Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yaşayan efsane Jose Mourinho, Rio Ferdinand ve Stephen Howson’a konuştu #2: “Wesley Sneijder’ın Ballon D’Or alamaması soygun değildi”

Futbolun şahsına münhasır karakterlerinden Portekizli teknik direktör Jose Mourinho, Manchester United efsanesi Rio Ferdinand ve Stephen Howson’a samimi bir röportaj verdi. Medyascope Spor Servisi olarak sizler için çevirdik.

Rio Ferdinand: Manchester United yönetimine Ineos grubu geldi. Umuyorum ki sorunları çözecekler. Belki senin gördüğün problemleri de görebilirler. Sence işleri yoluna koyabilmeleri adına ilk yapmaları gereken nedir?

Jose Mourinho: Kulüpten ayrılmamın üzerinden beş yıl geçti. Muhtemelen birçok şey değişti. Dürüst olmak gerekirse Richard Arnold’un bazı şeyleri daha iyiye dönüştürdüğüne inanıyorum. Çünkü doğru kişi ve spor ile ilgili de kesin görüşleri var. O bir futbol insanı değil ama spor insanı, sporun ne olduğuna dair iyi bir anlayışı var. Benim zamanımda finansal bir rolde görev alıyor olsa da, onu çok beğeniyorum. Sorunları çözmekte ilerleme kaydettiğini düşünüyorum. Sir Ratcliffe’i çok iyi tanıyorum, iyi bir ilişkimiz var. Onunla ilgili de iyi hislerim var. O da bir spor insanı ve bu işi seviyor. Bence çok önemli bir şey. Diğer sporlar, yönettiği futbol takımları, bisiklet gibi organizasyonlardan elde ettiği tecrübe ile buraya geldi. İşlerin doğru yola gireceğini düşünüyorum ve bunu istiyorum. 

Stephen Howson: UEFA Avrupa Ligi kazandığın kadronun, Rio Ferdinand’ın oynadığı dönemdeki kadroya göre zayıf olduğunu söylemiştin. Bence Sir Alex ayrıldıktan sonra Manchester United’ın başına geçseydin bir şampiyonluk daha kazanmış olurduk. 

J.M.: Benim için şimdi bunu söylemek çok kolay ancak sen bunu söylememelisin. Ferguson’un ardından takımın başına David Moyes gelmişti. Elinden gelenin en iyisini yaptığına eminim. David’e saygı duymamız gerekir.

R.F.: Chelsea günlerine dönmek istiyorum. Eşsiz bir dönemdi. Yeni bir kulübe geldin ve anında sahaya etki ettin. Bizim için her şeyi değiştirdin. Sezona konforlu ve ağırdan alarak başlamıştık Noel’e geldiğimizde 10 puan geride kaldık. Takımı aldın ve bir anda her şeyi değiştirdin bunu nasıl başardın?

J.M.: Dürüst olmak gerekirse Chelsea zaten neredeyse zirvedeydi. Bir kulübe gidersin bir yapı oluşturmaya çalışırsın ve zamana ihtiyacın vardır. Kulüp hazır olduğunda da atağa geçersin ve ısırırsın. Chelsea böyle değildi, öncesinde iyi yapılmış işler vardı. Transfer pazarında iyi yapılmış hamleler vardı. Petr Cech ve Arjen Robben ilk maçlarına benimle çıktılar ancak ben gelmeden önce alınmışlardı. Frank Lampard ve Joe Cole gibi oyuncular da iki yıl öncesinde transfer edilmişti. Benim gibi nasıl daha iyi olacaklarını söyleyecek birisine ihtiyaçları vardı. Daha önceki soruda verdiğim cevap gibi empati kurabilmeleri önemliydi. Buradaki yapı oldukça basitti. En tepede Roman Abramovich sonrasında da Peter Canyon ve ben. Oldukça güçlü bir güven duygusu hakimdi. İlk isteğim Didier Drogba idi. Onu tanıyordum ve nasıl etki yapabileceğini biliyordum. Jimmy Floyd Hasselbaink fantastik bir futbolcuydu ama ayrılması yönünde bir karar verildi. Nasıl bir takım kurmak istediğimi biliyordum ve Didier Drogba bu yönde doğru bir isimdi. Aynı şekilde John Terry de benim için harika bir oyuncuydu. Onun yanında hangi profilde oyuncuların yer alması gerektiği konusunda da tercihim Ricardo Carvalho oldu. Bu tür kararlarda yapılar arasında güven olması ve sorumluluklar noktasında da şüphelerin olmaması gerekiyor. Bunu yapabilecek paramız vardı ve anında karşılık verdi.

Benim karakterim ve Şampiyonlar Ligi zaferinin ardından çok fazla tutku ve güvenle gelişim bu futbolcular ile çok iyi uyum sağlayacağımı düşündürdü. Frank Lampard her zaman Jose Mourinho’nun bana Ballon D’or kazanabileceğimi söyleyen ilk insandı diye söyler. Bu beni özel kılan bir şey değil eğer benden öncekiler bunu söylemediyse onların yanlışlarıydı. Bir orta saha oyuncusu sezonda 35 gol atabiliyorsa burada özel bir şey vardır. Biz çok güzel bir uyum yakaladık. Bence güçlü pozisyondaki siz (Manchester United), bize yeterince saygı göstermediniz. Hakim düşünce Chelsea iyi başladı ancak Aralık gibi düşüşe geçerler idi. Daha sonra paskalya zamanı düşüşe geçeceğimizi bekliyordunuz. Sonrasında da fark ettik ki şampiyonluk için 4-5 puana ihtiyacımız kalmış. Ve biz uzun zaman sonra başardık. Chelsea çok uzun bir aranın ardından 2004/2005 sezonunda şampiyon oldu.

R.F.: İlk transferin Didier Drogba idi ardından Michael Essien, Salomon Kalou bu oyunculara sahip olmanın Afrika’daki etkisini fark ettin mi?

J.M.: Birçok yerde çılgın taraftarlarımız oldu. Fildişi Sahili’nden Drogba ve Kalou, Kamerun’dan Geremi ve Samuel Eto’o, Nijerya’dan Obi Mikel, Gana’dan Essien ve Sulley Ali Muntari gibi dünyanın her yerinden futbolcularım oldu. Ne zaman Afrika’ya gitsem orada gördüğüm sevgiden dolayı sokakta yürüyemezdim. Ayrıca Avrupa’da yaşayan Afrikalı insanlar da beni gerçekten severdi. Ben de onları severim ve dürüst olmak gerekirse Afrikalı futbolcular oldukça sadık olurlar. Birçoğu bana baba diye seslenirdi ve bazıları neredeyse benim yaşlarımda. Essien bana baba diye seslendiğinde, ”Hadi ama Michael, bana baba deme neredeyse benim yaşımdasın!” derdim. Afrikalı futbolcuları çok severim. Hem kişisel hem de oyuncu olarak harika insanlar. 

S.H.: Afrikalı oyunculara yeterince kredi verdin. Sir Alex Ferguson için ise Afrikalı oyunculara karşı AFCON nedeniyle onları kaybedecek olmaktan dolayı bir isteksizlik vardı. 

J.M.: Evet bu bizim de farkında olduğumuz bir problemdi. Ama şunu biliyordum ki eğer en iyi takıma sahipsen, Afrikalı oyuncular senin için bir problem olmaz. Çünkü 2 yılda yalnızca 6 hafta onlardan ayrı kalmak sorun değil. Bu benim karşıma Roma’da bir problem olarak çıktı. Kısıtlı bir kadromuz vardı ve bu dönemde 3 futbolcumuzu Afrika ve 1 futbolcumuzu da Asya Kupası için kaybettik. Güçlü bir takımsanız Afrikalı oyuncu almanızda bir problem yok. İki yıl içerisinde sadece 6 hafta onlardan uzak kalıyorsunuz ve oldukça özel futbolculara sahip oluyorsunuz. 

S.H.: Biraz daha bireysel olarak oyunculardan bahsetmek istiyorum. Cristiano Ronaldo’nun en iyi zamanında onunla birlikte çalıştın. Bana onun antrenörü olmanın nasıl olduğunu anlatabilir misin?

J.M.: Bence onun antrenörü olamazsın. Ona çok fazla bir şey de öğretemezsin. Daha çok onu mutlu edebilmek ve taktiksel bakış açısı ile en iyisini verebilmesini sağlayabilecek bir çevre oluşturmak gerekiyor. Bence Madrid, Ronaldo için bir dönüşüm yeri oldu. Manchester’da iken bir kanat oyuncusuydu. Madrid’de ise bir skorere dönüştü. Muhtemelen santrafor olarak oynadığı ilk büyük maç kupa finalindeki Real Madrid – Barcelona mücadelesi idi. Uzatmada harika bir kafa golü kaydetti. İnsanların onun hakkında saf bir kanat oyuncusundan çok, bir golcü olabileceğini düşünmeye başlamalarını sağladı. Madrid’de hibrit bir oyun yapısına sahipti. Aslında solda oynuyordu ama çizgiye yakın değildi. Rakip bekleri kovalamıyordu. Arkasında Xabi Alonso ve Khedira’yı kullanarak onu korumaya çalışıyorduk. Geleneksel olarak 4-4-2 ya da 4-3-3 oynadığınızda kanat oyuncularının rakip bekleri savunmaları gerekir. Bu tarz oyuncuları savunmada korumanız gerekiyor. Cristiano’yu motive etmenize, ona hırs, teknik ya da sorumluluk vermenize de gerek yok. Sadece ona biraz taktiksel görevler verip onu mutlu etmeniz gerekiyor. 

S.H.: Zaman zaman bazı futbolculara yeni mevkiler de kazandırdın. Sergio Ramos bir sağ bekten stopere dönüştü.

J.M.: Aslında bunu yapmak oldukça basitti çünkü onun da istediği bir şeydi. Bir futbolcuyu kendisi için uygun olmadığını düşündüğü bir konuda ikna etmek oldukça zordur. Takım için en iyisi olacağına inandığın yaparsın ve oyuncuyu da takımın ihtiyaçlarına yönelik olduğunu ve takımın kendisinden daha önemli olduğuna ikna etmelisiniz. Tabi bunu önce geçici çözüm olarak sunabilirsin. Başımız belada, dört stoperimiz var ve Garry Neville’ın ayağı kırıldığı için sağ bekimiz kalmadı. Sana birkaç maç için sağ bek olarak ihtiyacımız var, bunu bizim için yapabilir misin? Bence bunu istemezsin ama yaparsın. Ama sana gelip hayatının kalan bölümünde sağ beksin desem, üzgünüm yapmayacağım cevabını alırım. Bu yüzden çılgınca şeyler yapmayı denememelisin. Benim en büyük damgam Samuel Eto’o’yu bir maçlığına sağ bek kullanmak oldu. Eğer Şampiyonlar Ligini istiyorsan bunu yapman gerekiyor. Takım 10 kişi kalmıştı ve en fazla 1 farkla mağlup olma şansımız vardı. Sağ bek stopere kayacak, geride beşli kalmamız gerekiyor ve senin de sağ beke geçmen lazım, bunu yapabilir misin? Elbette yaparım. 

S.H.: İnter ile Barcelona’yı elemek senin en büyük oyun içi taktiksel başarın mıydı?

J.M.: Hayır. Çünkü ilk maçta Barcelona’yı 3-1 mağlup etmek daha iyiydi ve insanlar bunu unuttu. 3-1’lik galibiyet, 4-5 de olabilirdi. Bizi finale taşıyan maç oydu. 

S.H.: Sence o yıl Wesley Sneijder’ın Ballon D’Or’u çalındı mı?

J.M.: Çalındı demekten hoşlanmam. Kim kazanmıştı Messi mi, öyleyse çalınmadı. Ama Wesley üçleme yapmıştı ve Dünya Kupası finali oynamıştı. En azından ilk üç arasında yer almalıydı. Ama geçtiğimiz jenerasyonda Cristiano ya da Messi’nin almış olduğu hiçbir Ballon D’Or soygun değildir. 

R.F.: Bana başka birlikte çalışmaktan keyif aldığın futbolculardan bahsedebilir misin?

J.M.: Benim birlikte çalışmaktan en keyif aldığım futbolcular, benim için her şeylerini verenlerdir. Bunu yapan da düzinelerce oyuncum oldu. Sadece en yetenekli olanlar değil, her şeylerini verenler. Profil olarak da değinmek gerekirse, kimseye haksızlık etmek istemem ama adil olamayacağım. Genç bir futbolcu ile çalıştığınızda hayatınızın geri kalanında evladınız gibi hissedersiniz. Raphael Varane’a baktığımda şimdi kariyerinin sonlarına geldi ve evladım gibi hissediyorum. Keza Pogba, yedekteyken Sevilla deplasmanında Şampiyonlar Ligi’nde oynattığım Scott McTominay da evladım gibidir. Bir kulüpten diğerine geçerken, yeni evlatlarımı bulurum ve onlar her zaman benim evlatlarım olarak kalır.

Büyük yıldızlar da her zaman büyük yıldızlardır. Benim kaptanlarım John Terry, Javier Zanetti, Jorge Costa iğneyle, kafaları sarılı şekilde sakatlıklarla oynardı. Onlar benim için fenomen. Ve sahada fark yaratan yıldız oyuncular, insanlar senin dahi olduğunu düşünürler ama aslında dahi olan senin için kazanan futbolculardır. Cristiano, Benzema, İbrahimovic, Drogba gibi oyuncular senin de kendini dahi gibi hissetmeni sağlarlar. 

R.F.: Şu anda harika oyunculardan bahsediyoruz. Benim dönemimdeki İngiliz futbolculara gelelim. Lampard, Gerrard, Scholes senin için en iyisi hangisiydi, sıralama yapabilir misin?

J.M.: Ben o milli takımda senin de teknik direktörün olabilirdim. Masada İngiltere Milli Takımından teklif vardı. Reddettim çünkü İngiltere’de çok az zaman geçirmiştim ve milli takım teknik direktörlüğünden keyif alamayacağımı düşünüyordum. 2007/2008 sezonunda Capello göreve gelmeden önce teklif almıştım. 

S.H.: Jose hala İngiltere’nin başına geçebilirsin!

J.M.: İngiltere’nin çok iyi bir jenerasyonu var ve Avrupa Şampiyonası’nda final oynadılar. Şampiyon olabilirler. Artık İngiliz oyuncular da yurtdışına çıkıyor. Jude Bellingham İngiltere’de doğup büyümüş ve kariyeri boyunca İngiltere’de forma giyenlerden ayrılıyor. İngiltere dünyanın en iyi ligi ancak Jude her yerden aldığı tecrübelerle çok daha farklı bir çocuk.

Bellingham Madrid’de gol attıktan sonra Bernabeu’da kollarını açarak farklı bir boyuta geçiyor ve karakterini ortaya koyuyor. Bunu kibirli şekilde yapmıyor, ben bunu yine yaptım ve buradayım diyor. Bu çocukta çok büyük bir karakter var. Southgate ve Steve Holland, Steve benim Chelsea’de asistanımdı ve harika bir profesyonel. İkisi orada güzel işler çıkarıyor. Küçük farklarla kaybediyorlar ve umuyorum ki başaracaklar. Portekiz’in de kazanmasını istiyorum. Ancak İngiltere bu jenerasyon ile kazanmaya daha yakın. Scholes, Lampard, Gerrard arasında ise seçim yapmak çok zor. Kişisel olarak Lampard’ı tercih ederim çünkü o benim için 500 gol kaydetti. Gerrard ve Scholes ise hep karşı taraftaydı. Terry, Ferdinand, Sol Campbell, Jimmy Carragher, Scholes, Lampard, Gerrard bu kadro kesinlikle bir şeyler kazanmalıydı. 2004 Portekiz’de Portekiz’e penaltılara elenirken çok da yakındınız aslında. 

S.H.: Jose bilmemiz gerekiyor, sırada ne var? 

J.M: Bilmiyorum, arkadaşlarımla ve benimle beraber çalışanlarla yemek yiyordum. Onlara şunu söyledim; eğer yarın çalışabiliyorsam çalışırım. Çalışmadığım hiçbir günden zevk almıyorum. Özür dilerim ama izin yapmak isteyen insanları da anlamıyorum. Çünkü izin bana sadece depresyon getiriyor. 

R.F.: Yani Pep Guardiola’dan farklı düşünüyorsun?

J.M.: 
Tabii ki, biz farklı insanlarız. Ben sadece çalışmak istiyorum ama yeterince azmim olmalı ve istediğim fırsatı bulmalıyım. 

R.F.: Şu ana kadar teklif aldın mı?

J.M.: 
Aldım ama çok da ilgimi çekmeyen tekliflerdi.

S.H.: Sana isnat edilen bir söz var Manudaki işini bitirmediğinle alakalı, bu doğru mu?

J.M.: Hayır değil. 

R.F.: Yeni ceza ile ilgili ne düşünüyorsun, bu mavi kart olayı? Bence biraz suistimal edilebilecek bi konu. 

J.M.: Sürekli bir şeyler değiştirme gayreti içerisindeyiz, ancak bunun her zaman iyiye gideceğini bilemiyoruz. Bildiğim kadarıyla belirli bir şeyler yaparsan bir kaç dakika oyunun dışında kalmanı sağlayan bir kart. Ama bunun kuralları tam belirlenmemiş gibi. Mesela bunun bi sınırı yok. Kart görsen bile diğer maçlarda hiçbir ceza almadan oynayabilirsin. Sarı kart gibi değil. Ki benim çok da iyi anlamlandıramadığım bir konudur. Sarı kart sınırını geçen oyuncu diğer maçta oynayamıyor. Kulüp oyuncuya oynaması için para ödüyor, taraftarlar para ödüyor, oyuncu oynamak istiyor ama sen sarı kart sınırını geçtiğin için diğer maç oynayamıyorsun. Belki de hata yaptığın maçta cezanı çekmen daha mantıklı olabilir ama belki. Yani maçta bir hata yaptın ve o maçta belli bir dakika oynamadın, çok da beğendiğimi söyleyemem açıkçası. 

R.F.: Premier lig ve şampiyonlar ligi tahminlerin neler, senin favorilerin kimler? 

J.M.: Premier Lig’de City ve Liverpool iddialı ama bence City. Şampiyonlar liginde ise City ve Real Madrid. Eğer bu ikisinin dışında biri kazanırsa büyük bir sürpriz olur. Ben Madrid’in kazanmasını isterim hem kulüp için hem de Carlo için. City alsa da şaşırmam. Bilmiyorum Bayern Münih alabilir PSG alabilir ama potansiyel olarak bakarsak City ve Real Madrid. 

R.F.: Teknik direktörlük zamanlarında çok fazla rekabet içerisinde olduğun rakiplerin vardı. Bu çekişmelerden çok keyif alıyor gibiydin. Favori rakibin kimdi Ferguson vs?

J.M.: 
Unuttum ya, çünkü böyle bi şeyi hiç aramıyordum ama rekabet beni arıyordu. Ama hiçbir zaman kötü bi duyguya sahip olmadım yani herhangi bi menajeri görünce yolumu değiştiririm demedim. Insanlar Wenger ile olan ilişkimi konuşuyor, saha kenarındaki hareketlerimiz tartışmalarımız ama benim en çok zevk aldığım şey her maçta Arsenal’i yenmekti. Çünkü her maç Chelsea yeniyordu. Ama Newcastle maçlarından hiç zevk almazdım. Çünkü hiç kazanamazdım ya beraberlik ya da mağlubiyet. 10 maçımdan 1 veya 2 sini kazanmışımdır ama Newcastle hocalarıyla hiçbir sorunum olmadı.  Hocalarla aram genelde iyi olmuştur, bazen tartıştıklarımla bile kötü bir ilişkim yok. Pep ile de aramda kötü bir şey yok. İnter’deyken onunla 4 maç yapmıştık. 2 grup 2 yarı final maçı. Sonra Real Madrid’e gittim orda 2 kere ligde, 2 kere kupada, 2 kere CL’de karşılaştık hadi ama yeter. Ama kötü bi şey yok ben iyi bir adamım.

S.H.: Biraz da Sir Bobby Robson hakkında konuşmak istiyorum. Biliyorum senin teknik direktörlük kariyerinde en büyük etkiye sahip isim, seni Barcelona’da teknik ekibe dahil etmişti. 

J.M.: 
Onun hakkında konuştuğumda (arkadaşlarımla ve ailemleyken onun hakkında çok konuşuyorum) gülümsüyorum veya gözyaşı döküyorum. Onunla aramızda özel bir bağ vardı. Ne zaman birlikte yemek yesek hesabı o öderdi. Onunlayken bir kez bile hesap ödemedim. Ve her zaman senden daha çok param var ve senden daha az zamanım kaldı derdi. Barcelona’da bir karşılaşma kaybetmiştik. Ölüm sessizliği vardı bana, ”Neden böylesin? Kendine gel! Biraz rakip takımın soyunma odasındaki mutluluğu düşün.” dedi. Hala çok zor dediğimde de, ”O zaman kalk onların kapısına git ve içerideki mutluluğu dinle. Daha iyi gelecektir.” demişti. Kesinlikle eşsiz bir insandı.

R.F.: Fenomen Ronaldo hakkında konuşalım.

J.M.: 
Ronaldo Barcelona – Atletico Madrid Süper Kupa finalinden önceki gün PSV’den gelmişti. Sezon öncesi kampı boyunca Arjantinli santrafor Pizzi ile hazırlanmıştık. O dönemler gözlemcilik imkanları bugünkü gibi değildi. Bobby Robson Ronaldo’yu çok iyi tanıyordu. Maçtan önceki gün Robson gelip hücum hattımız Figo-Ronaldo-Stoichkov dedi. Mister Ronaldo’yu oynatamazsın, hazırlık dönemini Pizzi ile geçirdik, Ronaldo’yu yedek kulübesine koymalısın dedim. Bana, ”Jose iyi bir adam olmak mı yoksa Süper Kupa’yı kazanmak mı istiyorsun?” dedi. Süper Kupa’yı istiyorum dediö. 5-1 ya da 5-2 kazandık ve Ronaldo 2 ya da 3 gol attı. Robson’dan sürekli bir şeyler öğreniyordum. O zamanlar genç, fit ve sakatlıklar yaşamamıştı, Barcelona’da geçirdiği o yıl çılgıncaydı. Topu orta sahadan alıp dribling yaparak gol atıyordu. 

R.F.: Sence sakatlık yaşamasaydı Cristiano ve Messi’den daha iyi olabilir miydi?

J.M.: 
Sonraki sezon İnter’e gitti. Oraya gider gitmez dizinden sakatlandı. Sonrasında da problemler yaşamaya başladı ama Barcelona’da geçirdiği tek sezonda gördüklerim çılgıncaydı. Tembeldi, bu performansları antrenman yapmadan sergileyebiliyordu. Antrenmanlarda taktiksel metodları sevmezdi sadece antrenmanlarda eğlenirdi. 

R.F.: Jose seninle olmak büyük bir zevkti. Sağlıkla kal, sonraki işinde iyi şanslar diliyorum.

J.M.: 
Benim için de büyük bir keyifti.

Keyifli röportajın birinci bölümünü buradan okuyabilirsiniz.

Kaynak: Rio Ferdinand Presents FIVE

Çeviren: Yahya Kemal Doğan

Editör: Doğa Üründül

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.