Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı | Gazze: Beyrut/Musul? 1973/1983?

Hamas’ın 7 Ekim saldırısında İsrail’in can kaybı 1200’ü aştı. Bunların 190 kadarı asker, pek çoğu kadınlar, çocuklar ve yaşlılar. Hamas’ın Gazze’ye (saldırıya katılan sivillerce de) kaçırdığı rehine sayısı ise 150’yi buluyor. Onların arasından da 13’ünün hava bombardımanında öldüğünü Hamas duyurdu. Aralarında çok sayıda Batı ülkelerinden çifte vatandaş olduğu gibi, hem öldürülenler hem kaçırılanlar arasında Taylandlı, Nepalli vb. uzak ülkelerden gelenler de (çoğu tarım işçisi) var.

Sayıları 2000’e varan Hamas militanının, İsrail’in yerin altına da tünelle geçişi önlemek amacıyla derinleştirdiği 1 milyar ABD Doları aşan maliyetli duvarı çok noktadan deldiği anlaşılıyor. Saldırganlar kimi yerlerde sınırdan 25 km’ye dek içeri girmiş. Hamas militanlarıyla çatışmalar bugünlere dek sürdü ve halen dahi İsrail içinde artık “uykuya geçen” silâhlı hücrelerin yerleştiği düşünülüyor. Kadın, çocuk demeden sivillerin en insanlık dışı biçimde katledilmeleri ve bu görüntülerin ilk andan kaydedilip, özellikle paylaşılması Hamas’ın iletişimde ve uygulamada IŞİD’leştiğini, onun “tavahhüşün idaresi” yöntemlerine öykündüğünü gösteriyor.

Tamamını kapsamasa da Hamas saldırılarını gösteren harita: Nathan Ruser

Askeri uzmanlar hava, kara, deniz unsurlarının eşgüdümüyle düzenlenen bu çapta bir saldırının ancak bir yıl gibi bir sürede planlanabileceğini belirtiyor. Hamas diplomaside “takiye” yöntemini de çok iyi kullanmış. Son iki yıldır uysallaşmış, evcilleşmiş izlenimi vermiş. Hatta son dönemde 400 sayfalık bir dosya hazırlayarak İsrail’in insan hakları ihlâlleri için UCM’ne başvurmak girişimini bile başlatmış.

Hamas’ın önce elektronik komuta merkezini ve sınırboyundaki kuleleri hedef alması İsrail ordusunu kör ve sağır kılmış. Bu gibi teknik ayrıntılar, somut olarak henüz kanıtlanamasa da, İran DMO Kudüs Tugayları’ndan (komutanı İsmail Kani) destek alındığını düşündürtüyor. Kimi yerlerde zaten kendi de gafil avlanan ordunun müdahalesi 12 saate dek gecikmiş, en erken ancak 6 saatte saldırıya yanıt verilebilmiş. Ordunun önce sistemde ne olduğunu anlamaya öncelik verdiği, İsrail teknolojik üstünlüğünün kibrine kapıldığı anlaşılıyor.

Şimdi, İsrail’in hava bombardımanı ve ablukası başladı. Ordu sözcüleri ilk beş günde Gazze’nin 4000 tonun üzerinde patlayıcıyla vurulduğunu açıkladı. 1973’ten bu yana ülke tarihinin en kapsamlı ve hızlı seferberliğiyle 300.000 yedek yeniden askeri göreve çağrıldı. Hamas’ın askeri kanadının mevcudiyetinin ise 20.000 dolayında olduğu varsayılıyor. Hamas saldırı gününde 4.500 roket atmıştı. Kuzeyde Lübnan sınırındaki Hizbullah’ın ise elinde 130.000 roket olduğu sanılıyor.

Perşembe gecesi itibarıyla kara harekâtının 60 saat içinde başlayacağı söyleniyordu. Netanyahu dilediği ulusal birlik değilse de olağanüstü hal hükümetini kurabildi. Muhalefetten eski genelkurmay başkanı Gantz beş devlet bakanlığı da alarak hükümete girerken, Lapid ayrıca oluşturulan Savaş Kabinesi’ne katılmaya davet edildi. Lapid, Gantz’ın aksine, dinci-ırkçı Smotrech ve Ben Gvir’in hükümetten çıkarılmasını talep ediyordu. Yeni hükümet Knesset’te ikna edici bir çoğunluğa olanak tanısa da yalnızca savaşla ilgili kararlar alacak ve tek işi bu olacak. 

Sanki İsrail Gazze’ye girmeden rehineleri teslim almak niyetinde. Oyunu tersine çevirerek, en gaddar yöntemlerle Gazze halkını Hamas’a karşı rehin almak istiyor. Netanyahu “dünyanın IŞİD’i yok ettiği gibi” İsrail’in de Hamas’ı yok edeceğini söyledi. İsrail Gazze’yi yerle bir edebilir. Ancak özünde siyasi bir oluşumun bir ordu tarafından yok edilmesi de, halkın Hamas’ı kovması da olası değil. İsrail daha önce Gazze’ye girdiğinde ne evyapımı roketlerin üretildiği işlikleri, ne rehin asker Şalit’in tutulduğu yeri bulabilmişti. 

İsrail Halep ve Şam havaalanlarını da kullanılamaz hale getirdi. Kuzey sınırındaki Hizbullah’la ise yazılı olmayan bir protokol çerçevesinde birkaç roket, havan, tanksavar silahı atışıyla karşılıklı “mesajlaştı”. Hizbullah ya zaten mahvolmuş durumdaki Lübnan’ın altyapısını İsrail’e feda edip, iyi-kötü edindiği siyasal konum ve itibarı feda etmek istemiyor, ya İran’dan yeşil ışık alamadı, ya da yapacaksa hamle için İsrail’in kara harekâtına girişmesini bekliyor veya hepsi birden. Altı yıldır şimdiki gibi tam abluka olmasa da sıkı kısıtlamalara tabi Gazze’den Hamas 4.500 civarında roket atabildi. Hizbullah’ın ise elinde yaklaşık 130.000 roket bulunduğu varsayılıyor.   

Öte yandan İsrail Gazze’ye karadan girdiğinde ortaya şimdikinden de korkunç insani sonuçlar çıkacak. Bunların görüntüleri derhal dünyaya yayılacak. Dolayısıyla İsrail’in küresel Batı’da elde ettiği geniş kamuoyu desteği de kuvvetle muhtemelen hızla eriyip, yok olacak. Belki AB ülkelerinde daha hızla, ABD’de daha yavaş biçimde ama kaçınılmaz biçimde. Yine muhtemelen Hamas’ın asıl kurduğu tuzak da bu. Daha önce olduğu gibi bu kez de aylarca ablukaya ve bombardımana dayanabileceklerini açıklamaları bu yüzden.

Öyleyse İsrail, daha önce kendinin uygulanamaz olduğunu anladığı ilhak ve işgal ile Mısır ve Ürdün’ün şimdiden güçlü tepki gösterdiği üzere toptan etnik temizlik ve tehcir dışında hangi stratejik hedeflerle Gazze’ye girecek? İntikam, askeri bir strateji değil. Gazze’den bir 80’lerin Beyrut’u (korkunç Sabra-Şatila çağrışımlarıyla birlikte), yahut yakın geçmişte IŞİD’den temizlenen bir Musul çıkmaz. Klasik “clear-hold-build” (“arındır-tut-yeniden inşa et”) terörle mücadele yaklaşımının da Gazze’de uygulanamayacağı açık.   

Nitekim ABD’nin Dışişleri Bakanı Blinken’ı bölgeye ve uçak gemisi Ford’u beraberindeki görev gücüyle birlikte Doğu Akdeniz’e göndermesinin nedeni, sıcak çatışmayı Gazze’yle sınırlı ve imkânlar dahilinde İsrail’i yürüttüğü harekâtta yıkıcılık ve kıyıcılıkta aşırıya kaçmadan hukuk çerçevesinde tutmak. ABD’nin önceliği “üçüncü taraflar” denilerek İran ve Hizbullah’ın fırsattan istifade işe karışmaması için caydırıcılığını kullanmak. İyimser olunursa, güncel “şiddet pornosu” bittiğinde İran’ın da bir biçimde içinde olacağı kapsamlı bir Ortadoğu barışı için zemin yokladığı da ileri sürülebilir. 2024’te ABD’de başkanlık, Temsilciler Meclisi’nin tamamı ve Senato’nun üçte biri için seçim yapılacağını akılda tutmak gerek. Biden sağ cenahını kollamak zorunda.

Gazze Şeridi haritası. Hamas askeri lideri Muhammet Deif de Han Yunus mülteci kampında doğmuş.

Tarihi, Romalıların Yahudileri Judea’dan sürüp, orayı Palastinea yapmalarından da başlatabilirsiniz, ileri sarıp Holokost’a ve oradan 1948’e getirebilirsiniz. Orada bir an duraklayıp, benim yaptığım gibi, terör ve etnik temizlik yöntemini (Britanya egemenliğine ve diğer/muhasım yerel halk olan Araplara karşı) başarıyla kullanıp devlet kurabilen biricik halk kurtuluş hareketinin siyonistlerinki olduğunu savlayabilirsiniz. Çizgiyi legalist-diplomatik-gerçekçi bir yaklaşımla 1967 ve BMGK 242 sayılı karardan da çekebilirsiniz. 

Bugün Gazze’den Hamas’ın yaptığı 7 Ekim saldırısı için 1973 Yom Kippur Savaşı benzetmesi sıkça yapılıyor. Terör eylemleri bakımından 11 Eylül 2001 karşılaştırması da öyle. Doğrusu, benim aklıma ilk önce İsrail açısından 1972 Münih Olimpiyatları gelmişti. Ancak o alan dışı, İsrail topraklarında değil, Almanya’da gerçekleşen bir terör eylemiydi. Belki not düşülecek tarafı, henüz Yaser Arafat’ın sağlığında, bugünden bakışla “tarih öncesi” addedilecek o 70’li yıllardaki uluslararası terör kampanyasının verdiği zararı Filistinlilerin (yahut FKÖ’nün) çok zor toparlayabilmesi.

Bizim açımızdan da islâmcısından, komünistine “Filistin” imgesi o dönemden esinleniyor. Hiç yoktan Falih Rıfkı Atay’ın çok okunmuş Zeytindağı’ndaki “Filistin cephesi” imgesi ise epeydir yok olmuşken, laiklikçi-dinci ikiliğinden ve arada parlayıp sönen IŞİD deneyimi ile sığınmacılar sorunundan da ötürü belki yeniden canlanmakta. Hamas vahşetine, “sömürgecilik karşıtı halk kurtuluş hareketlerinin ister istemez vahşete kaçtığı” izahı soldan, Arap ve Müslüman “kardeşlerimizin” ne eylerlerse güzel eyleyecekleri izahı ise sağdan geliyor.    

Merceği yeniden ayarlayabiliriz de. Lawrence Freedman’ın işaret ettiği üzere, 1973 daha sonra Enver Sedat’ın hayatına mal olacak ve dönemin ABD Başkanı Carter’in girişimiyle varılan İsrail-Mısır uzlaşısının öncesinde, ona yol açan, zemin hazırlayan bir savaştı. Beş sene sonrasında Camp David’e ulaşılmıştı. Hatta gündemdeki Gazze Şeridi de hukuken orada doğmuştu. 365km2’lik alana sıkışmış yaklaşık 2.5 milyonluk Gazze nüfusunun 75%’i 1948’de bugünkü İsrail’den sürülen Filistinli Araplardan oluşuyor, o ayrı.

Bugünkü 2023 saldırısı, 1973’ün aksine bir uzlaşının öncesinde değil, İsrail ile Suudi Arabistan’ın, yine ABD aracılığıyla bir uzlaşıya varmasının hemen öncesinde gerçekleşti. Dünya Ankara’nın çevresinde dönmüyor olsa da, Netanyahu ile Erdoğan’ın karşılıklı ziyaretlerinin de hemen öncesinde. İran (daha doğrusu “İran rejimi”) açısından Suudi Arabistan’ın nükleer güç olma yoluna girmesi varoluşsal tehdit. Uzlaşı tanınmaya karşılık, uranyum zenginleştirme ve/veya nükleer teknoloji paylaşımı öngörüyordu. Amaç onu (en azından şimdilik) durdurmaksa, hâsıl oldu. En azından geciktirdi.

Bu saldırı ayrıca, iki devletli çözüm çöpe atılmışken Soli Özel’in işaret ettiği üzere “tek devlet-iki millet” diye özetlenebilecek çözümün konuşulmasını da engellemiş oldu. Hele hayatlarını kaybeden İsraillilerin çoğunluğunun ülkenin daha sol, laik, demokrat, çözüm yanlısı kesiminden oldukları düşünülürse, özellikle öyle. Ayrıca eklemek gerekir ki Filistin’de 2006’dan bu yana seçimler yapılmıyor. Batı Şeria’ya egemen FKÖ de tıpkı Gazze’deki Hamas gibi boğazına dek yolsuzluğa batmış durumda. Ve 88 yaşındaki Mahmut Abbas’ın kimi temsil ettiği, neyin başkanı olduğu da muğlak.      

Üstelik bu defa saldırgan taraf 73’teki gibi Suriye ve Mısır gibi iki devlet değil, Gazze’ye 2007’de el koyan İran destekli Müslüman Kardeşler uzantısı Hamas. “Hamas”, şevk, gayret, istek, heves demek. Bizdeki hamaset sözcüğünün de kökü. Ama çeviri, anlamı tam karşılamıyor. Batı dillerindeki karşılığı “zeal” ise “bağnazlık” da demek, “işgüzarlık” demek olduğu kadar: “Zealot” sıfat hali, malûm. Nitekim Hamas’ın ölümcül hamaseti ve bağnazlığı hem İsraillilerin, hem Filistinlilerin haysiyetini hiçe sayıyor.

Bu bakımlardan ve düzenleyicisi, planlayıcısı Hamas askeri kanat yöneticisi Muhammet Deif’in profili itibarıyla 7 Ekim 2023 saldırısı bana 73’ü değil 83’ü çağrıştırıyor. O sene tıpkı Deif gibi ortada görünmeyen, kim olduğu bilinmeyen İmad Mugniye, yine İran desteğiyle, Beyrut’taki ABD ve Fransa askeri varlıklarına peş peşe kamyonlu intihar saldırıları düzenleterek kendi açısından büyük başarı kazanmıştı. ABD Lübnan’dan ayrılmış, Mugniye’nin türlü terör eylemleri ve rehin almalarla geçen terörizm kariyeri ancak 2008’de CIA-MOSSAD ortak operasyonuyla öldürüldüğünde son bulmuştu.  

Gazze Şeridi’nin büyüklüğü hakkında fikir vermesi bakımından İstanbul üzerine projeksiyon

Meselenin bir de günümüzün sosyal medya ve kesintisiz iletişimle küçülen dünyası boyutu var. Örnek olarak en irilerinden Yahudi ve Müslüman nüfuslarına birlikte evsahipliği yapan laik cumhuriyet Fransa, Eyfel’i İsrail renklerine boyadı ve tüm Filistin yanlısı gösterileri yasakladı. Yakın geçmişte Paris’ten Nice’e ülkeyi sarsan kitlesel IŞİD terör eylemlerinin anıları da canlı. Çatışmayı ithal etmemek için adeta kıvranıyorlar ama Fransa’nın da, AB’nin de Ortadoğu’da esamisinin okunmadığının da içten içe bilincindeler. 13 yurttaşları da rehineler arasında. Bu yönleriyle Fransa örneği bir termometre olacağa benzer.

ABD de yukarıda değinildiği üzere seçim döneminde. Son sürümüyle aşırılıkçı politikalar izleyen ve dinci-ırkçılarla koalisyon kurup, yargıya darbe yapmaya yeltenen Netanyahu’ya en mesafeli davranan ABD Başkanı Biden’dı. Aynı Biden, Trump’ın İbrahim Anlaşmaları’yla başlattığı yeni Ortadoğu yaklaşımını ise pek değiştirmemiş hatta SA ile genişletmeye de yönelerek, bir bakıma “kulağının üzerine yatmayı” yeğlemişti.

Biden 7 Ekim saldırısının ardından Netanyahu’yla üç kez telefonda konuştu. Medyadan soru almamayı tercih ederek yaptığı açıklamalar, perde gerisinden belki “aman sakın” dediği varsayılabilecekse de, giderek Netanyahu konuşma notlarını yansıtan bir hal aldı. Gerçi Biden’ın peşine kâh ulusal güvenlik danışmanı Sullivan’ın, kâh dışişleri bakanı Blinken’ın onun açıklamalarını nüanslandırıp, deyim yerindeyse “ardını topladıkları” gözleniyor. Yine de gidişat küresel anti-Amerikancılığın, Putin ve benzerlerinin de şevkle üfleyecekleri üzere, körükleneceğini gösteriyor. 

Harita: Fabrice Balanche

Ülkemizden ise islâmcı sağından, komünist soluna en aklı başında ve dengeli açıklamaları alelusul Erdoğan yapar gözüktü. Derken ya yazılı açıklamalardan ve konuşma notlarından uzaklaştığında kaçınılmaz biçimde coşması, ya kendini islâmcılığın dürtüselliğine kaptırması veya içeriye başka, dışarıya başka konuşarak bazı çevrelerin galeyana gelmesini engelleme çabası gibi saiklerle açık bir yalpalama ve irrasyonalite yine alelusul öne çıkar oldu.

Blinken İsrail-Filistin ziyaretinin kapsamını genişletirken Türkiye’ye uğramıyor. MİT SİHA’sının ABD F-16’sınca düşürülmesi üzerine Biden imzasıyla yayımlanan “bildirimde” Türkiye’nin “Kuzeydoğu Suriye’ye askeri saldırıda bulunmasının IŞİD’e Suriye ve Irak’ta yürütülen mücadeleye sekte vurduğu” iddiası da kötü giden ilişkilerin ölüm fermanı gibi oldu.

Oysa Hamas’la konuşabilecek, Hamas üzerinde etkisi olabilecek bölgesel güçler denince Mısır ve Katar’ın yanı sıra sayılan diğer ülke Türkiye. Erdoğan yürütmenin başı şapkasıyla muhatabı Netanyahu’ya erişmeye çalıştı mı bilemiyoruz. Ancak temsil şapkasıyla İsrailli mevkidaşı devlet başkanı (cumhurbaşkanı değil) Herzog’la da konuştu.

Bir ara saldırının hemen ardından Hamas’ın kendi de saldırıyı medyadan öğrenen siyasi lideri İsmail Haniye’nin İstanbul’da olduğu izlenimi oluştu. Ardından Haniye, Halit Meşal’in de bulunduğu Katar’da ortaya çıktı. Neyse ki, Hamas’ın Gazze’deki Muhammet Deif ve Yahya Sinwar gibi askeri kanat liderlerinden ve belki onlarla birlikte saldırının planlanmasında payı da olan Salih Aruri 2015’te İstanbul’dan uzaklaştırılmıştı. 

Esasen NATO müttefiki, Avrupa Konseyi kurucu üyesi, Avrupa Birliği adayı laik cumhuriyet Türkiye, Osmanlı geçmişi, Arap olmayışı, Yahudi nüfusuyla istisnalar (“Fortuna”, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül vb.) hariç insancıl ilişkileri ve İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden oluşuyla, güncel çatışmada dişe dokunur rol oynayabilecek konumda. Kasten düşünceyi tahrik maksadıyla abartılı biçimde belirtmek gerekirse “Vatikan’la El Aksa arasında eşit mesafede” bir politika izleyebilmek koşuluyla.  

Sonuç olarak, Hamas’ın Gazze’den İsrail’e düzenlediği insalıkdışı terör saldırısı ve İsrail’in Gazze’de sivil-muharip ayrımı gözetmeksizin başlattığı gaddar askeri yanıtın ucunun nereye varacağını kestirebilmek güç hatta olanaksız. İsrail buradan gerçekten bir apartheid devletine dönüşerek ve demokrasisini yolda bırakarak mı çıkar? Yoksa sular durulduktan sonra oluşturulacak soruşturma komisyonu Netanyahu ile birlikte yancısı dinci-ırkçıların defterini mi dürer de, bir siyasal çözümün kapısı mı aralanır?

Fintan O’Toole, kadim Yahudi efsanesinde Filistinlilerce gözleri kör edilen Samson’un beline bağlı değirmen taşını ilanihaye sürükleyerek Gazze çöllerinde dolanmaya mahkûm edilişini ve anlatının sonunda (bir çeşit intihar saldırısıyla) Filistinlilerin tapınağını başlarına yıkarak, onları da kendiyle birlikte yok ettiğini aktarıyor. Zamanında oğlu askerlik yaparken öldürülen David Grossman ise İsrail’in aynı zamanda hem Atina hem Sparta olmak zorunluluğundaki sürdürülemez çelişkiye dikkat çekiyor.

Haliyle kendimi bu dev kalemlerle aynı sıklette görecek değilim. Maalesef bana en baskın gözüken yönse, zamanla status quo ante bellum’a dönüleceği ve eski tas, eski hamam devam edileceği. Erhan Keleşoğlu’nun anımsattığı üzere Gazze, Batı Şeria ve İsrail içindeki Arap nüfusun toplamı şu anda İsrail’in Yahudi nüfusuna eşit ama Arapların nüfus artışı daha hızlı. Dolayısıyla bir tür barışa varılacaksa, bunun “fırsat bu fırsat” gecikmemesi de elzem. 

*Önemli Rusya ve strateji uzmanı Lawrence Freedman, Man-Booker ödüllü yazar David Grossman ve İrlandalı sanat eleşrimeni/köşe yazarı Fintan O’Toole’un çarpıcı makalelerini paylaşarak ufkumu açan değerli Soli Özel’e bilvesile teşekkürlerimle. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.