Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haftaya Bakış (207): Demirtaş açıklama yaparsa ne olur? | Leyla Zana’nın sekiz yıl sonraki dönüşünün anlamı

31 Mart Yerel Seçimleri’ne dokuz gün kaldı. Gözler İstanbul’daki seçim yarışında. Ekrem İmamoğlu ve Murat Kurum arasında geçecek yarışta neler olacak? İmamoğlu ve Kurum’u seçimden sonra neler bekliyor?

Genel ve yerel seçimler öncesi sürekli medyada, “Kandil’e askeri harekât mı istersiniz, yoksa yeni çözüm süreci mi?” sorusunu görürüz. Yazılan analizler, kulis haberler, “içeriden bilgiler” kamuoyunda sürekli paylaşılır. Mayıs seçimleri öncesinde askeri harekâtın hedefi Suriye’ydi fakat şimdi ise hedef Irak, hatta Kandil oldu. Peki Türkiye Kandil’e harekât düzenleyebilir mi?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a “emekliye zam” çağrısı yaptı. “Samimiysen gel hadi. Bu insanların yüzünü güldürelim” diyen Özel, seçimden sonra yapılacak zammın inandırıcı olmayacağını söyledi. Peki emekliye zam gelecek mi?

Çözüm sürecinden sonra siyasetten kopan ve Diyarbakır’daki köy evinde inzivaya çekilen Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Leyla Zana, Nevroz kutlamalarıyla siyaset sahnesine döndü. Zana, Kürtçe konuşmasında “Diyeceksiniz ki ‘Yine mi geldin?’ Evet yine ben geldim. Hepinizin Nevroz bayramınızı kutluyorum” dedi.

Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel Haftaya Bakış’ta değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba. İyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can ve Kadri Gürsel’le berâber, haftanın öne çıkan olaylarını ve yerel seçimleri konuşacağız. Hoş geldiniz arkadaşlar. 

Gürsel-Can: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: En sıcak gelişme ile başlayalım. Kemal, seninle başlayayım. Diyarbakır muhâbirimiz Ferit Aslan, “Selahattin Demirtaş’ın seçime iki üç gün kala bir açıklama yapması bekleniyor” diye bir haber geçti. Benzer bir haber başka yerlerde de çıkmış olabilir. Herhalde avukatları aracılığıyla sosyal medya hesabı üzerinden bir çağrı yapacak. Çünkü her seçim öncesinde böyle bir çağrı yaptı; ama sonra aktif siyâsete ara verdiğini açıkladı. Şimdi tekrar olacak sanki. Bugün saat 14.00’te yaptığım yayında da, “Selahattin Demirtaş tekrar bir şey söyler mi?” diye benzer bir soru geldi. Ben de cevâben “Dese dese, DEM Parti’ye sâhip çıkın. DEM Parti’ye oy verin” diyeceğini söyledim. Bu da çok normal bir şey. Eğer böyle bir açıklama yaparsa ve özel olarak İstanbul ve Meral Danış Beştaş adı geçerse, İstanbul’a özel bir vurgu yaparsa, o zaman hakîkaten İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun kazanmamasına angaje olmuş olur. Ne dersin? İş dönüp dolaşıp Yeniden Refah ve DEM Parti’ye bağlandı. 

Kadri, sen CNN Türk’teki “Çok Tarafsız Bölge” yayını izlememişsin galiba. 

Kadri Gürsel: Hayır, izlemedim. Olan biteni haber veriyorlar bana. 

Ruşen Çakır: O zaman kısaca anlatayım sana. Olay şu: Kamuoyu araştırmacısı Hakan Bayrakçı yayına Zoom’dan bağlanıyor. Onun verdiği rakamlara göre Ekrem İmamoğlu ankette iki, üç puan ile önde.

Kadri Gürsel: “Stüdyo buz kesti” haberi bu, değil mi? 

Ruşen Çakır: Abdülkadir Selvi, “Bu para sayma görüntüleri, Ekrem İmamoğlu’nun vaatlerini hatırlamaması hiç mi etki etmedi?” diye soruyor. Melik Yiğitel de bir şey söylüyor. Ahmet Hakan, “İYİ Parti’den, DEM Parti’den CHP’ye yönelim var. Yeniden Refah Partisi’nden Murat Kurum’a neden yönelim yok?” diyor. Böyle garip bir durum. Yönelim meselesi.

Kadri Gürsel: Ama sen bu iki konuyu birlikte söyleyerek Kemal’i yönlendirmiş oldun.

Ruşen Çakır: Evet. Yönlendirmiş oldum. Zâten Kemal’in ne diyeceğini biliyorum. 

Kadri Gürsel: “Oylaryönlenmiyor” diyerek bunu da Demirtaş’a bağlayacaksın. Konuyu oraya getiriyorsun.

Ruşen Çakır: Evet. Öyle yapıyorum.

Kemal Can: Konuya senin girdiğin yerden başlayayım; o zâten bir süredir kampanyanın ekseni. Erdoğan da o topa girdi hatırlarsan. DEM Parti meselesine temas edip, Burcu Köksal’ın söylediklerini hatırlattı. Şu anda iktidar tarafı, ağırlıklı olarak AK Partili isimler ve medyası, DEM’in kimi destekleyeceğini değil de kendi varlığı ile tutunması üzerine kurulmuş durumda. Senin söylediğin gibi, DEM ve Yeniden Refah Partisi, iki blokun blok içi belirleyici aktörü konumuna gelmiş durumdalar. Muhâlefet blokunda DEM Parti kendi oyunu ne kadar tutacak ve CHP’nin adaylarına, özellikle de İstanbul’da İmamoğlu’na ne kadar oy geçirecek? Öbür tarafta da Yeniden Refah, senelerdir söylenen çözülmeyi ne kadar tutacak ve oyların Murat Kurum’a gitmesini ne kadar önleyecek? Bütün denklem bunun üstüne kuruluyor. Dolayısıyla, burada Kürt seçmeninin kendi tercihleri, Hakan Bayrakçı’nın CNN Türk yayında anlatmaya çalıştığı şey şu: Yavaş yavaş son haftaya girildiği için, seçmenin, seçilebilecek aday etrâfında bir toparlanmaya yöneldiği ve İYİ Parti ile DEM’den İmamoğlu’na doğru akışın biraz daha arttığı yolunda bir değerlendirme yapıyor. Onun üzerine Ahmet Hakan da, “Burada bir toparlanma varsa karşı tarafta neden olmuyor?” diye soruyor. Aynı şeyin o tarafta da olması beklenir. Böyle bir hikâye. 

Senin söylediğin konuya gelirsek: Demirtaş her seçimden önce hapishâneden seçim süreçlerini etkileyen etkili aktör vasfını koruyacak çıkışlar yaptı. Onun açıklamaları seçmeni ne kadar etkiler? Araştırmalara bakmak lâzım; ama her seçimde de belirleyici faktörlerden birisi oldu. Dolayısıyla bu seçimde söylediğin ihtimâlin olmaması da bir seçenekti. O da bir şeyi anlatacaktı. Demirtaş bu sefer tavırsız kalsaydı da bir anlamı vardı. Net bir tavır açıklarsa da bir anlamı var; o tavrı açıklarken, doğrudan bir hedefi işâret edip etmeyeceği, daha genel bir tabloya gönderme yapması da başka bir anlamı ifâde edecektir. Görünen o ki, seçimin son haftasına girerken, iki blokta da mümkün olan azamî toparlanmayı sağlamak ve asıl olarak kazanma ihtimâlini ya da kaybetme riskini göstererek… Çünkü ‘”Kazanıyoruz” havasını vermek kadar, “Kaybediyoruz” havası da seçmenin toparlanmasında belirleyici bir faktördür. Her zaman pozitif tavırla etkilenmez seçmen.

Ruşen Çakır: Pazar günü Atatürk Havalimanı’nda Erdoğan miting yapacak. Orada göreceğiz hangisini söyleyeceğini. 

Kemal Can: Bu açıdan, DEM Parti’nin akışını hızlandıracak ya da yavaşlatacak bir hamlesi olabilir. İlâveten, İYİ Parti seçmenini de etkileyecek bir şey olur. Demirtaş’ın açık bir tavır alıp almadığı, Kürt oylarının belirleyiciliğinin ne kadar önemli olduğu tartışması, başka oyları da etkileyebilen bir şey aslında. O yüzden, bence sâdece İmamoğlu oylarında değil, diğer parçaların oylarında da bir etki yaratabilir.

Ruşen Çakır: Osman Nuri Kabaktepe’yle yaptığım yayında, DEM’in İstanbul’da pek bir kampanya yapmadığını söyleyip, biraz sitem etti. Ben de ona, “CHP’liler de Yeniden Refah Partisi’nden şikâyet ediyorlar. Onlar da ‘Yeniden Refah Partisi seçime giriyor, ama biz görmüyoruz’ diyorlar” dedim.

Kadri Gürsel: Ben Yeniden Refah’ı her yerde görüyorum. Afişleri, pankartları her yerde var.  

Ruşen Çakır: Sonuçta DEM Parti’yi de görmek isteyen görüyor. 

Kadri Gürsel: Ben DEM Parti’yi göremiyorum. Görmek istiyorum, ama göremiyorum.

Ruşen Çakır: Çünkü onlarposterlere, afişlere yatırım yapmak yerine, daha çok sâhada kendi kitlelerine, belli mahallelerde, gettolarda yaşayan kişileredaha kolay ulaşıyorlar. Meselâ İstanbul’da Nevruz yaptı. Orada seçmenini topladı. O, başlı başına bir kampanya. Sonuç olarak, baştan beri olay İstanbul’da dönüyor. İstanbul’da da herkes kendi gücünden ziyâde, karşı tarafa kaybettirebilecek insanları gaza getirmeye çalışıyor. Birtakım tescilli iktidar yandaşlarının, “Ey Kürtler! Neden oylarınıza sâhip çıkmıyorsunuz?” dediklerini görüyorum. Düne kadar Kürtler’e selâm verenleri bile vatan hâini îlân edenler, şimdi “Kürt Dostlarım! CHP size ne verdi?” diye acayip şeyler söylüyorlar. Bu sözleri dinleyip de oyunu değiştirecek bir Kürt seçmen olduğunu sanmıyorum. Kendi gücüyle kazanmaktan ziyâde, karşı taraftakilerin başkaları eliyle kaybetmesi için çalışıyorlar.

Kadri Gürsel: Ülkedeki siyâsî dengeler tarafları buna mecbur ediyor. Hiç kimsenin öz gücü bu şartlar altında kazanmaya yetmiyor. Demirtaş’ın yapacağı açıklama ne olabilir? “Ne olamaz?”ı düşünmek daha kolay. Böyle bir açıklama yaparsa göreceğiz. Herhalde Abdullah Öcalan gibi, “Seçimleri boykot edin” çağrısı yapmayacaktır. Öcalan’ın mektubunu okutmuşlardı zamânında. “CHP’ye, İmamoğlu’na oy vermeyin. Seçimleri boykot edin” demişti. Meâlen bunu söylemişti. Demirtaş’tan böyle bir şey beklenemez. Ama çok ortadan bir yerden de konuşabilir. Fakat bugün için İstanbul’daki Kürt seçmenin oyunu CHP adayına vermeyip onun yerine DEM adayına vermesi de bir tavırdır, İmamoğlu’na vermesi de bir tavırdır, hiç sandığa gitmemesi de bir tavırdır. 

Ruşen Çakır: Murat Kurum’a oy vermesi seçeneğini dile getirmedin.

Kadri Gürsel: Ben bu seçeneği dışlıyorum. Öyle bir seçenek olduğu kanaatinde değilim. Kürt hareketi her zaman, her seçimi kendi varlığını ve gücünü teyit etme vesîlesi olarak kullanmıştır. Kazanma ihtimâli yoksa bile, nerede olursa olsun % 2-3-4-5 her neyse, oradaki varlığı tescil etmek ve bunun üzerine siyâset yapmak için kullanmıştır. Dolayısıyla, Kürt seçmeninin sandığa gitmesi önemlidir. Meselâ 2023 seçimlerinin ikinci turunda, Kılıçdaroğlu’nun vahim hatâları yüzünden Kürt seçmen yeterince sandığa gitmedi. Seçimlerin kaybedilmesi açısından, neyi götürüp neyi getirdiği hesâbı yapılırsa, durum budur. 

Başak Demirtaş’ın İstanbul adayı olma çıkışı Kürt hareketi tarafından münâsip görülmedi. Kürt hareketi, Başak Demirtaş üzerinden Selahattin Demirtaş’a güç aktarımı yapmak istemedi. Özellikle Kürt hareketinin düz ovada olmayan, dağda olan kesimi, Demirtaş’ın güçlenmesini istemedi. Kısa bir süre olmasına rağmen, yine de köprünün altından sular aktı. Bahsettiğin “Stüdyo buz kesti!” haberini gördüm. Haberi gördüm, ama bir okur olarak ilgimi çekmediği için pek bakmadım. Sen iyi bakmışsın. Oylar neden kaymıyor? Bu konuda konuştuk aslında. Belki pazar günkü mitingde bazı “müjdeler” verecek olabilir; ama şu âna kadar heyecan yaratılamadı. AK Parti’nin iktidâra gelmesinden beri benim gördüğüm en heyecansız seçim bu. 2007’deki cumhurbaşkanlığı referandumu da böyleydi. “Cumhurbaşkanını halk mı seçsin Parlamento mu?” seçimi de böyle heyecansızdı. Katılım da çok düşük olmuştu. Tabiî o referandumdu. Bu, en heyecansız seçim ve iktidar da Erdoğan da bu seçimi heyecanlandıracak bir şey yapamadılar henüz.

Ruşen Çakır: Konuyu sabote edeyim mi? Levent Gültekin: “Erdoğan rahat kazanacağına çok emin olduğu için bu seçim çok heyecansız” demiş.

Kadri Gürsel: Öyle mi? Yumuşamıştır belki. Yumuşayarak kazanmayı tercih ediyordur. Belki de o sâyede kazanacaktır. 

Ruşen Çakır: O kadar emin olsa günde ortalama iki miting neden yapsın? Artık sağlık sorunları olan birisi. Çok fazla dolaşıyor.

Kadri Gürsel: Verdiği mesajlar da: “Bunlara teslim etmeyin”. Ricâ ediyor. 

Ruşen Çakır: Her gittiği yerde, “İstanbul’daki hemşerilerinize söyleyin, Murat Kurum’a oy versinler” diyor. Erzurum’da da, Isparta’da da söyledi. Her gittiği yerde asıl mesele hep İstanbul.

Kemal Can: Bu aslında çok önemli bir söz. “İstanbul’u alan, Türkiye’yi alır” sözünün düzeltmesidir bu. Geçen haftaki yayında da konuştuk ya, hattâ Kadri de, “bağlantısının koptuğu”nu söyledi. Artık “İstanbul’u alan, Türkiye’yi alır” denklemini bozan şey, sürükleyici olan, “Taşra dinamikleri mi büyük kent dinamiği mi?” meselesi. Eskiden bu dinamiği taşıyan şey İstanbul’du; kanaat olarak taşrayı besleyen bir şehirdi. İstanbul’daki genel eğilim ne ise orayı etkiliyordu. İlk başlarda AK Parti’yi AK Parti yapan dinamik, daha aktif nüfusun, büyük kentlerdeki “orta sınıf” diye tâbir edilen tabanın taşrayı itmesiydi. O, muhâfazakâr kalıpları genişleten bir şey. Şimdi tam tersi işliyor ve yardıma çağırıyor. Bu İstanbul’un “yerli-millî” tökezlemiş kesimine bir tür kan takviyesi yapıyor.

Kadri Gürsel: Bunu 2014 senesinde Mustafa Sarıgül de yaptı. Mustafa Sarıgül İstanbul kampanyasını Erzincan’da, Sivas’ta ve taşra illerinde miting yaparak yürütüyordu. Kazanamadı. 2019’da İmamoğlu da benzer yöntemlere başvurdu. Evet, bu, hemşericilik bağları, âile ve akraba bağları üzerinden etkili oluyor.

Kemal Can: Bu kötü bir şey, siyâseti bozan bir şey. Dinamik unsurları değil, tutucu unsurları siyâsetin belirleyicisi hâline getiriyor.

Kadri Gürsel: Doğru. Ama ben taşranın İstanbul üzerinde hiçbir şekilde etkili olmayacağı kanaatindeyim. Devlet ve kaynakların nasıl bölüşüldüğü, kamu kaynaklarının kimlere dağıtıldığı çok etkili oluyor. Bu, ekonomi politiğiyle alakalı.

Ruşen Çakır: Kimileri “Bütün işâretler yeni bir çözüm sürecini gösteriyor” diyor. Leyla Zana’nın söyledikleri, Selahattin Demirtaş’ ın “Sayın Erdoğan muhâtaptır” açıklamaları… 

Kadri Gürsel: Evet, biliyorum. Onlardan haberim var çok şükür. Altında ateş olan duman konusundan mı bahsediyorsun?

Ruşen Çakır: Ben sana soruyorum. Bilmek istiyorum. 

Kadri Gürsel: Ben böyle bir ateş olduğu kanaatinde değilim. 

Ruşen Çakır: Ben de değilim de, sana soruyorum.

Kadri Gürsel: Duman efekti yaratılıyor. En başta, bu iktidârın Kürt sorununa yaklaşımına bakmak lâzım. Hep oportünist, hep fırsatçı ve Kürt sorununu kullanmak, kendi siyâsî çıkarları açısından araçsallaştırmak için yaklaştı. Bu hep böyle oldu. Seçimleri rahat geçmek için çatışmasızlık dönemleri programlandı. Seçim kazanmak için de çatışma dönemleri programlandı. Şimdi ortada çatışacak kimse yok. Çatışmanın ekseni, Türkiye’nin dışına kaydı. Kürtler Türkiye’de yaşıyor, ama sorunun sıklet merkezi artık Irak’ın kuzeyi ve Suriye’dir.

Ruşen Çakır: Orada da Kandil’e harekât söylentileri var.

Kadri Gürsel: Bir taraftan Kandil’e harekât söylentileri var, ama iktidârın bu yaklaşımı ve Suriye politikası nedeniyle –teşbihte hatâ olur, tek eşli bir evlilikti bu– Türkiye kendi Kürt sorununu yedi kocalı Hürmüz’e çevirdi. Bunların kocaları İran, Erbil, Süleymaniye, Irak, Washington, Rusya. Uluslararası oldu. Öteden beri bunu söylüyorum: 2016’dan beri Rusya ve Amerika’nın Suriye’ye müdâhil olması ve Türkiye’nin izlediği fevkalâde yanlış politikalar sonucunda, PKK’yı Amerika’nın kucağına oturtması sonucunda gelinen nokta, uluslararasılaşmış bir Kürt sorunudur. Dolayısıyla Kürt sorununda ateşkes mi olacak? Öyle olur, değil mi? Çatışmasızlık dönemi olur. Kuzey Irak’taki PKK ne yapacak peki?  Silâhları ile YPG’ye mi katılacak. Suriye’ye mi geçecekler? Bu nasıl olabilir? Türkiye’de şu anda çok somut ve tehditkâr bir terör aktivitesi yok. Terörizm yok. Bunu kabul etmek lâzım. Gizlenen bir terörizm de yok. Sansür altında bir şeyler de olmuyor şu an Türkiye’de. 2013’te Nevruz’da Öcalan’ın açıklamasının okunması ile resmen başlayan barış ve çözüm süreci, daha sonra Eylül 2013’te –topu topu yedi ay sürdü bu çözüm süreci– somut ve güven artırıcı adımlar atılmadığı gerekçesiyle, PKK, Türkiye’den güçlerini çekmeyi askıya aldı. Orada bitti o iş.

Şimdi Türkiye’nin içinde sorunun çözümü için kim, ne adımı atacak? Bir af mı îlân edilecek, ne olacak? Bu belli değil. İkincisi, Türkiye sorunu kendi öz gücü ile çözmeye kalkarsa, az önce bahsettiğim Yedi Kocalı Hürmüz müdâhil olacak. Çünkü bir tarafta Amerika var. Amerika, Kuzey Irak’ta meydana gelen gelişmelerden, Suriye siyâsetinin nasıl etkileneceğini bilmek isteyecek. Üzerine daha büyük bir yük kalacak. Ankara ve Erbil arasındaki ilişkiler, petrol ve PKK konusudur. Petrolde ortaklık var. PKK’yı da idâre ediyorlar berâber. Süleymaniye’nin, KYB’nin (Kürdistan Yurtseverler Birliği) alanı ise İran nüfûzu altındadır. İran açısından, Türkiye üzerinde kaldıraç ve güç etkisine sâhip olmak kadar, İran’dan motosikletiyle çıkan bir devrim muhâfızı ya da Kudüs Gücü üyesinin Beyrut’a kadar gidip gidemeyeceği meselesidir. Kara bağlantısı meselesidir. Ayrıca Sincar konusu da var. Bütün bunlar çok ciddî olarak iç içe geçmiş olan konulardır. Türkiye “Kürt sorununu çözüyorum” diye yola çıksa, istemezlerse çözdürmezler Türkiye’ye. O tren kaçtı. 

Kürt sorununda en büyük korkum, Türkiye’nin yeni bir terör tehdidi altına girip girmeyeceği meselesidir. Böyle bir tehdidin olup olmadığını şu an için bilmemizin imkânı yok. Ukrayna savaşını yakından izleyenler, orada gördüğümüz çok etkili yeni askerî taktiklerin, terörist örgütlerin elinde, devletlere karşı asimetrik savaşlarda son derece can yakan ve etkili yöntemler olarak yakın bir gelecekte kullanılabileceğini öngörürler. Bu, konumuzun dışında, ama bunu da bir dipnot olarak belirtmiş olayım.

Ruşen Çakır: İktidar çevrelerinde, “İstanbul’da Murat Kurum’un kazanması için yardımcı olun. Sonra bakarız. Kayyum atamayız. Her yere hemen kayyum atamayabiliriz. Belki Selahattin Demirtaş ve diğerleri için mahkeme ve AİHM kararlarını uygularız” gibi pazarlık görüntüsü vermeden, “Hele bir bakalım siz bizim işimize yararsanız tabiî ki bir şeyler yapmayı düşünürüz” dışında bir şey görmüyorum açıkçası. Gizli pazarlık varsa da, şu andaki iktidar koalisyonunun karşı taraf ile çok bağlayıcı bir ilişki içine girmesini de hiç beklemiyorum.

Kemal Can: Evet,Kadri’nin de söylediği gibi, neye karşılık ne verileceği önemli. Bir pazarlık masasından bahsediyorsan, pazarlıkta alacak-verecek meselesinde dışarıdan da görülebilen bir resim oluşması lâzım. Aslında bu hikâyenin özü şuraya gidiyor. Bu, ekonomide de böyle, çeşitli toplumsal meselelerde de böyle. Bunu piyasa örneğiyle vereyim. Borsa ya da piyasalar ne kadar sığ ise spekülasyonlar ve sâdece beklentiler o kadar etkili olur. Birisi bir lâf dediğinde birdenbire büyük bir çalkantı çıkar ya da birdenbire birtakım hisseler fırlar. Para da kazanılır; her zaman kayıp da olmaz. Şimdi siyâset de o kadar sığlaşmış durumda ki, çok temel meselelerde bile sâdece beklenti satılarak siyâset yapılıyor. Biraz önce senin söylediğin şey de o: “Bu, konuşulsun, ihtimal olarak var olsun, bu ihtimâli satarak siyâset yapalım” şeklinde davranılıyor. Çünkü bâzı konuların çözüm adımları önemli kararlılık ve bâzı riskleri göze almayı gerektiren şeyler. Ama beklenti satmak çok kolay bir şeydir. Tıpkı, “Bekleyin, ekonomi düzelecek. Biz dünyada çok etkili bir lider ülke olacağız” beklentisini hiçbir mâliyet olmadan nasıl satabiliyorsan, tam zıddı şeyleri on yıldır yürürlükte tutmasına rağmen, “Yaparsa bu yapar. Çözüm sürecini başlatabilir isterse” diye düşünenler çıkabilir. Senin biraz önce verdiğin kulis bilgisinde olduğu gibi, “Eli çok rahat, onun için bunu da yapar” diyenler çıkabilir. Bu, siyâseten kolay satılır bir mal.

Ruşen Çakır: Ama Kürt seçmen bunu pek yemiyor sanki. 

Kemal Can: Yemiyor. Ama sonuçta işliyor. Zâten Kürt seçmeni satın almak için yapılan bir şey değil bu. Kürt seçmenin bu kadar sürecin sonunda geldiği ve kilitlendiği nokta, “Peki tamam da biz bundan ne alacağız? Bizim için ne yapılıyor, ne söyleniyor?” sorusu. Artık somut adımlar bekliyorlar. Kayyum meselesinde, “Belki kayyum atamayabiliriz” beklentisini satmak yerine, buna yasal düzenleme yapmalılar meselâ. İkinci bir nokta, çözüm süreci için iç politikada şöyle bir perspektiften bakmak gerekiyor: “Çözüm süreci ne için lâzımdı? Hangi koşullarda, ne işe yaradığı için gündeme geldi? Neden bitti? Şimdi yeniden başlaması için benzer şartlar var mı? Benzer bir gerekçe var mı? Benzer bir fayda var mı?” Her taraf için de söylüyorum bunu.

Ruşen Çakır: Yaniartık Erdoğan’ın böyle bir şeye ihtiyâcı yok mu diyorsun? 

Kemal Can: Eğer varsa bunun cevâbını bulmamız lâzım. “Yeni bir çözüm başlar mı?” sorusuna cevap arıyorsak, bunu başlatacak aktörlerin, geçerli gerekçeleri olup olmadığına bakmalıyız. Türkiye’de medya bir süredir bu sığ siyâset yüzünden, lâflar ve geçici pozisyonlar üzerinden okuma yapmaya çalışıyor. Sığlığı devam ettiren bir şey bu. “Çözüm süreci mecbûriyet olarak var” ya da “Çözüm sürecinin bu iktidâra şöyle bir faydası var” veya “Buna mecbur”. Hani MHP’yi dışarıda bırakacağı söyleniyor ya.

Ruşen Çakır: Tam bunu soracaktım. Bu soruyu Kadri’ye sorayım. Bahçeli çözüm sürecini engellemek için “Bizi bırakma” demiş. Asıl murâdı, Erdoğan çözüm sürecine giderse Bahçeli’yi devre dışı bırakacakmış, bunu engellemek için yapmış.

Kadri Gürsel: MHP açısından durum: Gerçekten Cumhur İttifâkı ballı börek. Hiçbir siyâsî sorumluluk almıyor ve tüm kadrolarını devlete yerleştirdi.

Ruşen Çakır: Son seçimde aldığı oy da bayağı iyiydi, değil mi?

Kadri Gürsel: Geleneksel olarak var olduğu bakanlıklarda gücünü daha da artırdı. Artık MHP gerçekten iktidarda umur görmüş bir parti hâline geldi. Çok ciddî mânâda kamu kaynaklarından istifâde eder hâle geldiler. Bu da hiçbir siyâsî sorumluluk almadan, ülkenin yanlış pay edilen zenginliklerine ortak olmaktı. Çok kârlı, çok elverişli bir durum. Bunun ilelebet sürmesi için de MHP’nin bu Cumhur İttifâkı denen atipik, tuhaf koalisyonda bir varlık gerekçesinin olması gerekiyor. Bir meşrûiyet gerekçesi lâzım. O da PKK ve FETÖ ile mücâdele, yani devletin bekası. Şimdi ben, “Bahçeli’den bir şey beklerim” diyeceğim, ama şu anda AKP iktidar cenâhından konuşan hiç kimse yok. İktidar cenâhından yazan çizen ve bu konuyu gündeme getiren bir hareket, bir mobilizasyon göremiyoruz. Düğmeye basılıyor, o zaman oluyor bunlar. Böyle bir şey yok. Bir tek Leyla Zana var. Leyla Zana da 2012’de bu sürecin resmîleşmesinden önce, “Çözerse Erdoğan çözer” minvâlinde bir açıklama yapmıştı. Aradan geçen 14 senede ne gördük? Çözebildi mi Erdoğan? Çözemedi. Ondan sonra randevular istedi. 2014’te ve 2016’a galiba görüştü yanlış hatırlamıyorsam.

Ruşen Çakır: Evet. 8 yıldır ortada yoktu Leyla Zana

Kadri Gürsel: Leyla Zana târihî bir figür, sembol bir isim. Ama burada yaptığı açıklamanın siyâsî ve târihsel bir bağlama oturduğunu söyleyemem. Ortada bir çözüm bağlamı yok. Eğer mesele sorunu çözmekse, Kürt hareketinin, bu sorunun bir otokrat tarafından, bir otoriter rejim zemininde ve otoriterleşme zemininde çözülemeyeceğini, çözülse bile bu çözümün bir çözüm olmaktan ziyâde bir ayrışma olacağını, bu ayrışmanın da kimseye fayda getirmeyeceğini görecek kadar tecrübe, bilgi ve erdem biriktirmiş olması gerekir. Bu hareketin içinde konulara böyle târihî bir vizyonla bakan bir kişi varsa olur. Ama yok işte. Kemal’in ve senin de söylediğin gibi, “Kayyum atamayız. Onu biz biliriz, siz şimdi bunu yapın, bakarız”la olmuyor bu iş. 

Leyla Zana Nevruz alanını dolduranlara “Hazır mısınız barışa?” diye soruyor. “Evet” diyorlar. Tamam, güzel. Prensipte bu soru her zaman sorulur ve alınacak cevap her zaman bellidir. Özellikle Leyla Zana’nın şahsında konuşuyorum. “Çözerse Erdoğan çözer” önermesinin, tespitinin ne kadar yanlış olduğunu, târihsel olarak içinin boş, anlamsız ve saçma olduğunu defalarca yaşayarak görmüş olması gerekirdi. Aynı derede tekrar yıkanalım mı? Hadi yıkanalım. Yıkanamazsın aynı derede tekrar. Böyle bir şey olmayacak. 

Kemal Can: Bir şey söyleyeceğim.

Ruşen Çakır: Bahçeli konusuna da cevap vereceksin ama.

Kemal Can: Tamam, Bahçeli’ye de cevap vereceğim. Aslında Demirtaş da, “Muhâtap varsa Sayın Erdoğan’dır” diye benzer bir şey söyledi daha önceki açıklamasında ve ona da dikkat çekildi. Bu mesele tabiî ki Kadri’nin dediği perspektiften de okunabilir. Ama şu taraftan da okunabilir: “Çözerse Erdoğan çözer” lâfını ileri sürmek, “Çözülmüyorsa, o çözmüyordur” anlamı da üreten bir şey. Leyla Zana’nın o bağlamda kullanıp kullanmadığı ayrı bir konu. Ama Selahattin Demirtaş’ın öyle kullandığını düşünüyorum açıkçası. Biraz önce Kadri, “AKP konuşmuyor, Erdoğan hiç konuşmuyor” dedi. Hattâ Erdoğan sürekli konunun etrâfından dolaşıyor. 2023 seçimlerinde de aynı temalar dolaşımdaydı.

Kadri Gürsel: Leyla Zana’nın kürsüye çıkarılması rastlantı değil. İstenmiş bu.

Kemal Can: Ama bir taraftan da elini zorlaştıran bir şey. “Evet, çözersen sen çözersin” diyerek harekete, hamleye zorlayan bir tarafı var. Dolayıyla ben meselenin biraz bu perspektiften gündem hâline getirilmeye çalışıldığını düşünüyorum. Ama bunun pratik seçimle ilgili kullanımı ise çok pragmatik bir zeminde devam ediyor.

Ruşen Çakır: Bahçeli meselesine gelelim: Bahçeli’nin o sözlerini dinleyince… Yani bunca yılın ülkücü hareketi. Tamam, ittifaklar yaptı, koalisyonlar yaptı; ama hep kendini kurtarıcı olarak görmedi mi? Orada Erdoğan’a atfedilen kurtarıcılık misyonu sınır tanımayan bir şeye girmiş gibi geldi bana. Bahçeli birçok konuda birçok şey söylüyor. Bunların çoğu unutuluyor. Zâten dinler dinlemez, “Hep konuşur böyle” diyenler de oluyor. Ama bu haddinden fazla bağlayıcı bir şey değil mi Kemal? Ülkücü hareketin târihinde böyle bir şey var mı? Meselâ Türkeş, Demirel’le koalisyon yaptığı zaman ya da MÇP olarak Refah Partisi ile berâber girdiği zaman, aslında hep “Patron benim“ havasında değil miydi? Onlara hak ettiği önemi atfetmeden yer almış bir hareket diye biliyorum ben. 

Kemal Can: Evet öyle. Ama bir yandan, Bahçeli’nin 2015 dönemecini gerekçelendirirken ve daha sonra 2018 seçiminde, bu iktidar ittifâkının ana mottosu haline getirdiği beka dâvâsının önceliği, başka bir siyâsî pozisyonu ifâde ediyor. Bence AKP ile MHP’nin birlikteliği, bir siyâsî ortaklık ve çıkar birliği; kimin ne aldığı gibi bir pencereden okunabilir, tartışılabilir. Böyle tarafları da var, böyle gerilimleri de var. Ama bunun dışında bir muhtevâsı var. O yüzden ben bu koalisyonun çok acayip, atipik ve hiç görülmemiş bir şey olmadığı kanaatindeyim. Biz, İslâmcı hareketle milliyetçiliğin ayrışan tarafları hakkında, kaynakları, başlangıç noktası ve kadroları açısından çok farklı noktalar olduğunu biliyoruz. Ama bir de Türkiye’nin şöyle bir hakîkati var: Soğuk Savaş’la birlikte biçimlenen, anti-komünizmle toparlanmış milliyetçi, mâneviyatçı bir çoğunluk fikrinin, Tayyip Erdoğan’ın da idolü olan, pek çok ülkücü için de ajitatif bir referans teşkil eden Necip Fazıl’ın temsil ettiği bir çoğunluk fikri var. 12 Eylül’ün îcat ettiği Türk-İslâm sentezinin şu anda organik bir versiyonuyla karşı karşıyayız biz. O, sentetik bir versiyondu ve olmamıştı. 

Şu anda Bahçeli tarafından Erdoğan’ın kurtarıcı olarak lanse edilebilmesini mümkün kılan şey, ideolojik olarak sorunsuz biçimde bunu iddia etmesine neden olan şey, aslında milliyetçiliğin ve devletin de parçası hâline geldiği bu organik koalisyonun, taban desteğini sağlamak için hâlâ çok güçlü bir aktör olarak Erdoğan’ın varlığına ihtiyaç duyması. Tıpkı şimdi muhâlefette bütün bu süreci durduracak aktör aranıyorsa, iktidar tarafında bunun bulunmuş aktörü var. MHP Kongresi’nde Türkiye için bir beka sorunu olarak işâret ettiği Erdoğan’dan –2004 ya da 2006 kongresiydi sanırım– daha sonra, 2016 ya da 2018’de, Erdoğan’ı desteklemenin bir mecbûriyet olduğuna işâret eden Bahçeli’ye getiren şeyin içerisinde bir tutarlılık var. Beka dâvâsı penceresinden bakılınca görülen tutarlılığı da göz ardı edemeyiz. Bu iktidârı târif ederken, siyâsal İslâmcılığın tek başına kullanılmasında problemli gördüğüm bir şey var. Çünkü siyâsal İslâmcılığın belirleyici vasıflarından birisi, ama buradaki milliyetçiliği yok ya da bir yan unsur olarak göstermeye neden oluyor — ki bence eksik bir şey. O yüzden fazla şaşırtıcı bulmuyorum, kendi içinde bir tutarlılığı var.

Ruşen Çakır: Biraz da ekonomi konuşalım. Sen de emeklisin değil mi Kadri? Kemal ve ben emekliyiz.

Kadri Gürsel: Evet, emekliyim. Burada üç emekliyiz. Ama hakkımızda tuhaf benzetmeler yapabilirler, o yüzden keşke sormasaydın. Görüşlerime dâir, benim emekli olup olmadığımın hiçbir anlam ve önemi yok bu tartışmada. 

Ruşen Çakır: Ama oy tercihlerinde etkili olmayacak mı emeklilerin aldığı az maaş? 

Kadri Gürsel: Elbette olacak.

Ruşen Çakır: Türkiye’de o kadar hayat pahalılığı, enflasyon var. Bu seçimin ekonomi üzerinden gittiği yer emekliler oluyor. Erdoğan, çok ilginç, açık açık “Yapamayız” dediği için böyle oldu. Üstünü örtseydi, geçiştirseydi, belki bu kadar konuşulmazdı.

Kadri Gürsel: Eski pırıltısı yok Erdoğan’ın. Eski cevvâliyeti yok. 

Ruşen Çakır: Çünkü çok rahat.

Kadri Gürsel: Hep yumuşadığı için oldu bunlar. Yumuşamasaydı, belki cevvâliyeti koruyacaktı.

Ruşen Çakır: Bu promosyon meselesi can havliyle yapılan bir açıklama; ama beklentileri karşılama ihtimâli yok. Onu daha önce de konuştuk, yine konuşacağız. Boş tencerenin iktidar götürmediğini gördük, ama sen ne dersin? Bir de şöyle bir mesele var — kimileri önemsemiyor, ama ben önemsiyorum: Yeniden Refah’ın, böyle alanlarda etkili olma ihtimâli var. Maaşından şikâyetçi olan emeklinin kaçışını sağlayacak parti olabilir.

Kadri Gürsel: Muhâfazakâr, dindar, mütedeyyin ya da Millî Görüşçü –AKP’yi katarak söylüyorum– siyâsal İslâmcı tabandaki insanların tepkisini, vicdânı zedelenmeden, yaralanmadan oy gösterebileceği bir oy adresi olarak belki Yeniden Refah burada rol oynuyor olabilir. Türkiye’de 15 milyon 800 bin emekli var. Çok yüksek bir rakam. İktidarın tercihleri hiçbir zaman emeklilerden yana olmadı. Emeklilerin aldığı maaşın reel satın alma gücü hep eridi, hep eridi. 2018’den beri ucu açık. Neredeyse beş yıldır devam eden bu ekonomik darboğaz ve ekonomik sıkıntı ile –bâzıları buna kriz demiyor çünkü üç çeyrek üst üste küçülmesi lâzımmış ekonominin– ülke nüfusunun çok büyük bölümünün ekonomisi küçülüyor. Kaç çeyrektir küçülüyor. Türkiye’de artık böyle bir ayrışma var. Bunu iktidârın ekonomi politiği sağlıyor. Ama emekliler bunun hâricinde tutuluyor. Belki burada bir hatâ yapıldı. Fakat kaynakların nasıl kullanılacağı, kimlere aktarılacağı konusunda kendi rejimini konsolide eden bu iktidar, maalesef ekonomi politikasında yüklendiği sınıfı bitire bitire gidiyor. Orta sınıftan bahsediyorum. Bu politikanın gerçekten sürdürülebilir bir tarafı yok. KDV oranlarını artıracaklar. KDV oranlarını artırdıkça alım gücü azalacak. Bu gerçekten büyük bir sorun. İktidârı cezâlandırma eğilimleri, yerel seçimlerde seçmeni açısından daha risksiz bir biçimde, daha rahat hissedebileceği şartlarda gerçekleşebilir. 

Ruşen Çakır: 2009’da böyle olmuştu. Küresel kriz zamanlarındaki ilk yerel seçimde ciddî bir darbe almıştı AK Parti.

Kadri Gürsel: Evet. O zamanki oyu bugün yakalasa zâten MHP’ye de ihtiyâcı kalmaz. Oyu 43’e düşmüştü. Belediye meclisleri oylarını göz önüne alırsak, 2009’da 43’e düşmüştü. Bir önceki seçimde, 2007’de yüzde 47 civârındaydı; dört beş puan kaybetmişti. Ama o zaman ekonomi %8-9 küçülmüştü. Uluslararası mâlî krizin Türk ekonomisine ânî şok etkisi oldu.

Ruşen Çakır: Aslında2019 seçimi de bir anlamda öyle. 2018’de seçilen Erdoğan’ı 2019 yerel seçiminde, en azından büyükşehirlerde cezâlandırdılar.

Kadri Gürsel: 2019 seçiminde,net olarak İmamoğlu’na oy veren bir AK Parti seçmeni var İstanbul’da. 

Ruşen Çakır: Bu seçimde de öyle olur mu Kemal? Ne dersin? Biz emekliler…

Kadri Gürsel: Lütfen bu benzetmeyi yapma, çünkü hatırda kalır. İyi niyetle yaptığını biliyorum bu benzetmeyi, ama herkes iyi niyetli olmayabilir.

Kemal Can: Kadri’nin söylediği, o 2009’da en belirleyici şeylerden biri, bu ekonomik daralma veya başka sıkıntıların ötesinde, ekonominin küçülmesi. Tâbir yerindeyse çarkların yavaşlaması, bir de işsizlik rakamlarının dramatik biçimde artması. Teknik olarak kriz değil; ama bu sıkıntı döneminde, döviz, kur, enflasyon gibi problemlerin eşiğinde, hattâ pandemiden başlayarak, Erdoğan o hatâya bir daha düşmemek için asıl olarak çarkların dönmesi, büyümenin ne yapılıp edilip devam ettirilmesi ve işsizliğin kontrol edilmesi meselesinde çok hassas davrandı. Emekliler meselesindeki o “Veremeyiz” çıkışı da, bu seçimi belki çok rahat alabileceğini düşündüğü için, ekonomik program dediği “Mehmet Şimşek Programı”nı, seçim ekonomisi riskiyle, göstergeleri seçimden önce oynatacak, yeni bir kur atağına neden olabilecek bir şeyden korumak; “Biz seçim ekonomisi yapmayacağız. Zâten bizim kozlarımız var. Kentsel dönüşümle, merkezî iktidar gücüyle zâten bu seçimi alırız. Şimdi seçim ekonomisi dağıtımına girmeyeceğiz” havasını vermek içindi. 

Kadri’nin söylediği gibi, memlekette emekliler sayısal olarak yüksek. Ama politik olarak önemsenme açısından, çok uzun bir zamandır, çalışanlar, ücretli ve dar gelirliler zâten kenarda, emekliler iyice kenara itilmiş bir kesim; politik olarak çok kıymetli bulunmuyorlar. Onları cezbetmek, tatmin etmek, memnun etmek o kadar da önemli bir şey gibi gelmiyor. Fakat alandan gelen havadan, söylemlerden –belki buna bağladılar ya da bağlamadılar bilmiyorum–, bundan biraz rahatsızlık duyduklarını ve onu telâfî etmek için promosyonu artıracaklarını söylediler. Galiba Turgut Altınok, “Yapacaklar, ama emekliye seçimden sonra yapacaklar” demiş.

Ruşen Çakır: Kandil harekâtı gibi. Genellikle seçimlerden önce olurdu harekâtlar biliyorsun. Daha önceki seçimlerden önce Suriye’ye harekât bekleniyordu. Bu sefer, Kandil harekâtının seçim sonrasında yapılacağı söyleniyor. 

Kadri Gürsel: Seçim sonucuna bakılarak mı yapılacak? Havuç ve sopa olayındaki gibi. Çok sopa mı az sopa mı? 

Kemal Can: Ama seçimden önce bir şey vermenin faydası, seçimden sonraya atmanın faydası. Aynı…

Kadri Gürsel: “Siz bir seçtirmeyin, sonra bakarız’’ gibi. 

Kemal Can: Esnaf alışverişi için mantıklı bir yaklaşım. 

Kadri Gürsel: Esnaf politikası.

Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyuyoruz. Kadri Bey, haftaya yine buradasınız, değil mi?

Kadri Gürsel: Haftaya cuma saat 17.00’de müsâit görünüyorum. Çağırırsanız gelirim.

Kemal Can: Zâten ondan sonra da seçim var.

Ruşen Çakır: Seçim gecesi de buradayız. 

Kadri Gürsel: İsterim, evet.

Ruşen Çakır: Gel o zaman. Kemal Can ve Kadri Gürsel ile bu haftaki gündemi konuştuk. Bir dahaki hafta, seçimden önceki son “Haftaya Bakış”ta buluşmak üzere. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.