Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Kısa ulusal güvenlik ve dış politika el kılavuzu

Cumhuriyetimiz artık başkanlık rejimiyle yönetiliyor. Görülebilir gelecekte bunun değişebileceğine ilişkin bir belirti de yok. Esasen 14-28 Mayıs seçimlerinin bir sonucu toplumun da böyle bir önceliği olmadığının tesciliydi.

Bizim Beştepe’den geceyarısı kararnamelerine dayalı yerli usul başkanlık rejiminde, kupon arazi tahsisinden bilmem hangi kurumdaki falanca daire başkanı atamasına; AİHM kararlarının uygulanmasından yasa ve anayasa değişikliklerine dek kararlar tek kişinin dolmakaleminin ucunda. Aşağıda birlikte yeniden incelemeye çalışacağımız ulusal güvenlik ve dış politika da aynı kapsama alanı içinde.

Bu alanlarda da S-400 alımından, İsveç’in NATO üyeliğine dek yine nihai kararlar tek kişi tarafından alınıyor. Nasıl aradaki benzerlikler kısıtlı olsa da 1958’den bu yana V. Cumhuriyet Fransa’sında savunma ve dış politika münhasıran cumhurbaşkanına ait alan (“domaine réservé”), bizde de artık öyle.

Dolayısıyla, güncel dış politika ve ulusal güvenlik konularında anlamlı söz söyleyebilmek için bıktırıcı da olsa sürekli en başa dönmek gerekiyor. Ve kurmayların planlamadaki “amaç-tanım-kapsam” çerçevesini andırır biçimde tanım, durum, tutum, yorum, gereksinim, yönelim, biçem, yöntem, yaklaşım hatta belki yazılım kavramları üzerine konuşmak.

Tanım: Devlet, ülke, ulus, yurt, hükümet, eyalet, güç, yönetim, milliyetçilik, yurtseverlik vb. tüm temel kavramlarda kendi anladığımız ve dediğimizle, bu sözcükleri önde gelen Batı dillerinden birine çevirdiğimizde (yalnızca günümüzün lingua franca’sı İngilizce de esas alınabilir) anlaşılan birbirini tutmuyor. Bunu biliyoruz ama ya umursamıyoruz, ya kendimize yalan söylemeyi sürdürmeyi yeğliyoruz. 

Yaklaşım: İstibdat idaresinin yaklaşımının hamasi-dinci olduğu denli, anamuhalefetin görünürde buna karşı duruşu da özünde egemenlikçi-taşrasalcı. Reyis ise pragmatik görünümlü oportünist: Esnaftan çokuluslu holdinge CEO ne kadar olursa, o kadar. Karşısına seçenek olarak ne konacak, olagelenden ne kadarı elde tutulup, ne kadarı elden bırakılacak?  

Durum: Kaptan köşkünde dümenin başına kim geçerse geçsin değişmeyecek olan sabitler var: Nerede durduğumuz, haritadaki yerimiz, sınırötesi ve denizaşırı komşularımız belli. İmkân ve kabiliyetlerimiz de öyle. Ekonomi, sanayi, teknoloji, eğitim başta gelmek üzere.

Tutum: Devletler arasındaki yerimiz haritadaki yerimizle örtüşür görünse de bir ve aynı değil. Avrupa Konseyi (AK) kurucu üyeliği, NATO müttefikliği, Avrupa Birliği (AB) adaylığı başta durduğumuz yerle tuttuğumuz yol, aldığımız tutum çoğu zaman uyuşmuyor. Aksine çelişiyor. Hukuk devleti, ifade özgürlüğü, yerinden yönetim gibi temel konulardaki farklarımız da öyle.

Yorum: Dolayısıyla gelişmeleri de, cumhuriyet tarihimizi de okumakta aksıyoruz. Ulusal çıkarlarımız hatta özetle, kim olduğumuz üzerinde dahi hemfikir değiliz. Bu da muhataplar ve hasımlar bakımından kolayca kullanılacak çatlaklar sunuyor.  

Gereksinim: Hava savunma sistemi ve savaş uçağı yaşamsal önemde zorunluluk. Firkateyn ve denizaltı o denli olmasa da bir diğer öncelik. Milli Muharip Uçak (MMU) için motor üretiminde ortaklık ve teknoloji transferi aynı. Nükleer enerji buna benzer. Doğrudan yabancı yatırım/fon akışı, teknoloji transferi, AB ülkelerine vizesiz seyahat, keza AB ile gümrük birliğinin güncellenmesi hepsi bu kalemde. “Soğan-ekmek yemek” diplomatik bir seçenek değil.

Biçem: Diplomasinin nasıl yapılacağıyla kavga etmek anlamsız. Zira zaman kaybı ve maliyeti yüksek olduğu gibi öngörülebilir de değil. Toplantılara belde silâhla veya kravatsız “Mevlevi yaka” gömlekle girmek vb. “devrimci” gösterişler, saçın sakalın bıyığın boyunda kararsız kalmak vb. “star” kaprisi özentileri veya sonradan görmelikler, bağırarak konuşmak, sinirlenip yabancı dil hâkimiyetini yitirmek, sağduyuyu kaybedip senaryo dışına çıkmak vb. acemi hataları ve daha fazlası, bunların tamamı yararsız.  

Yöntem: Kapalı kapılar ardında kafa kafaya pazarlıktan kaçınmamak. Zamana zaman tanımak. Acele etmeden hızlı gitmek. Hiç yapmamanın bazen çok yapmak olduğunu bilmek. Tribünlere oynamamak. Alkış aramadan ve almadan kazanmayı bilmek. İşgüzârlıkla etkinliği karıştırmamak. Cephe hizmeti görmeden erkân-ı harp olacağını sanmamak. 

Yönelim: Ne yapmak, nereye varmak istemek: Önce bunu bilmek ve buna karar vermek. Sonra şu tür ve benzeri soruları ayna karşısında kendine sorup, dürüstçe yanıtlamak: Kafandaki oyunu sahaya yansıtacak oyuncu kadron var mı? Oyun kurgun var mı, varsa almak istediğin sonuçla uyumlu mu? Zaman senden mi yana? Değilse ivedilik duygusuna sahip misin?   

Yazılım: Belki buna geniş kapsamda veya muğlak anlamıyla “sivilleşme”, vesayetten yahut bürokratik oligarşi denetiminden çıkış da denebilir. Gözünüzde canlanması bakımından da MGK salonunun ortasında duran etrafı çiçeklerle süslü şu mahut sanduka görsel olarak kullanılabilir. Esasen Erdoğan paldır küldür (zira o apoletlilere, monşerlere, kara cüppelilere yerli-yersiz takıntılı) yapsa da bunun başarılabileceğini gösterdi. “Doğru” değerlendirildiğinde onun tuttuğu bu yolun ucu, ondan sonraki dönemde ulusal güvenlik ve dış politikada “demokratikleşmeye” gerçekten erişebilir: Yazılımı kökten değiştirme olasılığını içinde barındırmaktadır. 

Kavramlar üzerinden ilerlemeyi sürdürerek, çözüm veya kimi güncel örnek ulusal güvenlik ve dış politika sorunlarının olası somut çözümleri üzerine de biraz kafa yoralım: 

Çözüm: Hiç karışmayalım, uzmanlara bırakalım, başımıza iş/icat çıkarmayalım veya belâ almayalım yaklaşımından sakınmak. Ne “çoğunluk böyle istiyor”, ne “zart diye kararı verip geçerim, çözemediğim düğümü keserim” kolaycılıklarına kaçmamak. Belki yeri geldiğinde (Şark usulü) “tabii tabii senin dediğin gibi olsun” deyip yine bildiğini okumak. Ama kesinlikle “böyle gelmiş, böyle gider” idare-i maslahatçılığını benimsememek. Milli Savunma Bakanı ile Genelkurmay Başkanı görev tanım ayrımlarını doğru yapıp, ilkini mutlaka sivil atamak. Diplomata “Yürü” deyip arkasında durmamaktan, deyim yerindeyse diplomatı “izci” (“sherpa” veya “éclaireur”) gibi cephe gerisine göndermek yerine “mayın eşeği” gibi öne sürmekten kaçınmak. 

Örnek: Zorunlu olmadığı halde Rusya’dan S-400 alınca F-35 üretim zincirinden kendimizi attırdık. F-16 alımı ve modernizasyonunda ABD Kongre kapısında bekliyoruz. İngiltere-İtalya-İspanya-Almanya ortak üretimi Eurofighter tek sorunlu ülke olan Almanya’ya takıldı, Erdoğan Berlin temaslarında konuyu aç(a)madı. Şimdi ikinci S-400 faciası gibi gidip Pakistan-Çin ortak yapımı JF-17 alımından söz ediliyor.

Almanya’nın, Yunanistan ile ilişkilerin hale yola koyulmasında perde gerisinde sonuç alıcı diplomatik çaba gösterdiğini öğrendik. Türkiye ve Yunanistan, Almanya’nın HDW-Siemens yapımı denizaltılarının “referans müşterisi.” Oysa SAMP-T hava savunma sistemi konusunda diğer ortak üretici İtalya’nın aksine olumlu tutum benimseyen Fransa, Rafale konusunda Yunanistan’a sattığı gerekçesiyle bize karşı katı olumsuz tutum benimsiyor.

Zaten Ankara’nın Fransa’nın kapısını Rafale için çaldığını da duymadık. Gerçekçi olmak gerekirse ancak çeyrek yüzyılda envantere girebilecek MMU için ise İngiltere’yle ortak motor üretimi dosyasının iyi yönde ilerlediğini biliyoruz. Ancak İngiltere’nin aynı anlaşma paketi içine çağdışı kalmış Type23 firkateynlerini itelemeye çalıştığını da duyuyoruz.

Fransa nezdinde Rafale için usulünce zemin yoklaması yapılsa, ikili dosyalardaki dikenlerin giderilip, bu ülkenin aranın iyi olduğu İtalya ve İspanya hatta şimdi Yunanistan’ın da eklendiği Akdeniz hattındaki “kopuk halka” konumundan çıkarılmasına katkı yapmaz mı? Hiç değilse Almanya ile Eurofighter pazarlığının ilerletilmesinde “kaldıraç” olmaz mı?         

Örnek: Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi, ülkemizin jeo-stratejik önemini yeniden öne çıkardı ve böylece diplomatik manevra alanımızı genişletti. Son olarak dışişleri bakanı Fidan’ın TBMM’de bütçe komisyon görüşmelerinde teslim ettiği üzere, simgeleşen Kavala ve Demirtaş davaları siyasal. AİHM kararlarını anayasamıza aykırı biçimde uygulamayarak kendimizi AK’nin dışına ittiriyoruz. AK bu jeo-stratejik önem bağlamında yaptırım görüşmelerini oyalıyor. Konuyu son olarak bu defa (herhalde 31 Mart belediye seçimlerini de gözeterek) Mart sonrasına erteledi.

AB de son Borrell Raporu’nu görüşmeyi AK gibi yine Mart sonuna doğru öteledi. Aynı zamanda onyıllardır ilk kez Ukrayna, Moldova, Gürcistan ve Batı Balkanlara genişlemeyi gündemine aldı. Her ikisinin de toprakları kısmen Rus işgalindeki Ukrayna ve Moldova’yla katılma müzakerelerine başlama kararını ve Gürcistan’a adaylık statüsü tanımayı Perşembe akşamı verdi. Bu arada Azerbaycan ile Ermenistan kalıcı barış için uzlaşmak üzere. Gürcistan’a dek uzanan AB’nin, bugün olmasa da yarın, Ermenistan’ı genişleme süreci dışında bırakması akla aykırı. Üstelik İsveç’in NATO’ya girişine onay oylaması da TBMM’de.

Öyleyse tam da bu zamanlamayla ve bu kesişme anında, AİHM kararlarını uygulayarak ve Ukrayna bağlamındaki jeo-stratejik önemimizi kullanarak, hemen üyelik müzakerelerini canlandırmak mümkün olmasa da temelde o hedefi en azından “iyi komşuluk” temelinde canlandıramaz mıyız? Hem hukuk devleti yani rasyonaliteye dönüş, hem AB ile vizesiz seyahat ve gümrük birliği güncellemesi alanlarında ileri adım atamaz mıyız? Bu kadar zayıf elle kapıyı omuzlamak ya da yüzümüze kapanmakta olan kapı aralığına ayağımızı sokmak için ikinci fırsat bir daha gelir mi?

Sonuç olarak, bu köşeyazısı boyutuna indirgenmiş kısa dış politika ve ulusal güvenlik el kılavuzu taslağı öyle pek derin gizemleri açıklama iddiasını içermiyor. Olsa olsa okura bazı basit düşünce filizleri sunuyor. Bununla birlikte, denemenin doğası gereği belki her başlık, olası bir kitabın üzerlerine ayrı ayrı kafa yormak gerektirecek bölüm başlıkları olarak da görülebilir.

Öte yandan Özgür Özel’in sosyal demokrat partiler arası diplomasisi ve TBMM kürsüsünden yaptığı bütçe konuşmasındaki (mealen) “…şimdi de arkadan (kalkınmada) Tayland, Vietnam, Polonya geliyor; yeşil dönüşüm yeni ıska olmasın” uyarıları ile Ekrem İmamoğlu’nun yürüttüğü yerel yönetimler diplomasisi, bunlar burada işlemeye çabaladığımız konular bağlamında “esasa müteallik” olmasalar da, geleceğe ilişkin bazı umutlar veriyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.