Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Kaderin kimin elinde?

Seçimden önceki son dört hafta başladı. Herkesin kritik bir eşik olduğu konusunda hemfikir olduğu seçime dair her ne olacaksa bu bir ay içinde olup bitecek. Ancak onlarca senedir olduğu gibi hepimizin -elbette memleketin- kaderi, bir grup kararsız, tutarsız seçmen ve aktörün eline kalmış ve bu çok da anlaşılır, anlaşılması gereken bir durummuş gibi tartışılıyor. Etkilerinin ne olacağıyla ilgili oranlar değişse bile, bir etkileri olacağından şüphe edilmiyor. Bu duruma öfke duyanlar da bu durumda derin toplumsal-siyasal keramet görenler de böyle düşünmekten kendilerini alamıyorlar. Mesela iktidar sözcüleri bile açık açık “İnce’nin performansı önemli” diye görüş belirtmekte mahsur görmüyorlar (AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ’ın TV100 röportajı). “İlk kez oy verecek gençler, muhalefete tepkili seçmen, kararsızlar, yönü belirsizler, seçim sonuçlarında etkili olacak” deniyor. Zaten seneler öncesinde 2002’de (hatta 1999’da yaptığı zirveyle 90’lı yıllar boyunca da) memleketin bu karanlık koridorda yürümesini sağlayanlar arasında onlar yine vardı. Birçok dönemeçte ve o zamanlarda başka “gençler” vardı.  Dolayısıyla, geçen haftanın devamı sayılabilecek bu konuya bu hafta sonu yazısında da devam ettirme ihtiyacı ortaya çıktı.  

Kendilerinin veya memleketin içinde bulunduğu durumla ilgili olarak -kendilerini hiç dahil etmeden- herkesi sorumlu görmekte bir beis görmeyen, ölçü ve bağlam sınırı olmadan herkesi suçlama lüksünü kullanan, herhangi bir sorumluluk almadan -sınırları fazlasıyla muğlak- özel muamele talep eden, küçük olsa bile yıkıcılığı yüksek grupların ve aktörlerin, cirminden daha geniş alanı yaktıklarını hep izledik. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada temsili demokrasilerinin kabusu haline gelen, çoğulculuğun zafiyeti olarak sunulduğu için örtülü biçimde muhalefet içinde de otoriter eğilimleri besleyen, memnuniyetsiz bir seçmen grubu var. Birçok açıdan yapısal bir sorunun mağduru olmaktan kaynaklanan derin haklılıkları var elbette. Fakat, kimi zaman serseri mayın gibi çarptığı yerde patlayan, kimi zaman manipülasyon yeteneği yüksek ideolojik sapmalar veya niyeti bozuk aktörler elinde sürüklenen, kimi zaman şantaj imkanını varlığını göstermek sayan biraz şekilsiz bir grup aynı zamanda. Haklı nedenleri ile yarattığı sorunlar arasında hep bir orantısızlık bulunan “arıza çocuklar” gibiler. Uğradıkları haksızlığı başkaları için daha ağır bir haksızlıkla dengelemeye kalktıkları da gerçek. Eğer herkes sadece onları anlayacaksa, bize, ülkeye ve kendilerine yaptıkları hakkında onlarla kim konuşacak?

Siyasetin algılanışı ve ürettiği ilişki pratiğinde ciddi bir bozulmayı uzunca bir süredir yaşıyoruz. Kalabalıklardan açıkça kendileri aleyhine olan tercihler için rıza devşirme stratejileri, siyaseti fazlasıyla sentetik bir faaliyete dönüştürdü. Müşteri haline getirilerek kolay ikna edilebilen seçmen, ticari ilişkide kullanılan “Müşteri daima haklıdır” yalanına inandırıldı. Şimdilerde de çok kullanılan “Patron sizsiniz” sloganı, sorumsuz bir talep serbestisi olarak satıldı. Sürekli açılan kredilerle borçlanmayı zenginleşme sanmak gibi. Tıpkı kendilerini başka bir kategoride görmeye teşne beyaz yakalıların, işçi olduklarını idrakte zorlanmaları, orta direk oldukları söylenenlerin yoksulluklarına uzun süre uyanamadıkları gibi. Kontrolü -değişmez, değiştirilemez denilen- “düzene” devreden seçmen, “patron benim” diye gezinmekle fazla oyalandı. Bu tuhaf ilişki biçimi, demokrasinin en önemli iddiası ve sürdürülebilme koşulu olan, “sorumlu vatandaş” fikrini bilerek zayıflattı. İktidarların ve bütün dünyaya bir “kader planı” dayatılan sistemin, kolayca kullanabildiği sorumsuzluk, seçmenler de buna ortak edilerek kazanıldı, sağlamlaştı. Kızgınlıklarını sadece işaret edilmişlere yansıtmakta sınırsız hak kazananlar, daha büyük kalabalıkların kaderine ipotek koymaya devam mı edecek?

Bu referandumda en önemli siyasi aktör partiler değil bizzat seçmen. Çünkü, aslında AKP’yi iktidar yapan / tutan ‘siyasetle ilişki’ biçimine alışık seçmen, referandumun en açık kaybedeni olma tehdidiyle karşı karşıya. (…) Siyasi sorumluluk ve basiret, sadece partilere ait kavramlar değil. Siyaset literatürü, kalabalıkların büyük hatalara, hatta suçlara onay verdiği örneklerle dolu. Kalabalıklar ‘milli irade’ ismiyle yanlıştan azade olmuyor. Ama henüz seçmen ‘hayır’ sorumluluğunu da almış değil. (…) İçinde yaşadığımız bu siyasi istikrar(sızlık) tablosunun kendi finalini yapıp yapamaması ve sonucu bir çıkış kapısına dönüştürüp dönüştürememek, bu referandumun sonucundan çok yarattığı tartışmalarla ilgili olacak.”

Anayasa değişikliği referandumundan önce 2 Şubat 2017 tarihinde kaleme alınmış “Seçmeni sorumluluk almaya kim ikna edecek?” yazısından bu alıntı, bugün de geçerli. Referandumdan sonra, 3 Ağustos 2017 tarihli “İktidar seçmeniyle nasıl konuşmalı?” yazısından küçük pasaj da bugün muhalefetin çeperindeki huzursuzlar için tekrar kullanılabilir:

İkna edilecek, kazanılacak, suyuna gidilerek yumuşatılacak her durumda ‘mağdur’ kalabalıklardan değil, pasif bir izleyici olmadığının, sorumluluğunun hiç az olmadığının hatırlatılması gereken, yaşananlara taammüden katılan insanlardan bahsetmek gerekiyor.”   

Seçmene kızarak, seçmen kalabalığını hatta memleket ahalisini beğenmeyerek siyaset yapmak elbette akıl işi değil. Fakat bunun karşısında “Ne eylerse güzel eyler” demenin, onları ikna etmenin tek yolunun asla değişmeyeceğine inanılan özelliklerini “anlamak” olduğunu ileri sürmenin, her tepkinin “anlaşılması gereken” haklı bir sebebi olacağını kabul etmenin de sınırları olmalı. Birkaç haftadır, “sosyoloji”, “konsolidasyon”, “huzursuz seçmen” gibi kavramlar etrafında, mevcut durumu “anlamak”, yetinmeyip anlaşıldığı sanılan şeyin “gereğini” yerine getirmek için ileri sürülen stratejilerin zaaflarından bahsetmeye çalışıyorum. Üstelik bu stratejiler bugün keşfedilmiş ve yeni tedavüle giren yöntemler değil, uzunca bir süredir neredeyse “bilimsel hakikat” muamelesi yapılarak uygulanan formüller. Şimdi ele avuca gelmez huzursuz muhalefet seçmeninin ve onların önüne geçerek yürüyen tatminsiz aktörlerin, “anlayışla” sakinleştirilmesi öneriliyor. Birilerini küçümsemek, onlara hakaretler eşliğinde suçlamalar yöneltmek, yok saymak asla onaylanacak bir tutum olamaz. İşe yaramayacağı gibi, aslında böyle davrananın kendisiyle ilgili aşağılayıcı bir durum. Ancak bu durum, onların tutumunu asla tartışılmaz yapmaz. Tıpkı fikir özgürlüğünün herhangi bir fikri eleştirilmez kılmayacağı, aksine kendini tartışmaya açmakla başlaması gerektiği gibi. 

Pek çok ciddi araştırmacı, tepki oylarını, hatta İnce’yi ilginç bulanları bile -hiç anlaşılır bir tarafı olmamasına rağmen- anlamak gerektiğini söylüyor. Elbette “eleştirmek en kolayı” derken kastettikleri, yirmi yıllık AKP iktidarı veya AKP-MHP ortaklığı gibi pek çok meselede gördüğümüz türden seçmene yönelen basit suçlamalarla tepki vermenin sonuçsuzluğu. Bu açıdan ben de çok farklı düşünmüyorum. Seçmenin patates, kömür çuvalıyla, siyasi aktörlerin eldeki kasetlerle hareket ettiği kolaycılığı çok saçma. Ancak “eleştirmenin kolaylığı” meselesini, bunu söyleyenlerin hepsinin hiç de kast etmediği gibi anlaşılma riskine terk etmemek lazım. Aslında gerçek anlamıyla -herkesi olduğu gibi seçmeni de- eleştirmek, bunun yol ve yöntemini yaratmak, dilini kurmak, bazen her şeyden daha zor olabilir. Hatta bu zor yola çıkma cesareti, “anlayıp”, anlatma yükümlülüğünden kurtulmaktan çok daha meşakkatli. Seçmene sahiden “Birlikte yapacağız” dediğiniz her şey için, onun ortaklığıyla paralel sorumluluğunu da hatırlatmak gerekir. Aksi, inandırıcılıktan uzak bir ikna yöntemi olmanın yanında, tekrar tekrar öne çıkacak sorumsuz şımarıklıktan başka bir şeyi beslemez. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.