlerin emrini Erdoğan’dan aldığını söylemesi, döneme damgasını vuruyor.

Gezi protestoları sırasında gizli bir elin dış ve iç güçleri devreye sokarak hükümeti devirmeye çalıştığına inanan muhafazakârlar, ortaya saçılan ses kayıtları daha yalanlanmadan komplo, montaj diye tepki gösteriyor. Eleştirileri duymazdan gelip başından beri hükümetin yanında olmasından rahatsızlık duydukları ve Erdoğan’ın devletteki istemediği kadroları tasfiye ettikten sonra günü geldiğinde diskalifiye edeceğini düşündükleri cemaatin ses kayıtlarına inanmıyorlar. Bu olayları Gezi ile birlikte düşünüyor ve Erdoğan’ı yıkmak için birlikte planlanmış olaylar olduğunu düşünüyorlar. Erdoğan’ın işi öyle kolay ki, sadece “yalan, iftira” demesi, iktidarlarının sonlanmasından ödleri kopan kalabalığı sakinleştirmek için yeterli. Ohh neyse ki Erdoğan da tam duyma istedikleri şeyi söylüyor ve olayları reddediyor. Böylece Gezi’yi savunan ve 17-25 operasyonlarındaki iddiaları dile getiren herkes, devletin bekası için tehdit olarak ilan ediliyor, 2016 yılında yaşanacak darbe öncesi hükümeti eleştiren herkes peşinen darbeci ilan ediliyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.