Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haftaya Bakış (205): CHP’de Burcu Köksal olayı | İmamoğlu ve Kurum yarışı | YRP İstanbul’da seçimden çekilir mi?

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Afyonkarahisar Belediye Başkan adayı Burcu Köksal’ın “Seçildiğimde kapılarımız DEM Parti hariç herkese açık olacak” sözlerinin yankıları sürüyor. CHP lideri Özgür Özel önce “sürçülisan” dedi, Köksal genel başkanını yalanladı. Tartışmaya bugün İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da dahil oldu. İmamoğlu, “Bunu diyen, ya kendine başka bir iş ya da başka parti bulacak” dedi.

Seçimlere 23 gün kaldı. Gözler İstanbul yarışında. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Bakırköy’de Cumhuriyet Meydanı açılışına katıldı. İmamoğlu, Bakırköy’ün uzun yıllar boyunca ihmal edildiğini söyledi ve “25 yıl ihmal edilen Bakırköy’de yapılanların 10 katını beş yılda yaptık” diye konuştu. AKP’nin İBB Başkan adayı Murat Kurum da “Eşsiz İstanbul” tanıtım toplantısında konuştu, “1 Nisan’dan sonra haksız yere ekmeğinden edilen emekçilerimiz işlerine geri dönecek” dedi.

Yeniden Refah Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkan adayı Mehmet Altınöz, parti adaylarının adaylıktan çekileceklerine yönelik iddialara yanıt verdi. “Yeniden Refah Partisi İBB Belediye Başkan adayı olarak açık ve net bir şekilde ifade ediyorum ki adaylıktan çekilmemiz söz konusu değil” dedi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Seçime 23 gün kaldı. Zaman gittikçe azalıyor. Siyâsetin gündeminde CHP’nin Afyonkarahisar Belediyesi Başkan adayı Burcu Köksal var. Kendisi aynı zamanda CHP Grup Başkanvekili ve Afyonkarahisar milletvekili. Burcu Köksal yaptığı bir konuşmada, önce, “Seçildiğimde belediyenin kapıları DEM Parti hâriç bütün siyâsî partilere açık olacak” açıklamasını yaptı. Daha sonra buna HÜDA PAR’ı da ekleyerek, “Belediyeyi DEM Parti ve HÜDA PAR’la yönetmeyeceğim” dedi. Ortalık bayağı karıştı. Bu sözler üzerine Özgür Özel, Köksal’ın “sürç-i lisan” ettiğini söyledi. Ama hiç de öyle sürç-i lisan değilmiş. Ekrem İmamoğlu çok net bir şekilde, “Ya başka iş baksın ya da başka parti baksın” diyerek Burcu Köksal’ı doğrudan hedef aldı. Şimdi CHP, yerel seçimde aday gösterdiği bütün belediye başkanlarına, “Herkese kapımız açık olacak” minvâlinde iki ayrı taahhütnâme imzâlatıyor.  Böylece durduk yere kendi başına iş aldı. Sonuçta bu mesele CHP’ye bayağı bir rahatsızlık verdi. Ama Ekrem İmamoğlu o hamlesiyle bunu biraz kendi lehine çevirmiş olabilir. 

Burada ilginç olan hususlardan birisi de şu: İktidar yanlıları bir yandan “CHP Kandil uzlaşısı yapıyor” diyor. Sonra DEM Parti’ye dönüp, “CHP’liler sizi belediye sokmayacakmış. Niye bunlara oy veriyorsunuz?” diyerek onu da kullanıyorlar. Yani DEM Parti ile ilişki konusundaki her türlü söylem ve davranış, iktidar tarafından kullanılabilir bir olay hâline geldi. Pozitif bir konuyu, Kürt olmayan seçmene yönelik, “İşte görüyorsunuz, bunlar ittifak yapıyor” derken, bir yandan da negatif bir gelişmeyi, yine Kürtler’e yönelik, “Bunlar aslında sizi sevmiyor. Sizi kandırıyorlar, sizi içeri sokmayacaklar” diyorlar. Böyle bir garip durum. 

Afyon’un seçimdeki rakamlarına baktım. Afyon’da CHP’nin belediye kazanma ihtimâli yok. İhtimâli olsa bile garip bir davranış. MHP +AK Parti son seçimde %60 üzerinde oy almış. Bir diğer yandan, bu olay Kemal Kılıçdaroğlu’na yamanmaya çalışıldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere adayların kaybetmelerini istediği ve bu konuda çalışmalar yaptığı; Kılıçdaroğlu yanlılarının o kayıp ardından, partiyi yeniden ele geçirme hesapları yaptıkları ve partinin aslında seçimi kaybetmesi için çok önemli bir faaliyet içerisinde oldukları rivâyetlerinin üzerine, bu olayı da ona bağladılar. Fatih Portakal doğrudan Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef aldı. Fatih Portakal’ın, bir gazetecinin hiçbir zaman söylememesi gereken, “İspatlayamam ama…” diye başlayan bir cümlesi var. Kılıçdaroğlu da ona çok sert cevap verdi. Böyle bir ilginç bir olay. 

Bugün biz yayına girmeden önce Burcu Köksal bir basın toplantısında yine aynı şeyi söylemiş. “Sözlerim çarpıtıldı. Ben belediyeyi DEM Parti ve HÜDA PAR’la yönetmeyeceğim” demiş. HÜDA PAR zâten işin içerisinde hiç yok. Ekrem İmamoğlu ilk çıkışında “Bu, iktidar ağzıyla konuşmak” demişti. 

Kemal Can: Köksal, işin içine HÜDA PAR’ı katarak sanki dengelemeye çalışıyor. Bâzen musîbet nasihatten değerli olur. Eğer musîbetlerden doğru dersi çıkartırsan, nasihatten daha faydalı bir şeydir. Bu kaçıncı kere? Kastettiğim sâdece bu seçime ilişkin değil. Yok “ittifak yapıyorlar”, yok “teröristler fatura getirecek” filan… bu söylemler beş senelik mevzû. Öncesi de var da, beş senede iki seçim geçirdi bu iddialar ve bu iddiaları cevaplama dertleri. 

Özgür Özel’in olayı geçiştirmek ya da karşılamak için kullandığı “sürç-i lisan”, kimsenin aklına yatacak bir şey değil. Neden değil? Birincisi, söz konusu isim, sözlerine bir reaksiyon gelir gelmez, “Pardon, ben öyle demek istemedim” diye bir çıkış yapmadı. O tarafından dolanıp, bu tarafından dolanıp, önce “Sözümün arkasındayım” dedi; sonra, “Sözlerim çarpıtıldı” dedi. Bunları bir kenara bıraksak bile, toy ve yeni bir milletvekili değil; üç dönemdir milletvekili, grup başkanvekilliği yapıyor. Şu anda fiilen hâlâ bu görevde. Grup başkanvekilliği de aslında bir tür parti sözcülüğü makamıdır. Dilin sürçmemesi gereken ve bu konuda bir yeteneği olduğunu varsaydıkları insanları bu görevlere getiriyorlar. Ayrıca Afyon’a belediye başkanı adayı yapılmış. Bu insanın böyle kritik bir aşamada, senin dediğin gibi iktidârın, bir yandan DEM Parti’nin alacağı oylarla muhâlefetin ve CHP’nin kazanma şansını küçültmeye çalışırken hem de bir yandan “DEM’lenme” söylemiyle muhâlefeti sıkıştırmaya çalıştığı bir aşamada, bu yanlışlıkla söylenecek bir lâf değil. 

İkinci tarafına gelirsek: Çok yoğun bir şekilde bunun aslında bir komplo olduğu, yani bilinçli, isteyerek ve bir maksada yönelik olarak yapıldığı iddiaları var. Bunların örneklerini sen de söyledin. Bazı yorumcular, ispatlayamayacakları uç noktalara kadar taşıyorlar. Burada özellikle Ekrem İmamoğlu’na kaybettirmek üzerine iki türlü tez var. Çünkü CHP ve DEM Parti’nin İstanbul’da “kent uzlaşısı” dolayısıyla ya da DEM seçmeninin kendi reaksiyonuyla, İstanbul’da İmamoğlu’na kayabilecek bir oydan bahsediliyor. Bunu durdurmak, bu anlamda Ekrem İmamoğlu’nun önünü kesmek için yapılmış bir tarafı var. İkincisi, genel kaybettirme havası içerisinde, belirli komploların, bâzı tâlîmatların ve parti içi grupların, bu kaybettirme operasyonunda, sâdece bir niyet olarak kenarda beklemekle yetinmeyip, aktif olarak dâhil olduğu operasyonel işler yaptığı iddiaları var. Açıkçası bu iddialar da, ispatlanıp ispatlanamamasından bağımsız olarak, fazla yüksek iddialar. Parti içi gerilimlerin elbette birtakım sonuçlara bağlı olarak yeni pozisyon imkânları beklemesi ya da buna ilişkin hazırlıklar yapıp yapmadığı, ayrı bir tartışma konusu. 

Ama bir partinin mevcut yönetiminin yıpratılması ve yenilgisi için çalışan bir parti içi hizip faaliyetinin, fazla iddialı ve zorlama olacağı da düşünülebilir. Çünkü bir yandan da geçen yılki seçimin kaybı ve daha sonrasında yaşananlar, mevcut siyâsî tablonun durumu, iktidârın fütursuzluğu gibi konularda, neredeyse her şeyin tek bir parametreyle açıklanmaya çalışılması yaygın bir alışkanlık hâline geldi. Yani aslında Türkiye’nin yaşadığı bütün problemler CHP’nin içerisindeki dengeden kaynaklanıyormuş, sanki bütün problem bundan ibâretmiş, her şey bununla açıklanabilirmiş gibi bir yaklaşım var. Dolayısıyla birdenbire Türkiye’nin bütün geleceğiyle ilgili her şey komplo olarak kurulurken, bu hâdise de bu komplonun parçası hâline getirildi. 

Ama ben bu hâdisede bu nasihat-musîbet denklemi açısından önemli gördüğüm başka bir şeyi işâret etmek istiyorum. Çünkü sâdece iktidar kullanmadı bu hâdiseyi ya da DEM Parti’nin reaksiyonuyla kalmadı. Hem CHP’nin içerisinde bâzı gruplar, Ekrem İmamoğlu’nun engellenmek istendiği gibi komplo iddiaları ortaya atarken, birtakım çevreler de bir yandan bunu haklı bir savunma refleksi olarak görme eğiliminde. Meselâ Zafer Partisi de bunu kışkırtmak için Burcu Köksal’ı kendi partisine dâvet etti. Bu musîbetten iyi bir ders çıkartmanın asıl önemli tarafı da bence bu. 

Başta söylediğim gibi, iki tâne seçim geçirildi. İktidar defalarca bu tema üzerinden muhâlefeti sıkıştırmaya çalıştı. Buna sürekli cevap üretmeye çalışmak, böyle bir anomaliyi ortaya çıkardı. Bu tür musîbetlerden, bunun sonuçsuzluğunu görmek ve burada iktidârın yaptığı yıkıcı ya da yıpratıcı siyâsetin muhalefet tarafındaki karşılıklarını engellemenin daha kritik olduğunu düşünüyorum. Yani “Faturaları teröristler getirecek” iddiasıyla, “Bu iddiayı cevaplıyoruz” kılığında, “Kapıları kapatıyoruz” iddiası, aslında aynı şeyin iki parçası. Bu söylemler birbirinin karşısında şeyler değil. Bir iftirâ atılıyor da bu iftirânın karşısında bir savunma kuruluyor değil. Aslında aynı siyâsî mesajın iki ucu. “Bilmem kaç teröristi işe aldılar” diyen Süleyman Soylu ne kadar abes ve inandırıcılıktan uzaksa, ne kadar anlamsız bir şey yapıyorsa, “Onlara kapıyı kapatacağım” diyen Burcu Köksal da en az onun kadar saçma bir şey yapıyor. İkisinin de inandırıcılık gibi bir problemi yok. Yani, Afyon’da CHP’nin adayı kürsüye çıkıp bunu söylediğinde; “A tamam, ne güzel. Biz boşuna CHP’ye kızmışız” mı diyecek bir seçmen grubu?

Ruşen Çakır: Bir de, DEM Parti birçok yerde var, ama Afyon’da yok. Ben bunu söyleyince, Burcu Köksal’a destek verenler, “DEM Parti olmayabilir, ama Afyon çok şehit verdi” dediler.

Kemal Can: Tersini söylersek,“DEM’lenme”hikâyesini kullanarak ya da o montaj videolarla –ki montaj videoyu gösteren Erdoğan, zâten kendisi montaj olduğunu söylüyor, bunu bir hakîkatin kanıtı olarak göstermiyor–, bunu sâdece, kendi söylediğinin etkili olması için, açıkça doğru olmadığını söyleyerek, “Bu doğru değil, ama buradan yürüyün. Bunu söylemeye devam edin” dediği bir şeyi yapıyor. Buna cevap olarak kurulan cümle de, “Biz onları kapıdan içeri sokmayız” oluyor. Burada problemli gördüğüm şey, böyle bir şey geliştiğinde “sürç-i lisan” ya da “amacını aşan” cümlesi kullanılıyor. Hayır. Tam da bu amaçtan ve bu işleyişten vazgeçmek gerekiyor. 

Burada altını çizmemiz gerekiyor: Senin de dikkat çektiğin gibi, Ekrem İmamoğlu’nun çıkışı çok netti. Onların içinde de birtakım tartışmalar olabilir. Çünkü bir yandan da olay, Özgür Özel’le aralarında bir problem varmış gibi göründü. Ama o bir iletişim problemi olarak kalabilir. Sonuçta böyle bir şeyin karşısında net tavır almak önemli. Ama şimdi bu net tavrı böyle aldığın zaman, Burcu Köksal çıktı, alamayacağı bir seçim için böyle bir vaatte bulundu. Bunu vaat değil, fiilî olarak uygulamalarını yapmış olan iki tâne belediye başkanını aday gösterdiniz: Biri Antalya’da biri de Bolu’da. Üstelik Bolu’da daha da fazlasını yapan, mültecilerin suyunu kesen adamı aday yaptınız. Politik tutarlılık açısından bu tür şeyleri “iletişim kazâsı” olarak görmek ya da komplolar etrâfında tartışmak yerine, bu politik zeminin daha rasyonel bir zemine oturması için kullanmak lâzım.

Ruşen Çakır: CHP’de taşlar yerine oturmadı, oturacağa da benzemiyor. Çok sorun var. Ekrem İmamoğlu çok fazla domine ediyor her şeyi. Bu onun hatâsı olmayabilir. Birçok yerde CHP’lilerle konuştum. Bu seçimde bilmem kaç il var, bilmem kaç tâne büyükşehir var; ama Ekrem İmamoğlu’ndan başka sivrilen bir ikinci isim yok. İkincisi, açıkçası Özgür Özel çok zayıf kalıyor. Hatta “DEM’lenme” ya da “sürç-i lisan” hâdiselerinde olduğu gibi, birçok olayda konuşmasa daha hayırlı olabilecek şeyler yapıyor. Ayrıca CHP’de her dönem, kendi başına “özgül ağırlığı” olan birtakım figürler vardır; artık öyle kimse de kalmadı. O kurultay sürecinde çok savruldular. Olay sâdece bir Ekrem İmamoğlu olayı olarak görülüyor. Bu, Ekrem İmamoğlu’nun gücünü artırıyor, ama bir yerden sonra onun partiye ihtiyâcı var.

Kemal Can: Yükünü de artırıyor, riskini de. Bunu bir kez daha burada konuşmuştuk. Hattâ ben geçen haftaki yazımda bu meseleye biraz temas ettim. Ekrem İmamoğlu’na rağmen onu destekleyen bâzı yorumcular, onu da zor durumda bırakacak yüksek iddialar dile getiriyorlar. Sonuçta onu desteklemek için yapıyorlar; ama oradaki bir ölçüsüzlük, senin dediğin gibi, kanıtlanmadan ortaya atılan iddialarda olduğu gibi, İmamoğlu’nun engellenmesine işâret ederek onu destekleyen bir şey gibi ortaya atılıyor ama, o zaman da tam tersine, ayağına dolanması ihtimâli olan bir şey hâline geliyor.

Ruşen Çakır: İki gün önce, Göksel (Göksu) ile birlikte, Ekrem İmamoğlu ile bir yayın yaptık. Açıkçası tahminimden çok daha başarılı bir İmamoğlu gördüm. Her konuda, gerek belediyeyle ilgili gerek siyâsî konularda cevapları var ve belli ki çok çalışılmış, iyi hazırlanmış. Belâgati de iyi Allah için; konuşmayı biliyor. Mitinglerde de öyle. Gerçekten bir lider doğuyor. Ama orada sorun var. Partinin genel başkanı farklı. Bir de tabiî seçimi almak zorunda. Seçimi alamaması hâlinde de siyâseten bir şeylere devam eder, evet, ama bu seçimi alırsa, çok daha fazla imkânı artacak. Şimdi anketlerin birçoğunda önde gözüküyor. Ama çok açık ara önde gözüktüğü bir yer yok ve üstelik henüz Erdoğan devreye girmedi. Murat Kurum zayıf kalıyor. Dün de Silivri’de seçim çalışması yaparken, “Biraz yağmur yağsa Silivri’yi seller basıyor” demiş. Halbuki Silivri MHP’nin. Gördüğüm kadarıyla, Murat Kurum İmamoğlu karşısında hayli zayıf kalıyor. Murat Kurum’a teknokrat diyoruz, ama beş yıldır İstanbul’u yöneten ve birçok şeyi ezbere bilen bir Belediye Başkanı var sonuçta. Birlikte bir yayına çıksalar –ki anladığım kadarıyla Murat Kurum istemiyor–, orada da sadece belediyeciliği konuşsalar, İmamoğlu’nun çok zorlanacağını sanmıyorum. 

Bir tek husus, Erdoğan’ın devreye girmesi. Ahmet Hakan dün köşesinde, “Erdoğan, İstanbul’da sâhaya inmeli. İlçe ilçe, semt semt mitingler yapmalı. AK Parti’den kaçacak oyların kaçmasına engel olmalı” diye bir yazı yazmış. Bir panik hâli var, belli ki bir şeyleri görüyorlar. Dün Özer Sencar’la yaptığım yayında kendisine de bunu sordum.  “Tayyip Erdoğan da çok fazla kıpırdatamaz” dedi. Ama yine de Erdoğan bir siyâsî aşı yaptığı zaman bir şeyleri toplayabilir. Birazdan konuşacağız, Yeniden Refah meselesi de var. Şu hâliyle baktığım zaman, aslında İmamoğlu’nun oyun planı DEM Parti’den de, İYİ Parti’den de, gençlerden, hattâ olabilirse AK Parti tabanında ilişkileri gevşek olan kesimlerden oy almak. Ama bunu yapabilmesi için partisinin güçlü ve arkasında olması lâzım. Bu son olayda da gördüğümüz gibi, yardım az, külfet çok. Bir de onunla uğraşmak zorunda kalıyor.

Kemal Can: Bu aslında biraz siyâset tasarımıyla ilgili bir şey. Bu, çok uzun bir tartışmanın mahsulü. Kurumsal siyâseti tasfiye eden ve kurumsal siyâsete rağmen kazanan aktör üretme hamlesi, sorunlu bir hamle. Tamam, İmamoğlu bunun adayı olarak öne çıkıyor, ona, partiler-üstü bütünleyicilik atfediliyor, o da bunun karşılığını doldurabilir gibi duruyor. Ama sorun, bunun çok altının çizilmesi. “Herkese rağmen kazanan biri” imajı. Çünkü eğer bu seçimi kazanmak, bu seçimi kazandıktan sonra da bu kazançla birlikte başka bir kariyere yürümek istiyorsa, aslında herkese rağmen kazanan bir aktör değil, herkesle birlikte kazanan, herkesi katabildiği bir zafere yürüyen lider resmi, onun için çok daha önemli. “Türkiye İttifâkı” lâfı da “Kent İttifâkı” lâfı da böyle bir şeyin karşılığı. Yoksa kendi partisine rağmen, onu zayıflatarak, diğer aktörleri küçülterek, “Benim arama kimse, başka parti giremez” diyerek kişisel gücünü yükselten, ama sonrası için riskli bir pozisyonu, bir başka yalnızlığı da çağırmış oluyor. Aslında senin de söylediğin gibi, bence İmamoğlu kişisel olarak bunun daha farkında ve daha frenli gidiyor. Ama çevresi ve ona misyon biçenlerin biraz ölçüyü kaçırdıkları ve onu da sıkıntıya soktukları bir süreç yaşanıyor.

Ruşen Çakır: Bugün Tunç Soyer’in İzmir’den gelip Ekrem İmamoğlu ile mitinge çıkıp hakkında çok olumlu şeyler söylemesi ilginç. Çünkü Tunç Soyer İzmir’de aday tanıtım toplantısına katılmadı biliyorsun. Çok küskün. Hattâ Özgür Özel onun gönlünü almak için “Ona görev vereceğiz” demişti, onu da reddetti. Benim duyduğum, Kılıçdaroğlu’na güçlü bir şekilde destek veren, onun listesinde yer alan isimlerin bâzılarının da net bir şekilde İmamoğlu’na doğru yöneldikleri ve onun için çalıştıkları yolunda. İmamoğlu, parti içerisindeki gücünü artırıyor. Tabiî bu, biraz da iktidârı kazanma ihtimâli güçlendikçe olacak bir konu. İmamoğlu, partiyi kendi etrâfında toparlamaya çalışıyor, bunu özellikle vurgulamak lâzım. Buradaki sorun, Özgür Özel’in biraz ona ayak uyduramaması. Yoksa İmamoğlu’nun, “CHP olmasa da olur. Ben CHP’yi de aşarım” gibi bir tavrı olduğunu sanmıyorum. Biz sohbet ettiğimizde, İstanbul’daki ilçelerdeki birtakım küskün belediye başkanlarını sordum. Onları kazanmak için nasıl çalıştığını anlattı. “Giderlerse gitsinler” gibi bir tavır görmedim. Bayağı bir korumaya çalışıyor. 

Kemal Can: Zâten yapmadığını, geçen yılki seçimden biliyoruz. Meral Akşener’in tezi ve iddiası, “Çıkın ortaya, partilerinizi de boş verin” demişti Mansur Yavaş’a ve İmamoğlu’na. Onun gereklerini ne kadar yaptığı tartışmalarına girmeden söylüyorum: İmamoğlu o topa girmedi. Akşener’in “cesaretsizlik” dediği, politik öngörüsüyle ilgili bir şey. Partiler-üstü bir iddianın sâhibi olsan bile, bu, partilere ya da kendi partine karşı bayrak açarak başlayacağın bir yolculuk olmayabilir. Zâten o tercihini geçen yıl yaptı. Saraçhâne’den başka bir sonuç çıkartmak ya da başka bir yola girmesi için zorlanırken, o hatta girmeyerek zâten pozisyonunu belirginleştirdi. 

Ama buradaki problem, hem İstanbul seçimini kazanmak, hem İstanbul seçiminden Türkiye iddiasına devam edebilmek için, evet, kurumsal siyâseti yenilemek, değiştirmek, dönüştürmek gerekiyor, tamam, ama ilga etmek çok elverişli bir yol gibi görünmüyor. Zâten seçim kazanmak için bile bir teşkîlâta ihtiyâcınız var. CHP bu süreci yapı olarak nasıl atlatacak bilemiyorum. Meselâ Afyon’da yaşanan hâdisenin muhtemelen benzerleri pek çok yerde yaşanacak veya yaşanıyor, ama dışarıya yansımıyor. Çünkü bu problemli refleksi kapalı toplantılarda söyleyen dünya kadar adam vardır. Bunu sâdece kürsüye çıkıp konuşulduğu için biliyoruz. Buna benzer şeyler olmayacak anlamına gelmiyor. O yüzden bunu sâdece iletişim kazâsı olarak görmemek lâzım; daha yapısal bir mesele var ortada. 

Ruşen Çakır: Erdoğan’ın yapısal meselesine, Yeniden Refah Partisi’ne geçelim. Dün, Yeni Şafak gazetesinde, Yeniden Refah Partisi’nden ayrılan Suat Pamukçu ile bir röportaj çıktı, gördün mü bilmiyorum. Manşet şu: “Yeniden Refah Partisi ile ittifakı FETÖ’cüler engelledi”. Suat Pamukçu Meclis’teki beş milletvekilinden birisiydi, istifâ etti. 

Bugün de SETA Başkanı Burhanettin Duran, Sabah gazetesinde bu konuyla ilgili yazmış. Diyor ki: “Erdoğan, Cumhur İttifâkı seçmeni ile Yeniden Refah Partisi arasına mesâfe koymaya başladı”. Çünkü şöyle bir husus var — Burhanettin Duran da yazısında onu belirtmiş: “Yeniden Refah Partisi, Cumhurbaşkanı’na çok saygılı bir dil kullanıyor, ama iktidârı eleştiriyor ve aday çıkartıyor.” Bu, iktidâra yakın olup da sorunlu olan insanları çekebilecek bir şey. Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin yaptığı gibi yapmıyorlar. Meselâ Suat Kılıç’la yaptığım yayında, Suat Kılıç açık açık, “Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Cumhurbaşkanımız” dedi, ama birçok şeyi de eleştirdi. Şimdi Erdoğan mesâfe koymaya çalışıyor. Ortada, özellikle Anadolu’da çok ciddî sayıda eski AK Partili aday var. Meselâ Şanlıurfa’da kazanma ihtimâli var, Yozgat’ta kazanma ihtimâli var. Hani Erdoğan, “Seçildikten sonra tekrar döneceğim diyorlar, buna inanmayın” dedi ya; aslında orada bayağı bir telâş hâli var. 

PANORAMATR’nin yaptığı araştırmada, Yeniden Refah Partisi beşinci partiydi: AK Parti, CHP, MHP, DEM Parti ve Yeniden Refah. Yani İYİ Parti’nin ve Zafer Partisi’nin de üstünde. Yeniden Refah’ın son seçimde aldığı oyun iki katından fazla alacağı gözüküyor. Son seçim gerçekten onlar için önemli bir eşikmiş. O eşiği iyi atlamışlar, bu net bir şekilde çıkıyor. Benzer bir olay Zafer Partisi’nde de var. Onlar da Sinan Oğan’ı çıkartarak bir eşiği aştılar. Parti olarak belki çok fazla bir şey alamadılar, ama Sinan Oğan ile anahtar oldular ve seçimi ikinci tura bıraktırdılar. Onun verdiği bir güçle onlarda da bir ivme var. Zâten AK Parti’nin Ankara, İzmir’i kazanma şansı pek kalmadı gibi. Ama İstanbul’da o soru hâlâ ortada. Şimdi “başa baş gidiyor” deniyor; ama AK Parti’nin Yeniden Refah yüzünden İstanbul’u kaybetmesi herhalde çok acayip bir şey olur, öyle değil mi? “İBB adayı olarak Mehmet Altınöz girmeseymiş, Murat Kurum kazanıyormuş” diyeceğimiz bir fotoğraf pekâlâ çıkabilir. Hâlâ birçok insan, hattâ muhâlefette de birçok insan, Yeniden Refah Partisi’nin son dakikada çekileceğine inanıyor — Fatih Erbakan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmesi gibi. Ama bir taraftan da FETÖ ve Adnan Hoca muhabbeti var biliyorsun.

Kemal Can: Ama Fatih Erbakan’ın çekilmesinde, pusuladan çıktığı için, o işlevli bir şey. Ne kadar teşkîlâtlı olduğuna bağlı olarak birebir benzeme olmaz, ama bir fire olacaktır.

Ruşen Çakır: Bu arada, İstanbul’daki oy pusulası, bağımsız adayların isimleriyle birlikte 1 metre kadarmış. Tabiî pusulada AK Parti birinci sırada. O nasıl olduysa?

Kemal Can: Kuradan çıktı.

Ruşen Çakır: Evet kuradan çıktı. Zamânında, Fethullahçılar’ın üniversiteleri kazanmaları gibi. Neyse, Yeniden Refah’ın son anda çekilip çekilmeyeceği meselesi hâlâ bir soru. Ben geçenlerde bu konuyla ilgili bir yayın yaptım. Çekilmeyeceklerini düşünüyorum. Hattâ bunu Ekrem İmamoğlu’na da sorduk yayında. Önce “Ben başka partilere karışmam” dedi. Ama sonra, “Erbakan isminin, markasının siyâsette bir ağırlığı var” diye açıkladı. Fatih Erbakan dışında, Mehmet Altınöz de Erbakan Âilesi’nin bir ferdi. Mehmet Altınöz Erbakan’ın dâmâdı biliyorsun. Bu kadar bağlayıcı şeyden sonra, herhalde o markaya zarar vermek istemezler diye Altınöz’ün kalmasını istiyorlar. Hatem Ete’yle yaptığım yayında o da şunu söyledi: Yeniden Refah Partisi’nin, özellikle Anadolu’da, milliyetçi muhâfazakâr oyların yüksek olduğu yerlerde, İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da giderek artan ciddî bir potansiyelleri varmış.

Kemal Can: Geçen seçimde de anketler çok tartışıldı. Ama genel olarak anketlerde, böyle tepkisel oyları çekme kabiliyeti olan küçük partilerin anket oyları, seçim oylarından her zaman daha yüksek çıkar. Kızgınlık ve tepki ifâdesiyle, “Oyumu ona vermeyeceğim, buna vereceğim” tepkisi. Sokak röportajlarındaki gibi, o tepki oyları olduğundan biraz daha yüksek görünür. 

Ben Yeniden Refah Partisi açısından, eğer kalıcı bir siyâsî taban tutacak ve iddiasını sürdürecekse, bu seçimde bu tartıya çıkmanın önemli olabileceğini, o yüzden de çekilmeme ve ittifâka dâhil olmama tavrının daha yüksek olduğunu düşünmüştüm. Öyle oldu. Son âna kadar bir pay bırakalım tabiî. İYİ Parti’nin yaşadığı gibi, kendini sürekli iddialı bir pazarlık odağı olarak ortaya koyarak, her seçimde, önce “Bir güç gösterip ayrı bir şey yapacağım” deyip, sonra bunun pazarlığı üzerinden yürümenin bir sınırı var. Eğer Yeniden Refah Partisi dediğin gibi bir kuvvetli taban tutma yaklaşımındaysa, öyle bir trend içerisindeyse, çıkacağı zemin burası. Bir de yerel seçimler bu tür bir bayrak göstermek için elverişli zeminlerdir.

Ruşen Çakır: Ben bunu Refah Partisi’nin 1989 yerel seçimlerindeki durumuna benzetiyorum. 1989’da dört tâne ili; Konya, Sivas, Maraş, Van’ı almışlardı diye hatırlıyorum. 

Kemal Can: Zâten 1991’deki “Kutsal İttifak”la barajı aşabilecekleri fikri oradan doğmuştu.

Ruşen Çakır: Bu da sanki 89 seçimlerinin bir tekrârı gibi. Anadolu’da daha güçlü. Meselâ Yozgat’ı, Urfa’yı alırsa… Kahramanmaraş’ta Septioğlu âilesinden bir aday var. Oralarda alırsa… Hattâ Malatya’da çok güçlü bir aday varmış. CHP’den Veli Ağbaba aradan çıkabilir diyorlar. Bana biraz uçuk geliyor. 

Kemal Can: Yeniden Refah Partisi bir çıkış yakalayacaksa ya da kalıcılık iddiası olacaksa, bu seçimde bunu denemesi çok mâkul görünüyor ve galiba bunu deniyorlar. Buna karşılık, AK Parti’nin ya da Erdoğan’ın açmazı, hem çok sert, biraz FETÖ etrafından dolanarak, birilerine söylettirerek bir şeyler yürüyor; ama bir yandan da, kampanyasını, onları engelleyecek, onları döndürecek bir içeriğe taşıması hele şu aşamada zor. O barajı kuramadığı takdirde, AK Parti açısından, özellikle İstanbul seçimleri için risk faktörlerinden biri. 

Muhâlefetin bu konuya bakış perspektifine baktığımızda, bana biraz komik gelen bir şey var. Biraz önce DEM hikâyesinde, iktidârın ikircikli tutumundan söz ettik ya; bir yandan DEM Parti ile işbirliğini konu etmeleri, bir yandan “Kürtler’i küstürdünüz” demeleri. Meselâ şimdi hem Zafer Partisi hikâyesinde hem Yeniden Refah Partisi hikâyesinde ilginç bir durum var. Muhâlefet seçmeni ve ağırlıkla da CHP seçmeni, birdenbire, bu iki partinin çok başarılı olmasını istiyor. Ama bir yandan da iktidârın dindarlaşma ve muhâfazakarlaşma ideolojisinin en uç noktası, yani “AK Parti zayıflasın, ama Yeniden Refah Partisi büyüsün” iddiası, politik olarak ne kadar mâkul bir iddiadır Cumhuriyet ve laiklik değerleri açısından? Bu tartışmalı bir şey.

Ruşen Çakır: Tamâmen “Bize seçimi kazandırsın” meselesi.  

Kemal Can: Seçmen hiçbir zaman böyle bakmayabilir, ama siyâsetçilerin böyle bakması gerekir. Toplamda neye yol açıyor? Bu süreç nereye gidiyor? Aynı şekilde, İYİ Parti’ye kızgın oldukları için, İYİ Parti’nin oyu Zafer Partisi’ne gitsin istiyorlar.

Ruşen Çakır: 12 Mart’tan sonra, 12 Mart’taki darbeciler Necmettin Erbakan’ı İsviçre’den geri getirdiler. Ne için geri getirdiler? Süleyman Demirel’in gücünü sınırlamak için. Oluyor böyle şeyler yani.

Kemal Can: Tabiî oluyor. Ama o mühendislik. Politik bir mesele değil. 

Ruşen Çakır: Ama genellikle de sonra şöyle oluyor. Mühendislik yapanı aşan bir olaya dönüşüyor. Nasıl Millî Selâmet Partisi aştıysa, Refah Partisi aştıysa, burada da Yeniden Refah Partisi’nin, gerçekten yeniden bir Refah Partisi olma potansiyelinin çok ciddî olduğunu göstermesi gerekir. Çünkü AK Parti iyice müesses nizam vs. hâline geldiği için, ama geleneksel tabanından da uzaklaştığı için, Yeniden Refah’ın özellikle Anadolu’da bir karşılığı olduğunu düşünüyorum; onu yakalamaya başlıyor. Asr-ı Saâdet’i özleyenler için, bir filmin yeni baştan sarılması gibi bir şey.

Kemal Can: Evet, ama siyâsetteki sıkıntılı uçlara kayma ve uçların belirleyiciliğini artıran bir durum. Buna da bir toplam mantık olarak bakmak gerekiyor. 

Ruşen Çakır: Meselâ 90’lı yıllara baktığın zaman, Refah Partisi o kurulu sistem içerisinde uç partiydi. Sonra bir şekilde sistemin parçası oldu. Burada da şu hâliyle yola devam eder mi? Belli bir yerden sonra iktidar aldıkça, iktidârın nimetlerinden faydalandıkça, yeni bir dönüşüm hikâyesi izleyebiliriz. Neyse, burada noktayı koyalım. “Haftaya Bakış” bu hafta böyleydi. Hepinize çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.