Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (176): Özel&İmamoğlu formülü beklentileri karşılayacak mı? İYİ Parti ve MHP arasında “üçüncü yol” mümkün mü?

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanı Özgür Özel, Sözcü gazetesinden İsmail Saymaz’a konuştu. Değişim tartışmalarından, CHP liderliğine kadar pek çok soruda Saymaz’ın sorularını yanıtlayan Özel, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile bir hayalleri olduğunu belirterek “Ortak bir hayalimiz var, itiraz edenleri de kapsayacak bir değişim öngörüyoruz” diye konuştu. Peki bu formül CHP’ye ne getirir, ne götürür?

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Tolga Akalın, Twitter hesabından Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “komşuluk” çağrısına cevap verdi. Akalın, “Komşuluk yetmez, yeni bir yol arkadaşlığına ihtiyacımız var” dedi. Bu çağrılar yanıt bulacak mı?

Kemal Can ve Ruşen Çakır, Haftaya Bakış’ta değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Yine Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Siyasette yaz sakinliği sürüyor, ama Ekrem İmamoğlu ve ardından Özgür Özel birazcık hareket getirdi. Ekrem İmamoğlu, düzenlediği basın toplantısında adını koymadan adaylığını ilan etti biliyorsun. “İstanbul’u savunmak için bir kez daha yola çıkıyorum” diye açıklama yaptı. Ama parti disiplini gerekçesiyle, “Adayım” demedi. Ben de oradaydım; hatta son soruyu, uzun ve bazılarının “makale gibi” bulup anlamadıklarını söyledikleri soruyu da ben sordum. Aslında soru, özetle, “Kendinizi niye CHP ile sınırlıyorsunuz?” sorusuydu. O da bir cevap verdi. Ama onun da ötesinde bir şey var.

Orada şöyle bir husus vardı – ki Özgür Özel’in, daha sonra İsmail Saymaz’a verdiği röportajda da onu görüyoruz: “İstanbul’u kazanmak Türkiye’yi kazanmaktır” diyerek, ikinci kez İstanbul adaylığını, daha sonraki Türkiye adaylığının bir girizgâhı olarak söylüyor aslında ve muhtemelen 2028’in hazırlığı olarak 2024’ü çıkartıyor Ekrem İmamoğlu. Ama tabii o kadar çok şey bir arada olmak durumunda ki… Bir kere, CHP yönetimi istediği gibi şekillenecek. Aday olacak. Aday olduktan sonra o söylediği İstanbul İttifakı’nı yine kuracak, kurduktan sonra kazanacak ve ondan sonra da devam edecek. Hakikaten uzun bir yolculuk.  Nerede ne derece başarılı olur belli değil. Basın toplantısında İsmail Saymaz kendisine, “İlan ettiğiniz değişim çağrısının taşıyıcısı kim olacak. Kendiniz aday olmadığınıza göre desteklediğinizi isim Özgür Özel mi olacak?” diye sordu. O da, “Olabilir” diyerek, reddetmeden bir cevap vermişti. Özgür Özel, röportajında İmamoğlu ile birlikte bir hayalleri olduğunu doğruladı. O röportaja bakarsan, açıkça söylemiyor ama, bu hareketin ya da bir arayış varsa onun, esas liderinin Ekrem İmamoğlu olduğunu bir şekilde o da kabul ediyor. Anlaşılan Özgür Özel önümüzdeki günlerde genel başkanlığa adaylığını açıklayacak, Ekrem İmamoğlu da ona destek verecek. O aşamayı geçtikten sonra, yani CHP yönetimini kazanmak ve ardından İstanbul’u kazanmaları durumunda, ileriye beraber bakacaklar gibi çok zor bir süreç var. Çok sorun var tabii, çok soru da var. Birtakım şeyleri söylüyor, ama sonuna kadar açmıyor. Bazı yerlerde çok net. Aslında ikisi de, mesela seçim yenilgisinden dolayı özür dileyip, partinin bir yüzleşme yapmadığını söylüyorlar. 

Bunları çok konuştuk daha da konuşacağa benziyoruz Kemal. Ama Özgür Özel’in deklare ettiği, “Artık birlikte hareket etme” meselesi resmileşti. Sence bu süreç nereye varır? Nasıl bir gelişim izler?

Kemal Can: Bu soruna cevap vermeden önce şunu söyleyeyim: Bu bir süredir, hatta daha öncesinde de var; siyasette neredeyse bütün aktörlerin hem kendi parti içerisindeki pozisyonlarıyla ilgili, hem genel siyasi tabloyla ilgili, hem ittifaklar siyasetiyle ilgili böyle bir tür kuş dili konuştukları, her şeyin etrafından dolaştıkları, konuları muhatabıyla değil ya da açıklıkla değil, imâen, çıkarsamalarla, vehimlerle birilerinin kendi adına tavırlarını ya da sözlerini tevil ederek, onu tanımlamaya çalışarak yol bulmaya gayret ettiği tuhaf bir iklimde gidiyoruz. Türkiye siyaseti çok incelikli, çok ince hesaplara dayalı, çok hassas dengelerle falan yürütülüyor değil. Özellikle AKP iktidarı döneminde Erdoğan’ın tarzından gelen bir şey bu. Siyaset, son derece köşeli, biraz kaba saba, Selahattin Demirtaş’ın söylediği gibi “dümdük” yapılan bir şey haline gelmişken, birdenbire muhalefet cephesinde bir süredir iyice artık ayyuka çıktı. Dediğim gibi evveliyatı da vardı. Böyle tuhaf biçimde, ikinci anlamlarla, senin söylediğin gibi, bir şey söyleyip aslında tam da söylemeden, etrafından dolaşarak yürütülen böyle bir kuş dili siyaseti var. Aslında insanları yoran, geren en önemli kısım da bu. Bundan, umutlu bir şey bekleyen, buna bir pozitif anlam yükleyenler de, böyle iç ferahlığıyla, “Hah, işte tamam. Bak, beklediğimiz tablo ortaya çıktı, söylenecek sözler de söylendi” rahatlığına kavuşamıyorlar. Bu süreçten tedirginlik duyanlar, rahatsızlık duyanlar, endişe duyanlar da, bir tür neye karşı ve kimle birlikte pozisyon alacaklarını kestiremiyorlar. Böyle bir durum söz konusu.

Şimdi bu son açıklamalarla, aslında zaten bir süredir üç aşağı beş yukarı böyle olacağı konusunda çeşitli kulislerde yorumlar yapılan bir şey, biraz daha berraklaştı. Özgür Özel ile İmamoğlu’nun bir tür -yol arkadaşlığı ya da ortak düş, artık nasıl isimlendirirlerse- böyle bir rotaya girdikleri, İmamoğlu’nun, bir kısım insanın beklediği gibi, İstanbul’u bırakarak genel başkanlık yarışına girmekten sakınacağı ortadaydı. Bunu da zaten deklare etmiş oldu ve birinci hedef olarak İstanbul seçimlerini, daha doğrusu yerel seçimleri koydu. 

Özgür Özel meselesine gelince: Özgür Özel, bir tür yol arkadaşlığı ya da ortak ajanda ile yürüme konusuna “Hayır” demiyor. Ama buna karşılık, böyle bir vekâletçi başkanlık imâsını da çok üstüne alınmadan bunu yapmak istiyor. Çünkü öyle bir görüntü, kongre sürecindeki seçilme şansını da etkileyebilecek bir şey. Açıkçası birinin yedeği olan bir adayın, pek çok açıdan, delege ya da seçmen nezdinde ya da parti üyelerince bir lider gibi algılanması ve destek görmesinde bazı zaaflar ortaya çıkabilir.

Şimdi taraflar açısından baktığımızda önümüzde neler var? İmamoğlu o toplantıda açıkladığı gibi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olmayı planlıyor. “Adayım” demiyor, çünkü iddia ettikleri gibi bir demokratik süreç işletilmek isteniyorsa, zaten bunun da mantıki olarak böyle kurgulanması lazım. Yani partinin kendisini aday göstermesini beklemesi gerekiyor. Ama en azından hedef olarak -daha önce de açıklamıştı bunu- bu sefer iyice netleştirdi. Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanarak, daha sonra, bir sonraki seçimin, cumhurbaşkanı adaylığının yolunu döşemek istiyor. 

Ama burada koyduğu birtakım rezervler var: Şimdi elbette, “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” mantığıyla, İmamoğlu İstanbul’u bütün problemlere rağmen bir kez daha iddia ettiği gibi partiler üstü bir ittifak üreterek kazanabilirse, bu, yeniden ve cumhurbaşkanlığı adaylığı için çok kuvvetli bir zemin oluşturacak. İmamoğlu’na vehmedilen ya da İmamoğlu’nun kendisinin imâ ettiği en güçlü argümanı, bir kez daha tescil edilmiş olacak. Yani aslında partiler üstü birleştirici bir aktör olma ve İstanbul’u kazanmak gibi zorlu bir hedefi yerine getirmiş olmak. Bu, işin başarıldığı kısmının sonucu. İstanbul seçimleri eğer bu formülle CHP’de bir değişiklik, üstüne İmamoğlu’nun adaylığı, daha sonra da bu seçimin kazanılması ve diğer muhalefet partilerinin de bu sürece katılmasıyla, böyle bir yol açılabilir. 

Ama bu yolun sıkıntıları var ve bu yolun sıkıntılarına ilişkin, İmamoğlu ve çevresi de birtakım koşullar koyuyorlar. Bunların başında elbette ki CHP’deki yönetim değişikliği geliyor. Yani Kılıçdaroğlu ile devam eden bir CHP’nin, bu sonucu almaktaki zorluğuna işaret ediliyor. Aslında biraz benzetilirse, diğer muhalefet aktörlerinin, 2023 seçimlerinde başkalarına referansla yenilgiyi açıklama biçimini biraz peşin olarak ortaya koymuş oluyor. Olur ya Kılıçdaroğlu yeniden seçilirse ve onunla da İstanbul seçimi kaybedilirse, zaten bunun gerekçesi daha bu noktadan itibaren açıklanmış olacak. Dolayısıyla İmamoğlu, iki durumda da daha sonraki siyasi hamleleri için en az risk alan bir pozisyonu sağlamış durumda. Yani ya İstanbul seçimini kazanıp, “İşte gösterdi yapacağını” denilecek bir aktör olacak ya da herhangi bir problem çıkarsa, bu önkoşullardan herhangi biri gerçekleşmediği için bunun olmadığı, dolayısıyla bunların değiştirilmesi için ona yeniden kredi açılması gerektiği fikri canlı kalacak. Yani bütün bu süreçte, kendisinin de dile getirdiği, çevresinden bazı insanların dile getirdiği, bizlerin de konuştuğu bir cesur lider olarak öne çıkıp, çok açık biçimde bir liderlik yarışına girmek yerine, kendisi için riski az, ama aynı zamanda belki CHP’deki iç tartışmalar açısından da gerilimi yükseltmeyen bir pozisyonu seçti.

Ruşen Çakır: “CHP içi tartışmalar” dedin de; dikkat edilirse Kılıçdaroğlu’nun ve ona destek verenlerin sesi hiç çıkmıyor. Hem parti içi tartışmalar anlamında çıkmıyor, hem de Türkiye siyaseti anlamında çıkmıyor. Mesela geçen haftalarda konuştuğumuz, İYİ Parti’nin, AKP’nin siyaset yapmamasına ek olarak, CHP’de de, Genel Merkez’de de tam bir suskunluk var. İçerideki bu İmamoğlu-Özgür Özel ve başkalarının çabalarını engellemeye yönelik -muhakkak bir şeyler yapıyorlardır tabii- kamuoyuna yönelik hiçbir mesaj verilmiyor. İmamoğlu ve Özgür Özel de olmasa, CHP de yok hükmünde bir parti, öyle değil mi?

Kemal Can: Genel olarak siyasi aktörlerin siyaset yapmaması yeni bir şey değil. Burada belki defalarca konuştuk; zaten siyaset yapmıyorlar. Şimdi olan şey: Siyaset konuşmuyorlar. Yani daha önce de siyaset yapmıyorlardı, ama siyaset konuşuyorlardı, bir şeyler söylüyorlardı. Onun adı da “siyaset yapmak” oluyordu. İktidar hakkında bir şeyler söylüyorlardı ya da birbirleri hakkında bir şeyler söylüyorlardı – ki siyaset yapmak öyle bir şey değil. Şu anda siyaset yapmamaya devam ettikleri gibi, aslında siyaset hakkında konuşmuyorlar. Genel ilgisizliğin de gölgesinde biraz rahatlamış durumdalar belki. Çünkü gündem, genel olarak bir siyasetten arınma ya da siyasetten sıtkı sıyrılan bir seçmen kalabalığından oluştuğu için, çok ilgi ve hareketli bir zemin oluşturmuyor. Biraz bunun da imkânını kullanarak iyice kenarlarına çekildiler, siyasetten bahsetmiyorlar. 

Ama İmamoğlu’nun Büyükşehir hedefini koyması -bu son toplantısından daha önce de bunu işaret etmişti- ve CHP Genel Merkezi’nde bunun memnuniyetle karşılandığı, son açıklamanın da en azından rahatsız edici bulunmadığı düşünülebilir. O yüzden de çok üzerine giderek bunu köpürtmeye çalışmıyorlar. Ama genel olarak, diğer partiler de CHP de, asıl olarak muhalefet partileri, ama iktidar da siyaset konuşmaktan yana değil. Şu anda siyasetçiler siyaset yapmak bir tarafa dursun, siyaset bile konuşmaktan uzak duruyorlar. Bu galiba bir süre daha böyle devam edecek. İmamoğlu meselesinde, dediğim gibi İmamoğlu beklenen radikal çıkışı yapmadı. Ama bundan tamamen feragat ettiği ve kenara çekildiği bir pozisyon da seçmedi. Söylediğim gibi, yerel seçim sonuçları itibariyle her iki durumda da siyasi iddiasını devam ettirecek güvenlikli bir politika kurmuş, bir pozisyon yaratmış oldu. Bu belki bir kısım insanın beklediği bir şey değildi; daha fazlasını arzu ediyorlardı belki. Ama çok açık bir şey söylemeden, çok açık bir iddia ortaya koymadan iddiasını devam ettirmenin formülünü buldu. Bu formül şu anda kendisi için elverişli görünüyor. Diğer aktörleri de kışkırtan ve üzerine doğru çeken bir risk içermiyor. 

Buna karşılık Özgür Özel’in durumu biraz daha problemli. Demin de söylediğim gibi, bunu üstüne yapıştırmıyor olsa bile, bir yol arkadaşlığı, bir hayal ortaklığından bahsediyor olsa bile, sonuçta, İmamoğlu’nun herkes tarafından bilinen bu açıklamalarıyla da biraz daha belirginleşmiş olan yol haritasının içerisinde, doğrudan belirleyici olmayı değil, bir uyumlanmayı ve bu yolun temizlenmesi, açılması, bu yolun sorunsuz işlemesi için görev üstlenecek bir role soyunmak, siyasi iddia açısından çok kuvvetli bir şey değil. Bu pencereden baktığımızda, CHP içerisindeki liderlik yarışına kalkacak ismin, daha başlangıç aşamasında iddiasını epey geriye çekmek zorunda kalacağı bir şey, acaba nasıl sonuç verecek? Mesela, sahiden değişim isteyenlerin, CHP’deki kongre sürecinde, şimdi beklenenden daha iyi sonuçlar aldığı söylenen değişim talebinin bir lideri olarak yarışa girmek yerine, böyle bir geçici pozisyon, belki de normalde kazanabileceği veya elde edebileceği desteği sağlamayabilir. Bu zayıf çıkış bir sorun yaratabilir. Dolayısıyla İmamoğlu, Özgür Özel’in kazanmasını kendisinin yol haritası açısından önemli merhalelerden biri olarak görüyorsa Özgür Özel’in kazanma ihtimalini yükseltecek bazı adımlarla ona daha açık bir destek vermeli ya da Özgür Özel, iddiasını büyütecek, parti üyelerinin de, delegenin bir değişim lideri arayışına cevap verebilecek bir çıkış yapması lazım. Şimdi bunlar henüz muğlak; çünkü Özgür Özel de hâlâ bir açıklama yapmış değil.

Ruşen Çakır: Özgür Özel’in bir Tutum Belgesi hazırladığını biliyoruz. Belli ki birilerine danışıyor ve onu kendi çıkışının metni olarak sunacak. Yani böyle bir deklarasyon yapacak; oradan kendine bir alan açmaya çalışacak, öyle anlaşılıyor. Ama o senin söylediğin, hep İmamoğlu’nun gölgesinde ve onun vekiliymiş görüntüsünü aşması hakikaten bayağı zor olacak.

Bir de tabii şöyle de bir husus var: İmamoğlu İstanbul’a aday olup kaybederse ne olacak? 

Kemal Can: O zaman işte bu ön koşullardan birkaçının gerçekleşmemesi ve “O yüzden olmadı” denebilmesi lazım. Nasıl Kılıçdaroğlu kaybedince “Biz demiştik” diyenlerin hepsi, aslında kazanmış olduklarını, tezlerinin kazandığını iddia etme şansı kazandılarsa, aynı şekilde, bu ön koşullardan biri, diyelim Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlıktan ayrılması ve değişimcilerin liderlik yarışını kazanması. İkincisi, partiler üstü bir ittifak zemininin oluşturulabilmesi. Bunlar olmadığı zaman, neden kazanılamadığının gerekçesi olacak ve büyük ihtimalle, önceden gerekçesi hazırlanmış bir açıklaması olacak. Dolayısıyla buna yaslanarak siyasi iddiasını devam ettirebilir. 

Ruşen Çakır: Ama yaralı bir şekilde devam etmiş olur. 

Kemal Can: Elbette, ama zaten haftalardır izlediğimiz şey ne? Herkes en az riske girerek, en az hırpalanarak, ama en az tatmin edici formülün peşindeydi. Şimdi herkes kendince böyle bir formül buldu. Bu formülün bazı tarafları…

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla şöyle bir şey diyorsun: Sonra bir şeye gerekçe ya da bahane olabilmesi için, birbirinden zor birtakım şartlar ortaya konulması lazım. Bu şartlardan herhangi birisi olmadığı zaman, “ ‘Olması lazım’ dedik, olmadı, ne yapalım?” denebilecek bir durum olacak. 

Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: İstersen diğer konumuza geçelim. “Kimse siyaset konuşmuyor” diyoruz ama, senin kıta sahanlığına giren Ülkücü Hareket kapsamında, küçük çaplı da olsa bereketli bir şey var. Önce Bahçeli’nin İYİ Parti’ye yönelik, “Çağırdık dönmediniz yuvaya, yerel iktidarda komşu olalım ülke hayrına”diye bir çağrısı oldu. Buna karşılık, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Tolga Akalın uzun bir metin kaleme alarak, “Komşuluk yetmez, milliyetçi ülkücü hareketin iktidar beklentisini karşılayacak bir üçüncü yola ihtiyacımız var” diye cevap verdi. İYİ Parti’de hep böyle şeyler oluyor. Birileri bir şeyler söylüyor, ama kim olursa olsun, bu söylenenler partiyi bağlamıyor. Burada söz konusu olan kişi de partinin Genel Başkan Yardımcısı. Normalde bu pozisyondaki bir kişinin söylediklerinin partiyi bağlaması lazım. Tamam, parti sözcüsü değil ama… 

Kemal Can: Hayır, İYİ Parti’de öyle olmuyor; hiçbir şey hiçbir şeyi bağlamıyor. Bu, parti kurulduğundan beri böyle. 

Ruşen Çakır: MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın da, İYİ Parti’den gelen “Üçüncü yol” sözlerine, “Üçüncü bir siyasi yol inşa etmeye çabalamak, deniz üzerinde yürümekten farksızdır” diye reddeden bir cevap geldi. Ama bu cevap Tolga Akalın’ın çıkışı kadar etkili bir cevap değil. Aslında bu meseleyi seçimin olduğu günün ertesinde Tuğrul Türkeş dile getirmişti biliyorsun. 

Kemal Can: Evet. ‘’Milliyetçi lig’’ çağrısı.

Ruşen Çakır: Tuğrul Türkeş bir kez daha AK Parti’den milletvekili seçildi. Meâlen şunu söyledi: “Arkadaşlar, bakın ne güzel, hepimiz ayrı ayrı oy topluyoruz. Cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan da oy aldı, MHP de aldı, İYİ Parti de, aldı, Zafer Partisi de aldı. Biz neden güçlerimizi bir araya getirmiyoruz?” diyerek bir koalisyondan bahsetmişti. Şimdi bir üçüncü yol önerisi var. Bu olacak bir şey gibi değil tabii; ama yine de bunun konuşulabiliyor olması ilginç bir şey. Çünkü sonuçta şöyle bir olay oluyor: “Zafer Partisi şu kadar oy aldı, İYİ Parti bu kadar, MHP bu kadar, Büyük Birlik Partisi şu kadar oy aldı. AKP’nin içerisinde de hâlâ bir milliyetçi kesim vardır” diye düşünüp, %20’nin üzerinde, belki %30’u zorlayacak birtakım hesaplar yapıyorlar biliyorsun. Tabii olayın böyle olmadığı çok ortada. Bunu en son Millet İttifakı’nın sonuçlarında da gördük. Yani hepsini yan yana koyunca artmıyor bazen, azalabiliyor da. Ama anladığım kadarıyla bu, milliyetçilerin, ülkücü hareketin tarih boyunca yaşadığı bölünme olayından sonra… Çünkü bir ara sürekli bölündüler. MHP’den de bölündü. İYİ Parti bile bölündü. Hatta MHP kökenli olup adları çok duyulmayan birtakım başka partiler de var. 

Kemal Can: Parti olmayan bir sürü grup var. Partileşenler zaten bir 7-8 tane oldu galiba. Yani partileşme çalışmalarını da dâhil ederek, kurulmamış, ama “Parti kuracağız” iddiasının etrafındakiler. Onun dışında, partileşme sürecine girmemiş fikir çevresi, yayın çevresi şeklinde çok sayıda grup var.

Ruşen Çakır: Peki, trendin bölünmeden birleşmeye doğru gidebilme ihtimali var mı sence? Bu bana çok olacakmış gibi gelmiyor açıkçası. Hani böyle, “Her yer çöküyor. CHP de çöküyor, tek başına İYİ Parti de bir şey yapmıyor” deyip, “Türkiye’de bunun zemini de var. Zaten dünyada da milliyetçilik yükseliyor” diye düşünerek, böyle bir birleşme ihtimali olabilir mi sence? Bana pek fiiliyata geçebilecekmiş gibi gelmiyor. Çünkü bölünme meselelerinin büyük bir kısmı, fikriyattan ziyade, kişisel meseleler. Sonuçta “Birbirlerinden farklı ne düşünüyorlar?” dediğimizde, fark koyabileceğimiz çok fazla bir şey yok. Değişik dönemlerde yaşanan birtakım kırgınlıklar şunlar bunlar…

Bir de şöyle şeyler oluyor: MHP’den ilk ayrılanların bazıları geri döndü. Onlar koptuğu zaman MHP’de duranların bir kısmı da sonradan koptu. Mesela Muhsin Yazıcıoğlu ile ilk hareket edenlerin bir kısmı şu anda Bahçeli’nin yanında. İlk aklıma gelen Yaşar Yıldırım mesela. Böyle garip bir durum da var.

Kemal Can: Parti yanında zaten. Yani MHP’nin değil, Cumhur İttifakı’nın parçası Büyük Birlik Partisi. 

Ruşen Çakır: Bu “Üçüncü Yol”dan kasıt ne oluyor? AKP ve CHP’nin dışında bir yol. Böyle bir ihtimal var mı?

Kemal Can: İhtimalden önce, bu fikir nasıl bu kadar çok dile getiriliyor? Bir kere, milliyetçilik üzerinden siyaset yapan Tuğrul Türkeş gibi birtakım isimler, çeşitli çevreler, zaten milliyetçilerin toparlanmasıyla önemli bir gövde oluşacağı fikrini sık sık dile getiriyorlar. Ama senin de söylediğin gibi, sürecin, öyle bir toparlanmadan çok, daha çok atomize olduğu, daha çok bölünerek büyüdüğü bir tablo var. Büyümekten kasıt bir sayısal büyüme değil. Dolayısıyla bir çoğalma var. Ama bu çoğalma, bir kütleyi büyüten bir şey değil. Ve eğer bir milliyetçi patlamadan ya da oy tırmanışından bahsedeceksek, bunun asıl kaynağı 90’lı yıllar. Bugün de %20’ler civarında. Potansiyel olarak %30’lara gidebileceğini var saymayı bir kenara bırakıp, mevcudun üzerinden düşünürsek, %20’ler seviyesi zaten 90’larda tutturulmuş bir seviye. 

Senin “Bu ihtimal var mı?” soruna cevap vermeden önce şuna değinmek istiyorum. Bu sadece milliyetçiler tarafından alıcısı olan bir yorumlama biçimi değil; bunun çok fazla alıcısı var. Bunun nedeni üzerine iki üç şey söyleyip sonra hadiseye biraz değineyim. Burada en önemli faktörlerden biri, Türkiye siyasetinde bir süredir, özellikle son 10 yıldır, siyasetçilerin dışında, pek görmediğimiz ya da asıl fonksiyonları itibariyle görmediğimiz, ya araştırmacı ya uzman ya akademisyen diye gördüğümüz, çok derin bir danışman sınıfı var. Siyaset esnafı kadar etkili ve birbiriyle ilişkili ve aynı network’te, zaman zaman benzer dalgalar, benzer fikri iddiaları farklı veçhelerden pişirerek, kendi taraflarında canlı tutan bir kesim var. 

Siyasetçilerin esnaflaşması hikâyesinden bahsediyoruz ama, bu profesyonel siyasi danışmanların çoğu da, bu kimliklerini çok açık etmeyen, göstermeyen ya da başka kimliklerle tanıdığımız isimler. Bunların hepsi milliyetçi partilerin danışmanları değil. Mesela CHP’nin çevresinde, mesela daha sol çevrelere çalışan birtakım araştırma kuruluşlarında, akademide, iktidara yakın çevrelerde de şöyle bir şey pişiriliyor: Bu “Üçüncü Yol” tezi, temel olarak, AKP-MHP ittifakı oluştuktan sonra, iktidar cephesinin, daha önce AKP’nin sadece “muhafazakâr demokrat” ya da “ılımlı İslamcı” çizgiden “yeni bir ittifaka dönelim” düşüncesiyle, büyük sağ blokun, milliyetçilik kısmını da kendi uhdesine aldığı süreçte, siyaseti okuma biçiminde bir değişiklik meydana geldi ve böyle kendiliğinden oluşmamış bir üçüncü yola ilişkin tezler geliştirildi. Bazıları bunu sekülerizm üzerinden kurguladılar. İYİ Parti’nin ortaya çıkmasıyla birlikte, seküler bir milliyetçi damarın olduğu ve dolayısıyla, muhalefet ittifakının, bildik CHP çizgisiyle, bu seküler milliyetçi kanadın, 2018’de ve 2019’da İYİ Parti ile iyi bir ittifak sonucu alması dolayısıyla, daha seküler hatta duran milliyetçileri yanına alan muhalefetin iktidarı yenebileceği tezi ısıtıldı. Ama bunun karşı tezi de canlandırıldı. Bence son 10 yılda, AKP tabanıyla MHP tabanı, büyük ölçüde birbirine etkileyerek benzeşmeye başladılar. Dolayısıyla orada, çok zoraki bir arada duruş değil, bayağı hemhâl olmuş, birbirini etkileyen, birbirini dönüştürebilen ve birbirine çok benzeyen bir taban profili ortaya çıktı. 

Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan tablodan yine herkes şöyle kaba bir resim çıkartıyor: AKP’nin %30-35 oyu var. Diğer saçak partiler, yani Yeniden Refah Partisi, DEVA, Saadet Partisi’ni eklediğinde, %35-40 civarında bir şey tutuyor. Yüzde 20’nin üzerine çıkabilmiş bir milliyetçi blok var. Zaten CHP %25 civarında. Kürtler iyice daraltılmış durumda. HDP, o %15 barajını aşabildiği sınırın hayli gerisine, tekrar %10’lar sınırına doğru baskılanıyor. Bu resimde zaten kendiliğinden bir üçüncü kategori çıktı. Dolayısıyla, o üçüncü kategorinin… Bunun sağ versiyonu, “Kürtleri devreden çıkartın, Türkleri hesaba katmayın”. Aslında 2023 seçiminin temel tartışması da buydu. Milliyetçileri iktidar yanına alırsa, o kazanır. Muhalefet yanına alırsa, o kazanır. Yani milliyetçileri yanına alan kazanır. Aslında 3 tane blok vardır: 40-25-25. Resim bu denklem üzerinde oluştu.

Ama çok açık biçimde bu seçim ortaya koydu ki milliyetçilerin… Senin görüşüne katılıyorum; çeşitli nedenlerle olmama ihtimali çok daha yüksek. Ama olsa bile, bunun taşıyıcısı ve liderinin İYİ Parti olamayacağı iki seçimde de tescil oldu. “Milliyetçileri alacağım, merkez sağa götüreceğim ve merkez sağda toparlayarak, milliyetçi ayağı sağlam basan bir ideolojik omurgalı, ama merkez sağa yaslanan bir kitle partisi olacağım. Dolayısıyla bu çekim merkezi AKP’nin oyunun önemli bir kısmını kopartacak ve Akşener’i başbakan yapacak” iddiası sonuç vermedi. 

Bahçeli’nin yaptığı çıkışın arkasındaki nedenlerden biri, eğer böyle bir milliyetçilik, ister komşuluk, ister üçüncü yol, ister ne şeklinde olacaksa olsun, bunun liderliğinin hâlâ MHP olacağını tescil edilmesi ya da işaret edilmesi ile ilgili bir şey. 

Ruşen Çakır: Tolga Akalın’ın sosyal medya paylaşımını okuduğum zaman, İYİ Parti’ye bir davet yapılmış gibi hissetmedim. Çünkü öyle bir açık tâbir yok. Sanki şöyle bir hava var: Daha önce kurultay sürecinde olduğu gibi ayak oyunları olmadan, tekrar MHP’de buluşulacak. Bir çatı altında buluşmak, sonra da belki de MHP’de liderlik yarışına girmek gibi bir şey olabilir belki. Onun, “MHP’yi kapatın bize gelin” gibi bir şey demesi…

Kemal Can: Zaten bu çok gerçekçi bir şey değil. Hani “Kaldığımız yerden…”

Ruşen Çakır: Ben örtülü bir şekilde, MHP’nin ana karargâh olduğunu kabul ettiğini düşünüyorum. 

Kemal Can: Ama şöyle bir rezervle: 2016’ya, 2017’ye geri sararak. Ben de diyorum ki: Hem kadro anlamında hem fikri anlamda liderliği yapacak ve oraya dönerek, tekrar oradan başlayacak bir zemin yok. İki nedenle o zemin yok. 

Ruşen Çakır: O anlamda söylediği şey, belki de İYİ Parti’ye bir tuzak gibi olabilir. Ezkaza, “Tamam, gelin, tekrar birleşelim” dendiği zaman, MHP şu gücüyle seçimden galip çıktı; her anlamda. Desteklediği cumhurbaşkanı seçildi, oyunu artırdı.  

Kemal Can: Bu yüzden, böyle toplamacı bir hesapla, “Milliyetçi partileri alt alta yazalım. Alt alta yazdığımızda %25 çıkıyor. O % 25’ten de bir üçüncü yol çıkıyor”. Düz matematik böyle bir sonuç çıkartıyor. Evet, kendi başına milliyetçiler bir arada olurlarsa çok belirleyici ve kim yanına gelirse kazanacağı bir denklem değişkeni hâline gelebilirler. Bu teorik bir şey. Ama bunu oluşturmaya çalışan sadece siyasiler değil. Bunun dışındaki bazı çevreler, CHP’yi tanzim etmeye çalışan bazı çevreler, iktidarı yeni duruma uyarlamaya çalışan bazı çevreler de bunu pişiriyorlar. Bu bir okuma biçimine dönüştü. Demin anlatmaya çalıştığım bu danışmanlar network’ü böyle bir okuma yapmaya başladı. 

Bu yeni bir şey değil. Bu, 2018 sonuçlarından sonra çeşitli çevrelerde ısıtılan ve birbirlerini besleyerek argüman oluşturdukları, bir tür birbirlerine de transfer ettikleri bir okuma biçimi. Çok kabaca şöyle söyleyebiliriz: “Türkiye’nin iki temel hattı var: biri dindarlık-laiklik hattı; diğeri etnik hat, Kürt-Türk meselesi”. Dolayısıyla bu hatlarda iktidar birleşimi ve siyasi dengeler nasıl oluşacak? Asıl olarak, bu dindarlık ve laiklik hattında da milliyetçiler bu aksın ne tarafındadır? Hatta MHP’nin bile, kısmen, Mustafa Kemal ile sorunu olmaması… Yani bir tür AKP’yi İslamcılıkla yalnız bırakarak onu itmek, Kürtleri kendi etnik sınırlarına geriletmek, CHP’yi de bu yeni oluşacak sağ blokun uyumlu ortağına dönüştürecek bir formülün Türkiye’nin tek seçeneği olduğu şeklinde bir okuma var. Sosyolojiyi de böyle okuyorlar, siyasi gelişmeleri de böyle okuyorlar. Tabii bunun taşları böyle örüldüğü için, çıkan sonuçları da her biçimde bunu doğrulamış gibi yorumlama imkânı oluyor. Çünkü milliyetçiler öyle bir hatta yer alıyor ki, iki taraftalar. Muhalefeti kaybettirirken de, iktidarı kaybettirirken de, iktidara kazandırırken de, muhalefete kazandırırken de, son derece pazarlıkçı ve blok olduğu için değil, tam tersine, ayrı bloklarda farklı davranabildiği için bu sonucu alabilen bir etkili siyasi pozisyon ediliyor. Ama bu %20-25, iddia edildiği gibi %30’ları zorlayacak, derli toplu, bütünlüklü bir politik bakışı, hatta fikrî bir ortaklığı bile içermiyor.

Bu ayrışmalar, senin söylediğin gibi daha çok kadro düzeyinde ayrışmalar; ama bence fikrî alanda da çok ciddi sorun var. Çünkü milliyetçiler çok uzun bir süredir, reel politikanın gündelik imkânları ve hamleleri üzerinde fazla kayboldular ve bunun fikrî derinliğini önemli ölçüde kaybetmiş durumdalar. “Biz tam olarak neye ne diyoruz? Ne dediğimiz için milliyetçiyiz ve milliyetçiler bu konularda ne derler veya artık ne demeye başlamalılar?” gibi bir tartışmanın olduğu bir zemin yok. Dolayısıyla böyle bir çekim merkezi de yok. Dünyada ve Türkiye’de de milliyetçiliğin yükselmesini sağlayan bildiğimiz bir dinamik. Bu böyle birdenbire, milliyetçiler herkesi cezbeden çok önemli iddialar ortaya attığı için yaşanmıyor. Tam tersine, milliyetçilik reaktif şeyleri kolayca kendine çekebilen, orada birikmesine neden olan bir havuz yaratıyor. Dolayısıyla bu havuzun içerisinde küçük küçük parçalarla birlikte bir büyümeden bahsediyoruz. Ama bu, iddiaların ya da programların veya iktidar inadının sonucu değil, politik manevralardaki aktif tutumun sonucu. Bu konuda da açıkçası, Devlet Bahçeli’nin, daha önce muhalefet blokunda davranırken, daha sonra iktidar bloku ile birlikte davranırken ve sürekli eleştirildiği, hep birilerinin yancısı ya da koltuk değneği olma iddiasının ötesinde, bence çok belirleyici aktör olmayı her zaman başarabilmesini sağlayan bir şey. 

Hatırlarsan, bir dönem MHP’nin sonunu getirebileceği iddia edilen şey, aslında MHP’yi canlı tutan, 1999 sonucundan sonra, 2002’deki büyük hezimet ve 2015’teki AKP ittifakı tabloların her ikisinde de tekrar ayağa kalkmasını sağlayan ana motivasyondur. Ama bunun arkasında bir fikrî derinlik yoktu. Şu anda da, eğer milliyetçilik zemininde bir birlik oluşacaksa, MHP’nin elinden o isim hakkını ve o patronajı alabilecek ne bir çevre ne bir aktör ne de bir parti var.

Ruşen Çakır: Kemal, noktayı koyalım. “Haftaya Bakış”ı burada bitirelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İzleyicilerimize teşekkürler, iyi günler.

Kemal Can: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.