Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı | Gazze’de başlayamayan kara harekâtı: İntihar karşısında intikam

Hamas, 1500-2000 silâhlı militanıyla, havadan-karadan-denizden 7 Ekim sabahı İsrail topraklarına girdi. 190 askeri ama kadın-çocuk-bebek-yaşlı demeden 1200’ü aşkın sivili de en vahşi biçimde katletti. Katliamı IŞİD’vari canlı kayda alıp, anında yayınladı. Yine kadın-çocuk-yaşlı-ihtiyar demeden 200 İsrailliyi de rehin alıp Gazze’ye kaçırdı. Bu eylemler tümüyle Hamas militanlarının sevk ve idaresinde değil, sınırda açılan gediklerden geçen denetim dışı Gazzeli sivillerin de katılımıyla yapıldı.  

Henüz 1987’den kurulan Müslüman Kardeşler uzantısı Hamas, Gazze’de yönetimi FKÖ’yü zorla kovarak 2007’de ele geçirmişti. Hamas, Sünni olsa da, Hizbullah (Lübnan), Haşd-el Şabi (Irak) ve Husiler (Yemen) gibi İran DMO Kudüs Tugayları’nın doğrudan denetim ve yönetimi altına da girmişti. İran desteğiyle palazlandı. Siyasi heyeti Katar, Lübnan (ve bir ara Türkiye) gibi bölge ülkelerine yerleşti.   

Hamas’ın yaptığı, onlardan yetki almadan ve onları temsil etmeden toptan Gazze halkı adına bir intihar saldırısıydı. Hamas bu eyleminin, o günden bu yana izlediğimiz Gazze’nin sivil halkına yönelik yıkıcı, yok edici, ölümcül sonuçlarını öngörmüştü. İsrail’in elinde ne varsa en gaddar biçimde Gazze’ye çullanacağını biliyordu. Eylemin doğrudan amacı esasen buydu: İsrail’i yeniden Gazze’ye çekmek. 

Eylemin, kuvvetle muhtemelen planlama ve uygulamada işin içinde olan İran’a yarayacak dolaylı amacı ise Suudi Arabistan’ın zamanla nükleer güç olmasının yolunu açacak biçimde İbrahim Anlaşmaları’na eklemlenmesi ve İsrail’i tanımasını engellemekti. İran hem bu amacına, hem yeni müttefiki Rusya’nın Ukrayna’nın işgaliyle omuzladığı yükün görece hafiflemesi ve onun İsrail’den ayrışması sonuçlarını elde etti. Cepheden karşısına alamayacağı hasımları ABD ve İsrail’e karşı asimetrik güç taktiği uyguladı. 

Hamas, Filistin “davasında”, zaten yolsuzluk ve etkisizlikle zayıflamış FKÖ’yü (El Fetih’i) de böylece ikinci plana itti. İsrail’in 1967 sınırları içinde ve BMGK 242 zemininde var olma hakkını tanıyan FKÖ’ydü. Filistin’in uluslararası tanınmış belirli sınırlara sahip egemen devlet sahibi olmaması için FKÖ’ye karşı el altından Hamas’a yol veren Netanyahu da tahrik edilmeye dünden teşneydi. Hele başı yolsuzluk soruşturmaları ve yargı darbesiyle İsrail’in kurucu denge-denetim DNA’sını değiştirme girişimine karşı iç muhalefet ayaklanmışken. 

İntihar saldırısı -adı üzerinde- onu yapanı yok eder. Burada yok olan yalnızca Hamas değil toptan Gazze. Ancak intihar saldırısının da bir stratejisi var. Oysa artık karşısında Mısır, Ürdün, Suriye vb. hasım devletler değil Hizbullah, Hamas, İslami Cihat vb. düşman örgütler olan İsrail açısındansa intikam bir strateji değil, olamaz. Askeri bir çözümü olmayan, olamayacak soruna siyasal çözüm aramak yerine onu geri itmek, yok saymak, varılan anlaşmalara uymayarak Batı Şeria’yı sömürgeleştirmeye devam etmek ve giderek bir apartheid rejimine dönüşmek bilinen anlamda İsrail’in de sonu demek.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana aradığının tedhiş yahut vahşet dengesini yeniden tesis etmek olduğu belirtilebilir. İsrail, Hamas üzerinden tüm bölgeye kendinin de, öyle 1098-1268 arasında hüküm sürüp çekilen Haçlı devletçikleri gibi geçici değil, halis Ortadoğu sakini olduğunu anımsatıyor. Şimdiye dek Gazze’de en azından (yine çocuğu, kadını, yaşlısıyla) 4.000 sivilin canı ve dümdüz edilen meskûn mahal ve altyapı, bu “ormanda bir köşk” anlatısının somut göstergesi oluyor. 

İsrail yıkılmayacak. Ama Hamas’ı da yok edemeyecek. Hamas’tan “silahlı mücadeleden vazgeçme” taahhüdü alması bile olası değil. Belki bu günün İsrailli karar alıcılarının zihinlerinde ayması, harekâtı geciktiren etmenlerden biri. Şimdiden 365 km² içine adeta doluşmuş ve 75%’i zaten 1948’de yerlerinden edilmiş yaklaşık 2,3 milyon Gazzeli’den yine yaklaşık bir milyonu İsrail’in ablukası, hava bombardımanı ve 300.000 yedeği de silâh altına alarak sınırlara yaptığı yığınak sonucunda şeridin kuzeyinden güneyine sürülmüş durumda. 

İsrail’in özellikle su, ama elektrik, gıda, yakıt ve tıbbi malzeme girişini engelleyerek uyguladığı abluka savaş hukukuna da, insanlığa da aykırı. Bu ortamda, İsrail’in Gazze Vadisi’nden yeni bir hat çekerek şeridi ikiye bölmek; Gazze kentini yerle bir edip, geriye güneydeki Han Yunus mülteci yerleşimini bırakmak yaklaşımı da açıklansa da uygulaması güç. Zira İsrail’in kendi, söz konusu olanaksızlığı zamanında deneyimleyip, 2005’te çekilmişti.

Üstelik Mısır da 2013’ten beri Hamas’ın kaçakçılık için kullandığı tünelleri 2018’e dek yok ederek Gazze’ye olan Rafah kapısını günde karşılıklı ancak 400’er kişinin geçeceği biçimde sıkı denetim altına almıştı. Bugün de Rafah’ı ancak bir check valf gibi uluslararası insani yardımın Mısır’dan Gazze’ye geçeceği ama Gazze’den Mısır’a Filistinli sığınmacı girmeyeceği biçimde açmaya razı oldu. Ürdün için de aynı kaygılar Batı Şeria için geçerli.

Her iki ülke de sözde “ensar-muhacir” yaklaşımını benimsemeyi değil kendi ulusal çıkarlarını gözetmeyi yeğliyor. Aynı zamanda kendi kamuoylarının baskısını göğüslemeye ve Filistin’de –giden bir daha geri dönemeyeceğinden- yeni bir etnik arındırma yaşanmamasını sağlamaya uğraşıyor. Sonuçta hastane olayının ardından Biden’la planlanan dörtlü (Abbas, Abdullah, Sisi) zirvesi de zoraki iptal oldu.      

İsrail askeri planlama açısındansa demiri tavında dövemedi. Artık (aradan iki hafta geçtikten sonra) Hamas’ı gafil avlamak veya girişim üstünlüğünü elde tutmak olanağı kalmadı. Gazze’de yerin 30m altı köstebek yuvası gibi tüneller ve sığınaklarla dolu. Kabaca her yüz kişiden biri Hamas’ın muharibi. IŞİD’in 9 ayda yenilebildiği Musul olası yıkım ve can kaybı bakımından doğru örnek. Üstelik İsrail bu defa önce güvenliğini korumakta ama ardından enformasyon savaşında üstünlüğü ele geçirmekte de başarısız oldu.

Özcesi, (ben de) İsrail’i durduracak kimse veya gücün olmadığını söylerken, İsrail stratejisinin yanlış olduğunu görüp kendi kendine duraklamışa veya durmuşa benziyor. Gazze’ye girdiği takdirde her iki-üç günde bir bir hastane veya kilise vakasının yaşanacağı açık hatta yaşanması kaçınılmaz. Biden’in da kara harekâtının ya hiç yapılmaması, yapılacaksa zaman ve alan bakımlarından kısıtlı tutulması ve hiç yoktan savaş hukukuna uyulması yönünde perde gerisinde uyarılarda bulunduğu anlaşılıyor.

Prof. Lynch “ABD’nin Irak’ı işgalinden bu yana hiçbir fiyaskonun gelişi bu denli apaçık belli olmamıştı” diye uyarıyor. Hamas’ın askeri harekâtla, adeta FKÖ’nün 1970’te Ürdün ordusunca katliamla, ardından 1982’de İsrail’in iç savaş sırasındaki işgali sonucu Lübnan’dan da çıkarılması gibi Gazze’den gönderilmesi seçeneği geçersiz. Hamas’ı ne sivil halktan ayrıştırmak, ne bir “marka” olarak yok etmek olası. Kara harekâtının ve işgalin yıkımıyla, yeni bir nesil daha muharip yetiştirmek de işin cabası.     

Netanyahu ve savuma bakanı Gallant’ın Gazze sınırına yığılmış askerlere soyunma odası konuşmaları yapmaları yukarıdaki gerçekleri değiştirmiyor. Eski İsrail Paris Büyükelçisi Elie Barnavi, Netanyahu’nun (şimdiden ve siyaseten) “yaşayan bir ölü” olduğunu söylüyor. Netanyahu’nun koalisyonunun dinci-ırkçı sömürgeci üyeleri Smotrech ve Ben Gvir gibilerle elele kapının önüne savaş durumu bitmeden önce konulması olasılığı da beliriyor. Bu durumda, askeri çözümü olmayan soruna siyasal çözüm arayışı güçlenebilir ve ivme kazanabilir.

Türkiye ise siyasal çözüm için rol oynayacaksa, Araplaşarak ve İranlaşarak yahut “garantörlük” gibi afaki öneriler ortaya atarak bunu yapamaz. Lozan (1923) ve Montrö’nün (1936) üzerine koya koya gelip, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi (1949), NATO müttefiki (1952) ve Avrupa Birliği adayı (2004) bir laik cumhuriyet olduğunu aklında tuttuğu; tarih şuuru ve gelecek tasavvuruyla hareket edebildiği takdirde etkin olabilir.  Başta CHP, muhalefetin de bir an önce “havan dövücünün hınk deyicisi” olmaktan çıkması gerekir. Nasıl ki İsrail açısından intikam bir strateji değil, Türkiye açısından da İsrail’e yönelik hınç gösterisi diplomasi değil.

Tüm bunlar bir yana, korkarım cumhuriyetimizin 100. yıldönümü Gazze gerekçe gösterilerek layıkınca kutlanamayacaktır. Çünkü İslâmcılığın düşünsel “nakbası” 29 Ekim’dir. Ne yazık ki, muhalefetin de yine alelusul kenardan aval aval bakacağı görülmektedir.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.