Ruşen Çakır yazdı: Muhalefetten geriye ne kaldı?

Başlıkta soruya cevap vermek için muhalif bilinen partilerin durumlarını tek tek ele alalım. Öncelik Gelecek Partisi’nde (GP) olsun. Malum GP İstanbul Milletvekili Selim Temurci, İstanbul’da AKP adayı Murat Kurum’u desteklediğini açıkladı. Aynı partiden TBMM Grup Başkanı olan Selçuk Özdağ ise -ki kendisi aynı zamanda Manisa Büyükşehir Belediye Başkan adayı- Temurci’nin sözlerinin partiyi bağlamadığını söyledi. Halbuki parti lideri Ahmet Davutoğlu’na en yakın isimlerden olan Temurci, GP’de Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Başkan Yardımcısı ve Teşkilat Başkanı olarak görev yürütüyor.

Temurci’ye genel olarak “CHP sayesinde milletvekili seçildi, şimdi Ekrem İmamoğlu yerine rakibini destekliyor” şeklinde eleştiriler yöneltildi. Eleştiri sahiplerinin, sadece Temurci’nin değil tüm GP’nin artık “muhalif” olarak tanımlanmasının zor olduğunu ıskalıyorlar. Doğru, Davutoğlu her çarşamba günü grup toplantılarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sert şekilde eleştiriyor fakat partisinin son seçimler öncesi olduğu gibi muhalefet blokunun bir parçası olarak gözükmesini de istemiyor. Zaten böyle bir bloğun kaldığını da söylemek mümkün değil.

Buna örnek olarak GP’nin Ankara’da CHP, Düzce’de DEVA, Tokat ve Kilis’te İYİ Parti, Ordu’da Demokrat Parti adaylarına ek olarak Mardin’de, DEM Parti adayı Ahmet Türk’ün en güçlü rakibi olan AKP adayı Abdullah Erin’i destekleme kararını gösterebiliriz. Bunu da “Ortak şiarımız, Önce millet, sonra parti, sonra bendir. Bu çerçevede yönetim kurulumuz oy birliği ile parti kimliklerine bakmaksızın bu kararı aldı” diye açıkladılar.

DEVA ve Saadet’in etkisizliği

GP gibi AKP’den kopan isimlerin kurduğu ve ilk başlarda epey heyecan yaratan ama zamanla etkisini kaybeden DEVA Partisi ise seçimlerden sonra kendi başına hareket etmeye özen gösteriyor. Örneğin Saadet ve Gelecek partilerinin ortak TBMM grubu kurma çağrısına yanaşmadı ve yerel seçimlere de kendi adaylarıyla giriyor. Fakat DEVA’nın ve lideri Ali Babacan’ın siyasetin gündemine herhangi bir şekilde etki ettiği söylenemez. DEVA, CHP ile çok yakın hareket etmiş olmanın kendilerini olumsuz etkilediğini düşünüyor olmalılar -haksız da sayılmazlar- ki CHP ile fazla yan yana gelmemeye, bunun sonucu olarak da (olmayan) muhalefet blokunun bir parçası olarak görünmemeye gayret ediyorlar.

Saadet Partisi’nin sorunuysa bambaşka. Fatih Erbakan liderliğindeki YRP inisiyatifi o kadar eline aldı ki “Milli Görüş’ün devamı” tanımına sahip çıkmasına artık pek itiraz eden kalmadı. YRP’nin gölgesinde kalmak SP’yi daha da güçsüzleştiriyor. 31 Mart’ta YRP’nin bariz bir şekilde gerisinde kalması halinde SP’yi çok daha kötü günler bekliyor.

“Hür ve müstakil” İYİ Parti

Son seçimlerin ardından “hür ve müstakil” bir “üçüncü yol” benimseyen İYİ Parti’nin özellikle yerel seçim kampanyası bağlamında CHP’li belediye başkanlarına ve CHP genel merkezine bir tür savaş açmış olduğuna tanık oluyoruz. Meral Akşener, her ne kadar iktidara, aslında daha çok Erdoğan’a yönelik eleştirilerini sürdürse de kendisini muhalefetten ayrıştırmaya öncelik veriyor. Muhalefetten, esas olarak da CHP’den uzaklaşma doğal olarak iktidara yakınlaşmayı beraberinde getiriyor. 

Sonuç olarak İYİ Parti’ye “muhalif” sıfatı artık anlamsız kaçıyor. Onun olmaması da kaçınılmaz olarak muhalefeti iyice zayıflatıyor. Eğer DEVA ilk başlarda yakalamış olduğu dalgayı belli ölçülerde muhafaza edebilmiş olsaydı İYİ Parti’nin boşalttığı yere talip olabilirdi. Bu da olmayınca muhalefet blokunun milliyetçi sağ tarafında ortaya çıkan boşluğu doldurmak da CHP’ye kalıyor ki, CHP başka dertlerinden bununla uğraşmaya ne vakit, ne enerji bulabiliyor.

Bir diğer “üçüncü yolcu”: DEM Parti

DEM Parti de bir süredir İYİ Parti gibi “üçüncü yol”u telaffuz ediyor. Her ne kadar “aktif siyaseti bıraktım” demiş olsa da Selahattin Demirtaş’ın bunun en güçlü savunucusu olduğunu söyleyebiliriz. 

Aslında “üçüncü yol” Kürt siyasi hareketinin uzun zamandan beri savunduğu ve yer yer hayata geçirdiği bir stratejiydi. AKP ile birlikte girişilen “çözüm süreci” bunun en fazla öne çıktığı olaydı. Fakat Erdoğan’ın süreci sona erdirip kısa süre sonra da MHP ile ittifaka girmesiyle hareket kendisini muhalefete, özellikle de CHP’ye istemediği kadar yakın buldu. Bunun ilk bariz tecellisi 2019 yerel seçimleriydi ve zaferle sonuçlandı. Fakat o zamanki adıyla HDP’nin bu zaferden pek istifade edebildiği söylenmez. Hatta CHP’ye desteği yüzünden Erdoğan HDP’li belediyelere çok hızlı ve acımasız bir şekilde kayyum atadı ve onları cezalandırdı.

Ama en büyük fiyasko son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşandı. O günkü adıyla Yeşil Sol Parti’nin en aşağıdan en yukarıya kadar “keşke ilk turda kendi adayımızla girseydik” diye hayıflandığına şahit oluyoruz.

Bu seçimler öncesinde DEM Parti’nin iktidarla bir şekilde görüştüğü yolunda epey rivayet çıktı. Doğru olsa bile bir anlaşmaya varılamadığı ortada. CHP ile ise “kent uzlaşısı” başlığı altında çok az yerde işbirliği yapılacak olması da bize her iki partinin çok da yan yana gözükme yanlısı olmadığını gösteriyor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Sonuçta muhalefetin en güçlü ayaklarından biri olduğu açık olan DEM Parti’nin iktidarla kıran kırana bir savaşa girmeye ya da çoktan girmiş olduğu bu savaşı sürdürmeye pek fazla niyetli olmadığını söyleyebiliriz.

CHP’nin bitmeyen krizi

Muhalefetin şu ana kadar saydığımız partilerinin önlerini görmekte zorlanmaları “değişmiş” CHP için mükemmel bir fırsattı. Ama olmadı, olacağa da pek benzemiyor. Çünkü CHP’de yönetimle birlikte neyin değiştiği hiç belli değil. Örneğin belediye başkan adaylarının hangi yöntem(ler)e göre belirlendiği belli değil. Tek bir karşılaştırma yeterli olabilir: İzmir’de Tunç Soyer giderken Hatay’da Lütfü Savaş neden kaldı?

CHP’de iktidar savaşlarının esas olarak (belki de sadece) kazanması kesin olan -ve ne tesadüf ki rantı yüksek olan- metropol ilçelerde yaşanması; aday gösterilmeyenlerin kazan kaldırması, hatta partiyi terk etmesi ve parti yönetiminin bu süreçlere müdahale edememesi çok manidar.

Dolayısıyla başlıktaki soruya “CHP kaldı” diye cevap vermek mümkün ancak CHP’nin pek mecali kaldığı söylenemez.

Geride kalanlar

Son seçimlerde iyi bir çıkış yakalamış olan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) yerel seçimlerde çok etkili olması mümkün gözükmüyor fakat Hatay’da Gökhan Zan’ı aday göstererek gündeme damga vurmayı bildiler. Zan’ın alacağı başarılı bir sonuç TİP’in iddiasını sürdürmesine yardımcı olacaktır.

Memleket Partisi’nden fazla söz etmeye gerek yok. İzmir Karşıyaka’yı alma beklentisi suya düşünce CHP ile aynı dünyanın insanı olmadığını fark eden Muharrem İnce’nin muhalif herhangi bir yönü kaldığı söylenemez.

Zafer Partisi ise diğerlerini “sarı muhalefet” olarak tanımlayıp kendi başına yoluna devam ediyor. Aslında Ümit Özdağ İYİ Parti’ye defalarca işbirliği çağrısı yapmıştı ama olumlu cevap alamadı. Bu seçimlerde oylarını artırması, hele İYİ Parti ile başabaş gibi olması halinde ZP’nin önünün çok açık olacağını düşünebiliriz.

Bitirirken: CHP, İstanbul ve Ankara’yı koruyabilirse, diğer partilerin durumları ne olursa olsun, İmamoğlu’nun fiili liderliğinde tüm muhalefeti peşine takabilir. Fakat Erdoğan İstanbul ve Ankara’yı, ya da en azından birini geri alırsa muhalefeti etkisizleştirmede yeni ve büyük bir adım atmış olur ve 2028 için herhangi bir endişesi kalmaz.