Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haftaya Bakış (206): İstanbul’da gözler DEM Parti’de | Dezenformasyon gölgesinde yerel seçimler

Seçimlere 16 gün kaldı. Gözler İstanbul’daki seçim yarışında.

DEM Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Eş Başkan adayı Meral Danış Beştaş, 13 Mart Çarşamba günü Habertürk’te Seçime Doğru programının konuğu oldu. Beştaş’ın programa nasıl davet edildiği, DEM Parti’nin İstanbul adayının alacağı oyların iktidara yarayacağı tartışmaları da beraberinde geldi. Meral Danış Beştaş katıldığı programda adaylıktan çekilmeyeceğini ve sadece kendileri için oy istediklerini vurguladı.

Sosyal medyada dolaşıma sokulan, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile de ilişkilendirilerek paylaşılan “para sayma” görüntülerine ilişkin CHP İstanbul İl Başkanlığı’ndan belgeli açıklama geldi. Açıklamada, görüntülerin 9 Aralık 2019 tarihinde kaydedildiği, söz konusu görüntülerin, partinin il başkanlığı binasının alımıyla ilgili olduğu, görüntülerin aynı zamanda mal sahibinin avukatının bürosundan olduğu belirtildi. Peki dezenformasyon içeren haberler yerel seçimleri hangi boyutta etkiliyor?

Haftaya Bakış’ta bu hafta Ruşen Çakır ve Kemal Can, konukları Kadri Gürsel ile yerel seçimleri değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba. İyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın gelişmelerini yorumlayacağız. Ama bu hafta sürpriz bir konuğumuz var: Kadri Gürsel. Hoş geldin Kadri.

Kadri Gürsel: Hoş bulduk. Teşekkür ederim bana bu imkânı verdiğiniz için. 

Ruşen Çakır: Estağfurullah. Sen bizi onurlandırıyorsun. Biz Kemal’le birbirine benzeyen iki tipsiz olarak konuşuyoruz. Aramıza eli yüzü düzgün bir yorumcu katıldı. 

Kadri Gürsel: Ricâ ederim. Umarım yorumlarımla sizi mahçup etmem, utandırmam.

Ruşen Çakır: Kadri, seninle başlayalım. Artık seçime çok az bir süre kaldı. Esas olarak İstanbul’u, İstanbul üzerinden de Türkiye’yi konuşuyoruz. Benim gördüğüm kadarıyla, CHP’nin kampanyasını da Ekrem İmamoğlu yürütüyor. Özgür Özel bir şeyler yapıyor ama, sonuçta CHP’nin kampanya merkezi İstanbul. Erdoğan her yeri dolaşıyor. Meselâ dün Ağrı’daydı, bugün Van’da. Hafta sonu galiba Diyarbakır’a gidecek. Ama bütün ağırlık İstanbul’da. 

Önce, ilk olarak başlığımızı, “dezenformasyon” meselesini konuşalım. CHP İstanbul İl Başkanlığı’nda çekilen “para sayma” görüntüleri yayınlandı biliyorsun. İlk önce bu görüntüleri, “Kurultay öncesi delege satın almak için yapıldı” diye verdiler. Ama videonun üzerinde 2019 yazdığı için, Kurultay da 2023’te olduğu için anlamsız oldu. Sonra iş, usûlsüzlük olduğu meselesine kadar geldi. Olayın bir binânın alınması meselesinden ibâret olduğu anlaşılınca da, “Neden bu kayıt dışı?” diye soruldu. Uzun bir süre, bu olayı, “Ekrem İmamoğlu’na yakın isimler var” diyerek, CHP’yi ve Ekrem İmamoğlu’nu yıpratmak için kullandılar. Çok büyük bir gürültü koptu. Ama sanki bundan sonra bu tür dezenformasyonlar devam edecek gibi geliyor bana. Meselâ Amerikan seçimlerinde de böyle olmuştu. Özellikle Rusya’nın Amerikan seçimlerine dâhil olması, “trol fabrikası” kurduğu iddiaları konuşulmuştu. 

Seçime çok az bir süre kaldı. Özellikle İstanbul için, İstanbul’da doğrudan Ekrem İmamoğlu’nu ve tabiî ki doğal olarak CHP’yi hedef alacak olan çok sayıda iddianın, dezenformasyon kampanyasının ya da gerçeğin çarpıtılarak verilmesi gibi konuların gündeme geleceğini düşünüyorum. Meselâ son seçimde Murat Karayılan videoları çıkmıştı. “Ama montaj, ama şu, ama bu” demişti Erdoğan.

Kadri Gürsel: “Parçalı” CHP videosu göstermişti Erdoğan AKP mitinglerinde. “Parça” da Murat Karayılan.

Ruşen Çakır: Evet. Aslında bunun montaj olduğunu kendisi de kabul ediyordu. Ama işe yaradı.

Kadri Gürsel: İşe yaradı, çünkü CHP o konuda gerekli atağı ve hızlı reaksiyonu gösteremedi. Atak olamadılar. 3-4 gün sonra tepki gösterdiler. Bu sefer farklı. Bu sefer gerçekten çok hızlı reaksiyon gösterildi bu para sayma videosuna. Bizzat Ekrem İmamoğlu da meydanlarda ele aldığı için, pek etkisi olacağını zannetmiyorum. Ayrıca Türkiye’de gayrimenkul almış satmış herkesin uyguladığı bir şeydir bu. Devletin de göz yumduğu bir usûldür. Düşük göstermek için bir kısmının elden nakit ödenmesi, devletin de gayet iyi bildiği bir yöntemdir. Kendilerinin de uyguladığı bir yöntem olduğundan adım gibi eminim. Dolayısıyla bunun hiçbir etkisi olmaz. Bundan sonraki dezenformasyonlara da hazırlıklı olması gerekiyor Ekrem İmamoğlu’nun kampanya kampının. Son beş yıl boyunca yaptıkları her şeyin kayda geçirildiğini, bir şekilde izlendiğini, biriktirildiğini, değerlendirilmek üzere tâkip edildiğini herhalde kendileri de biliyorlar. “Yaptıkları her şey” derken, icraatlarının, gündelik faaliyetlerinin, ileride kendilerine karşı kullanılmak üzere tutulduğuna hazırlıklı olduklarını düşünüyorum. Bu seçimde çok fazla fark edeceğini düşünmüyorum.

Ruşen Çakır: Dezenformasyon işe yaramayacak diyorsun yani.

Kadri Gürsel: İşe yaramayacak. Geçen seçimde işe yaradı, ama yerel seçimlerin dinamiği ile genel seçimlerin dinamiği farklı oluyor. Daha doğrusu referans noktaları farklı oluyor seçmen açısından. 2019 seçimlerinde, “PKK ile işbirliği” iddiası çalışmadı seçmen üzerinde. 2023’te çalıştı. Zâten “PKK” diye yerden yere vurulan, HDP’nin devâmı olan DEM Parti’nin kendi adayı var şimdi.

Ruşen Çakır: Bu konuyu daha sonra konuşacağız. O en önemli konu. Kemal, sen ne diyorsun?  

Kemal Can: Biz daha önce, bu video üzerinden değil de bu dezenformasyon meselesi ve bu tür iddialar açısından konuşmuştuk. Bu dezenformasyon hâdisesinin, bu tür montaj kasetlerin ya da eskiden bulunmuş birtakım görüntülerin, kimseyi iknâ etmek için kullanıldığını düşünmüyorum. Dezenformasyon, yanlış bilgiyi gerçeğin yerine koymak gibi bir faaliyet. Ama Türkiye’de bu işlerin kullanılma biçimi, özellikle iktidârın bir süredir bunu kullanma biçimi ve özellikle Erdoğan’ın son seçimde, “Montajsa montaj. Ne önemi var?” demesinin arkasında şöyle bir hakîkat yatıyor: Sâhiden Murat Karayılan öyle dediği anlaşılsın diye değil, kendi dediğinin kuvvetli hâle getirilmesi için bir soyutlama olarak kullanıyor. Aslında konuşulmasını istediği şeyi işâret ediyor. Bunun hakîkat olup olmaması önemli değil. “Bundan, böyle bahsedin” diyor. Kendi taraftarlarına böyle diyor. Mümkünse muhâtaplarını o alana çekerek orada cevap üretmeleri için bir zorlama yapıyor. Ve dolayısıyla böyle bir fonksiyon icrâ ediyor. 

Biraz önce Kadri’nin söylediği gibi 2019’da çalışmayan 2023’te niye çalıştı? Çünkü 2019’da muhâlefet ittifâkının kendi içinde buna ilişkin hiçbir reaksiyon geliştirilmedi. Bu, yok kabul edildi. Ama 2023’te tam tersine muhâlefet ittifâkının içinde bu bir mesele hâline getirildi. “Kim etkili olacak? Kimin dediği olacak? Anahtar olan kim?” meselesi üzerinden, “Kazanacak aday-kazanmayacak aday” tartışmaları üzerinden, muhâlefetin kendi içinde bir mesele hâline geldi. Seçmen de muhâlefetin içerisinde mesele olmasına reaksiyon verdi. İktidar, bunun bir hakîkat olarak daha güçlü argümanlarını ileriye sürmüş olmadı. Sâdece, daha güçlü biçimde gündem olmasını becermiş oldu. 

Türkiye’de dezenformasyon bir süredir siyâseten böyle kullanılıyor. Gerçeğin yerine kullanılmıyor, onun gerçek olup olmamasıyla da ilgilenilmiyor. Erdoğan, sâdece bu video kasetler üzerinde değil, birtakım târihsel hakîkatlerde de yapıyor bunu. “Buzdolabını biz getirdik”, “Burayı biz açtık”tan tut da, “Aslında CeHaPe zihniyeti yüzünden emekliler böyle maaş alıyor” demeye varıncaya kadar… Bunun gerçekten hakîkat olup olmaması ve kanıtlanabilir bir dayanağının olup olmamasıyla ilgilenmiyor. 

Ruşen Çakır: O görüntülere“Para kuleleri” diyorlar ya? Aklıma 17-25 Aralık geldi. İki açıdan 17-25 Aralık geldi. Kamuoyu, “para sayma” lâfını, ayakkabı kutularındaki paraları 17-25 Aralık olayında gördü ve duydu. Olayın bir de devâmı var: Kemal Kılıçdaroğlu bütün sermâyeyi seçime yatırdı, ama hiçbir sonuç elde edemedi. Böyle bir hikâye de var. 

Kemal Can: Bu post truth meselesinde, sâdece gerçek dışını gerçek olarak kabul ettirmeye dayalı bir sistem yok. Gerçeğin de önemsiz olduğu, gerçeğin bir anlam taşımadığı bir zemin yaratıyor. Gerçek olmayan bir şeyi konuşulan gündem hâline getirebiliyorsa, aynı biçimde, gerçek olan bir durumu da çok önemsiz, üstünden atlanabilir, geçilebilir, sonuç yaratmayacak bir durum hâline getiriyor. Bakınız: Anayasa Mahkemesi krizi. Bu memlekette, daha seçim sürecine girilmeden iki ay önce, bu ülkenin bir yerel mahkemesi, bırak memleketin Anayasa Mahkemesi’ni takmamayı, Anayasa’sını takmadığını açıkça îlân etti. Buna iktidar “Tamam” dedi. “Evet, biz de takmıyoruz. Takmayın zâten. Takacak bir durum yok.” Bu ikili işleyen bir şey. Gerçeğe yapılan muamele, yalanı bir gündem belirleyicisi hâline getirebilmek, üstelik doğru olduğunu iddia ederek değil, açıkça “Doğru olması gerekmiyor ki” diyerek, bunu bu fütursuzlukta kullanabilmek. “Hayır, bu gerçekti” demiyor, “Gerçek olmasının bir önemi yok” diyor. Hem yalan için böyle bir muamele yapıyor, hem gerçek için böyle bir muamele yapıyor. Bunun yalan olmasının bir önemi yok, onun da gerçek olmasının bir önemi yok.

Kadri Gürsel: Gerçeğin de siyâsallaştırıldığı bir ortamda yaşıyoruz. Doğrudan iktidar ve iktidar karşıtları arasında, kutuplaştırılmış bir ortamda, bedelleri çok ağır olacak bir iktidar kavgası, bir savaş ortamı var. Bir savaş mantalitesi içinde cereyan ediyor her şey. Bu mânâda da, nasıl olsa gerçeğin bir anlamı ve önemi kalmıyor. Önemli olan, gerçek olsun ya da olmasın hangi amaca hizmet ettiği. Hâdise bu. “Yolsuzluk” kelimesi bu yüzden Türkiye’de gözden düştü. Halbuki “yolsuzluk” çok önemli bir kavram. Türkiye’de siyâseten yerleşmiş ve sistemik –Frenkçe tâbiriyle endemik–, artık yapıyla özdeşleşmiş, neredeyse türü târif eder hâle gelmiş bir yolsuzluk varken, Türkiye’de yolsuzluk artık siyâsî kampanyalarda kullanılmıyor, çünkü yolsuzluk yapmanın hiçbir etkisi yok. 

Ruşen Çakır: Halbuki koskoca sosyal-demokratların İSKİ skandalı…

Kadri Gürsel: Evet, ama o zamanlar böyle bir kutuplaşma yoktu Türkiye’de. Şimdi maalesef var. Son yazımda da bunu belirttim: Kılıçdaroğlu’nun Amerikan dolarının değerini artırdığı, Türk lirasının değerini düşürdüğü gibi bir iddiayı gözümüzün içine baka baka söyleyen bir kitle var. Aslında kitle bu. Çünkü bunu söylemek pekâlâ işine geliyor. Kemal’in dediğinden devam ederek; güven ve îtikat tâzelemek için birtakım malzemeler üretiliyor. Bu malzemelerin bu yıllarda daha çok üretilmesinin nedeni, aslında iktidârın söyleyecek bir şeyinin kalmamış olmasıdır. Zâten o yüzden çok heyecansız bir seçim yaşıyoruz. Bu heyecansız seçimin nedeni, iktidârın söyleyecek pek bir şeyinin kalmamış olması, muhâlefetin de, aslında seçimi siyâsî ve ideolojik zeminden hizmet zeminine taşımakta büyük bir menfaatinin olmasıdır. Böyle ideolojisizleşmiş, siyâsetin olmadığı bir zamânı yaşıyoruz. Sloganlar da birbirine çok benziyor. Biri “Tam yol ileri” diyor, öteki “Durmak yok, yola devam” diyor. Biri denizcilik terimi kullanıyor, diğeri de kamyoncu jargonu kullanıyor. Biri kaptan, biri kamyon şoförü gibi. Böyle tuhaf bir seçim atmosferi izliyoruz. 

Bir şey daha söyleyeceğim — ki bunu özel sohbetimizde de paylaştım seninle: Ben de herkes gibi İstanbul’da dolaşıyorum, gözlüyorum; kulağıma, belki bir kere bir seçim minibüsünden bir seçim şarkısı çalınmıştır. Sanki seçim olmuş bitmiş de pankartları, afişleri toplamayı unutmuşlar gibi bir hava var İstanbul’da.

Ruşen Çakır: Ama çok afiş ve pankart var.

Kemal Can: Ama daha çok, aday adaylarının, daha önceki süreçten kalma afişleri var.

Ruşen Çakır: Eskiden büyük bir fotoğrafta birisinin resmini gördüğün zaman, “Bak, adam çalışıyor” derdik. Fotoğraftaki adaylar erkek olduğu için “adam” diyorum. Şimdi yan yana bir yığın fotoğraf var. Hangisinin hangisi olduğunu anlamak mümkün değil. Büyükler, daha fazla olanlar, daha çok parası olanlar oluyor. Ama Saadet Partisi de Yeniden Refah Partisi de elinden geldiğince yapıyor. Sen bir şey söyleyecektin Kemal.

Kemal Can: Bu yolsuzluk meselesinin bir ahlâkî ve siyâsî kategori olarak mesele edilmekten çıkmasına bir örnek: “Yolsuzluk” yerine “israf” tâbirinin kullanılması daha önemli bir şey oluyor. Çünkü oradaki pragmatik faydaya bakılıyor. Kaynaklardan daha çok faydalanmak üzerine seçmenle ilişki kurmak, “Bunlar yolsuzluk yapıyor” demekten daha işlevsel hâle geliyor.

Kadri Gürsel: Kamuya, halka karşı işlenmiş suçtan alıyor, günâha taşıyor.

Kemal Can: Hatırlarsanız, 2019’daki seçimden sonra Yenikapı’da sergilenen araçlar vardı. Ya da Ankara’da Melih Gökçek’in dosyaları meselesi gündeme gelmişti. Artık onlar siyâsî argüman olarak yoklar.

Kadri Gürsel: Orada zımnî bir mutâbakat olduğu kanaatindeyim, “ama bunu ispatlayamam”.

Kemal Can: Sen de kulübe girdin yani.

Kadri Gürsel: Ben şunu düşünüyorum: Bu seçimler niye heyecansız? Bir kere muhâfazakâr taban Ekrem İmamoğlu’nu seviyor. İmamoğlu2ndan gelen bir karşıtlık algısı, tehdit algısı yok. Yani “Bu adam bir gün maazallah iktidâra gelirse…” diye bir tehdit algısı, varoluşsal bir tehdit algılamıyorlar. Ekrem İmamoğlu’nun atipik bir CHP’li olması, seçimin heyecânını düşürüyor.

İkincisi, AK Parti ve MHP tabanı artık rahatladılar 2023 seçimini kazandıkları için artık rahatlar. Orada şu ortaya çıktı: “Muhâslefet de dağıldı, darmadağın oldu. Önümüz açık, rahatız. İmamoğlu da böyle gayet güzel son 5 yılı götürdü.” Hizmetlerinden de rahatsız ve şikâyetçi olduklarını zannetmiyorum. Çok fanatik bir seçmen kesimi, gündelik hayâtındaki hoşnutsuzlukların, rahatsızlıkların nedenini İmamoğlu’nda arayabilir. Ama ben açıkçası, bütün baskı ve kısıtlamalara rağmen böyle bir malzeme vermediğini düşünüyorum Ekrem İmamoğlu’nun. 

Ruşen Çakır: Bugün T24’te Murat Sabuncu’nun Ekrem İmamoğlu ile röportajını okudum. Murat Sabuncu, İmamoğlu’na kişisel hayâtında din ve muhâfazakârlıkla ilişkisini sorduğunda, “Ben dindar birisiyim” diye rahat bir şekilde söylüyor. 

Kadri Gürsel: İnandırıcı da. Yani inandırıcılık sorunu yok.

Ruşen Çakır: Evet, dindarlığı bize yalan olarak geçmiyor. Çünkü sûre okuyor. Yâsîn Sûresi’ni ezbere biliyor. 

Şimdi İstanbul ve DEM Parti olayına geçmeden önce, isim vermeden, “para sayma” meselesine atlayan bâzı isimlerin, hepimizin kişisel öyküsünde bir yeri olduğunu söylemek istiyorum. Onu da bir yere not etmekte yarar var. Çok acı, Allah kimseyi bu hâle düşürmesin. 

Kadri Gürsel: Kimden bahsettiğimizi izleyiciler anlamıştır. 

Ruşen Çakır: Kemal, sen biraz önce, gerçek olmayan bir şeyi gündem hâline getirebilmeleri, gerçek olan bir şeyi çok önemsiz bir durum hâline getirmelerinden bahsettin. Aslında herkes en çok İstanbul’da DEM Parti’nin ne yapacağını merak ediyor. Yeniden Refah Partisi’nin AK Parti’ye kaybettirme ihtimâlinden ziyade, “DEM Parti kaybettirir mi kaybettirmez mi?” meselesi.

Şimdi iki husus var ve ikisi de aynı merkezden çıkıyor. Birincisi, Tarlabaşı’nda bildiri dağıtmışlar. Gördünüz mü o bildiriyi? “Belediye kapılarını Kürtler’e kapatan Burcu Köksal yüzünden hiçbir Kürt CHP’nin bu faşist zihniyetine oy vermeyecek” diye imzâsız bir bildiri. Bunu herhalde DEM Parti tabanından herhangi bir kişi kaleme almamıştır, alsa öyle yazmaz. Çünkü daha önce de yapmışlardı bunu. İktidar yanlıları bir taraftan Kürtler’e, “Bakın bunlar sizi belediyelerinin kapısından bile sokmayacaklar” diyor. Bir diğer taraftan da, “Kandil Uzlaşısı” söylemini devam ettiriyor. Erdoğan, dün Ağrı’da yine aynı şeyleri söyledi. “CHP ile DEM Parti ittifak yapıyorlar” dedi. 

Bu arada, Habertürk Meral Danış Beştaş’ı yayına çıkardı. Bence iyi bir şey. Ama daha önce yöneticileri alenen “PKK’yı terör örgütü olarak görmeyen, eylemlerini açıkça kınamayan kişi ve temsilcilerini yayın çizgimiz gereğince programlarımıza dâvet etmiyoruz” diye bir açıklama yapmıştı. O arada bir şey mi değişti? Hiçbir şey değişmedi. Değişen tek şey, Meral Danış Beştaş İstanbul’da ne kadar çok oy alırsa Ekrem İmamoğlu’nun kazanma ihtimâlinin o kadar azalacağı. Habertürk yayını, bir belediye başkan adayıyla konuşuluyormuş gibi olmadı. Bütün hikâye, “Siz oylarınızı alacaksınız değil mi? Nasıl alacaksınız? Ne kadar alacaksınız?” bunun üzerine kurulu bir yayın. “Belediye Başkanı olursanız ne yapacaksınız?” diye sormuyorlar. 

Ben de bir iki hafta önce Meral Hanım’la yayın yaptım. Hattâ izleyici sorularıyla yaptık ve her şeyi konuştuk o yayında. Ama Habertürk’teki yayının en sonunda, “Yayının bitmesine bir dakika kaldı, yine İstanbul’u konuşamadık” diyor Meral Hanım ve yayın bitiyor. Şimdi, hangi dağda kurt öldü? Niye DEM Parti’nin Diyarbakır adayını ya da başka bir adayını çıkarmıyorlar? Meselâ HÜDA PAR’ın Batman adayını çıkarıyorlar. Normalde, Batman üzerine konuşacaksan, Batman’daki DEM Parti adayıyla konuşursun. Çünkü kazanma ihtimali yüzde yüz. Ama onu yapmıyorlar. Burada da, “DEM Parti ne kadar çok oy alırsa Ekrem İmamoğlu’nun şansı o kadar düşer” mantığıyla hareket ediyorlar. Bu arada “Eğer DEM Parti, Murat Kurum’a kazandırtırsa, seçimden sonra Kürtler’e birtakım iyilikler yapılabilir, meselâ kayyum atanmayabilir” gibi şeyler de dillendiriliyor. Böyle şeyler var. Ben bunu, “İstanbul’da iktidârın gözü ve gönlü DEM Parti’de” diye yorumluyorum. Ama diğer yerlerde değil. Kesinlikle değil. Evet, Kemal Bey, seninle başlayalım. 

Kemal Can: Bunu seninle bir kez daha konuşmuştuk. İki şeyi aynı anda yapıyor iktidar: Bir yandan “DEM’lenme” hikâyesi çalışıyor. Neredeyse DEM Parti’yle temasta olmanın suç haline getirildiği bir durum var. Üstelik bu sefer ittifak olmadığı için, muhâlefette de müşterisi ve propagandisti var. Hattâ orada daha çok çalışıyor. Bir bu tarafından çalışıyor. Bir de, DEM Parti’nin CHP’ye gidebilecek, özellikle İstanbul’da İmamoğlu’na gidebilecek oylarının da mümkün olan kısmını DEM Parti’de tutmak. Aslında DEM Parti’nin gücünü koruması arzusu var. Yani “DEM Parti ve seçmeniyle kimse ilişkiye girmesin, bir temasta bulunmasın, bir yakınlık hâsıl olmasın. Hattâ olmasa bile, bunu bir suçlama vesîlesi olarak kullanalım. Ama buna karşılık DEM Parti de gücünü tamâmen kaybedip muhâlefet blokunun önemli aktörü CHP’ye ve İmamoğlu’na destek vermesin.” Bunu berâber sağlayabilecekleri zor bir mühendislik yürütüyorlar aslında. Yani, gözü ve gönlünün orada olmasının nedeni, mühendislik çalışmasının biraz meşakkatli olması. Çünkü açık ittifak varken, yani 2019’da ve 2023’te işin bir ayağı boştu; DEM Parti gücünü korusun diye bir çalışma yapmanın lüzûmu yoktu. O dönem DEM Parti’nin içine yönelik çalışmalar oldu: Öcalan’dan mektup hikâyesi gibi mevzûlara girildi, ama DEM Parti’nin peşine düşmediler.

Şimdi ise buna ihtiyaçları var, çünkü açık bir ittifak yok. Ya da en azından görünürde bir ittifak yok. Ama bu zor mühendisliğin karşısında birtakım avantajları da var. Dediğim gibi, doğrudan iktidârın yürütmesi gereken bir şey olarak işlemiyor. Bunun heveslileri var. Hattâ muhâlefet cephesinde de heveslileri var. Senin dediğin gibi: “Seçimden sonra tekrar çözüm süreci başlayabilir. Erdoğan MHP’yi bile biraz dışarı iterek başka şeyler yapabilir” sözlerinin müşterileri var. Oradan çalışan başka bir şey işliyor. Dolayısıyla, ikinci aktörlere de rol dağıtarak bunu yürütmeye çalışıyorlar. İlginç biçimde medyada, her seçimden sonra başka bir şeyin çalışacağı, hattâ seçimden önce de başka pazarlıkların yürüdüğüne ilişkin kulislerin hep alıcısı var.

Ruşen Çakır: O kulisler ayrı bir hikâye. 

Kemal Can: Ama şöyle bir şey bu: Bunlar hep ismini açıklamayan AKP’liler oluyor ve neredeyse hep aynı insanlar. Muhâlefet basınına yakın çalışan meslektaşlarımızı toplayıp birtakım şikâyetleri anlatıyorlar. 

Ruşen Çakır: Onlar öyle hikâyeler ki Kemal, kimseyle görüşmene de gerek yok. Ben sana şurada oturup 30 tâne kulis yazayım. Herhalde böyledir bu iş.

Kemal Can: Bir grup meslektaşımızı suçlamak istemem. Aymazlıktan değil, insanlar kapalı kapılar ardında sâhiden bunları söylüyorlar. Ama şu kitlenmiş bir hâdise: Bu mühendisliğin iki tarafı da çok kullanılmış bir şey; öyle bir yıpranmışlığı var. DEM Parti üzerinden, “DEM’lenme” üzerinden yürütülen şey, iki seçimde de en uç argümanlarla; biraz önce konuştuğumuz gibi, montaj videolardan tut, “Faturaları PKK’lılar getirecek” spekülasyonuna varıncaya kadar, hattâ seçimden sonra da, “Belediyelerde bilmem kaç PKK’lı çalışıyor” iddiasına kadar çok kullanılmış bir şey. Şimdi bunun çok tâze ve yeni bir şey olarak şimdiye kadar verdiği sonuçtan daha yüksek bir sonuç vermesi ihtimâli zayıf. O yüzden, ben bu mühendisliğin çalışacağını, daha uç örneklerin de olacağını, ama sonucu çok etkileyecek bir mesele olmayacağını düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Sonuç alma meselesini daha sonra konuşalım. Kadri’yle devam edelim. Sen ne düşünüyorsun Kadri? Göz ve gönül hakîkaten DEM Parti’de mi?

Kadri Gürsel: 2019 seçiminde İstanbul’da tâyin edici CHP+İYİ Parti oylarıysa, onun yanında Kürt oyları olmasaydı kazanamazdı. Şimdi aslında yine öyle bir tablo var. Kürt oylarının tâyin ediciliği hâlâ devam ediyor ve DEM Parti de biliyor bu tâyin ediciliğin önemini. Daha önce, yani 2008, 2009’dan 2015’e kadar birçok kez çalıştılar iktidarla; gizli anlaşmalar yaptılar, şunu yaptılar bunu yaptılar. Ondan sonrasında da çok kanlı bir çatışma dönemi, büyük yıkımlar, acılar izledi ve ardından bir duraklama. Şimdi bir taraftan DEM Parti’yi seçime sokuyor –ki bu doğal, siyâsî partidir; ortadasiyâsî partiler düzeyinde bir ittifak zeminikalmamıştır–, ama İstanbul’un kendine özgü gerçekleri var. İstanbul’dayaşayan Kürt seçmenin ne kadar İstanbullu oldukları,İstanbullulaştıkları, Kürt hareketinin kendi bölge gündemiyle ne kadar hemhal oldukları bir yerde çıkacak ortaya. Burada İstanbullu gibi reaksiyon gösteren Kürtlerle… 

Ruşen Çakır: Ama orada bir kuşak farkı var. Eskiden gelenlerle 90 sonrası gelenler arasında siyâsî duruş var.

Kadri Gürsel: Elbette var. Tabiî bunda gettolaşma olgusunun da büyük etkisi var. Ama şöyle de bir şey var: İstanbul aslında bir bütün olarak 2015’ten beri muhâlefete oy veriyor. İstanbul ve diğer metropoller de böyle.

Ankara da böyle. İzmir zâten hep öyleydi. Ama İstanbul’da bu gerçek değişmedi. Şimdi bu gerçek bakalım nasıl tezâhür edecek? 2019’da teröristbaşı Öcalan’ın boykot çağrısı yaptığı mektubunu okutmuşlardı TRT’den. “Kürtler sandığa gitmesin. İmamoğlu’na oy vermeyin” çağrısıydı bu. O zaman tutmamıştı. Tabiî o zamanki Türkiye farklı bir Türkiye’ydi. 2015’ten sonra yaşanan o kanlı çatışmanın acıları çok tâzeydi ve iktidâra bir zarar verme, hesâbını sorma arzusu güçlüydü. Şimdi bu arzu o kadar güçlü değil. Ama aynı zamanda, Kürtler’in ne kadar İstanbullulaştıkları ile ilgili bir konu bu. Bundan da azamî faydayı sağlamak için buna çok pragmatist yaklaşıyorlar. Bu, suçlanacak bir şey değil, normal olan bir şey. Burada böyle bir yaklaşım var. Sonuçta, “Ben seçime parti olarak katılayım, çalışayım, bana engel olmayın” ve Kemal’in dediği gibi, “DEM Parti’yle kimse yakın durmasın, hattâ su bile vermesin kimse, ama onlar çalışsınlar, kendileri olarak var olsunlar, ama işbirliği yapılmasın.” Sonuçta vereceği zarar, İmamoğlu’nun seçilmemesi olacaksa, amenna. Bir taraftan, “Zâten Süleyman Soylu’yu da gönderdik. Kayyum atamayarak veyâhut bu konuda isteksiz davranarak bunun karşılığını veririz” diyorlar. Bir diğer taraftan da Kandil’i baskı altına alıyorlar. Irak’a operasyon hazırlıkları söylentileri var. Üst düzeyde bir heyet Irak’a gitti. Orada PKK’nın yasa dışı îlân edilmesi söz konusu. Orada da bir hazırlık var. 

Tabiî bu ikisini nasıl idâre edecekler? Ederler. Şu anda her iki cephede de Kürt hareketine karşı havuç-sopa politikası uygulanıyor. İstanbul’u geri almak meselesi. Bu seçim İmamoğlu ve Erdoğan arasında geçen bir seçim. Murat Kurum gerçekten insan olarak da siyâsetçi olarak da niteliksiz, vasatın altında bir AKP kadrosu. Belki bakan olarak yahut da bugüne kadar “teknokrat” olarak yaptığı işlerde faydalı olabilir, onun dediklerini yapabilir. Ama zâten AKP seçmeninin de Murat Kurum’un ne kadar niteliksiz olduğuyla hiçbir alâkası yok; buna hiç önem vermiyorlar. Dolayısıyla İmamoğlu ister istemez kampanyasında, Murat Kurum’un vasıfsızlığını, beceriksizliğini, hattâ zekâsının siyâseti sürdürmeye yeterli olmadığını anlatıyor. Murat Kurum varsın siyâsetçi olmasın. Önemli olan sistemin devam etmesidir. Sistemin devam etmesi de kamu kaynaklarının kimlere dağıtılacağı, kimlere transfer edileceğidir. Bunun da güvencesi Murat Kurum değil. İstanbul’da AKP ve MHP seçmeni, Murat Kurum’un bir sûretten ibâret olduğunu pekâlâ biliyor ve “Biz İstanbul’un Saray’dan yönetilmesi için oy kullanacağız” diyorlar. Gerçekler bu kadar yalın ve açık. Ama tabiî ki siyâset kampanya yapacak. İmamoğlu bir taraftan yaptığı hizmetleri anlatıyor, diğer taraftan da rakibinin beceriksizliğini ortaya çıkarıyor. 

Ruşen Çakır: Murat Kurum için “acemi” diyor. 

Kadri Gürsel: Bence yaptığı şeyler keşke acemilikle açıklanabilse. Yaptıkları siyâseti bilmemekle de açıklanabilecek şeyler değil.

Ruşen Çakır: Biraz önce Kürt hareketine karşı havuç-sopa politikası uygulandığını söyledin ve Kandil’den bahsettin. Murat Karayılan, kendi medyasında, “Halkımıza Nevruz’dan önce yazılı bir açıklamayla bir müjde vereceğiz” diye duyurmuş. Nevruz haftaya Perşembe. Aynı zamanda da seçimin hemen öncesi. Bakalım ne olacak. Devletin dolaylı ya da doğrudan görüştüğü hep söyleniyor. Her halükârda, seçimi etkileyecek bir açıklama Kandil’den de gelecek. Buradaki husus şu: Son seçimde İstanbul’da partilerin aldığı oya baktığımız zaman, CHP’nin oyu Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanmasına yetmiyor. CHP ve o zamanki adıyla Yeşil Sol Parti’nin oyu da yetmiyor. Ekrem İmamoğlu öncelikle kendi partisinin tamâmının oyunu alacak. İkinci olarak, DEM Parti’nin bir kısmını alacak. İYİ Parti Buğra Kavuncu ile seçime giriyor. İmamoğlu’nun İYİ Parti’nin de büyük bir kısmını alması gerekiyor. En kritik yerlerden birisi de şu: Biraz önce AKP tabanının da çok alerjik olmadığını söyledin. İmamoğlu belki AKP tabanından da oy alacak.  

Kadri Gürsel: Belki de AKP tabanı, o kadar istekli ve arzulu bir şekilde sandık başına gitmeyecek.

Ruşen Çakır: Meselâ Yeşil Sol Parti son seçimde İstanbul’da %8 civârında bir oy almıştı. Bir de artı olarak TİP’in de oyu var. TİP İstanbul Büyükşehir için aday da çıkarmadı. Ekrem İmamoğlu’na oy verme ihtimâlinin çok yüksek olduğu varsayılıyor. Belki bir kısmı DEM Parti’ye verebilir, bilemiyorum. 

Kemal Can: İstanbul’da TİP’in oyunun bir kısmı, muhtemelen Yeşil Sol Parti’nin eski oyu, HDP’nin eski oyu olarak geçti oraya zâten.

Ruşen Çakır: Evet. Tabiî ki DEM Parti’nin alacağı %5 ve üstü oyların hepsi Ekrem İmamoğlu’nun işini zorlaştıracak, ama tek başına yetmeyebilir de. Burada da böyle bir sorun var. Kadri’nin söylediği husus önemli. Ekrem İmamoğlu’nun başardığı başka bir şey var: Birbirinden farklı kesimlere ulaşabilme imkânının olması. Olay DEM Parti’ye kitlenmiş gibi gözüküyor, ama o kadar basit değil sanki. Ne dersin Kemal? 

Kemal Can: Biraz önce Kadri’nin söylediği bir şeyin orada belirleyici olduğunu sanıyorum: Bu parti toplamları ve parti oylarının dağılımları üzerinden İstanbul aritmetiği kurmanın çok isâbetli olmayabileceğini düşünüyorum. Kadri’nin demin söylediği, 2015’ten îtibâren bir süreklilik gösteren iktidar blokunun, o hep iddia ettiği %50’nin altında kaldığı, muhâlefetin de %50’nin üzerini zorladığı bir süreklilik var. Dolayısıyla İmamoğlu, şahıs olarak CHP’nin adayı olmakla birlikte, ittifak olsun olmasın, bu potansiyelin ne kadarını tutabileceğiyle ilgili bir sınama içerisinde. Aslında mesele o. Erdoğan İstanbul’da sâdece 2019’da yenilmedi. 2015’ten îtibâren İstanbul’da süreklilik kazanmış bir yenilgi içerisinde.

Kadri Gürsel: Referandumda da yenildi. 

Kemal Can: Hattâ 2015’te Türkiye genelinde yenildi biliyorsun. Azınlığa düştü, iktidârı kaybetti. 

Ruşen Çakır: 2023’te de yenildi. 

Kadri Gürsel: Evet, 2023’te, %52’ye %48 tersine burada oluştu.

Kemal Can: Referandumda da yenildi. 2015’ten îtibâren sayarsak, Erdoğan’ın İstanbul’da kazandığı seçim yok aslında. Sonuçta parti olarak birinci çıksa bile, iktidar bloku olarak hep muhâlefetin gerisinde kalmış. Dolayısıyla “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” meselesindeki denklem, İstanbul’da pek geçerli değil. Çünkü İstanbul’un Türkiye geneliyle ayrıştığı bir süreç var. 

Kadri Gürsel: Etkileşim koptu ya da zayıfladı. 

Kemal Can: Evet. Partilerin destek aritmetiği üzerinden kurulacak bir denklemden daha çok, İmamoğlu’nun bu potansiyeli koruma becerisiyle ilgili. Dolayısıyla 2019’da da şimdi “olabilir” dediğin şey olmuştu zâten. İkinci turda AKP’nin bir kısmının sandığa gitmeyerek, bir kısmının da reaksiyon olarak oy vererek İmamoğlu’nu desteklediğini biliyoruz. Sayısal olarak bu veriler görünüyor. 

Ama 2019 deneyiminden çıkarak, bu seçime özel bir başka mesele daha var: Aslında AKP seçmeninin ya da Cumhur İttifâkı seçmeninin, en azından iktidar değişikliği riski yok. Kadri biraz önce onu bir tür rahatlama olarak ifâde etti. 

Kadri Gürsel: “İmamoğlu kazansa da meclis bizde kalır” diye düşünecekler.

Kemal Can: Yani İstanbul’u kaybetse de bir şey olmuyor bu iktidâra. En azından bu rahatlığa sâhipler.

Kadri Gürsel: Özür dilerim sözünü keseceğim. İmamoğlu da kıyım” yapmadı belediyede. AKP’lileri atmak gibi bir şey yapmadı

Kemal Can: Dünyanın sonu da değil. Bunu bir kez deneyimlediler. İktidar açısından baktığında, İstanbul’u kaybedince dünyanın sonu olmuyor, ama muhâlefet açısından o gerilim daha fazla var. Çünkü bu sefer İstanbul kaybedilirse, yeniden iktidârı seçimle değiştirme imkânına ilişkin ciddî bir şey kalacak. Bir de İmamoğlu’nun politik becerisi açısından, o “az alerjik” olmasından başka bir özelliği daha var. Anlık pozisyonlara verdiği reaksiyonlar konusunda hızlı davranıyor ve eli daha geniş. Bunu en son Afyon’daki Burcu Köksal olayında gördük. Ayağının önüne gelecek bir taş, birden ayağına gelmiş topa dönüştü ve topa vurdu. Meselâ o zaman, “Bu komplo. İmamoğlu’nu engellemek için yapıldı” dendi. Aslında sonuca baktığında, İmamoğlu’nun önünü açmak istesen tam da böyle bir şey yapardın. Meselâ 2023’te Erzurum’daki saldırıyı hatırlıyorum. Ya da 2019’daki ikinci tur meselesindeki hamlesi. Bu tür şeyleri çok daha kolay yapıyor. Hem eli rahat hem buna daha yatkın; öyle bir kumaşı var.

Ruşen Çakır: Açıkçası Ekrem İmamoğlu ile yaptığımız yayında hakîkaten şaşırdım. Çünkü hem belediyecilik konusuna hem siyâsî işlere bayağı hâkim. Ne sorarsan sor, hızlı, açık, net ve en önemlisi akılda kalacak cümlelerle cevap veriyor. Mesela o, “Ben Türkçe hayranıyım. Türklüğümü seviyorum. Ama aynı zamanda bu toprakların Kürtlerine, Kürtçesine de hayranım. Bu ülkede herkes zenginliktir. Kürtçe öğrenmeye gayret ediyorum” gibi cümleleri çok önemliydi.

Kadri Gürsel: Meselâ “Hal hatır soracak kadar Kürtçe öğrenmeyi sorumluluk kabul ediyorum” diye bir şey söyledi.

Ruşen Çakır: Evet. “Ben niye birkaç kelime Kürtçe bilmiyorum diye hayıflanıyorum” dedi.

Kadri Gürsel: Yani bir gereklilik atfetti. Bunu daha önce hiçbir politikacı söylemedi. Bırakın Türklüğü ile övünmeyi, Türk olan hiçbir politikacının böyle bir şey söylediğini hatırlamıyorum. Yani eğer söylemişlerse de benim aklımda kalmamış olabilir. Türk seçmeni küçümsemiyorum, asla hafife almıyorum, ama şöyle de bir gerçekle karşı karşıya olduğunun ayırdında olması gerekiyor: Türkiye’de Millet İttifâkı dağıldı. Bir sonraki seçimde ittifaksız, bu iktidârı seçim yoluyla indirmenin yolu yok. Belki bir yolu var. O da, siyâsî partiler çerçevesinde bu ittifâkı yeniden kurmaya namzet güçlü bir adayı öne çıkarmak. Yahut da partileri aşıp bu aday etrafında birleşmek. Türkiye’de böyle bir aday adayı var mı şu anda? İmamoğlu’ndan başka kimse yok. Dolayısıyla, İstanbul seçmeninin bunun farkında olduğunu veya olması gerektiğini varsayıyorum, düşünüyorum. Siyâsî bilinç seviyesinin, doğrudan ekonomik krizlerin sonuçlarıyla daha açık karşı karşıya oldukları için İstanbul özelinden kaynaklı bir sürü nedenden dolayı, daha yüksek olduğu kanaatindeyim; bunu görebileceklerini düşünüyorum. İmamoğlu’nu da Türkiye’nin geleceği açısından savunmak için bir vesîle olacağını düşünüyorum. Çünkü Eğer İstanbul’da seçim kaybedilirse… İmamoğlu da bunu birkaç kez söyledi. “Maazallah bu adama İstanbul’u da verirsek…”  Tabiî “bu adam” demedi, o minvalde söylüyorum. Yani: “Seçimi verirsek her şeyi ele geçirmiş olacak ve ondan sonra kim bilir neler yapar” minvâlinde bir şey söyledi. Tam kelimesi kelimesini hatırlamıyorum. Ama bu da bir gerçek. Kemal’in bahsettiği noktada, İstanbul’da belediyeyi İmamoğlu alınca dünyanın sonu değil. Ama İstanbul’da bu belediye Erdoğan’ın eline geçerse, bazı açılardan dünyanın sonuna yaklaşmış olabiliriz.

Ruşen Çakır: Herhalde muhâlefetin sonu olur.

Kemal Can: Kırılganlık açısından böyle bir şey.

Kadri Gürsel: Yani ikilem bu. Bir taraf çok rahat. Arkasında merkezî iktidar var, çok güçlü bir iktidar. Diğer taraf ise kendi partisinin ötesinde, ufukta Türkiye’nin âlî menfaatlerini düşünerek hareket etmesi lâzım. 

Kemal Can: Önce şunu söyleyeyim, biraz önce değinildi ve geçti: Bu gaflar, yetersizlik ve liyâkat meselesinin seçmen tercihlerinde çok belirleyici faktör olmadığının kanıtı 2023 seçimleri. Nebati ile gidilen seçimi kazandı Erdoğan. Dolayısıyla Murat Kurum’la gidiyor olması çok belirleyici faktör değil. Meselâ muhâlefet medyası ve muhâlefet seçmeni Murat Kurum’un gaf yapmasını çok seviyor: “Bak nasıl da yetersiz, nasıl da beceriksiz” diye. Evet, bu kullanışlı bir şey, ama her şeyi değiştirecek bir durum değil.

Kadri Gürsel: Bence bu bir tek muhâlefeti eğlendiriyor bence. Belki de AKP’de var olabilmek için çok gaf yapmak lâzım. Gerçekten de gaf yapmak lâzım. Gaf yapmayınca tasfiye ediliyorsun. Gaf yapmayanlar hakkında, “Bu adamda iş var. İleride başımıza belâ olmasın” diye düşünüyorlar herhalde. Eh, gaf yapmayanların hâlini görüyorsun. 2023 seçimlerinden sonra kimler tasfiye edildi, daha önce kimler yollandı, tek tek isimlerini verebiliriz. Geriye sâdece gaf yapanlar kaldı ya da hiç konuşmayanlar kaldı. Bunu karikatürize etmek amacıyla söylemiyorum.

Ruşen Çakır: Geçenlerde Ekrem İmamoğlu’nu Habertürk‘te sorguya çektiler biliyorsunuz. “Bunu yaptınız mı, şunu yerine getirdiniz mi?” diye teker teker vaatlerini sormuşlar. İddianâme hazırlar gibi bayağı oturup çalışmışlar. İmamoğlu bir vaadini hatırlamamış, şimdi oradan yürüyorlar. “Gaflar önemli mi?” diyorsun ya; kazâra bir gaf yapsa kim bilir ne kadar yürüyecek olay. İmamoğlu daha sonra bir yayına daha çıkmış, galiba yine aynı şekilde hatırlayamamış. Tâkip ettiğim iktidar yanlılarının bugünkü eğlencesi, daha doğrusu gündeme soktukları hikâye bu.

Kemal Can: Ama bu aynı durum değil işte. Tıpkı gerçek yalan meselesindeki gibi, onlar için bu gaf ve yetersizlik meselesi burada bir kerâmet beklendiği için sonuç verebilir. 

Ruşen Çakır: Ama unutmak dünyanın sonu!

Kemal Can: Ama öbür tarafta, Murat Kurum’dan kerâmet bekleyen ne AKP seçmeni var ne Erdoğan. 

Kadri Gürsel: Murat Kurum’un sâdece bir sûret olduğunu AKP seçmeni biliyor zâten.

Kemal Can: Tam da öyle kurgulanmak isteniyor. Zâten Erdoğan kampanyasını şöyle yapıyor: “Ben size süper bir adam getirdim, bu her sorununuzu çözecek” değil de, “Ben varım zâten. Merkezî yönetim olduğu için bunu seçmen lâzım” diyor. İkinci versiyon olarak da, bu kentsel rant ve inşaat meselesi. Tam da onun teknokratını getirerek, aslında pragmatik seçmene bir ihyâ mesajı veriyor. 

Kadri Gürsel: Bu adam bu işleri yaparken gaf yaptı mı? Yapmadı.  

Ruşen Çakır: Bu arada bir izleyicimiz, “Kadri Bey programa büyük katkı sundu. Arada sırada gelse iyi olur, güzel yayın oldu” demiş.

Kadri Gürsel: O “arada sırada”nın ne kadar zamana tekabül ettiğini sen tâyin edersin artık.

Ruşen Çakır: Haftaya gel işte. Seçime kadar birlikte program yapalım.

Kadri Gürsel: Haftaya burada değilim büyük ihtimalle. Ama çağırırsan gelebilirim.  

Kemal Can: Eh çağırdık işte. 

Kadri Gürsel: Tamam, buradayım, geliyorum.

Ruşen Çakır: O zaman haftaya anlaştık. Burada noktayı koyuyoruz. Evet, haftaya tekrar üç kişi karşınızda olacağız. Kadri Gürsel’den şimdiden söz aldık. Bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.