Elif Gökçe Aras yazdı: Kılıçdaroğlu’nun tencereleri

Kemal Bey’in mutfağında çektiği videoları ilk gördüğümde ona asla oy vermeyecek insanların cümleleri düşmüştü aklıma. Kasaba zihniyetindeki zenginlik ve gösteriş düşkünü insanlar için bu mutfak zayıflık göstergesiydi. İnsan o dolapları en yeni modaya göre yaptırır, modası yine mi geçti, söktürür bir daha yaptırır. O fırın ne öyle, ankastresi çıktı bunların, daha bunu bile yaptıramamış diyorlardı muhtemelen. O mutfak kendi evlerinde yoktu bir kısmının, olmamalıydı da. Gerekirse borca girer ama yine de ele güne karşı rezil olmamak için yaptırırlardı o mutfağı. Hayatta kendi halinde, kendine dayanarak var olmayı kaldıramayan insanlar böyle güç göstergeleri üretirler ve onlarla kim olduklarını anlatmaya çalışırlar. Erdoğan’ın “İtibardan tasarruf olmaz” lafı tam onlara göre bir cümleydi. Bir yüzükle çıktığı yolda bugün halkın boğazından kısıp verdiği vergileri ile oturduğu saray onlara yaraşırdı.

Ocağın üzerinde duran tencerelerin içerisinde bizim yediğimiz yemeklerden vardı muhtemelen. Birinde yayla çorbası, birinde taze fasulye vardır belki. Karizmatik lider arayışındaki heyecanlı muhalif seçmen için de, Erdoğan döneminde haksız kazançla her geçen gün zenginleşen, sürekli evini, arabasını yenileyerek toplumda itibar kazanmaya çalışan AKP imtiyazlıları için de Kılıçdaroğlu kazanamayacak adaydı. Aday tartışması başladığı ilk andan itibaren en makulü o olduğu için Kemal Bey’in aday olmasını istiyordum ancak o mutfak düşündürüyordu beni. Çünkü karşıt görüşten görüştüğüm kişiler Kemal Bey’e oy vermeyeceğini söylerken iddia edildiği gibi Alevi olmasına takılmıyorlardı. Sebepler arasında son sırada o da vardı ama ilk cümle her zaman “Yönetemez o” oluyordu. Ne demekti bu? Bu kişilerin ortak özellikleri ülkelerinde yangın çıksa “Sedirime kadar gelsin de cigaramı yakayım” diyen tiplerdi. Ülkesi üç kuruş bedelle yağmalanırken zengin olacağını zanneden tiplerdi. Dere yatağına ev yapılınca, şu atıl dere “değerlendirilmiş” oldu diyenlerdi. “Yönetemez o” derken, benim istediğim gibi yönetemez demek istiyorlardı. Demek istiyorlardı ki çalmayan bu adam, çaldırmaz da.

Kaçak kat çıktığında imar affı çıkarmaz, sit arazisine imar izni verdirmez, bir kadını vurduğunda “Onun da o saatte orada ne işi varmış” demez, sigortasız işçi çalıştırdığında göz yummaz. Kendilerine göz yummayacak birini cumhurbaşkanı olarak görmek istemiyorlardı. İlkesizliği, adaletsizliği ve vicdansızlığı ile kanıksadığımız bu seçmen kitlesinin sermaye temsilcileri de aynı kaygıları taşıyordu. Beşli peçete üyeleri o mutfağa baktıkça iç geçiriyor, “Sen yine yeme ama bizi görmezden gel” diye aracılar gönderiyor, iktidara gelirse bize de bir şey koklatmaz diye tırnaklarını yiyorlardı. E bu ülkenin namuslu iş insanları beş kişiden oluşmuyordu ya, onlar gibi daha binlercesi vardı boy boy. Ne olur aday olmasın, başımıza bela olmasın, tamam Erdoğan gitsin ama daha demokratik modelinden yine onun gibi biri gelsin istiyorlardı.

Kemal Bey seküler bir dil ve makul sosyal-ekonomik politikalar ile muhalif seçmenin oyunu kolaylıkla alabilirdi. Adı geçen diğer popüler adayların handikapları göz önünde bulundurulunca en makul aday oydu ama bu mütevazı mutfak, sakin dil, karizmatik bulunmamasına rağmen kurum önlerinden yaptığı “Hesaplaşacağız” söylemi, onu adalet talep edenlerin gözünde güvenilecek aday yaparken, şov ve güç gösterisi bekleyenlerin gözünde zayıf bulunuyordu. Muhafazakâr çevreyi kazanma çabasına karşılık bulamayacağı gibi bu mütevazı yaşam tarzıyla güç ve gösteriş düşkünü kesimde de tercih edilmeme sebebi olabilirdi. Muhafazakârların asla oy vermeyeceğini çok iyi biliyordum, onlar sadece Kemal Bey’e değil, Erdoğan haricinde kim olursa olsun oy vermeyecekti, bu yüzden onlara yönelik adım atılması ölü yatırımdı. Ama merkezde büyük bir kararsız seçmen grubu vardı. İşte kendisine çekebileceği kitle orasıydı, acaba duymak istedikleri şey neydi?

Büyük AKP kitlesi herkesin gözünü büyülüyor, birçok parti kendisini ifade ederken o kesimi ikna etmek adına hâkim olmadığı ve içselleştirmediği muhafazakâr retoriği deniyordu. Haliyle ağızda sakil duran bu dil, hem muhalif seçmeni hem de arafta ikna edilmeyi bekleyen seçmeni irrite ediyordu. Bu söylemlerin yaptığı çağrışım, dişe dokunur bir icraat yapmadan lafla peynir gemisini yürütmeye niyet etmekti. Altılı Masa sürecinde muhafazakâr seçmeni ürkütmemek için her bir partide kullanılan retorik ve masa üyelerinin birbirinin dengesini bozmamak adına kontrollü ilerlemek için benimsedikleri siyasetsizlik herkesin yerinde saymasına sebep oldu. Toplumun teknik direktör gibi oyunu daha iyi oynamaları için öğrettiği taktikler, her olay sonrası verdiği “Biz Erdoğan’ın anlattığı insanlar değiliz” tepkileri, masa üyelerini yönlendirdi. TİP’in aldığı alışılmadık net tavırlar teveccüh gördükçe Altılı Masa üyeleri de daha net söylemler geliştirmeye başladı.

Ekonomik kriz belimizi büküp binlerle fiyat biçilen evler, arabalar, milyonlar olmaya başlayınca kararlılar kararsıza dönüşmeye, kararsız seçmen de iyice kaygılanmaya başladı. Piyasa onların yerine karar vermeye başlamıştı. Gösteriş yapmak şöyle dursun, ulaşılabilir olan şeyler ulaşılamaz olmaya başlamıştı. Denizler bile müsilaj kusmaya başlamıştı insanların suratına suratına. Papalagi bizim topraklarda da anlatmaya başladı betonun yenilebilir bir şey olmadığını. Hakkı olmayan kadrolara yerleşenlerin çocuklarına yerleşecek kadro kalmadı. Dededen kalma yadigârlar satıldıkça yaslanacak duvar kalmadı. Maalesef çok büyük bir deprem yaşadık ve sadece o bölgede yaşayanlar değil, bütün Türkiye başını ellerinin arasına aldı ve yüzleşmek zorunda kaldı, ne yaptık biz? Bugüne kadar hükümetin kutuplaştırma goygoyuna alaylar eşliğinde dâhil olanlar durup düşünmeye başladılar. Böyle laubali bir yönetim en büyük afetmiş. Binlerce insanı deprem, binlercesini ihmal öldürmüştü. Hırsızlar amir olduğu için geride kalanlar aç, susuz, açıkta kalmıştı. Bedava dağıtılması gereken çadırlar parayla satılmıştı. Ya bunca adam, bugüne kadar o koltuklarda ne yapmıştı? Bir değil, iki değil, üç değil, beş maaş alan sosyal medya cengâverleri. Bizim vergilerimizle emeğiyle kazanamayacağı kadar lüks yaşamın içinde yüzerken, yeri ve zamanı geldiğinde bizim için ne yapmıştı? Hiçbir şey!! 

Şimdi biraz ciddiyet zamanı. Her geçen gün fantastik hikâyeler duymaktan bıkanlar bu vahim manzara karşısında silkindi. Makul olanda birleşmeye başladık. Masanın dağılmasına sebep olan sert üslup, öyle bir zamanda peyda olmuştu ki kimsenin nazını çekecek halimiz olmadığını kabul ettik ve ciddi bir değişimi sağlamadıkça günyüzü göremeyeceğimizi kabullendik. Böylelikle insanlar, başından beri durduğu yeri değiştirmeden itidale, ciddiyete, çözüme, kardeşliğe davet eden Kemal Bey’in mütevazı sofrasına oturmaya başladı.

Adaylığı açıklandığı andan itibaren “kazanacak aday” söyleminin boşa düşmesi sonrası Konya’da halkın teveccühünü görünce, başından beri sükûnetle verilen mesajın alındığını anladık. Hükümetten yaka silken ama Altılı Masa partilerine oy vermeye çekinen kararsız seçmenin başından beri beklediği şey, masanın karar vermesiydi. Altılı Masa üyeleri aralarında uzlaşıp gerçekten Millet İttifakı olmaya karar verdikten sonra millet de kararını netleştirmeye başladı. Deprem sebebiyle coşkulu mitingler yapmak yerine esnaf ziyareti yaparak halkla temas etmeye başlayan Kemal Bey’in etrafı sarılıyor, zorla miting yaptırılıyor. “Deyiver hele şimdi, ne yapacaktın, bir daha anlat” deniyor. Arkada kaynayan çaydanlıktan çayını alan masaya oturuyor. Son iki ayda yaşadıklarımızın ardından o tencerelerde ne olduğunu çok iyi biliyoruz artık. O tencerelerde sabır, merhamet, inat, irade, zarafet, kararlılık, vicdan, adalet, liyakat ve umut var.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Olağanüstü bir şey yaşanmadığı müddetçe bu seçimin galibi belli gibi görünüyor. Olağanüstü ortamı yaratmak için 15 Haziran – 1 Kasım 2015 seçimleri arasında şahit olduğumuz kanlı seçim kampanyasındaki gibi bir kaos ortamı denenirse, halkın bu sefer bildiğine değil, bilmediğine daha hızlı yönleneceğini düşünüyorum. Çünkü her köşesi kuşatılmış olan halk, artık bu ülkede birileri istemeden kuş uçmayacağını çok iyi biliyor. Umarım böyle bir şey denenmez, denenirse olan sadece o olayda yitirdiklerimize olur.

Bir tarafta mafyadan, terör örgütlerinden, kadın düşmanlarından, din bezirgânlarından oluşan çürümüş bir ittifak. Diğer tarafta her alanda yeni politikalar üreten, barışmış bir Türkiye hayali kurduran ittifak.

Türkiye’nin kader seçimi, iyiler ile kötüler arasında olacak. Bu seçimde araf yok, iyilerin tarafında olmayanlar kötülerin tarafındadır.. Yıllar sonra Türkiye’nin kader seçiminde kim nerede durmuştu diye geri dönülüp bakıldığında, birlik olmak yerine oyları bölenler, ihtirasları ile anılacaklar…

e-mail: elifgokcearas@gmail.com