Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (208): Tüm yönleriyle 31 Mart

Haftaya Bakış’ın yeni bölümünde Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel 31 Mart yerel seçimlerini nasıl geçtiğini, sonuçların genel siyaseti nasıl etkileyeceğini, İstanbul yarışının nasıl geçeceğini, anket sonuçlarını, 1 Nisan’da ne olacağını, seçim sonrası muhalefeti, seçimin kaybedenlerini ve kazananlarını, değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba. Yerel seçimler öncesi son “Haftaya Bakış” ile karşınızdayız. Kemal Can ve Kadri Gürsel ile birlikte seçime genel bir bakış atalım. Hoş geldiniz. 

Can-Gürsel: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Kemal, seninle başlayalım. Bu seçim nasıl bir seçim? 

Kemal Can: Zâtenson birkaç haftadır hep bunları konuşuyoruz. Yerel olmakla birlikte sonuçları daha çok genel siyâset açısından okunacak bir seçim olarak kayda girecek büyük ölçüde. Yerel seçim dinamikleri çalışıyor. Muhtemelen ilginç bâzı merkezlerde yerel seçim özelliklerinden kaynaklanan bâzı sonuçlar göreceğiz. Herkesin, ama ağırlıklı olarak da muhâlefet seçmeninin bakacağı şey, bu seçimin genel siyâsetteki tabloyu ne kadar değiştireceğidir. Çünkü seçmen şu temel refleksle hareket ediyor: 2023 seçimi sonrasında, orada kimilerine göre iktidar açısından zafer gibi görünen durumu bu seçimde bir kez daha tescil ettirerek, başta İstanbul olmak üzere iktidârın daha önce kaybettiği şehirleri geri alıp alamayacağına bakıyor. Bakılacak asıl mesele, İstanbul ve diğer büyükşehirlerde muhâlefetin mevcûdu koruma kapasitesini kullanıp kullanamayacağı olacak. İktidar seçmeni de muhâlefet seçmeni de buna bakacak. 

Ben bu seçimde, muhâlefet seçmeninin, iktidârın rövanşı almasına müsaade edilmesinin çok yıkıcı sonuçları olacağı fikrini kabul ettiğini düşünüyorum. Bu yüzden, son düzlüğe varılırken, siyâsetten kopma, küskünlük gibi tavırların önemli ölçüde etkisinin azaldığını, muhâlefet seçmeninin, rezervlerini bir kenara bırakıp, “Erdoğan’ın bu seçimde rövanşı almasına izin vermemeliyiz” refleksine doğru gittiğini düşünüyorum. Son anketlerde de muhâlefet lehine farkın açıldığının görülmesini buna bağlıyorum. Buna karşılık iktidar seçmeni aynı motivasyonu göstermiyor. Çünkü bence bu seçimde Erdoğan, İstanbul ya da başka yerler tekrar kaybedilirse, dünyanın sonuymuş gibi bir motivasyon ve reflekse çağıramadı.

Ruşen Çakır: Aday meselesi de var. Meselâ beş yıl önceki seçimde AKP’nin İstanbul, Ankara, hattâ İzmir adayları, sanki kazanma şansı en az olanlar bulunmuş gibi duruyordu. Gerçi bu seferki İzmir adayı istisnâ gibi; biraz toparlamış, farkı kapatmış görünüyor. Ama meselâ bu seçimde Ankara’da Turgut Altınok’un Mansur Yavaş karşısında kötü durumda olduğu söyleniyor. Üstüne mal varlığı meselesi de çıktı. Normal şartlarda zâten kötüyken bunu da tam yönetemedi.

Kemal Can: Zâten 2019 seçimindeki adayları da kötüydü. Daha kötüsünü bulmayı başarıyor; ama bu aslında onun aday bulamama kriziyle ilgili bir şey. Kötü aday konusunda bir süreklilik var, bir mecbûriyet olduğunu düşünüyorum. Bu seçimin önemli taraflarından biri, bir sözünün olmaması. Bir sözü olmayan seçim olarak geçiliyor. Sâdece, netîcenin sonraya dâir işâretlerinin önemli olduğu, ama seçimin kendisinin “sözü olmayan” bir seçim olarak kayda gireceğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Katılıyor musun Kadri?

Kadri Gürsel: Bu konuyu konuşmuştuk aslında.Siyâsal iletişim var, ama siyâset yok. Ertan Aksoy’un formülüdür bu. Bu seçimde de siyâsî aktörlerin siyâsal iletişimi var, ama bu siyâsal iletişim geçen seneki seçim kadar güçlü değil, olamaz da. Olmasının şartları da yok. Fakat siyâset gerçekten yok. Kemal’in söylediğine katılıyorum. O “muhâlif seçmen” olarak tanımlıyor, ben “muhâlif toplum” diyorum. Son düzlükte muhâlif toplumun üzerindeki bu ölü toprağı atılsa bile –ki biraz da anket yayıncılığı sâyesinde oldu bu–, aslında siyâseti muhâlif toplum yapacak. Pazar günü orada bir siyâsî tavır çıkarsa, çıkacak. Çünkü muhâlefetin adayları, öncelikle nasıl bir yerel yönetim anlayışı, nasıl bir dönüşüm, değişim ortaya koyacakları, toplumsal direnci nasıl örgütleyecekleri, bu yerel seçimin Türkiye’nin geleceği açısından neden önemli olduğu ve kendi seçmenlerinin neden oy vermek zorunda oldukları husûsunda çok da fazla doyurucu şeyler söylemediler. Ekrem İmamoğlu İstanbul’da hizmet odaklı bir kampanya yürütüyordu. Birkaç kez “İstanbul’u verirsek mahvederler” minvâlinde bir şeyler söyledi. Bir kere de dirençten bahsetti. Direnç hattının oluşturulması sâdece seçimle olmuyor, ama seçimsiz de olmuyor. O bakımdan ben muhâlif toplumun… “Muhâlif toplum” demek yetmeyebilir, bunu farklı şekillerde de târif edebiliriz: Cumhuriyetçi toplum; laik toplum; îtirâzı olan, seçmen olmanın da ötesinde bir yerde duran, seçen ve seçilen ilişkisinin ötesinde, Türkiye’nin gittiği yön hakkında ciddî kaygıları olan, Türkiye’nin geleceğinde kendisini göremeyen, Türkiye’nin geleceğini göremeyen ve bence çoğunluk olan kesimin, 2024’teki an açısından, bu yerel seçimlerin neden hayâyî olduğunu, 2023 seçimlerinden sonra yaşanan büyük hayal kırıklığı ile siyâsete ve yerleşik siyâsî partilere, kurumsal siyâsete duyulan büyük kızgınlık ve öfkeyle hareket etmemeleri gerektiğini anladıkları kanaatindeyim. 

Ruşen Çakır: Bir toparlanmadan bahsediyorsun.

Kadri Gürsel: Bu toparlanma, bir adayı uçurmak için, bir adayı bir yerden alıp bir yerlere taşımak için, o adayı çok sevdikleri, bağırlarına bastıkları için ve şucu ya da bucu oldukları için değil. O toplum iktidara, “Buraya kadar. Aklından geçeni sakın uygulamaya kalkma! Hattı çekiyoruz. Dur! Daha fazlasını düşünme!” mesajını verecektir. Bence bu seçim İstanbul seçimidir. Niye İstanbul seçimidir? Birincisi, iktidar İstanbul’u geri almak istiyor ve küstah, kibirli bir tutumla “İstanbul’u gerçek sâhiplerine geri vereceğiz” demek istiyor. 2019’daikinci kez seçime gidip 800 bin oy fark yemişsin ve o irâdeyi, %53 oyu tanımıyorsun. Sen de millî irâdenin parçasısın, o %53 de millî irâdenin parçası. Bu şehrin sâhipleri ve sürgünleri, bu şehrin ev sâhipleri ve kirâcıları gibi bir ayrım yapamazsın. Halk için de millet için de böyle bir şey yapamazsın. 

Kemal Can: Zâten 10 yıldır İstanbul’da çoğunluk değil. 

Kadri Gürsel: İkincisi, Millet İttifâkı, 2023’te uğradığı yenilgiyi atlatıp varlığını korusaydı, siyâsî partiler ittifâkı olarak devam etseydi, İmamoğlu garantiydi; seçilecek gözüyle bakılacaktı ve bu seçimin doğal adayı olacaktı. Bu, seçimin önemini azaltacaktı. Fakat bugün artık Millet İttifâkı yok. Bilâkis, ittifâkın eski ortakları, hele bir ortağı, neredeyse savaş açtılar. Bu açıdan da İmamoğlu seçimi kazanırsa –yüzde 53 ile kazanması şart değil–, bu iktidârın karşısındaki ret cephesinin, laik ve muhâlif toplumun, İmamoğlu adının etrâfında birleşerek, onun adaylığı etrâfında iktidârın gidişatına, “Seçimden sonra yapmak istediklerini sakın aklından geçirme” demek istediğini orada göreceğiz. 

Bir de Kanal İstanbul konusu var. Bilgisayar mühendisi olan çok yakın bir arkadaşım yapay zekâ kullanarak Murat Kurum karakteri geliştirdi. Murat Kurum’un bugüne kadar yaptığı bütün konuşmalarını ve sosyal medyasındaki yazılarını yükledi. Uygulamayı bana gösterip, “Murat Kurum’a bir soru sor” dedi.  Ben de “Kanal İstanbul ne olacak?” diye sordum. “Bu konuda bir şey bilmiyorum” diye cevapladı. Kanal İstanbul konusunda ciddî çalışmalar var; ama bu konuda ağzından hiçbir şey çıkmış değil. İstanbulluları nâçizâne kendi kapasitem dâhilinde uyarmak açısından da söylüyorum: Bu seçim, aynı zamanda Kanal İstanbul’u akıllarından geçirip meyledebileceklere, meydanın boş olmadığını göstermek açısından da çok önemlidir. Dramatik bir ifâde, ama bu bir gerçek: Bu rant projesi, İstanbul’a ve Türkiye’ye ihânet projesidir. Bu projenin karşısında ciddî bir toplumsal muhâlefet hattının olduğunu göstermek bakımından çok çok önemlidir.

Ruşen Çakır: Seçim öncesindeki havayı hatırlayın: Dağılmış bir muhâlefet, dağılmış bir blok. Her parti kendi adayını çıkartıyor. Üstelik diğer muhâlifler, iktidârı bırakıp İmamoğlu’na muhâlefet ediyor. Özellikle İYİ Parti yapıyor bunu. Bu arada ittifak kurulamayınca, Ekrem İmamoğlu “İstanbul İttifâkı” diye bir şey söyledi, Özgür Özel “Türkiye İttifâkı” diye bir şey söyledi. Memleket Partisi bile son anda, CHP’den istediği Karşıyaka Belediyesi’ni alamadığı için, “Biz ayrı dünyaların insanlarıyız” diyerek yerel seçimde işbirliğine kapıyı kapattı. Şimdi Memleket Partisi’nin de ne olacağını göreceğiz. “Seçim yenilgisinden sonra millet sandığa gitmeyecek” deniliyor filan. Her şey iktidârın elinde. Zâten imkânlar kıyaslanamaz. İlk başta çok dipten bir yerden başladı muhâlefet. Ama şimdi moral üstünlüğün muhâlefete geçmiş durumda olduğunu görüyorum. Bilmem katılır mısınız?

Kadri Gürsel: Kemal’in de söz ettiği gibi, adaylar kötü performansıyla âdeta intihar çizgisi izlediler. Murat Kurum da, Turgut Altınok da sanki siyâseten intihar etmek üzere ortaya çıkmış iki figür olarak göründüler.

Ruşen Çakır: Ama orada da, “Bu adaylar zayıf olabilir, ama Erdoğan olaya dâhil olacak” diye bekliyorduk — hele İstanbul’da. Erdoğan sâdece bir hafta sonu miting yaptı. Bir bugün Sancaktepe ve Sultanbeyli’de, yarın da başka bir yerde yapacak. Onun dışında başka bir şey yapmadı. Mitinge gidip gördüm, çok zayıftı. O zaman daha piyasadaki anketler yoktu. Biz Göksel (Göksu) ile 7 Mayıs’taki mitingini ve Filistin mitingini de izlemiştik, aynı yerde yapılmıştı.  

Kadri Gürsel: Neden Yenikapı’da yapmıyor da Atatürk Havaalanı’nda yapıyor?

Ruşen Çakır: Çünkü orası daha büyük bir meydan. Ama gece alınan bir kararla normal alanı daraltmışlar. Daha önce izlediğimiz miting alanından daha dardı alan, ona rağmen daha az dolmuştu. Kalabalık vardı; ama Erdoğan bile, “Daha önce 1,5 milyon kişi vardı, şimdi 650 bin kişi var” dedi. Bunlar doğru rakamlar değil. 

Kadri Gürsel: Kesinlikle yoktu. Çok daha az bir kalabalık vardı. 

Ruşen Çakır: Sonuç olarak Erdoğan da 7 Mayıs’la aradaki farkın en az yarısı olduğunu kabul etti. Bütün bunlar, orada bir sorun olduğunu gösteriyor. Muhâlefet miting yapmadı. Bence bu akıllıca bir şey. Muhâlefetin yapacağı bir miting provokasyona çok müsâit olabilir. Meselâ şu anda önümde bir fotoğraf var. Dün akşam İmamoğlu Arnavutköy’de Kent Lokantası’nı açıyor. Fotoğrafı ekrana getirir misiniz arkadaşlar?  Sen gördün mü fotoğrafı Kadri?

Kadri Gürsel: Evet,korsan miting gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: Ama önemli bir husus daha var: Ekrem İmamoğlu halkın içinde. Korumalar var tabiî, ama etten duvar yok. Erdoğan bu tür bir fotoğraf vermeyeli yıllar oluyor. Tabiî Kent Lokantası’nın ayrı bir önemi var. 

Kadri Gürsel: Murat Kurum’un, Kent Lokantaları ile ilgili de çok büyük bir gafı vardı. “Arkadaşlar bana, ‘Bu konuya girme’ diyorlar ama…” diye başlayan hani.

Ruşen Çakır: Köfteci meselesi. Bir de çok ilginç, iktidar yanlıları bu paylaşıma tepki verme ihtiyâcı hissediyorlar. Tepki verirken, “Makarna ile seçmen kandırıyorlar” diyorlar. Hatırlıyor musun? İş tersine döndü. 

Kadri Gürsel: Ama bu makarna dağıtmak değil ki. 

Ruşen Çakır: “Göbeğini kaşıyan adam”ın yeni versiyonu ile karşı karşıyayız. “Koca İstanbul’a Kent Lokantası gibi küçücük bir şeyle mi hizmet sunuluyor? Bu mu hizmet?” diyorlar. Kent Lokantası normalde çok pazarlanabilecek bir şey değildi. 

Kadri Gürsel: Kent Lokantası fikrini kim çıkarttıysa, geliştirdiyse helâl olsun. Çünkü Kent Lokantası fikri kentli olmaktan da ileri gelen bir şey. Kentli, dışarıda yemek yiyen kişidir.

Ruşen Çakır: Murat Kurum, “Biz sayısını artıracağız” deseydi, tartışma biterdi. Ama bunu yok saymak, küçümsemek, “Sen git köfteci ol!” demek garip. Hem moral üstünlük hem de roller değişti sanki. Ne dersin Kemal?

Kemal Can: Bu konuda şöyle düşünüyorum — tabiî bunu söylediğim zaman, “İyi de seçim sonuçları öyle olmadı. Hep yanılıyorsunuz. Memleketi tanımıyorsunuz” eleştirileri geliyor: Aslında bu “moral üstünlük” dediğin mesele, diğer tarafıyla baktığında AK Parti iktidârının ya da Erdoğan iktidârının yapısal krizi. Bu, neredeyse 10 yıldır böyle. Hem iktidârın taban dinamikleri açısından baktığımızda, hem temel argümanları olarak baktığımızda, hem siyâset yaparken kullandığı tercihler açısından baktığımızda hep böyleydi. Pandemi krizinde böyleydi. 2018’de, dolar krizinde, fâiz krizinde de böyleydi. Her şeyin önceliği çarkların dönmesi: Sistemin sâhibi ve sistemin eli.Biraz önce Kadri’nin söylediği, “İstanbul’u asıl sâhibinin geri alması” mantığı, halkı öne koyan bir çoğunluk fikrinin değil, onu yönetme irâdesinin, o gücün dili kullanılıyor. 

Ruşen Çakır: Orada “Biz” dediği, halk değil, yöneticiler.

Kadri Gürsel: Kendi yönetici eliti. 

Kemal Can: Bu dil, eskiden hep çok iyi bir açıklayıcı gibi kullanılan çevre-merkez denkleminin tersine döndüğü bir şey. Artık iktidar bu anlamda, kendi tabanıyla da benzer sorunu yaşıyor ve onlarla ilişkisi de bozulmuş durumda. Bu yapısal kriz sürekli olarak “moral üstünlüğü” muhâlefet cephesinde tutuyor. Buradaki problem,iktidârın moral üstünlüğü geri alabilmesi değil, muhâlefetin bunu hangi verimlilikte kullanıp kullanamadığı ya da bu yapısal krize cevap üretip üretmediği meselesi. Kadri’ye katılıyorum. Kent Lokantasımeselesi, doğrudan yapısal krize dâir bir konuşma biçimi.

Muhâlefet, özellikle ana muhâlefet, AKP’nin bu yapısal krizine ve çok uzun zamandır elinde olan “moral üstünlüğü” kullanamamasına rağmen, AKP’nin erimesi devam ediyor. Bu erime, iddia edildiği gibi merkeze kayıpla olmuyor, tam tersine, uçtan sızmayla cereyan ediyor. Ne oluyor?Daha önce Saadet Partisi’ne giden seçmeni de toparlayan Yeniden Refah,kendi sağından bir kayıpla bunu hissetmeyebaşlıyor. Baktığın zaman, moral üstünlüğünü kaybeden ve yapısal krize girmiş bir iktidârın, neredeyse 10yıllık süreçte, her üç oydan birini kaybettiğini görüyoruz aslında. 2014 îtibâriyle baktığında, tek başına %50’leritutturabilen bir iktidârın, daha önce muhâlefette olan MHP’yi yanına alarak, sonra o da yetmeyip daha başka ittifak ortakları bularak %40’ın üzerinde tutunmaya çalıştığını görüyoruz. Bu, açık bir yapısal krizi gösteriyor zâten. Gaf gibi duran, sözcülerini kendi tabanıyla da tuhaf bir kopukluğa düşüren şey, aslında kendi yapısal krizi. Ama iktidar 10 yıldır, bütün bu moral dezavantajına rağmen bu krizi, ekonomik kriz ve diğer krizler gibi yüzdürebiliyor. Kendi krizini de çözmüyor, idâreediyor 10 senedir. Bu idâre edilen yapısal krizle doğrudan ilişki kurmayanmuhâlefet sâyesinde bunu becerebiliyor. 

Bu seçimde de, hazır 2023’ün yarattığı dağınıklık, üstüne biraz “DEM’lenme”,öbür taraftan çözüm süreci de gelir, iki üç de kendi sûretinde adam koyup Erdoğan’ın işi toparlayabileceğini düşündüler. Fakat öyle işlemedi. Problem bence bu. Kendi seçmenini blok tercihleri konusunda konsolide edip tutabildiği alanlar, genellikle iktidârın değişmeriskinin yükseldiği anlarda çok daha belirleyici oluyor. Bu tedirginlik yerel seçimlerde iktidar seçmenini motive etmiyor; çünkü tehlikeye iknâ olmuyorlar. Erdoğan şunu kullanıyor: “Aman ha! Bunların eline kalırsınız. Benimle berâber her şeyi kaybedersiniz” fikrinin yarattığı korku, ancak böyle “Gürültülü birdalga geliyor” endîşesiyle cereyan ediyor.

 Ruşen Çakır: Ya da Cübbeli gibi, belediyeyi AKP alırsa oradan rant devşirecek. Ama alamayınca o rant gidecek paniği var.

Kemal Can: Ama buna karşılık, meselâmuhâlefette bir dağınıklık var, bunu hep söylüyoruz. 2023 seçimi sonrasında bu dağınıklık daha da fena oldu. Bir yandan da bu 10 yıllık sürece baktığında, aslında konsolide olan güçlü bir direnç de var. En dağıldığı zamanda bile, kimi zaman zafer havasına girdiğinde, kimi zaman yenilgi psikozuna girdiğinde kısa bir sarsıntı geçiriyor, ama yeniden direniyor. Özellikle büyükşehirler açısından baktığımızda, 10yıldır AKP iktidârı buralarda azınlık zâten. 2015’ten bu yana büyükşehirlerde AKP azınlık. Taban dinamikleri açısından azınlık, kendi sözü açısından cevap üretemiyor ve kendi krizini de çözemiyor. Erdoğan çıkıp sürekli şikâyet ediyor. Meselâ son olarak miting alanını yarıya indirdiler. Erdoğan “metal yorgunluğu” dedi. Hatırlarsan, 2023 seçiminde “Niye burada yeterince coşku yok?” dedi. Sürekli metal yorgunluğundan, tekrar toparlanmaktan, ayağa kalkmaktan şikâyet ediyor. Ama böyle bir yeteneği yok artık.

Ruşen Çakır: Konuyu biraz iktidardan muhâlefete taşıyalım. 

Kadri Gürsel: Benim de söyleyeceklerim var bu konuda.

Ruşen Çakır: İYİ Parti herhalde bu seçimin en büyük kaybedenlerinden biri olacak, öyle bir görüntü var. Dün akşam Meral Akşener, “Çok önemli açıklama yapacağım” dedikten sonra, özellikle Mansur Yavaş’a, biraz da Ekrem İmamoğlu’na çok sert lâflar etti. Siyâsetsizliği anladık da… bu kadarı da çok acayip. Kamuoyu araştırmaları, İstanbul’da ve Ankara’da İYİ Parti’yi çok kötü durumlarda gösteriyor.

Kadri Gürsel: ÇünküİYİ Parti’nin doğuşundaki mâlûliyeti târif eden bir durumla karşı karşıyayız. Bu hiç değişmedi. Gövdesi MHP’li; tabanı laik, milliyetçi, ağırlıklı olarak şehirli; yönetimi de bu uyumsuzyapıyı güya merkez sağa çekme iddiasında olan bir siyâsî elit. Böyle bir yapının yönetilirken çok hassas olunması gerekiyor. Bugün artık Meral Akşener, metropolleri, İstanbul, Ankara, İzmir’deki tabanının gerçeklerini,duygulanımını, her şeyini inkâr eden, onu görmezden gelen, kayıtsız bir tutum içinde ve bunun bedelini ödeyecek. İYİ Parti tabanının anti-Erdoğanizmi CHP’yi geride bırakır aslında. Şehirli bir milliyetçi taban bu. Laik, milliyetçi, ulusalcı. CHP’de târif ettiğimiz o ulusalcılıkla çok örtüşen bir tabanı var aslında. İYİ Parti yönetiminin yaptıklarını bu çerçevede hiç tasvip etmediklerinden eminim. O bakımdan da İYİ Parti’nin adaylarına teveccüh göstermeyip, kendi direngen refleksleri ile hareket edip, iktidârı durdurmak açısından en etkili mesajın, büyük kentlerde hangi aday tercih edilerek oy verilecekse, o yönde hareket edecekleri kanaatindeyim. Anadolu’da, köken îtibâriyle MHP’den gelen bir kitleleri var. Orada farklı tutumlar ortaya çıkabilir. 

Beni asıl korkutan şey şu: Muhâlefet –burada kastettiğim CHP– velev ki pazar akşamı iyi sonuçlar almış olsun; meselâ özellikle İstanbul’da İmamoğlu kazansın –Ankara’da zâten belli Mansur Yavaş’ın alacağı–; İzmir’de ve bâzı diğer büyükşehirlerde, metropollerde de iyi sonuçlar alınmış olsun; CHP bu seçimlerin sonuçlarını nasıl okuyacak? “Demek ki bizde yanlış olan bir şey yokmuş. Bak, seçmen yine bizi tercih etti. O halde eski kafayla yola devam edelim” diye mi okuyacak? Halbuki burada CHP’nin bir başarısı yok aslında. Başarılı olan, seçmen diye gördükleri muhâlif toplum. Yine 2028’e kadar, seçmen diye târif ettikleri: Yani o “müşteri” ilişkisine girdikleri; aslında müşteriye de hiçbir şey vermeden istismarcı bir zihniyetle devam ettirdikleri… Sırf kendi siyâsî kariyerleri devam etsin, belediye meclis üyesi, belediye başkanı, milletvekili seçilsinler ve bu arada da iktidârı halka şikâyet ederek onların oylarını alsınlar. Sâdece seçimlere girmek ve seçilmek ile târif ettikleri bir siyâset etme anlayışı ile devam ederlerse, 2027’deki erken seçimde Erdoğan’ı yeniden 4. kez cumhurbaşkanı seçtirmek için erken seçime götürebilirler. Ya da 2028’deki seçimlerde. O da olabilir. Ama ben teknik nedenlerden dolayı erken seçim bekliyorum.

Ruşen Çakır: Sen yazında “CHP’de değişiklik oldu, ama değişim olmadı” demiştin. Değişimi yapması lâzım.

Kadri Gürsel: Seçim sonuçlarına bakarakbu değişim ihtiyâcını anlamamakta ısrar eder, anlamamaya devam eder ve böyle bildikleri gibi giderlerse, onları yine 2023’te yaşadıkları ve yaşattıkları büyük bir yenilginin beklediği kanaatindeyim. Kemal’in ve benim de söyleyegeldiğimiz, iktidârın krizine, erozyonuna rağmen –ekonomi-politiği sâyesinde yönetebildiği çok açık– çok büyük, geniş, milyonlara ulaşan bir menfaat dağıtım şebekesi var. Bu menfaat dağıtım şebekesinin ana kaynağı bütçe. Eğer İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi’nin kaynakları bir süreliğine elinden çıktıysa, bunu iktifâ edebildi; başka şeylerle bunu değiştirebildi. 

Ben İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerine ilişkin olarak bir şey daha söylemek istiyorum: Asıl burada iktidârı ve seçmeni de rahatlatan şey, Büyükşehir Belediye Meclisi’nin kendi kontrollerinde olacağı varsayımıdır. İlçelerde 2019’daki durum tekrar ederse, bunu da tıkayacak. Eğer Ekrem İmamoğlu önümüzdekiseçimlere CHP’nin Genel Başkanı ve aday olarak girmek isterse ve Büyükşehir Belediye Meclisi’nde çoğunluk muhâlefette olmazsa, bu iş fevkalâde zorlaşacaktır.

Ruşen Çakır: Bâzı kamuoyu araştırmalarında söylendiği gibi Ekrem İmamoğlu bayağı iyi bir sonuç alırsa, bunun ilçelere de yansıması olur. Yani “İlçeler yine bildiğini okur, ama Ekrem İmamoğlu bilmem kaç puan fark atar” gibi bir olay olacağını sanmıyorum. Eğer hakîkaten öyle bir fark atarsa, kritik bâzı ilçelerin el değiştirmesi de söz konusu olur.

Kadri Gürsel: Ama siyâsî partiler düzeyindeki bir ittifakla gidilmiyor seçime. Bu ittifak 2019’da vardı. 

Ruşen Çakır: Benim gördüğüm kamuoyu araştırmalarında, sâdece Ekrem İmamoğlu’nun değil, İstanbul’da CHP’nin de oyları artıyor görünüyor. Ama meselâ Ankara’da bayağı bir ilçenin el değiştirmesi söz konusu. Mansur Yavaş’ın birçok ilçe belediyesini alıp Ankara’da çoğunluğu sağlayacağını düşünüyorlar. Kemal, sana İYİ Parti’ye ek olarak bir de DEM Parti’yi sorayım: Sonuçta Selahattin Demirtaş’tan bir açıklama gelmedi. Bir iddiaya göre –ki ben de öyle olduğunu düşünüyorum– bir şekilde yazmaktan vazgeçti. Ama hâlâ son anda açıklama yapacağını söyleyenler var. Bu da Yeniden Refah Partisi’nin son anda adayını çekeceği, son anda birtakım belgelerin açıklanacağı gibi bir hikâyeye döndü, ama herhalde olmayacak gibi. DEM Parti üzerinde bayağı bir tartışma oldu ve bu seçimde DEM Parti’nin kendi içerisinde çok farklı eğimler ortaya çıktı. En acâibi, SYKP Partisi’nin İstanbul örgütü bir açıklama yapıyor. Açık açık söylemiyorlar; ama şifreleri çözünce, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu desteklediklerini anlıyorsun.  

Kadri Gürsel: SYKP nedir?

Ruşen Çakır: Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi. HDP’nin kurduğu ittifakın bileşeni.

Kemal Can: Ertuğrul Kürkçü o partinin kurucularından.

Ruşen Çakır: Tülay Hatimoğulları da bir dönem o partinin eş başkanlığını yürüttü. Şimdi onlar kalkıp İmamoğlu’na desteklerini açıkladılar. Benim gördüğüm metinde, “Oylarımız İmamoğlu’na” demiyorlar ama… 

Kemal Can: Aslında diyorlar.

Ruşen Çakır: Diyorlar, ama o açıklıkta demiyorlar. Hasan Cemal’in yaptığı gibi “Oylar İmamoğlu’na!” demediler. 

Kemal Can: Tabiî. Sırasıyla gideyim. Önce Kadri’nin söylediği seçmen meselesinden başlayayım. Bâzı şeyler dilde kuruluyor ya? Siyâsî iletişim açısından son yıllarda dikkatinizi çekmiştir: “Şu seçmen gruplarının oyunu alan aktör” ya da “parti” derken, hep “almak” ilişkisi üzerinden… seçmenin oyu alınıyor birileri tarafından. Oysa siyâsetin ana öznesi seçmense, seçmen oyunu şuna ya da buna veren kişi. Dolayısıyla aktif öznenin seçmen olması gerekiyor. Müşteri değil, vatandaş, yurttaş olarak seçmenin özne hâline gelmesi gerekiyor.

Kadri Gürsel: Zâten sürekli kazıklanan bir müşteriden söz etmek lâzım.

Kemal Can: Evet. Sanki parasıymış gibi, ona bir şey söyleyerek, gidip onun oyunu alıyorsunuz. Oysa normalde siyâsetin işleyişi, siz kendinizi beğendirdiğiniz için seçmenin size oy vermesi, yani size desteğini vermesi olmalıdır. Burada edilgen olanın, pasif ve aktif olanın farklı kurulması lâzım ama. Ama bu kötü siyâseti, sığlaşan siyâseti mümkün kılan algısı böyle.  Seçmen, iknâ edilen, oyu alınan bir şey. Oysa bu ilişkinin tersine geçmesi gerekiyor. Bu, işin bir tarafı.

İYİ Parti olayından devam edeyim. Siyâsetin bir başka problemi de fazla şahsîleşmiş olması. “Şahsım” siyâseti diye iktidarda kristalize olan hal, bütün siyâsî aktörlere yansımış durumda. Aşırı kişiselleşmiş bir siyâset algısı var. Bunun içerisinde Akşener çok özel bir örnek oluşturdu. Başlangıçtan îtibâren, şahıs olarak kendisini bir imkân olarak siyâsî argümana dönüştürdü. Daha sonra “Abla” olarak bir siyâsî aktöre, şimdi de ona buna, “Bana ‘abla’ demeyin” diye ya da “Bu ablanıza neler yapıldı” diye veya meydanlarda “Bana oy verin” ya da “Ben Kılıçdaroğlu’nu çocuklarıma emânet ettim” diye her şeyi şahsîleştiren, her şeyi kendi kişisel hikâyesinden ibâret olarak politikleştirdiği iddiasındaki bir pozisyona getirdi kendisini. Bu, bir lider karizması üretmek için elverişli bir şey olabilir; ama bir hareket ve taban yaratmak için doğru değil. Bu yüzden de İYİ Parti aslında bir taban oluşturamamış, dolayısıyla parti olamamış bir yapıydı. Bugün İYİ Parti ile ilgili yaşanan şaşkınlığın nedeninin, daha başında İYİ Parti için biçilen çok abartılı misyonların kökünde aranması gerekiyor. Kendisini, her şeyi çözecek bir aktör olarak, bir imkân olarak sunan Akşener’e bu kadar çok şey biçilmesi… ki muhâlefet aktörlerinin, İYİ Partili olmayan muhâlefet aktörlerinin de paylaştığı bir şeydi bu. Çünkü Akşener ilk çıktığında, anketlerde popülaritesi partisinin alabileceği oyun kat be kat üstünde çıkıyordu. Ama sonuçta ne cumhurbaşkanlığı seçiminde ne partisinin aldığı oylarda hiçbir zaman %10 sınırını geçemedi. Dolayısıyla problem, başlangıçtaydı zâten. Sonradan dönüştüğü şeyde değildi. 

Ruşen Çakır: Konuya kısa bir mola vereceğim. İzleyicilerimizden Zafer Bostancı, “İçimden bir ses, Kemal Can çok iyi bir judocu veya tekvandocu diyor, ama bilemedim” diye yazmış. Öyle bir şey var mı Kemal?

Kemal Can: Yok öyle bir şey. 

Ruşen Çakır: Bu arada, izleyicilerimizden Ruken Kaya 5 izleyiciye YouTube katıl üyeliği hediye etmiş. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Biliyorsunuz YouTube yayınlarında “süper teşekkür” diye bir uygulama var. Onları yapan izleyicilerimiz bizlerin ayakta kalmasına çok yardımcı oluyorlar, onlara ayrıca teşekkür ederiz. Yani Kemal, sende judo, karate, tekvando yok mu?

Kemal Can: Hayır, yok.

Ruşen Çakır: Onlar Kadri’de var. 

Kadri Gürsel: Bende olduğunu nereden çıkardın? Ben Kemal Can’ın judocu, karateci olup olmadığını bilmiyorum, ama 1986 ya da 87’de Konur Sokak’ta yaptıklarını biliyorum. 

Kemal Can: Teknik kısmım zayıf. 

Kadri Gürsel: Konur Sokak’ta bir kahvehâneye aşırı sağcı bir grup saldırdığında, Kemal, Konur Sokak’ın efsânesi olmuştu; günlerce anlatılmıştı. 

Kemal Can: Şu DEM Parti hâdisesini de söyleyeyim. Çok farklı şeyler olduğunu söyledin. Aslında bu farklı yaklaşımlar, farklı pozisyonlar, farklı tartışma başlıkları yeni değil. DEM Parti, daha önce HDP, yani Kürt siyâsî hareketi, çok sayıda birbirinden hayli farklı kanatları ve fonksiyonları bir arada taşıyor. Şimdi o önümüze gelen şey, bunun alenîleşmesi ve açıktan çok net bir hâle dönüşmesi. Bu tartışmaların hiçbiri yeni değil. Kürdistânîlik meselesinden Türkiye Partisi olmaya kadar, bu tartışmaların hepsi ağırlıklı olarak iç tartışma olarak yaşanmış ve hep kanatları olmuş meseleler. Ama bugün artık bu hareketin şöyle bir eşiğe zorlandığını düşünüyorum: Bunlar daha alenî, daha açık ve daha sert tartışmalar hâlinde yaşanıyor. Çünkü bu bir iç tartışma olmaktan çıktı. Tıpkı, geçen haftaki yayında konuştuğumuzda, Kadri’nin söylediği Kürt meselesinin uluslararasılaşması gibi, DEM Parti’nin kendi siyâsî iç meseleleri de aslında bir tür Türkiyelileşti. 

Kadri Gürsel: Aslında o tartışmalara dışarıdan da tartışmacı çekmek istiyorlar. O tartışmayı sâdece kendi aralarında yapmak istemiyorlar. 

Kemal Can: Tabiî. O tartışmaya elini sokanlar, o tartışmayı dışarıda başka türlü kullananlar var. Sen yayına başlamadan önce örnekler de verdin ya: “DEM Parti seçmeni şöyle yaparsa 1 Nisan’da bunlar olur” diye listeler yayınlayanlar, böyle konuşmalar yapanlar var. 

Ruşen Çakır: O iş çığırından çıktı ama. 

Kemal Can: Tamam, ama siyâsî belirleyicilik açısından DEM Parti’nin aldığı pozisyonlar, seçimlerdeki etkisinden bağımsız olarak hem Kürt meselesinin hem özel olarak bu siyâsî hareketin tüm siyâset içerisindeki kullanımı çok önemli bir faktör hâline geldi. Dolayısıyla bunun için de bu tartışmaları çok yükseltmesi kaçınılmazdı ve şimdi galiba öyle bir sürece giriyor.

Ruşen Çakır: Kadri Bey, izleyicilerimizden Gülşen Hanım “Kadri Bey’i Halk TV‘de neden göremiyoruz” diye bir soru sormuş.

Kadri Gürsel: Halk TV‘den kendi isteğimle ayrıldım.

Ruşen Çakır: Peki. Bu arada YouTube’dan yayınımıza katkıda bulunan Oğuzhan Bey ve Muharrem Bey’e de teşekkür ederiz. Yine bir yerlerde doğalgaz bulmuşuz, duydunuz mu?

Kadri Gürsel: Ben duymadım. 

Ruşen Çakır: Hep seçim öncesi kendini gösteren doğalgazlardan bir tâne daha bulunmuş.

Kadri Gürsel: Doğalgaz hikâyelerinin çok inandırıcılığının kaldığını zannetmiyorum.

Ruşen Çakır: Seçim sonrasına, 1 Nisan’a gelelim. Seçim gecesi birlikte olacağız ve burada çok sayıda başka konuklarımız da olacak, orada da konuşacağız, ama şöyle toparlayalım: Herkes artık, “Bundan sonra 1 Nisan’a bakalım” diyor. Seçim sonuçları her ne olursa olsun, 1 Nisan’da Türkiye’de yeni bir dönem başlayacak. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, muhâlefetin, 23 Mayıs’ta yediği darbeden bir ölçüde silkinme ihtimâlini yakalamış gözüktüğü muhakkak.

Kadri Gürsel: Muhâlefetin değil, muhâlif toplumun. Muhâlif toplum silkinince muhâlefet de silkinmiş sayılacak belki. 

Ruşen Çakır: Evet, kurumsal muhâlefet. İlk akla gelen, eğer başarılı bir sonuç alırsa Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olacağı, ama Mansur Yavaş’ın da adaylığının yine söz konusu olacağı kanısındayım. İzleyicilerle yaptığım yayında, “İmamoğlu ve Mansur Yavaş yarışır mı, ikisi birlikte hareket eder mi?” sorusu çok soruluyor bana. Ben, Mansur Yavaş’ın bu seçimden sonra daha bir sağa kayıp, CHP ile arasındaki mesâfeyi açarak kendini öyle bir yerde konumlandırmasını bekliyorum. Ne dersin?

Kadri Gürsel: Mansur Yavaş hiçbir zaman bir CHP’li olmadı zâten. Mansur Yavaş’ın konumunun da Türkiye’de siyâsetin deviniminin oluşturacağı boşluklarla alâkası olması gerekir diye düşünüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi, sağa şirin görünmek, muhâfazakâr cenahtan da oy almak gibi seçim kazanma taktikleri adına hareket etmeyi bırakır ve kendi direngen tabanını siyâsallaştırıp, örgütlemeyi merkezine alan bir siyâset anlayışına yönelirse orada alanlar açılacaktır. İYİ Parti’deki çöküntü veya felç olma hâli böyle bu şekilde devam ederse orada bir alan açılacaktır. Mansur Bey de siyâsette iddiasını sürdürürse, bu alanları doldurmak bakımından doğal bir aday olarak temâyüz edebilir pekâlâ. Sen sorduğun için bu konuda konuşuyorum, yoksa bir öngörüde bulunamam doğrusu. Ama Mansur Bey sorumsuz hareket edecek biri değil bence. 2027-28’e giderken, ülkedeki iktidar değişikliğini tehlikeye atacak herhangi bir yanlış adım atacağını zannetmiyorum. 

Bir de tabiî, aslında 2023’e giderken, muhâlefetteki bütün önemli aktörlerin ve istisnâsız hepsinin, tahayyül ettiğimiz ve edemediğimiz bütün hatâları yapmış olmaları da göz önüne alınırsa, artık kimsenin hatâ yapma hakkının kalmadığı kanaatindeyim. Hatâ yapanların bâzıları zâten siyâsetten tasfiye oldular bence. 

Ruşen Çakır: Bu seçimde sanki yeni tasfiyeler çıkacak gibi. Bâzı partilerin adını bile anamıyoruz. Varlar, seçime giriyorlar ama…

Kadri Gürsel: Özellikle Yeniden Refah Partisi. Misal, Fatih Erbakan’a baktığın zaman babasının bir taklidi gibi duruyor ve kendisini eğitmiş ya da belki de öyleydi hep. Babasının oğlu. Hitap tarzı, cümlelerin son sözcüklerinin son harflerini yuvarlaması, mimikleri, jestleri tıpkı babası gibi. Bu mânâda sloganları da iyi kullanıyor. “Ahlâklı belediyecilik” diyor meselâ. Bence “israf” vurgusundan daha etkili. “Ahlâklı belediyecilik yapacağım” dediğin zaman, zâten mevcut olan AKP belediyeciliğine “ahlâksız” demiş oluyorsun. Ahlâksızın da ne anlama geldiği belli. 

Ruşen Çakır: Kemal, sen ne diyorsun? Mansur Yavaş-Ekrem İmamoğlu meselesi bugünün meselesi değil mi? 

Kemal Can: Biraz önce Kadri, “Bu seçimde, aktörlerin ne muamele yapacağı belirleyici olacak” dedi. 

Kadri Gürsel: Evet. Ne gibi sonuçlar çıkaracaklar? Kendilerinin zorlandıklarını mı düşünecekler? 

Kemal Can: Dolayısıyla, 1 Nisan’da, senin tâbirinle “yepisyeni” bir şey olup olmayacağı aslında bütün aktörlerin bu sonuçlara ne muamele yapacağı ile ilgili bir şey. Muhâlefetin, 2019’daki aynı sonucu aldığını varsayalım.

Ruşen Çakır: Arkadaşlar bir dakika, sözünüzü keseceğim. Sonar Araştırma’nın anketi geldi. Biliyorsunuz, Sonar –Hakan Bayrakçı– iktidâra yakın. Sıkı durun, söylüyorum: Ekrem İmamoğlu %47,3. Murat Kurum %40,4 –aradaki fark yaklaşık 7 puan–, Mehmet Altınöz %3,1, Azmi Karamahmutoğlu %3,0, Meral Danış Beştaş %2,9, Buğra Kavuncu %2,1 diğerleri %1,2. Yani bakılınca, meselâ Yeniden Refah Partisi AKP’ye kaybettirmiyor. Yani %3,1’i eklesen de Murat Kurum kazanamıyor. DEM Parti 2,9. Son seçimde %8’di değil mi? Yüzde 5 daha almış olsaydı, yine ara kapanmıyordu. 

Kadri Gürsel: Yani kaybettiremiyorlar da kazanamıyorlar da.

Ruşen Çakır: Evet. 

Kemal Can: Kazandırana da kaybettirene de tek günah keçisi bulmak mümkün değil.  

Ruşen Çakır: O konuda Ulaş Tol’un söylediği şöyle bir şey var: İkisi birlikte olursa; meselâ diyelim Mehmet Altınöz katılmadı, o %43 oldu, burası da %8 oy aldı, o %40’a ya da %42’ye düştü. Yani kaybettireceği varsayılan partilerin ikisinin de AKP lehine çalışması hâlinde ancak bu olabiliyor. Tabiî şöyle bir şey oldu biliyorsunuz: Geçenlerde Hakan Bayrakçı CNN Türk’te anketini açıkladığında, Ahmet Hakan, Abdülkadir Selvi, “Niye böyle oluyor, böyle olur mu?” diye tepki göstermişlerdi. Aslında daha önce açıklayacağını söylemişti, iptal etti. Hakan Bayrakçı, iki gün önceki açıklamasında arada 5 puan fark olduğunu söylemişti. Sonra, yeni bir anket yapacağını ve cuma günü sonucu açıklayacağını söylemişti. Bugünkü açıklamaya göre aradaki fark 5’ten 7’ye çıkmış. Çok ilginç. Anketçiler, Mart ayında istikrarlı bir şekilde aranın açıldığını söylüyorlar. Şimdi ankete güvenip bir şeyler söylemenin lüzûmu yok. Ama Sonar Araştırma geçen seçimi bilen anket firması, değil mi? Erdoğan’ın kazanacağını söyleyen ve iktidar medyasının da rağbet ettiği bir isim. Aradaki farkın 7 puan olduğunu söylüyor.

Kadri Gürsel: Evet. Açıkçası ben anketlere pek aldanılmamasını ve anketlere bakarak rehâvete kapılınmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Özellikle anketçiler, iletişimciler ve araştırmacıların sultasından kurtulmak lâzım. Siyâseti, oy almak, seçmen olmak, seçmen muamelesi görmek ve bir seçimden sonra bir sonrakine hazırlanmak şeklinde târif etmemek ve öyle konuşmamak lâzım. Ama son iki üç haftadır sâdece anket tartışıyoruz. Bütün televizyon kanallarında, sızdırılan anketler tartışılıyor. Bir faydasının olup olmadığını bilmiyorum; ama bence sonuçlara, sandığa gidenler ve sandığın târihsel önemini idrak edenler yön verecektir. 

Ruşen Çakır: Anketlerde şöyle bir şey var: Meselâ anketler İmamoğlu’nu 7 puan önde gösterdiğinde, bâzı muhâlifler, “Böyle gösteriyorlar ve insanları rehâvete sokuyorlar” diyorlar.

Kadri Gürsel: Ama bu doğru. 

Ruşen Çakır: İktidar seçmeni de, “Sandığa gitsek ne olacak ki, zâten iş bitmiş” diyor olabilir.  

Kadri Gürsel: Kaybetse bile netîcede dünya kaybı değil. Bence İmamoğlu’ndan şikâyetçi değiller, öyle görüyorum. İmamoğlu’ndan korkmuyorlar da. O çok büyük bir avantaj İmamoğlu için. 

Ruşen Çakır: İmamoğlu’nun AKP’den de oy aldığı söyleniyor.

Kadri Gürsel: Evet, AKP’den oy alıyor. Meselâ ilçelerde AKP’ye oy verip, Büyükşehir’de İmamoğlu’na oy verecek olan bir seçmen kesimin olduğunu görüyorum. Aynı zamanda da, “Merkezî iktidar bizde” diye bakarak, İstanbul’daki dönüşümün asıl olarak merkezî iktidar tarafından yönetildiğini, yönlendirildiğini de görüyorlar ve bundan da çekinmiyorlar. İstanbul’daki büyük dönüşüm olumsuz bir dönüşüm. Olumlu yönleri de var, ama aslen olumsuz bir dönüşüm. Bunu zâten merkezî iktidar yönlendiriyor. Milliyetçilik tartışmaları açısından, ben AKP’nin hiçbir şekilde milliyetçi olmadığı kanaatindeyim. Ben milliyetçilikten, biraz Türk milliyetçiliğini anlıyorum. Yani Türkiye milliyetçiliği değil. Atatürk milliyetçiliği hiç değil. Şimdi provokatif bir tâbir olacak, evet, ama Beyoğlu’nun Arabizasyon’u, İmamoğlu İBB Başkanı’yken de son hızla devam etti. Bu da iktidârın istediği bir şeydi. Merkezî iktidârı elinde tuttuğun zaman, yerel iktidâra rağmen yürüyor. 

Ruşen Çakır: Araya birtakım parçalar atayım. Bir kere bu yayında bayağı bir sayıda izleyicimiz var.

Kadri Gürsel: Demek ki son günlerde heyecan arttı.

Ruşen Çakır: Cüneyt Bey, 10 katıl üyeliği hediye etmiş. Teşekkür ediyoruz.  Bu arada Medyascope’ta ekonomi yayını yapan liseden de arkadaşımız Haluk Levent, demin konuştuğumuz Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi konusunda bir katkıda bulundu. Meğer partinin kurucu genel başkanı Ertuğrul Kürkçü’ymüş. 

Kemal Can: Evet, demin söyledim ya Ertuğrul Kürkçü olduğunu. 

Ruşen Çakır: Ertuğrul Kürkçü’nün yaptığı bir açıklama var, hattâ Lenin’in fotoğrafını da koymuş.  Zamânında, az Lenin okumadık yani. O açıklamayı okudum, okudum, ama bağlamı kuramadım. Bu tartışmaya, yani Ekrem İmamoğlu’na oy verip vermeme tartışmasına Leninist açıdan bakmak… 

Kadri Gürsel: Biraz zorlama olur bence. 

Ruşen Çakır: Sen ne dersin Kemal Sonar’ın açıklamasına? Aslında Panorama TR’nin yaptığı anketle neredeyse aynı rakamlar.

Kemal Can: Evet. Anketler böyle belirli bir biçimde bir araya gelmeye başladı. Bu da aslında başta konuştuğumuz şeyi doğrular nitelikte. Yani muhâlefet ve iktidar blokundaki iki seçmen grubunun fazla bir geçişkenliği yok, ama şöyle bir şey var: Bu ikisinin tehlike algısının belirleyiciliği seçim sonuçlarını etkiliyor. Yani eğer iktidar, kayıp riskini kendi seçmeni için belirleyici motivasyon hâline getirebiliyorsa, o daha güçlü reaksiyon veriyor. Aynı şekilde, “Bu rövanşı iktidâra vermeyelim” diyen muhâlefet seçmeni bu reflekse sarılırsa başka bir şey oluşuyor. Şu anda gördüğümüz şey, son haftalarda bu farkın giderek açılması; İstanbul, Ankara ve büyükşehirler için iktidârın korunması refleksi, muhâlefet seçmenini o küskünlüklerini bir kenara bırakmaya itmiş ve o trend işliyor gibi görünüyor. İktidar, son haftalarda yaptıklarıyla kendi seçmenini ürküterek bu tehlikeye çok inandıramıyor.

Ruşen Çakır: Arkadaşlar, muhabbet çok iyi gidiyor, ama burada bizden sonra bir yayın olacak.

Kemal Can: Tamam, söyleyeceğimi de tamamlayayım. Eğer bu seçimin sonucu, 2019’un aynısı, hattâ biraz daha gelişmişi olursa, muhâlefet sâdece bu sonucu zafer ve yeni bir Türkiye olarak algılarsa, bence problemli bir durum. Çünkü 2019’da da kazanıldı ve bunun otomatik bir şey olmayacağı görüldü. Aynı şey iktidar için de geçerli. Asıl olarak yeni bir Türkiye’ye uyanıp uyanmayacağımızı gösterecek şey, bu seçimin sonuçlarını kimin nasıl okuyacağı ve bu sonuçlar üzerinden nasıl bir politik yol belirleyeceğidir. Yani olayı 1 Nisan’da görmeyeceğiz. 

Kadri Gürsel: “Türkiye’yi kazanan İstanbul’u da kazanır” diye bir kaide yok. Onu göreceğiz belki de. 

Ruşen Çakır: İzleyicilerimizden destekler yağıyor hakîkaten, ayağınız bereketli geldi arkadaşlar, her gün yayın yapalım sizinle.

Kemal Can: Bize bir faydası yok tabiî. 

Ruşen Çakır: Yeşim Miller, Osman İdris, Erkmen Barikan, Kıvanç Bey de 10’ar üyelik hediye ediyorlar. Bunların ne olduğunu biliyorsunuz. “Katıl” üyeliği düzenli olarak bize destek verenler. Bu arada, deminden beri görüyorum, İlkay isimli bir izleyicimiz, “Bunları dinlemeyin. Hep söylediklerinin tersi çıkıyor” diye üçümüze lâf atıyor.

Kemal Can: Niye izliyormuş peki?

Kadri Gürsel: Tersi çıkıyorsa, yine izlemesi lâzım. 

Ruşen Çakır: Bu tür lâf atmalarla çok karşılaştığımız için biliyorum. Kimisi espri yoluyla, kimisi de gerçekten…

Kadri Gürsel: Ayrıca da biz, “Şöyle olacak, böyle olacak” diye bir şey de demedik.  

Ruşen Çakır: Hayır, demedik zâten. Ama bir de şöyle bir hikâye oluyor, bu da çok ilginç. Meselâ muhâlifmiş gibi takılıp gibi lâf edenler, aslında başka bir şey çıkıyor. Bunu diyen kişi aynı zamanda, “Ekrem, Erdoğan’ın tırnağı olamaz” diyor. Neyse, bunlara alıştık zâten. Bu konuları daha çok konuşacağız. Burada Altılı Ganyan oynatmıyoruz, bahisçi değiliz. Yanlış da söyleyebiliriz, yanlış da değerlendirebiliriz. Önemli olan, insanların bizim samimiyetimize ve iyi niyetimize inanmaları, değil mi Kadri Bey? 

Kadri Gürsel: Evet, ama bana niye bu soruyu soruyorsun? Bu sorunun muhâtabı ben miyim? 

Kemal Can: Bize sürekli eleştiri yapılan şeylerden biri de, “Lâfı çok uzatıyorsunuz, bam bam bam söyleyin.”

Ruşen Çakır: Eh ama öylesin Kemal.  

Kemal Can: Öyleyim, çünkü…

Kadri Gürsel: Hayır, ama bam bam bam söylenen yerler var zâten.  

Kemal Can: Çünkü tam da bu söylenmesin diye: “Bak öyle dedin böyle çıktı” diyecekler. Doğru ya da yanlış çıkmasından bağımsız olarak, neyi söylediğini anlattığın zaman, tartışmaya bir şey açmış oluyorsun. Ama gerekçesi olmaksızın, tahmin ya da öngörü üfürmek yerine, neyi neden söylediğimizi anlatmaya çalışıyoruz. Bu da konuyu biraz uzatıyor.

Kadri Gürsel: Tabiî, çünkü olgularla desteklemek, olgusallık ve aynı zamanda bağlama oturtmak, yani gerekçelendirmek önemli.

Ruşen Çakır: Kadri Bey, zâten buraya geldiğinden beri herkes seni görmek istiyor, ben kıskanmaya başladım. Ama gelmeye devam et. Bu arada deminki ganyan meselesine Serkan Bey, “Bir ganyancı olarak alındım, lütfen özür dileyin” demiş. Yakın zamâna kadar ben de ganyancıydım. Ganyancılık hakkında dalga geçecek kişiler değiliz, onu söyleyeyim.

Kemal Can: Ganyan oynayan açısından bir problem yok ki. Biz bahis tüyosu vermiyoruz burada.

Ruşen Çakır: Evet arkadaşlar, artık burada bitirelim. Epeyce konuştuk. Seçim gecesi tekrar kaldığımız yerden devam edeceğiz. Herkes oyunu kullansın. Ondan sonra bakalım değerlendirelim. İnşallah Türkiye’nin hayrına bir seçim olur diyelim. Kemal Can, Kadri Gürsel ve ben hepinize çok teşekkür ediyoruz, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.