Ruşen Çakır yorumladı: Irkçılık övünülecek bir şey değil

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle Taksim Meydanı’ndaydı. İstanbul doğumlu Efe Ercan, İmamoğlu’nun yanına gelerek saygı duruşunda bulundu. O anın görüntüleri sosyal medyada hızla yayıldı. Efe’nin babaannesiyle ilgili X’te “İmamoğlu’nun yanına siyahi çocuğu getiren kadın Alman ajanı” denildi. Ancak kadının Efe’nin babaannesi olduğu ortaya çıktı.

Ruşen Çakır, Türkiye’deki ırkçılığın boyutunu ve kimlere yönelik olduğunu değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Türkiye’de ırkçılık var mı? Var, maalesef var ve tırmanıyor. Daha da tırmanacağa benziyor. Baktım, 25 Nisan 2022’de “Irkçılıksa ırkçılık kardeşim!” başlığıyla –tabiî tırnak içinde– bir yayın yapmışım. Daha sonra da 15 Temmuz 2022’de, “Sıradanlaşan Irkçılık” diye bir yayın yapmışım ve o târihlerde Türkiye’de ırkçılık büyük ölçüde Suriyeliler, Afganistan’dan gelenler, yani sığınmacılar üzerinden yapılan bir şeydi. Toplumda çok ciddî bir tepki vardı. Siyâsî partiler, Zafer Partisi başta olmak üzere, bunun üstüne üstüne gidiyordu ve değişik dedikodular, rivâyetler, yalan haberlerle berâber bir sığınmacı tehdidi Türkiye’nin çok ciddî bir şekilde gündemindeydi. Bunu siz “ayrımcılık ve ırkçılık” olarak tanımladığınızda da bunu kabul etmiyorlardı. Bunun bir istilâ olduğunu söylüyorlardı. Hâlâ öyle söylüyorlar ve ırkçılık olmadığını, demografik yapının çok ciddî bir şekilde değiştiğini, buna karşı mücâdele etmek gerektiğini vs. söylüyorlardı. Tabiî ki olayın toplumsal, ekonomik, siyâsî boyutları önemli. Milyonlarca sığınmacının ülkede olması önemli, bunların birtakım sorunlar doğurması kaçınılmaz. Bunlar da doğuyor. Ama bu türden, sırf başka yerlerden geldiği için insanları kötülemenin, aşağılamanın adı ayrımcılık ve hattâ ırkçılıktır. Bunu kabul etme konusunda insanlar rahatsız oluyorlardı. Çünkü ırkçılık kötü bir şey, pis bir şey yani, ırkçı olmak övünülecek bir şey değil. Ama artık öyle değil maalesef.

Şimdi bir olay yaşadık. 23 Nisan’da bir çocuk, siyah bir çocuk, belli ki âilesi Afrikalı; sonra öğrendik ki annesi Gineli, ama babası Türk. Çocuğun adı da Efe. Ne yapıyor? Ekrem İmamoğlu’nun yanına gidiyor, elinde Atatürklü bir bayrak var. Ve protokolün yanına gidiyor ve orada onlarla berâber hazırolda duruyor. Ekrem İmamoğlu onunla berâber fotoğraf çektiriyor. Sonra bir bakıyorsunuz, sosyal medyada, zâten sığınmacılar konusunda kendilerini göstermiş olan birtakım kişiler, evet, şu anda gelen kadını sosyal medyada Alman ajanı ilân ettiler. Sonra öğrendik ki Efe’nin babaannesiymiş. Babası yokmuş, babaannesi onu götürmüş. Efe, Ekrem İmamoğlu’nu çok seviyormuş. Sonra öğrendik, babası Emre Ercan bunları anlatıyor. Efe, Ekrem İmamoğlu’nu çok seviyormuş ve babaannesiyle berâber bu kutlamaya gidiyorlar ve birden protokolün en önünde yer alıyor.

Bunu nasıl verdiler? “İmamoğlu 23 Nisan’ı zenci çocukla kutladı” diye verdiler. Bu fotoğrafı bastılar. Şimdi, zenci lâfının ırkçı bir lâf olduğunu insanlara kabul ettirmek zor olmasa gerek. Bunu söyleyen kişi, “Türkiye’de Türkçede eskiden beri böyle deniyor” diyebilir; ama belli bir târihten îtibâren artık biliyoruz ki bu kullanım ırkçı bir kullanım, ayrımcı bir kullanım. Amerika Birleşik Devletleri’nde ve diğer Batı ülkelerinde aynı şekilde bu konu başlı başına bir sorundur. Buna denk gelen kelimelerin kullanılması gerçekten bir nefret suçu kapsamına girer. Buna siz, “Ekrem İmamoğlu zenci çocukla kutladı” dediğiniz zaman burada bir artniyet var, burada bir hedef gösterme var ve o çocuğu kötüleme var. Yani bakıyorsunuz: Efe, maşallah, çok hoş bir çocuk, çok güzel bir çocuk. Annesinin zor bir ismi var: Safiatou Diallo. Babası Emre Ercan, Gine’de bir iş ziyâreti sırasında tanışmış. Gine’ye gitmiş Emre Ercan, orada tanışmışlar, âşık olmuşlar, evlenmişler ve çocukları Efe, kendisini İstanbullu bir Türk olarak tanımlayan Efe var. Ve onlara böyle yapıldığı zaman ve siz de bu yapılanın ırkçılık olduğunu söylediğiniz zaman, normal şartlarda insanların, “Ya yok, ırkçılık değil” vs. demesi gerekirken, bir bakıyorsunuz, sosyal medyada, benim de başıma geldi, sizler de görmüşsünüzdür, şu söyleniyor: “Evet, ırkçıyım, ne var bunda?” Bunu o kadar çok insan söylüyor ki resmen ürkütücü. Bunu söyleyen insanların büyük ölçüde, daha çok gençler olduğunu biliyoruz. Daha önceki araştırmalardan bu ortaya çıktı. Ama burada yeni olan, açık söylemek gerekirse, eski yayınlara baktığımda da onu saptamıştım: Türkiye’de ayrımcılık ve ırkçılık genellikle ten renginden dolayı değildi. Yani siyah olana yönelik bir şey yoktu, hattâ tam tersine daha sempatik bakılırdı. Meselâ Türkiye’de Muhammed Ali fenomeni vardı ya da futbolcular, basketbolcular ve hiç kimseye –tabiî ki yapanlar illâki vardı, ama büyük bir çoğunluk– buradan yola çıkarak bir ayrımcılık yapmazdı. Artık bunlar da yapılmaya başlandı. Afrika’dan gelen göçmen sayısının ülkede artmasıyla da alâkalı bu. Yakınlarda Karabük’te üniversitede yaşandığı iddia edilen olaylarda da bunu gördük. Meselâ, siyâhî ya da Afrikalı insanlarla –kadın ya da erkek– evlenen Türklere yönelik hakaretâmiz sözleri de gördük. Bu artık şöyle oldu: Türkiye’de ırkçıların maskesi düştü. Eskiden “Biz ırkçı değiliz, ne alâkası var?” derken, şimdi sırf Afrikalı olduğu için insanlara yönelttikleri nefret söylemiyle maske iyice düşmüş durumda. Ve bunu yaparken de ne diyorlar? Tekrar söyleyeyim: “Evet, öyleyse öyle” diyorlar. İlginç bir şekilde, bu kişilere baktığınız zaman ne görüyorsunuz? Atatürk referansları var. Ne alâkası varsa… Atatürk’ün ırkçı olduğunu, ayrımcı olduğunu hiç düşünmüyorum. Atatürk var, İttihat ve Terakkiciler var profillerinde. Açıkçası çok da fazla o târihi bildiklerini falan da sanmıyorum. Türklük üzerine birtakım şeyler var ve tabiî ki kendileri gibi düşünmeyen herkesi emperyalizmin, şunun bunun oyuncağı olmakla suçlamalar var. Aslında içi boş, çok da güçlü olmayan söylemler.

Bu, Türkiye’ye özgü bir olay değil; tüm dünyada yaşanan bir olay. Tüm dünyada yaşanıyor. Batı’da çok güçlü bir şekilde yaşanıyor; çünkü göç ve göçmen konusu herkesin çok ciddî gündeminde. Devletler bunu bayağı bir mesele olarak düşünüyorlar. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri, ABD’nin Meksika sınırından gelenlere ya da Avrupa’nın doğusundan gelenlere ve bu anlamda Türkiye’ye yükledikleri misyon var. Sağ partiler, aşırı sağ partiler bu konunun başını çekiyor ve diğer partileri de kendilerine benzetiyorlar, bunu görüyoruz. Türkiye de buna bir şekilde dâhil oluyor. İşin acı tarafı şu tabiî ki: Yıllarca Almanya başta olmak üzere Avrupa’daki vatandaşlarımızın başına gelen ayrımcı birtakım hareketlerin, davranışların, kimi zaman saldırıların, nefret sözlerinin benzerlerini burada, Türkiye’de bâzı Türk vatandaşları başka göçmenlere yapabiliyorlar. Böyle acı bir olayla yüz yüzeyiz. Tabiî ki sığınmacılık meselesi başlı başına önemli bir sorun. Türkiye’nin bunu çok ciddî bir şekilde düşünmesi gerekiyor. Bunu nasıl çözmesi gerektiği üzerine her açıdan; ekonomik, siyâsî, diplomatik açıdan çok şeyler yapması gerekiyor. Fakat bunu bir ayrımcılık ve ırkçılık üzerinden yaptığınız zaman işin rengi değişiyor.Aklıma hep birinci tur sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun üslûbunu değiştirmesi geliyor. Ne oldu? Orada ikinci tura kaldığında, Sinan Oğan’ın oylarını alma hevesiyle diyelim, Kılıçdaroğlu birdenbire sığınmacılık meselesini Türkiye’nin bir numaralı meselesi hâline getirdi. Dakika bir, gol bir yaptı. Ondan sonra Ümit Özdağ ile pazarlıklar etti, protokoller imzâladı vs.. Orada da gördük ki insanlar, birtakım oy vs. gibi dertlerle çok ciddî pozisyon değişikliklerine gidebiliyorlar. Şahsen, o olayın ardından Kılıçdaroğlu’na karşı bayağı bir –nasıl söyleyeyim?– yani çok canım sıkıldı, öyle söyleyeyim en yumuşak ifâdeyle. Asla kabul edilebilecek bir şey değildi yaptığı. Ama o da bize gösterdi ki en merkezde yer alma iddiasındaki partiler bile, siyâsetçiler bile oy uğruna bu tür şeylere kapılabiliyorlar.

Şu hâliyle baktığımız zaman, bu ayrımcılık ve ırkçılık gerçekten bizi rahatsız etmesi gereken boyutlarda tırmanıyor. Ama bir diğer husus da şu: Son yerel seçim sonuçlarına baktığımız zaman, bu konuyu çok fazla dile getiren partilerin fazla da bir başarı elde edemediklerini de gördük. Bunları belki sesi daha fazla çıkan, ama çok da büyük karşılık bulamayan hareketler olarak görmek daha gerçekçi olur. Fakat bu çıkan seslere karşın, daha serinkanlı bir şekilde Türkiye’nin târihine baktığımız zaman, Osmanlı dâhil olmak üzere, bütün her şeye baktığımız zaman, hep çokkültürlü bir coğrafyadaki çokkültürlü bir geçmişten gelen bir ülke olarak bu konularda bayağı bir deneyimimiz ve kültürümüz var. Bütün bunları yok sayıp bu ayrımcı ve ırkçı söyleme kapıldığımızda kaybedeceğimiz çok şey var. Yani şimdi sizin, yıllarca Amerika Birleşik Devletleri’nde Afrika-Amerikalılar ya da Afrikalı Amerikalı olarak adlandırılan siyâhî insanların verdiği hak ve hukuk mücâdelesinin en temel hususlarından birisi olan adlandırma konusunda, “Ne var yani bunda?” diye karşınıza birtakım insanların çıkıp 8 yaşındaki bir çocuk üzerinden nefretlerini kusmalarına bir şeyler dememiz gerekiyor.Bunu demediğimiz takdirde, “Aman ürkütmeyelim, bunları karşımıza almayalım” dediğiniz takdirde çok fazla şey kaybedersiniz.

Ben şahsen ırkçılık ve ayrımcılıkla mücâdelenin bir vatandaşlık ve insanlık görevi olduğunu düşünüyorum. Hep böyle düşünüyordum, kendimi bildim bileli böyle düşünüyordum ve bundan sonra da bunu böyle yapmaya çalışacağım. Çok fazla saldırıya, hakarete, iftirâya mâruz kalıyorum, olabilir. Ama 8 yaşındaki Efe’nin o sevincini hissetmek, orada Ekrem İmamoğlu’nun yanında elinde Atatürk bayrağıyla o sevincini hissetmek ve onun yanında durmanın başlı başına bir değeri var. Hiçbir tehdit ya da kara çalma vs. bunun yerini alamaz, bunu dengeleyemez. Ne diyelim? Ayrılar ayrı yerde, aynılar aynı yerde. Benim yanım Efe’nin yanı. Başkaları ne istiyorlarsa öyle davranabilirler. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.