Futbolun şahsına münhasır karakterlerinden Portekizli teknik direktör Jose Mourinho, Manchester United efsanesi Rio Ferdinand ve Stephen Howson’a samimi bir röportaj verdi. Medyascope Spor Servisi olarak sizler için çevirdik.
Rio Ferdinand: Seninle burada oturduğumuza inanamıyorum. İki yıl üst üste finalin ardından, taraftarların tamamen desteğine rağmen senin Roma’dan ayrılmana sebep olan şey neydi?
Jose Mourinho: Takım sahibinin kararı. Senin de benim gibi düşündüğüne eminim taraftarlar her zaman bir kulübün kalbidir, onlar olmadan kulüp olmaz ancak sahiplik durumunda takım sahibinin almış olduğu karara saygı duymak zorundasın.
R.F: Böylesine ani bir ayrılık senin için en acı verici olanı mıydı?
J.M: Benim için acı verici ayrılıklardan birisi oldu. Bu kulüp için her şeyimi verdim, kalbimi verdim. Profesyonel olarak çok zekice bir karar olmasa da, Roma için birçok önemli teklifi reddettim. Portekiz ve Suudi Arabistan milli takımlarından gelen teklifleri… Normalde pragmatik kararlar alarak, duygularımı da büyük ölçüde kontrol ederek profesyonel seçimler yaparım. Geçmişte diğer takımlardan şampiyonluklar sonrasında bu şekilde ayrılmıştım. Ancak burada pragmatik olmadım ve duygularımla kalmaya karar verdim. Ama bu şekilde bitmesi acı verdi. Üst üste iki Avrupa kupası finalinin insanları mutlu ediyor olması beni harika hissettiriyordu. Roma gibi kulüplerde bu pek sık görebileceğiniz bir şey değildi. İnsanlar sokakta beni gördüğünde ”Bizi Dublin’e götür!” diyorlardı. Üst üste üçüncü Avrupa kupası finali benim de aklımda yer alıyordu ama kulüp sahibinin kararına saygı duymak zorundasınız.
R.F: Senin takımlarına karşı oynamak hep zordu, oldukça sert maçlar geçerdi.
J.M.: Sen Chelsea’ye karşı oynadın. Büyük rekabette yer aldın, senin oynadığın takımla yakın potansiyele sahip, kazanmak için oynayan denk takımların mücadelesiydi. Şunu söyleyebilirim ki benim takımım en yüksek seviyedeki takım olmasa da, her zaman benim takımıma karşı oynamak zordur. Çünkü her zaman takım olabilmek adına en temelden başlarız. Maçları izlerken görüyorum ki güçlü takımlar kendilerinden daha zayıf takımlara karşı kolaylıkla kazanabiliyor. Her zaman zayıf takımların güçlü mentalite, taktiksel çalışma ve organizasyon ile maçı zorlaştırması gerektiğini düşünüyorum.
R.F.: Bu mentaliteyi benim oynadığım zamanlardaki takımın ile günümüz jenerasyonunun futbolcularına aşılayabilmek adına ne gibi farklılıklar mevcut? Çünkü artık yeni bir jenerasyonla karşı karşıyayız.
J.M.: Başlangıç olarak söyleyebilirim ki potansiyel farklılıklar. Potansiyel farklılık oyundaki farklılıklar ve yaklaşımları doğuruyor. Eğer takımınız potansiyel olarak en iyiyse sahada kibirli olmanız gerekiyor. Ancak takımın potansiyel olarak düşük ise biraz daha temkinli davranmalısınız. En iyi takıma sahipseniz sahada bu gücü yansıtmalısınız, takımınız en iyi değilse de dengeyi sağlamak adına problemleri gizlemeli ya da gizlemeye çalışmalısınız. Jenerasyon konusunu da gelirsek, önceki jenerasyonların şu andaki jenerasyonlardan daha iyi olduğunu ya da daha farklı yaklaşımlar sergilediklerini düşünmüyorum. Bu iyi bir podcast değil mi? 25 yıl öncesinde podcast diye bir şey yoktu. İletişim artık çok değişti. Gazeteci kavramı ne kadar değişti. 25 yıl önceki ile bugünün menajerini karşılaştırmak da çok zor. Bu yüzden oyuncularlar da geçmiştekileri kıyaslamak çok zor. Her şey evrim geçirdi. Benim kafamdaki ideal oyuncu ve profesyonellik anlayışını bugüne tamamıyla taşımak bence yanlış. Tamamıyla farklı bir dünyadayız. 20 yıl önce bize imkansız gibi gelen şeyler, şimdi meydana geliyor ve bunu değiştirmek imkansız. Ben Barcelona’da asistanlığa başladığımda cep telefonları yeni yeni çıkıyordu. Ardından cep telefonları futbolcular için yasaklandı. Şu anda bu mümkün mü? Bunlara adapte olmanız gerekiyor ve bence ben çok iyi adapte oldum. Genç insanların arasında çalışırken ben de kendimi genç hissediyorum. Ancak profesyonellik ve profesyonelin nasıl davranması gerektiği noktasında keskin çizgiler çekebilmek gerekiyor. Bugünün futbolcuları artık daha bireysel. Bütün yapı onların etrafında oluşuyor. Kulüpler ise daha besleyici konumdalar. Bu bireysel yapılardan bir takım oluşturmak için mücadele etmeniz gerekiyor.
Stephen Howson: Senin için kazanan bir takım oluşturmakta önemli olan saf yetenek mi yoksa karakter mi?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
J.M: Bence düzgün bir takım kurabilmek için ilk adım, yapılar arasında bir bağlantı kurmak. Futbolcuların oldukça zeki olduğunu düşünüyorum. Futbolcular bakıyor ve anlayabiliyorlar. Birbirlerine bakıp hiçbir kelime kullanmadan ne söylediklerini anlayabiliyorlar. Gücü ve kırılganlığı idrak ediyorlar. Bugün kulüp yapıları oldukça karmaşık ve kompakt durumda. Rio sen zamanında sadece Sir Alex’e bakıp 2 saniye içerisinde ne yapman gerektiğini anlıyordun. Saygı duyuyordun, belki birazcık da korku ama saygıyı kullanmayı tercih ederim. Eğer bir şeyi yanlış yaparsan problem yaşayacak olan sensin Sir değil. Kimseyi manipüle etmeyeceğini biliyorsun, medyanın ne dediği umrunda değil ve her şey açık ve net. Bugün ise yapılar oldukça karmaşık. Ancak bu yapıların inşa sürecinde karmaşıklık problem anlamına gelmiyor. Karmaşıklık bazen oyuncular için çıkar çatışması oluşturmuyor, empati kurmalarını ve performanslarının arkalarında güçlü yapı olduğunu bilmeleri sağlıyor. Bence bu en önemli şey. Yapılar arasında iyi bir iletişim kurabildiğinizde her şey mümkün.
R.F.: Biraz da büyük rekabetlere gelmek istiyorum. En büyük takımları yönettin. En büyük rekabeti nerede yaşadığını söylersin? Roma dışardan çok yoğun gözüküyordu ama Madrid, Chelsea, Porto’da da çok farklı olduğunu söyleyemeyiz. Neredeki rekabet burada çok farklı dedirtti?
J.M.: Her yerde. İngiltere biraz daha disiplinliydi fakat Latin ülkeleri ve kültüründe daha yoğun duygular hissediyorsunuz. Negatif durumlarda agresifliği ve şiddeti maçlar öncesi ya da sonrasında görebiliyorsunuz. İngiltere bence bu konuda çok daha planlı. Real Madrid’de çalıştığım zamanlar Barcelona ile çok büyük bir rekabetin içerisindeydik. Sadece kültürel ve tarihsel bir rekabet değildi. Dünyadaki en iyi oyuncular demek istemiyorum, çünkü İngiltere’de de inanılmaz oyuncular vardı. Ama o dönemde en iyi zamanındaki Cristiano Ronaldo, Messi, Benzema, Higuain, Iniesta, Di Maria gibi oyuncular vardı. Barcelona dünyanın en iyi takımıydı ve Real Madrid onları yakalamaya çalışıyordu. Aynı sezonda lig, süper kupa, kupa finali, Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçları için karşı karşıya geliyorduk. Real-Barça, Barça-Real maçlarında dünya duruyor gibi hissediyordum. Bir sezon Barcelona kazanıyordu sonraki sezon Real Madrid kazanıyordu. Çok güzeldi. En yoğun seviye rekabetin orada olduğunu söyleyebilirim.
R.F.: Bundan keyif alıyor muydun? Hatırlıyorum da büyük baskı olan durumlarda Şampiyonlar Ligi yarı finali-finali, ezeli rekabetler, o anlarda bundan keyif aldığımı düşünmüyordum. Kazandıktan sonra rahatlıyordum. O büyük stresli anlar bir menajer için keyifli miydi?
J.M.: Şunu söylemek zorundayım ki, zordu ama bundan daha yukarıya gidemeyeceğini biliyorsun. Örneğin ligi kazanmak için 100 puana ihtiyacın var. 98-99 puanda kalırsan kazanamazsın. Berabere kaldıysan başın belada çünkü Barcelona kazanır. Önceki sezon Barcelona şampiyon oldu ve biz 92 puanda kaldık. Biliyorsun ki hata yaparsan başın belada, kazanmak zorundasın kazanmak zorundasın kazanmak zorundasın. Senin takımında Cristiano Ronaldo gibi oyuncular var ve Levante gibi bir takıma karşı 5-0 kazandın. Takıma rahatlayın ve dinlenin diyemiyorsun. Çünkü biliyorsun tekne henüz hala suyun içinde ve bir an önce kıyıya yaklaştırman gerekiyor. Bu mücadeleden keyif alıyorsun ama kolay olduğunu söyleyemem. Baskı ve gerilimin yüksekliğinden dolayı ikinci sezonda Pep Guardiola ayrıldı ve bir yıl takım çalıştırmadı. Galiba üçüncü sezonumdu, ben de başkana gidip, ”Buradan ayrılıp Chelsea’ye gitsem benim içi daha iyi olabilir, biraz değişime ihtiyacım var” dedim. Başkan da bana, ”Hayır Jose bunu yapma çünkü en zor kısım geride kaldı, şimdi bizim için kazanma zamanı” dedi. En zor kısmın geride kaldığını kabul ediyorum fakat benim için de gitme zamanı geldi. Bence İspanyollar o zamanları özlüyor. O dönem çok farklıydı. Ben de şunu söyleyebilirim ki o devir olağanüstüydü. Porto-Benfica, United-Liverpool, Chelsea-Arsenal, Lazio-Roma, İnter-Juventus (İnter-Milan’dan daha fazla), çıktığım ilk İnter-Milan derbisini hatırlıyorum. Otobüsün içerisindeyim ve insanlara bakıyorum Milan ve İnter atkılı insanlar bir arada, ne güzel ve dostça bir durum ama ben büyük bir derbi gibi hissedemedim. Ancak İnter-Juventus derbisine baktığınızda tarihsel olarak bir şeylerin iyi olmadığını anlayabiliyorsunuz.
S.H.: Maç öncesi rutinin nedir? Başlama vuruşu yapılmadan önce oyuncular ısınmak için sahaya çıktıklarında, tek başına soyunma odasında oturmayı mı tercih edersin yoksa çıkıp ısınmayı izlemeyi mi?
J.M.: Ben söylemeden önce de oyuncular kiminle oynayacaklarını biliyorlar. Her zaman kimin oynayıp oynamayacağını hatırlatmama gerek yok. Çünkü hafta boyunca bununla ilgili çalışmalar yapıyorsun ve oyuncular biliyor. Bazen biraz karışıklık biraz da kılık değiştirmeyi denersin. Çünkü sızmasını istemediğin bilgiler sızabiliyor. Her zaman maç gününden önce işin büyük kısmının geride kaldığını söylerim. Maç günlerinde antrenör olarak benim ve ekibimin görevi öngörülemez şeyleri analiz etmek ve karşılık vermeye hazır olmak. Maç rutinime gelirsek de, muhtemelen batıl inançları olmayan birkaç insandan birisiyim. Zaten oldukça yüksek baskı altındayız, bir de batıl inançlarla ekstra bir baskıya daha ihtiyaç yok. Genellikle ısınma esnasında oyuncuları kendi başlarına bırakmayı tercih ederim. İç saha maçlarında ise soyunma odasına da gitmeyi sevmem ve ofisim varsa orada kalırım. Oyuncuları kendileri aralarında iletişim kurmaları, kendileri olabilmeleri ve rahat hissetmeleri için yalnız bırakırım. Tabii ki karşılaşmaya birkaç dakika kala bir araya gelirim ve 90 dakika beraber oluruz. Büyük rutinler yoktur.
R.F.: Manchester United’daki zamanlarını nasıl ifade edersin? Orada keyif aldın mı?
J.M.: Orada geçirdiğim zamanları seviyorum. Manchester United’ın başında olmaktan gurur duyuyordum. Old Trafford’a ilk çıktığım zaman kalabalığın reaksiyonunu gördüğümde vay canına dedim. Bu reaksiyon benim kalbime dokundu. Sen benden daha iyi bilirsin, bu kulüp, tarihi bir antrenör olarak, Sir Alex Ferguson ile aynı takımda antrenörlük yapmak gurur vericiydi. Tabii ki bununla birlikte de birçok sorumluluk getiriyordu. Tarihi, efsanevi kulüp, efsanevi oyuncular United’da olmaktan çok mutluydum ama hiç kolay değildi. Medyanın oradayken bana iyi davranmadığını düşünüyorum. Bu davranış yaralamak amacıyla değildi ama insanların bu işin boyutlarını ve zorluklarını anlamıyor. Önceki dönemde Alex Ferguson ve kulüp sahipleri arasındaki ilişkiden dolayı her şey çok netti. Sonrasında ise her şey değişken bir hal aldı. İnsanlar Ed Woodward’ün işini eleştirmeye başladı ve bundan hoşlanmadım. Çünkü o iyi bir adam ve zeki, kibar, doğru birisiydi. Muhtemelen henüz sporti tarafı yönetmek için hazır değildi. Bir antrenör için takım sahibi ile direkt bir iletişim içerisinde olmamak çok karışık bir durumdu. Ayrıca takım sahipleri ile aynı prensip ve ideallere sahip olmamak da hiç kolay değildi. Ama elimden gelenin en iyisini yaptım. Verdiğim bir röportajda elde ettiğimiz ikinciliğin kariyerimdeki en büyük başarılardan birisi olduğunu söylediğim için linç edildim.
R.F: İki kez üçleme yapmış bir teknik direktör olarak bunu söylemeni sorgulayan insanlardan birisi de bendim. Ancak bu açıklamanın arka planını ve kulübün içerisinde olduğu durumu bilmiyorduk. Bu yüzden bu soru işareti oluştu ve aradan yıllar geçince zaman seni haklı çıkardı.
J.M.: Ligde şampiyon olma şansımız yoktu değil mi? Belki finansal fair play Manchester City’yi kuralları ihlal ettiğinden dolayı yakalayıp birkaç puanını silse şampiyon olabilirdik. Şaka bir yana elimizden gelenin en iyisini yaptık.
R.F.: Hala o ikinciliğin en büyük başarılarından birisi olduğuna inanıyor musun?
J.M.: Elbette inanıyorum. Hiç kimse daha iyisini yapamadı. En büyük başarım değildi çünkü en büyük başarının kupayı eve getirmek ya da madalyayla dönmek olduğunu biliyorum ama harika bir işti. Biliyorsun ilk sezonda UEFA Avrupa Ligi’ni kazandık. Şampiyonlar Ligi’ne kalabilmek adına harika idi. Senin içerisinde bulunduğun United kadroları ve benim Avrupa’da final oynattığım kadrolar arasında büyük fark vardı. İyi bir iş çıkardık ve ikinci olduk. Sonra üçüncü sezonda birkaç mağlubiyet aldık ve Liverpool’a derbi kaybettik. Kulüp bir değişikliğe gitmeye karar verdi. Kulübü, taraftarları seviyorum. Umuyorum ki en kısa zamanda her şey iyiye gider ve senin içinde bulunduğun eski Unitedlara geri döner.
S.H.: Üçüncü sezonunda işler ne zaman kötü gitmeye başladı? Yaz transfer döneminde City ile aradaki 19 puanlık farkı kapatmak için arayışın neydi? Tüm saygımla beraber Fred, Diogo Dalot ve Lee Grant transferlerinin aradaki 19 puan farkı kapatmak için yeterli olabileceğini düşünmüyorum.
J.M.: Yeni mobilyalar almadan önce evi temizlemeniz gerekir. Ben de öncelikle evi temizlemekle ilgiliydim. Malesef istediğim gibi bir temizlik yapamadık. Net olarak neyi istediğimi ve istemediğimi biliyordum ancak bu gerçekleşmedi. Ancak futbolda zaman zaman bunları kabul etmeniz gerekiyor. Ben de kabul ettim ve elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Ancak kesin olarak biliyordum ki derin problemlerimiz devam ediyordu ve bunların üçüncü sezondaki tezahürü daha belirgin oldu.
Kaynak: Rio Ferdinand Presents FIVE
Çeviren: Yahya Kemal Doğan
Editör: Doğa Üründül