İstemsizce sırıtıyorum, gülümsemiyorum bakın, sırıtıyorum. Birkaç gün sonra ülkemi esir alan otopark mafyası seçimi kaybedecek çünkü. Belki hırslarından Saray’ı ilk günden boşaltmayabilirler ama paşa paşa gidecekler.
Çoğulcu bir yaklaşımla Mehter Marşı eşliğinde siyaset sahnesine giren AKP, tek adam rejimiyle İzmir Marşı eşliğinde gönderiliyor. Güçlü lider lafzıyla tek adam yönetimini yani saltanat övüyorlar ancak saltanat bu milletin elinden alınmadı, sırtından atıldı. Atatürk toplumun sırtındaki bu yükü atmak için toplumun her kesiminden insanla yola çıktı ve Atatürk’ü Atatürk yapan, “Padişah gitsin, ben geleceğim” cümlesi değildi, “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” cümlesiydi. Yani bu ülkenin kodlarında iradesi rehin alınmış bir kitle haricinde tek adam eğilimi yok.
Bugün Cumhuriyet’in 100. yılında AKP iktidarının tam yirmi yıldır üzerimize giydirmeye çalıştığı deli gömleğini yırtıp atacak, yeniden özgür ve çoğulcu yönetimi tesis edeceğiz. Toplumun her kesiminin kendisinden bir parça göreceği Meclis’i tesis ettiğimizde, kimse farklı olduğu için aşağılanmadığında, bu yüzyılda yapılan yeni Cumhuriyet ikamesini kimse tehdit edemeyecek.
İlk Cumhuriyet kazanımının şöyle bir eksik yanı vardı. Halkın hızlıca rehabilite edilmesi ve dönüştürülmesi için mutlak iyi olarak gördükleri uygulamaları tüm kesimlere kanunla uygulamaya kalktılar. Tercih edilmediği müddetçe tüm baskılar mutlaka reddediliyor, içeriği her ne olursa olsun. AKP döneminde de sistemli ciddi bir dezenformasyon ve deformasyon uygulaması sonrası yeniden bir düzen kurmak zorundayız. Ancak bu sefer her şeyi daha anlayışlı ve çok boyutlu planlamak zorundayız. Zorunlu alanlar haricinde toplumu tamamen kendi haline bırakmak gerekiyor.
Zorunlu alanların başında Milli Eğitim geliyor elbette. Mesela tarikatların eline emanet edilmiş Milli Eğitim’i hem literatür olarak hem uygulama yöntemleri olarak derhal bu çağın gereklerine taşımak zorundayız ama bunu yaparken çocuğuna din eğitimi vermek isteyen insanları gerici-yobaz olarak kodlamak yerine, o çocukların selametini koruyup, din istismarını önleyecek alternatifler üretmeliyiz. Devlet din eğitimini kontrol altında tutacağı alternatifler sağlamalı. Mesela Diyanet’in kreşleri kapatılır ama eskiden de olduğu gibi yaz aylarında Diyanet’e bağlı kurslarda Kur’an eğitimi ve okullarda seçmeli olarak din eğitimi vermeye devam edilebilir. Son yirmi yılda çokça fırsat verilen din istismarı ve baskısını ortadan kaldıracak en önemli etken tarikatların artık açıkça yapmaktan çekinmedikleri faaliyetlerini yasaklamamak. Doğru okudunuz, yasaklamamak ama takip etmek. Peki, tarikatları nasıl denetim altına alacağız?
Bir defa tarikat ve dini faaliyetler planlayan derneklerin ekonomik faaliyetlerine son verilmeli. Dernekler ve özel kuruluşlar, Kur’an kursu işletme, kurban kesme, Hac turizmi, Afrika’da su kuyusu açma, yurtdışında eğitim faaliyetleri, öğrenci yurdu işletme ve kaçak öğrenci evi açma gibi faaliyetler yapamamalı, cami yapımı gibi sebeplerle bağış toplayamamalı. Sadece ücretsiz dini sohbet, anma programı vs. planlamalarına izin verilmeli. Halka açık düzenlenen bu faaliyetler zaten çağın dönüşümü gereği zamanla kendi olağan akışında ilerleyecektir. Devlete düşen, aileleri yüzünden bu yapılara maruz kalan çocukların zihinsel, ruhsal ve fiziksel travmalarının önüne geçmek. Bunu da ancak 12 yıllık zorunlu yüz yüze eğitim ile aşabiliriz. Özel kurum ve dernek adı altında tarikatların Kur’an kursu açması özellikle yasaklanmalı, Kur’an kursları için toplumda halen bir talep olacağı için Diyanet bünyesinde ancak bu kurslar açılmalı ve sadece diyanet personeli eğitim vermeli. Yatılı eğitim verilen tüm eğitim kurumları devlet tarafından sabit değil, farklı sosyal çalışmacılar ile sıkı sıkı denetlenmeli. AKP döneminde devletin bir uzantısına dönüşen tarikatların din istismarı ancak bu şekilde önlenebilir.
Toplum, eski toplum değil. Kemal Kılıçdaroğlu’nun önünde Alevi olmasıyla ilgili bir engel olmadığını birçok yazımda yazdım, adaylığı ilan edildiği günden itibaren hızla artan oy oranı beni haklı çıkardı, bunun için mutluyum. Toplumun asıl görmek istediği daha fazla din ve milliyetçilik propagandası değil, artık yürüyemeyecek kadar hormonlu bir şekilde zenginleşen küçük imtiyazlı kesimin soygun düzeninin bitmesi ve adil bir yönetimin sağlanabilmesiydi. Bir tarafta sadece imtiyazlarını korumak için her türlü kötülüğe bile isteye razı bir kitle, bir tarafta her türlü kötülüğe rağmen bütün kırmızıçizgilerini silip eşit vatandaş olmaya karar veren milyonlar var. Oylarıyla Erdoğan’ın günahlarını meşrulaştıran AKP seçmeni yani suç ortakları, öte dünyaya öteleyemedikleri günahlarıyla yüzleşmemek için etrafında kenetleniyor. Suça bulaşan kurmayları ve teşkilatı suçlarının cezasını çekmemek için etrafında kenetleniyor. 14 Mayıs günü oylarını verecekler ve tedirgin bir şekilde televizyonların karşısına geçip diken üstünde seyredecekler, sandıkta toplumun geri kalanı tarafından suçları yüzlerine vuruldu mu vurulmadı mı?
Bundan bir ay önce AKP’nin cenaze merasimini düzenleyip, kadın imam olaraktan Erdoğan gibi tabuta kolumu yaslayıp “Eyy cemaati Müslim’in, AKP’den razı mısınız?” diye sorduğum köşe yazımla helallik almıştım. İşte o yazımın ardından AKP’li bir beyefendi “razıyım” diye mail attı ve gerekçelerini yazdı. Ben de ona hemen her AKP’li ile tartışmamda dile getirdiğim şu cevabı yazdım.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
“KPSS’de 95 puan aldığı halde atanamadığı için intihar eden insanda sizin de vebaliniz var o halde. Şam’da namaz kılacağız diye giriştiği şovun sonucunda ölen her şehidin kanı sizin de ellerinizde. Din baskısı yüzünden dinden soğuyan her gencin vebali sizin de üzerinizde. Katlettiğiniz doğanın üzerinde sadece sizin değil, diğer vatandaşların da hakkı var, onların hakkı sizin boynunuzda. Sadece muhalif olduğu için senelerdir hapis yatan insanların vebali de sizin boynunuzda. Üzerine atılan sahte FETÖ iftiraları yüzünden intihar eden insanların kanı sizin ellerinizde. Daha yüzlerce günah sizin de boynunuzda. Dindar olduğunuz için değil, halkın geri kalanına zulmettiğiniz için insan içine çıkamayacak duruma soktunuz kendinizi. Ve sizin kullandığınız kelimelerden yola çıkarak söylüyorum, siz Erdoğan’dan razı değilsiniz, ona mecbursunuz. Bu garabeti tek başına o değil, siz yarattınız.”
Beyefendi, “Evet mecburuz ama bu seküler zorbalar yüzünden, bu memlekette hayatta var olmaya çalışanlara yol açmayan, onları yok etmeye çalışan zorbalar yüzünden. Ortada yanlış işler varsa bu suç tek başına hayata tutunmaya çalışan bireylerin boynunda değil.” dedi. Tamam, beyefendinin haklı olduğu bir nokta var, dindar-muhafazakâr kesime baskı ve dışlama haksızlığının bizzat yaşamış tanığıyım. Ancak AKP kendi iktidarında bunu teşhis ve tedavi edebilecekken yeni bir intikam rövanşının zeminine yatırım yaptı ki taraftarları bir daha diğer kesimin iktidar olmasına fırsat veremesin. Şuan tam olarak Erdoğan’ın tasarladığı sıkışmışlığı yaşıyorlar.
Bu sıkışmayı çözecek olan, yirmi bir yıldır AKP’nin sistematik zorbalığına maruz kalan seküler kesim. Tüm bu zorbalığa rağmen yan yana gelmeyi başarmış, yani cumhuriyeti ve demokrasiyi gerçekten tesis etmiş bu halk artık onurlandırılmayı hak ediyor ama başkası tarafından değil. Kendi tacımızı başımıza kendimiz takarak, kendi kendimizi tebrik ederek cumhuriyeti ve demokrasiyi taçlandıracağız.
İyiler ile kötülerin seçiminde iyilerin tarafında olacağım. Kalp dedemizi destekleyeceğim. Vatandaşını kendisine tehdit ve darbeci olarak gören yaygaracı zorbalara karşı demokrasi için mücadele edeceğim. Sandık başında oylarımızı koruduktan sonra Kalp dedemizin tavsiyesine uyup uslu uslu evime dönecek, 15 Mayıs sabahına kadar sırıtarak telefon ekranına bakacağım bir gece yaşayacağım. Bir sonraki haftanın yazısında kazasız, belasız, olaysız ve özgür bir Türkiye’de buluşmak dileğiyle…
e-mail: elifgokcearas@gmail.com