Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Gazze, cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamamıza engel olmamalı

Hamas, Filistinlileri hatta FKÖ denetimindeki Batı Şeria bir yana Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin tamamını dahi temsil etmiyor. Nitekim 2007’de Gazze’nin yönetimine, onu FKÖ’den zorla gasp ederek, el koydu. “Hamas” deyince Müslüman Kardeşler’in uzantısı olan siyasal parti ve onun (hele artık 7 Ekim’den sonra terörist sayılması kaçınılmaz) silâhlı örgütü birlikte tanımlanıyor. Tıpkı Lübnan’daki yine artık iki yönlü olan güncel Hizbullah gibi.

Hamas’ın 7 Ekim’de yaptığı topyekûn bir intihar saldırısıydı. Saldırıya katılan 1500 dolayındaki muharibinin İsrail’de kalarak öldürülmeleri bir yana, tüm Gazze’nin intiharına da yol açtı. Öte yandan o gün yaşanan “vahşet orjisi”, bir yılı aşkın süren derin planlamaya karşıt biçimde, uygulamada (İsrail güvenlik güçlerinin umulmadık gaflet ve ataletinin de görece yol açmasıyla da) ne kadar Yahudi varsa kadın, çocuk, yaşlı, sivil, asker demeden boğazlamaya yönelen sivillerin katılmasıyla işin çığırından çıktığını da gösteriyor. 

Hamas, 7 Ekim saldırısını İsrail’in buna orantısız yanıt vereceğini bilerek yani Gazze’yi hiçe sayarak, onu adeta masaya sürerek yaptı. İran adına, Suudi Arabistan’ın nükleer güç olmasının yolunu tanıma karşılığı açacak İsrail’le anlaşmasını duraklatmayı ve kendi adına da, İsrail’i yeniden Gazze’ye çekmeyi hedefledi. İlk hedefine şimdilik ulaştı. Üç hafta geçti hala ikincisinin de eli kulağında ancak biçimi, kapsamı ve zamanlaması belirsiz.  

Hamas’ın, İstanbul ve Doha gibi kentlerin beş yıldızlı otel lobilerini karargâh tutan, hepsi de besili siyasal kanat medya yüzlerinin ise silahlı kanadın eyleminden habersiz oldukları sır değil. Ancak anlaşılana göre, silâhlı kanat içinde de görüş ayrılıkları derin. 7 Ekim saldırısının ne uğruna ve ne pahasına yapıldığının muharip yöneticiler arasında da sorgulandığı anlaşılıyor. Hedeftekiler saldırının beyinleri Muhamet Deif, Yahya Sinwar ve Salih El Aruri.  

Hamas, Sünni olsa da ve Türkiye ile Katar gibi ülkelerden destek bulsa da, esasen İran’ın güdümünde. Hizbullah da, Irak’ta Haşd-el Şabi çatısı altında toplanan milisler de öyle. Tam olmasa da büyük ölçüde veya kendi stratejik gerekçelerince Yemen’deki Husilerin Ensarullah örgütü de. Ve tıpkı Putin Rusya’sı gibi Hameney’in İran’ı için de biricik muhatap ancak ABD olabilir. Dolayısıyla, Ortadoğu’da bir siyasal çözümden söz edilecekse Umman’dan açılan ABD-İran arka kapı diplomasi kanalı merkezi önemde.   

Başka deyişle Hamas’ın kolunu ancak emir-komutayı elinde tutan İran bükebilir. Hamas, FKÖ gibi, 1967’ye dönüşü öngören BMGK 242’yi tanıyabilir. Amacını İsrail’i yıkıp, ne kadar Yahudi varsa hepsini öldürmekten vazgeçerek, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin İsrail’in yanı sıra varlığına (Batı Şeria artık kopuk adacıklara bölünmüş olsa da en azından kağıt üzerinde) yeniden odaklayabilir. Hiç değilse kadın ve çocuklardan başlayarak sivil rehinelerin tamamını karşılıksız salabilir, asker olanları da orta vadede İsrail hapishanelerindeki kendi açısından “değerli” mahkûmlarla değiş-tokuş edebilir.

Eldeki rakamlara göre Gazze bombardımanında öldürülen yalnızca çocukların sayısı 7 Ekim’deki can kaybını aştı. Hastanelerde ne yakıt, ne anestezi kaldı. Yakıt deniz suyunu tuzdan arındırıp içme suyuna dönüştürmek için de gerekli. Bugünkü ortamda siyasal çözümden söz etmek olanağı yok. Ancak bunun alternatifi de İsrail’in İran’ı doğrudan vurmayı göze alması. O seçenek de yine ancak ABD desteğiyle olası ve sonucu dünya savaşı.

Başka deyişle, İsrail barışı Arap ülkeleriyle birer ikişer anlaşarak Filistin meselesini unutturmak yerine zoraki İran’la uzlaşmak durumunda. Mesiyanik (1967 sonrası) Siyonistlerle, milenarist (1979 sonrası) Şii İslamcılarda böyle bir aciliyet duygusu oluşur mu? Zamanında (1989 -1991) Soğuk Savaş’ı koskoca SSCB’ye karşı kazanan ABD, İran gibi bölgesel güce bir bakıma “yenilmek” anlamına gelecek böyle bir uzlaşının “garantörlüğüne” razı olur mu? İran’ın ve İsrail’in sözlerine sadık kalacaklarına güvenilir mi? 7 Ekim’in jeo-politik sonuçları, İmad Mugniye’nin 1982deki Beyrut intihar saldırılarından, Gavrilo Prinçip’in 1914’de Saraybosna’daki Franz Ferdinand suikastininkilere doğru evrilir, denetimden hepten çıkar mı? 

Öte yandan, Rusya da Moskova’da (PKK gibi orada bürosu da bulunan) Hamas yöneticilerini ağırlayarak sıcak topa ayağını uzattı. Rusya’nın niyeti Ortadoğu’da kalıcı istikrara karşılık, Mearsheimer gibilerin adına “realizm” dedikleri safsata uğruna küresel Batı’yı Ukrayna’yı tapınağın sunağında kurban bırakmaya zorlamak olabilir. Ayrıca Hamas’ın 7 Ekim’de İran adına elde ettiği bir diğer “kazanım” da İsrail’i Rusya’dan görece ayrıştırmak olmuştu. Fransız askeri uzman (e.) Yb. Guillaume Ancel’in sözkonusu saldırının tümüyle Wagner şablonuna uygun olduğu izlenimi de akılda tutulmalı. 

İsrail’in kurucu DNA’sını belirleyenler 1967 öncesinin (geniş anlamda) Orta Avrupa kökenli laik, toplumcu, katılımcı, paylaşımcı Siyonist Yahudilerdi. Filistin’e geldiklerinde orada yaşayan hahamların İsrail devletinin kurulmasına direnişlerini aşmışlardı. Daha 44 yaşında ölen Herzl’in yolundan giderek din ve devlet işlerini ayırmışlardı. Tarihçe “kibbutzlardan kolonilere” diye özetlenebilir. Oysa sömürgecilik, onu yürüten ulusu bir virüs gibi içinden kemirir.

Günümüzde kişi başına ulusal geliri 55.000 ABD Doları’nı aşan İsraillilerin de, diyaspora Yahudilerinin de çoğu, Filistin’e yönelik işgali, sömürgeleştirmeyi, ablukayı, Bantustanlaştırmayı, gündelik tacizleri, aşağılamayı insanlıktan çıkarmayı görmezden gelmeyi yeğliyor. En başından beri Filistinlilerin de kendi davalarını akılcı biçimde savunmak bir yana, yöntemde (Ürdün ve Lübnan deneyimleri, terörizm, kendi aydınlarını susturmak) ve ittifaklarda (Hitler, Nasır, SSCB, Kaddafi, Saddam) sürekli yanlış tercihler yapmaları ise hem küresel hem Yahudi barış taraftarlarını zoraki sessizliğe ve apatiye sürüklüyor. İsrail devleti de, kuruluş zeminini sağlayan başat etmenler Holokost ve pogromların ebedi suçluluğunu taşıyan Batı’nın neredeyse koşulsuz desteğini sonuna dek kullanıyor.   

Türkiye’ye gelince, Erdoğan’ın yine bağırmayı konuşmaya yeğlemesiyle, tümüyle devre dışı kaldık. Diplomasiye havlu attığımızı böylece tescil ve teslim etmiş olduk. Barçın Yinanç’ın veciz anlatımıyla, Erdoğan “diplomasi masasını bırakıp (alelusul) tribünlere yöneldi.” Belki “neyse ki” demeli, Fransa’nın peş peşe gelen iki diplomatik öz-hatası (“unforced error”) Ankara’nın uydurduğu zırva (Tahran’da Lavrov’u bile bıyıkaltından güldüren) “garantörlük” hevesini gündem dışına itti. İlki, Macron’un İsrail ziyaretindeki IŞİD’le mücadele koalisyonunun görev kapsamının Hamas’la da mücadeleyi içerecek biçimde genişletilmesi önerisi. İkincisi, bir bakıma “tersten S-400 skandalı” denebilecek, NATO müttefiki Fransa’nın Ermenistan’a yüksek teknolojili Thales üretimi GM-200 radar ve Mistral-3 hava savunma sistemleri sağlaması. 

Prof. Dr. Serhat Güvenç, Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğini nihayet TBMM’ye sevk etmesinin (yani de jure değilse de facto onaylanmasının) öncelikli gerekçesinin, İsrail’e sert çıkabilmenin zeminini hazırlamak olduğunu öngörmüştü ve haklı çıktı. Değerli hocamızın akıl yürütmesini ödünç alarak, bugün Erdoğan’ın hem de kasten tahrip edilen Atatürk (!) Havalimanı’nda yapılacak “Büyük Filistin Mitingi’ni” de, ertesi gün 29 Ekim’de göstermelik bazı etkinlikler yapabilmenin ön koşulu olarak değerlendirmiş olabileceği ileri sürülebilir.

Gel gör ki, Gazze’nin ancak islâmcıların kamu sponsorluğunda hormonlu mitingleri ve tek tük pankartları dışında, Arap ülkelerini geçelim, ABD ve AB demokrasilerindeki kadar bile organik sahiplenilmediği de ortada. Toplumumuz, cumhuriyetin hangi gün kurulduğunu pek anımsamıyor olabilir ama Araplaşmayı, islâmcılaşmayı da bünyesi reddediyor. İslâmcılığın çıkmazı da burada: Bakınız 44 yıllık islâmi cumhuriyet rejimindeki İran’da bile camilerde doluluk 30% düzeyinde kalıyor. Hal böyleyken muhalefetten Kılıçdaroğlu’nun, hele Karamollaoğlu’nun ve Davutoğlu’nun açıklamaları Erdoğan’ı aratmıyor değil. İmamoğlu derseniz, o şimdi kurultayda divan başkanı.

Madem “duyarlıyız”, duyarlı olmak herhalde tarih bilincine sahip olmaya engel değil. Öyleyse, ortak gelecek tasavvuruyla yine ortak geçmişimize dönüp bakarsak ve bu işler “kendiliğinden” oluyorsa, bugüne dek –neredeyse iki yıl olacak- neden bir “Büyük Ukrayna Mitingi” de düzenlemedik? Hangi istilâ ve işgal ülkemizin ulusal çıkarları açısından daha yaşamsal önemde: Gazze mi, Ukrayna mı? Duyarlı olmak tamam, ama Ukrayna konusunda en azından tutturulmaya çalışan o “denge” neden Gazze’de akla gelmiyor? Ayrıca Filistin davasının sancaktarlığı ve bu meselenin dış politikamızda eksen özelliğine getirilmeye çalışılması hangi gerekçelerle açıklanabilir?

Mustafa Kemal’in, 7. Yıldırım Orduları Komutanı atanarak Diyarbakır’dan Ekim 1917’de intikal ettiği Filistin cephesinden Ekim 1918’e dek hemen bir yıl içinde neden önce Halep’e ve oradan Antakya-Urfa hattına dek hangi koşullarda çekildiğini biliyor muyuz, öğrenmek istiyor muyuz? İstemiyoruz zira tepemizdeki islâmcıların önceliği, (daha önce yine burada belirttiğim üzere) kendi düşünsel “nakbaları” olarak gördükleri 29 Ekim’i kutlamamak ve kutlatmamak. Çünkü yıkmak kolay yapmak zor. Çünkü ergenlik hülyalarıyla, rasyonel tasarım çok farklı kavramlar ve kanımca zihinsel Doğu ile zihinsel Batı’nın temel ayrımı da bu.  

Yarın cumhuriyetimizin 100. yıldönümü. Kutlamak için tek yapabildiğimiz, ondan bile artık neredeyse çekinerek, camlarımıza balkonlarımıza birer Türk bayrağı asabilmekten ibaret. Evet Ata’m, ona şüphe yok (yukarıdaki görseldeki gibi), “bu mekânda (hatta tüm ülkede) içilen her kadeh (yalnızca yarın değil yılın 365 günü) senin şerefine kalkar.” Ancak korkarım ebedi istirahatgâhından kalkıp da bugünkü ortama şöylece başını uzatsan, nezaketen “afiyet olsun hanımlar, beyler” demekle yetinerek, yüzünü buruşturup arkanı döner giderdin. Bunun ezikliği de, utancı da her birimize ömürboyu yeter.    

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.