Medyascope eğitim dosyasını açıyor haber serimizin altıncı bölümünde dezavantajlı çocukların durumunu mercek altına aldık. Yeni eğitim-öğretim yılında sorunlar devam ediyor. Binlerce öğrenci okuldan kopuyor. Türkiye’deki eğitim sisteminde dezavantajlı duruma düşen engelli, otizmli veya üstün zekalı gibi tanılar konulan çocukları araştırdık…
Medyascope eğitim dosyasını açıyor: Dezavantajlı çocukların durumu
Eğitim alanında çalışan sivil toplum raporlarına göre en az 442 bin çocuk okulda değil… Sendikalara göre ise bu rakam 1 milyonu aşıyor. Türkiye’de sadece yoksulluk çocukları eğitimden koparmıyor, sınıfta dışlanan, öğretmen tarafından yetenekleri keşfedilmeyen, ihtiyacı olan imkanlara ulaşamayan öğrenciler de okul dışına itiliyor. Çocukları kırılganlaştıran durumlar çocuk yaşta evlilik, şiddet, istismar, ev içi bakım yükü gibi riskleri artırıyor. Bazıları ise zorluklar arasında “dezavantajlı” duruma düşerek, fırsat eşitsizliği içinde eğitime devam etmeye çalışıyor. Bunlardan bazıları engelli, otizmli veya üstün yetenekli ve zekalı çocuklar…
- Medyascope eğitim dosyasını açıyor (1): Yeni eğitim-öğretim yılı sorunlarla başlıyor
- Medyascope eğitim dosyasını açıyor (2): Yoksulluğun içinde kaybolan çocuklar
- Medyascope eğitim dosyasını açıyor (3): Müfredatın “Maarif Modeli”
- Medyascope eğitim dosyasını açıyor (4): Velilerin “ücretsiz okul” arayışı
- Medyascope eğitim dosyasını açıyor (5): Tarikat ve cemaatler
Türkiye’de özel eğitime ihtiyacı olan dezavantajlı öğrenciler, yetersizliği olmayan akranlarıyla aynı okulda kaynaştırma ve bütünleştirme yoluyla eğitimlerini sürdürüyor. Ayrıca bu çocuklara yönelik özel eğitim okulları ve sınıfları var. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Faaliyet Raporu’na göre örgün eğitim çağında 625 bin 56 özel eğitim ihtiyacı olan öğrenci var. Bunların 359 bin 710’u kaynaştırma ve bütünleştirme yoluyla eğitim alıyor. 86 bin 509 öğrenci özel eğitim sınıflarında eğitim görüyor. Raporda arada kalan 178 bin 837 öğrenciye dair bilgi yer almıyor.
Kaynaştırma ve bütünleştirme uygulamaları yoluyla eğitim gören dezavantajlı öğrencilerin en fazla olduğu kademe ortaokul, en az okul öncesi. Bu çocuklara arasında zihinsel, bedensel, görme engelliler de var. Üstün yetenek ve zekalıların eğitim aldığı Bilim ve Sanat Merkezleri’nde ( BİLSEM) eğitim alan 104 bin 636 çocuk var. Bu öğrencilerin alanlara göre dağılımları genel zihinsel yetenek 88 bin 362, görsel sanatlar 8 bin 877 ve müzik 7 bin 185. Okul sayısı ise 394. Bu merkezlerde 4 bin 297 öğretmen çalışıyor.
Bakanlığın verilerine göre bu alanda eğitim alan dezavantajlı öğrenci sayısı ile kurum sayısı arttı. Örneğin 2019’da bin 736 olan okul ve kurum sayısı 2023’te 2 bin 518’e çıktı. Ancak uzmanlara göre bu yetersiz. Eğitimciler nitelikli ve kapsayıcı eğitim verilmediğini söylüyor. Okul öncesinde sadece 7 bin 950 çocuğun olmaması gerektiğini belirtiyorlar, bütün kademeler için eğitimin önemine değiniyorlar.
Resmi verilere göre en fazla öğretmen 9 bin 572 ile ortaöğretim kademesinde, en düşük ise 51 öğretmenle Araştırma Geliştirme Eğitim ve Uygulama Merkezi (ARGEM) bünyesinde bulunuyor. ARGEM ortaokulu ve lisesi 2017-2018 eğitim-öğretim yılında İstanbul’da faaliyete başladı. ARGEM özel yetenekli öğrenciler için açılmış ilk resmî ayrı okul. Bu okul yalnızca özel yetenekli öğrencilere hizmet veriyor. Öğrencilerin tamamı okulda yatılı. Okulun öğrenci seçimi BİLSEM’lerden yapılıyor. BİLSEM’lerde belli bir zekâ düzeyine sahip olan veya BİLSEM öğretmenler kurulunca önerilenler okulun öğrenci seçme sürecine dahil oluyor. Okul, orta ve lise kısımlarından oluştuğu için dördüncü ve sekizinci sınıftaki öğrenciler aday gösterilmiyor. Bu kurumda ayrı ve özel bir eğitim uygulanıyor. Ancak uzmanlar bu merkezlerin sayısını da içeriğini de yeterli bulmuyor.
Özel eğitim okulunun türlerine ve kademesine göre dersler, özel eğitim öğretmenleri veya bu öğretmenlerin rehberliğinde alan öğretmenleriyle birlikte okutuluyor. Buralarda özel eğitim, ilköğretim veya ortaöğretim programları uygulanıyor. Takip edilen programlar esas alınarak öğrencilerin eğitim performansı ve ihtiyaçları doğrultusunda Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı (BEP) hazırlanıyor. Kaynaştırma ve bütünleştirme yoluyla eğitimine ek olarak 2023 yılında 282 özel eğitim okulu açıldı.
Özel eğitim hizmetleri eğitim kademesine ve eğitim türüne göre farklılıklar gösteriyor. Özel eğitim hizmetleri erken çocukluk, okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kademelerinde belirli sistemle yürüyor. Ayrıca eğitim türü açısından örgün eğitim, yaygın eğitim, tamamlayıcı eğitim, evde eğitim, hastanede eğitim ve aile eğitimi alanlarında da özel eğitim hizmetleri var.
Tablodaki 5’teki verilere göre, ilkokul çağındaki öğrencilere eğitim verenlerden en yüksek orana sahip olan orta ağır düzeyde zihinsel yetersizliği olan veya otizmi olanların eğitim gördüğü birinci kademe özel eğitim uygulama okulları. En az orana sahip olan ise bedensel yetersizliği olan öğrencilerin öğrenim gördüğü ilkokullar.
Ortaokul çağındaki öğrenciler için en çok orta ağır düzeyde zihinsel yetersizliği olan veya otizmi olan öğrencilerin eğitim gördüğü özel eğitim uygulama okulları açıldı. En az bedensel yetersizliği olan öğrencilerin öğrenim görmekte olduğu ortaokullar.
Uzmanlara göre okul sayısı az, öğretmen eğitimi yetersiz
Bakanlık özellikle son beş yılda okul ve öğrenci sayılarında artış olduğunu belirtse de uzmanlar bu rakamların yetersiz olduğunu söylüyor. Eğitimcilere göre, engelli kız çocuklar hem toplumsal cinsiyet hem de engelliliğe dair farklı ayrımcılıklara maruz kalıyor. Bu grupta eğitim alanların sayısı erkek öğrencilere göre daha az. Öğrenciler şiddetle karşılaşıyor. Öğretmenler yeterli donanıma sahip değil. Okullarda ekip yok. Ailelerin bilinç düzeyi düşük. Üstün zekalı öğrenciler yoksulluk içinde kayboluyor.
Zor şartlarda eğitim alanlardan biri Ağrı’da yaşıyor. Memur olduğu için adının yazılmasını istemeyen konuştuğumuz velinin çocuğuna “serebral palsi” tanısı konuldu. Yani beyinde oluşan bir hasar nedeniyle, çocuk belirli kaslarını kullanmakta güçlük çekiyor. Şu an lise çağında çocuğunun eğitimi için mücadele veren baba zor günler geçirdi. Hareket edemeyen 16 yaşındaki çocuk, ailesine bağımlı olarak yaşıyor. Konuştuğumuz baba, engelli çocuk ve bireyler için imkanların yetersizliğinin annelerin hayatlarının da “yaşam alanı olmadan” geçirmelerine neden olduğunu söyledi. Veli, Türkiye’de yaşamanın zor olduğunu, çocuğuna zarar gelmesin diye bir an yanlarından ayrılmadığını anlattı.
“Kaç okul, donanımlı eğitici, araç-gereç var?”
Babaya göre engelli çocuklar için eğitim de yetersiz ve nitelikli değil. Onlar için yeterli ekipman yok. Örneğin çocukların fizik tedavi, psikomotor hareketlerini geliştirecek zihinsel sürecine katkıda bulunacak yeterli araç gerece, ekipmana ulaşılamıyor. Öğrenciye evde eğitim veren öğretmenler yeterli donanıma sahip değil. Türkiye’de özel eğitim kurumlarının ticari merkeze döndüğünü vurgulayan baba, devlet kurumlarının da yetersiz olduğunu anlattı, “Kaç okulda özel eğitim öğretmeni var? Kaç okulda özel eğitim sınıfları var? Veya kaç okulda özel eğitimle yönelik ekipman var, araç gereği var?” diye sordu.
Toplumda engellilere “acıyarak” bakma eğilimi olduğunu dile getiren baba, “Anne babayı motive edecek yaklaşımlar yok. Mesela yaşadığınız şehirde engellinin rahat gidip gelebileceği yerler yok, anne babanın çocuğunu rahat götürüp getirebileceği fiziki şartlar uygun değil. Çocuğunuzla bir çarşıya çıktığınızda, kaldırım olayından tutun, şehir içinde gezme olsun çok kötü” dedi.
“Okulda asansör çalışmıyor”
Eğitim kurumlarına değinen baba, birçok okulda asansörlerin çalışmadığını söyledi, “Fiziksel engelli bir öğrenci üst kata nasıl çıkacak?” diye sordu. Velilere yönelik belli zamanlarda psikoterapilerin yapılması gerektiğini vurgulayan baba, sözlerine şöyle devam etti:
“Okulda diğer öğrencilerin engellilere bakış açısı üzerinden onlara da bir eğitim verilmesi lazım. Bir engelli bireye nasıl bakılabilir? Nasıl bir iletişim kurulabilir? Acaba acınarak mı yoksa gerçekten onu sosyal hayata katarak, hissettirmeyecek mi?”
Çocukta kendi engellinin ön planda olmasını hissetmesinin önemli olduğunu savunan baba, öğrencilerin sosyal hayata katılması gerektiğini dile getirdi. Öğretmenlerin özverili olduğunu ancak bunun yetmediğini ifade eden baba, bu konudaki eğitimlerin artması gerektiğini de söyledi.
“Kışın çocuk içeride, herhangi bir sosyal hayat yok”
Baba, “Kış olunca çocuk dışarı çıkamıyor. Anne içeride, çocuk içeride, herhangi bir sosyal hayat yok. Dışarıda engelliler oturacakları, sosyal aktivite yapacakları için alan yok” dedi.
Evde bakım ücretinin asgari ücret arttığı için kesildiğini vurgulayan baba, aylık alabilmek için hane içinde kişi başına düşen gelirin asgari ücretin üçte ikisi olması şartına değindi. Hayat pahalılığına vurgu yapan baba gideri karşılamakta zorlandıklarını belirtti.
Türkiye üstün zekalılar çocukları kaybediyor
Türkiye’de sadece engelliler için zor değil, üstün yetenekli ve zekalı çocuklar için de zor ülke. Tanı koymak için emek harcayan, öğretmenin “ilgisizliği” sonucu doktora gitmeye karar veren ve tespit yapılan çocuğun hikayesi de oldukça çarpıcı…
Zihinsel gelişimleri, IQ score olarak yaşıtlarının ilerisinde olan gruba “üstün zekalı” deniliyor. Üstün potansiyelli ve zekalı, özel yetenekli çocukların uzmanlarca ve standardize edilmiş geçerli ve güvenilir testlerle tanısı konuluyor. Bu uzmanlar psikologlar, psikiyatristler, psikolojik danışmanlar, ruh sağlığı çalışanları olabilir. Dünyada ve Türkiye’de nüfus dağılımında oranı yaklaşık yüzde 2,4. Türkiye’de Bakanlık bunlara “özel yetenekli çocuk” diyor. Resmî değerlendirmeler ve tanılama daha çok zeka testleriyle BİLSEM aracılığıyla yapılıyor. Bu çocuklar dördüncü sınıfa kadar sınavlara katılabiliyor.
“Test dışında becerilerine de bakılmalı”
Uzmanların verdiği bilgilere göre bu çocukların bilişsel, duygusal, fiziksel gelişimleri daha ileride. Örneğin kapasiteleri diğerlerinden farklı, eş zamansız gelişimleri var. Ülkemizdeki sınavlar bu çocuklara ulaşmak için çok önemli ama yetersiz. Çünkü daha çok test düzeyinde kalıyor. Bu çocukların girdikleri sınavda o an hastalandıysa, ruh hali kaygılıysa, fiziksel durumu iyi değilse, sınavı yapan kişiyle iyi ilişki kurmadıysa ortam gibi faktörlerden etkileniyor. Ortam sıcaksa, koku varsa, karanlıksa, sınava çok defa girmişse de bu durum onlar için dezavantaj. Bu nedenle çok daha kapsamlı bir tanılama yapılması gerekiyor. Yani bu çocukların kişilik özellikleri, yaratıcılıkları, başka yetenek alanları hepsine bakılarak bir tanılama yapılması önemli. Değerlendirmede aile referansı dışında sadece test değil, aile, uzman, öğretmen görüşü de olmalı. Çocuğun şimdiye kadar yaptığı kişisel gelişimleriyle ilgili projeleri incelenmeli. Diğer arkadaşlarından onu ayıran özellikler analiz edilmeli. Sınıfta neler yaptığı gibi şeylerin hepsi çok önemli. Gelişmiş ülkelere bunlara bakılıyor. Bunlar olmadığında bu çocuklar toplumda kaybolup gidiyor. Türkiye’de de zorluk çeken binlerce çocuk var.
“Üstün yetenekli çocuğu öğretmen keşfedemedi”
Yedinci sınıfa giden ve iki yaşında üstün yetenekli çocuk sahibi olduğunu öğrenen, adının açıklanmasını istemeyen bir veli, tanılama sürecinde zorluk yaşayanlardan yalnızca biri. Çocuğunun İstanbul’da devlet okulunda birinci sınıfa başladığında öğretmenin kendisine “Kurallara uymuyor, uyumsuz, sınıfın sınırlarına uymuyor, direnç gösteriyor, düzen bozucu. Otur dediğinde yapmıyor. Hareketleri yaşına uygun değil, başka şeylerle ilgileniyor” dediğini aktardı.
Öğretmenin çocuğu yaramaz olarak gördüğünü belirten anne, benzer durumu anaokulunda da yaşadığını aktardı. Öğrencinin yeteneklerinin eğitimciler tarafından görülmediğini dile getirdi. Diğer öğrencilerin resim yaparken, oyun oynarken onun kütüphanede kitap okuduğunu anlatan anne, bu sürecin kendisi için de farklı olduğunu ifade etti. Çocuğu küçükken sahip olduğu özellikleri “hareketli” olarak algıladığını belirten anne, psikologa gitmesi ardından durumu öğrendi. Çocuğa istenilen testlerini yaptığını dile getiren anne, bu konuda bilgi sahibi olmak için araştırmalar ve okumalar yaptığını söyledi. Bir süre bu durumu çocuğun sınıfta yaftalanacağını düşündüğü için öğretmeniyle paylaşmadığını ifade etti. BİLSEM sınavlarına katılacağı zaman öğretmen bilgi verdiğini belirtti. Bu süreçte çok zorlandığını anlattı.
“Devlet okullarında yeterli imkan yok”
Öğretmenlerin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığını savunan veli, pandemi sürecinin kendileri açısından iyi olduğunu söyledi. Ailesiyle vakit geçiren, dışlanmayan, çevrimiçi eğitim alan çocuğunun dersi dinlerken fark edilmeden rahatça hareket ettiğini anlattı. Okulda eğitime devam edilmesi ardından ellerinden geldiğince çocuğuna ihtiyacı olan içerikleri, etkinlikleri sağlamaya çalıştıklarını dile getirdi. Devlet okullarında üstün yetenekli çocuklar için yeterli imkan olmadığını vurgulayan anne, “Ben şu ana kadar geldiğimiz noktada ben kızım için yeterli eğitimi alabildiğini düşünmüyorum. İmkanlar olsaydı özel hocalar tutabilirdik” dedi. Çocuğun geleceği için kaygı duyduğunu ifade eden veli, “Elimden geldiğince bütün hayatı boyunca onu destekleyeceğim” diye konuştu.
Çocuğunun okulda şiddet gördüğünü düşünen aile
Özel eğitimde ailelerin yaşadıkları vahim tabloyu gözler önüne seriyor. İstanbul’da bir özel eğitim ve uygulama okulunda ikinci sınıfa giden giden bir öğrencinin yaşadıkları bunun bir örneği. Ev hanımı olan Tuba Karaçay adlı velinin verdiği bilgilere göre yaz okuluna giden otizm tanısı konan öğrenci, servisten inmesi ardından el işaretleriyle babasına ağzını gösterdi. Yüzünde şişkinlik vardı, babası tişörtünü kaldırdı. Vücudunda tırnak izleri, morluklar vardı. Bacağın da benzer biçimde morlukları gördü. Veli hemen öğretmeni aradı ve bu durumu sordu. Anne Karaçay’ın söylediğine göre öğretmenin kendilerine öğrencinin düşmesinden kaynaklanan eski yaralarından bahsetti. Tırnak izleri için bilmediğini dile getirdi. Velinin iddiasına göre öğretmen ailenin kendine göndermek istediği videoyu göndermek isterken öğretmen telefonu velinin yüzüne kapattı. Tekrar aramasına rağmen açmadı.
Okula gitmek istemeyen çocuğunun şiddet gördüğünü düşünen aile bu durumdan şüphelendi. Geceleri uyuyamadı. Çocuğunu doktora götürdü ve rapor aldı. Daha sonra okula giden veli müdürle görüştü ve onun da tepkisinin öğretmen gibi olduğunu dile getirdi. Müdürün kendilerini sakin kalmaları konusunda ikna etmeye çalıştığını vurgulayan anne Karaçay, müdüründe öğretmen gibi yaklaştığını savundu. Karaçay müdürün, “Bunlar eski izler, sizin yapmadığınız ne malum. Bildiğiniz yere gidin şikayet edin” ifadelerini kullandığını aktardı.
Görüşmenin ardından İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne giden aile öğretmeni ve müdürü şikayet etti. Ardından karakola giderek şikayette bulundu. Soruşturma açıldığını anlatan Karaçay, şu an kamera kayıtlarına bakıldığını dile getirdi. Veli çocuğunun daha önce karma eğitimin olduğu özel kreşe gittiğini belirtti. Olaydan sonra öğrenciyi başka okula kayıt ettiğini ifade eden veli, çocuğunun şu an mutlu biçimde eğitime gördüğünü anlattı.
“Okulda kamera istiyorum”
Anne Karaçay çocuklarının şiddet gördüğünü düşündüğü okula yönelik şöyle konuştu:
“Hiçbir eğitim vermediler. Uğraştıklarını ama yemek yemiyor diyerek ilgilenmediler. Her gittiğimde çocuk bir yerde hatta yerde oturuyordu. Sırasında oturmak istemediğini söylediler. Minder okula götürdük. Kendi kendine kitaplarla oynuyordu. Kırtasiye ürünlerini istediler. Sınıfta oyuncak yoktu.”
Öğretmenin çocukla ilgilenmediğini ifade eden veli, maddi imkanlarının yetersiz olduğu için özel okula veremedi, “Okullara karşı güvensizlik duygusu yaşadım. Mahkemeye de söyleyeceğim, sınıfat kamera istiyorum” dedi.
Üstün zekalı öğrencileri neler olumsuz etkiliyor?
Uzmanlar ailelerin yaşadıklarını doğrular nitelikte konuşuyor. Türkiyede üstün zekalı ve üstün yetenekli çocukların durumunu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Ayça Köksal anlattı. Köksal’ın verdiği bilgilere göre bu öğrenciler okullarda en fazla “farklaştırılmanın yapılmaması” ile ilgili zorluklar yaşıyor. Bunun anlamı var olan “zeka” yok gibi değerlendiriliyor, çok da fazla bir şey yapılması düşünülmüyor. Oysa Doç. Dr. Köksal unlar için gelişim hızlarına göre farklaştırılmış ve özel eğitim verilmesi gerektiğini söyledi. Örneğin kronik yaşı altı olan bir çocuk matematik dersindeki yeteneği sekiz-dokuz-10 yaş seviyesinde olabilir. Buna uygun müfredat olması gerekiyor. Bu olmadığı zaman okulda sıkılma, derslerde hareketlenme. Okulu bırakma veya istememe arkadaşlarını rahatsız etmek gibi dürtüsel davranışlar sergiliyorlar. Seviyelerine uygun eğitim aldıklarında yüksek olan merak duyguları daha gelişiyor. Sorunlar ortadan kalkıyor. Doç. Dr. Köksal keşfedilmemiş çocukların yaşadığı problemleri şöyle anlattı:
“Kendileri gibi tanılı veya hızlı gelişimi olan arkadaşları yoksa etraflarında diğer çocuklar yanında kendilerini garip hissediyor. ‘Onlar gibi düşünmüyorum, onların ilgi duyduğu şeylere ben ilgi duymuyorum’ şeklinde düşünüyorlar. Bu durum yalnız kalmalarına yol açıyor. Kendilerini izole ediyorlar. Sorun kendilerindeymiş gibi hissediyorlar.”
“5 yaşından önce test önermiyor”
Doç. Dr. Köksal, ailenin çocuk doğduktan sonraki süreçlerinde ilginç bir şeyle karşılaşırsa araştırma yaparak bilgi sahibi olması gerektiğini söyledi. Çocuğu takip etmesinin önemine vurgu yaptı. Doç. Dr. Köksal’ın aktardığına göre örneğin çocuk altı yaşında yapması gereken bir şeyi bir yaşında yapıyor olması bir ipucu. Erken konuşması, yürümesi, sayılarla daha ilgi duyması, erken gülümseme gibi… Ama her çocuk zeka testine girmek zorunda değil, psikolog, öğretmen gibi uzmanların yönlendirmesi de önemli. Beş yaşından öncesinde bir zeka testi yapılması çok uygun değil.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Yoksul ailede çocukların kaybolup gitmesinin daha kolay olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Köksal, “Aile çocuğun ihtiyaçlarının hepsine cevap vermeyebilir, bilgi sahibi olmayabilir, odak noktası geçim derdi olabilir” dedi.
“Çok kalabalık sınıf öğretmenin takibine engel oluyor”
Okulda sınıfların çok kalabalık olmasının öğretmenin çocuğu yakından takip etmesine engel olabileceğine vurgu yapan Doç. Dr. Köksal, şu örneği verdi:
“Örneğin sorunun cevabını biliyor ama parmak kaldırmıyor. Bu çocuklar arkadaşları lakap takar diye çekiniyor. Bu durumda öğretmen fark etmeyebilir. Öğretmen dikkat süresine, eleştirel ve yaratıcı düşünmesine, aklındaki fikirlere, ilgi duyduğu alanlara, üretmek istediği projelere bakması gerekiyor.”
Doç. Dr. Köksal normal ile üstün arasındaki bir grup olduğunu ve bunların parlak zeka düzeyinde olduğunu belirtti. Doç. Dr. Köksal, “Yani normalin üstündeki çocuklar. O gruptaki çocuklar çok çalışkandır. Öğretmenin sağ koludur, ne derse yapar, düzenlidir. Ve genelde zeki olarak sınıfladığımız gruptaki çocuklar onlardır. Ama üstün zekalı çocuklar bazen sabote eder. çok eleştirir, çok sorgular” diye konuştu.
Türkiye engelli çocukların okulu bırakmasında Avrupa birincisi
Engelliler Konfederasyonu Başkanı Mustafa Özsaygı da Bakanlığı eleştiren isimlerden. Velilerin yaşadıklarının arka planında olanları anlattı. Özsaygı, “Eğitime erişimde, engelli çocukların yanı sıra kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajlarını ortadan kaldıracak adımlar yıllardır atılmadı” diye konuştu.
“Özellikle öğrenme güçlüğü çeken engelli öğrencilerin eğitim hakkına büyük ölçüde ulaşamadığı bir eğitim öğretim dönemi daha başladı” diyen Özsaygı sorunların arttığını belirtti. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri içinde ilkokuldan sonra engellilerin okulu bırakma oranının yüzde 60 ile Türkiye’nin ilk sırada geldiğini ifade etti. Özsaygı, bunun nedenini, “Bugün de yaşamaya devam ettiğimiz sorunlar. Pandemi ve deprem döneminde yaşanan eğitimden uzaklaşma süreci engelliler için akranlarına göre daha fazla geride kalma durumu yarattı.. Bu durum engellilerin okulu bırakma ihtimallerini ve oranlarını artırdı” olarak açıkladı.
“Engellilerin hakkı ihlal ediliyor”
Kırtasiye ve okul gereçlerinin yıllık enflasyon oranının yüzde 130 olduğunu dile getiren Özsaygı, bu durumun engellilerin okullu bırakmalarında etkili olduğunu savundu. Anayasadaki “eğitim hakkının” kağıt üzerinde kaldığını ifade etti. Özsaygı, “Zihinsel, İşitme, görme, ortopedik ve öğrenme güçlüğü çeken diğer nöro-tipik engellilerin eğitim hakları sistematik bir şekilde ihlal ediliyor” dedi.
Özsaygı, Kamu kurumlarının engellilerin eğitim haklarını evrensel kurallarla yaşama geçirmediğini savundu, “Engellilerin eğitimiyle görevli Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün bütçesi Bakanlık bütçesinin yüzde 1 düzeyinde” dedi. Bu durumun Bakanlığın politikasını yansıttığını söyledi.
Milli Eğitim Bakanlığı ve bağlı okullarda engellilerin eğitimi için yeterli düzeyde bir bütçe, kadro, müfredat düzenlemesi yapılmadığını dile getiren Özsaygı şöyle konuştu:
“İlköğretim düzeyindeki okula giden öğrenciler içerisinde ‘özel eğitim’ kapsamındakilerin oranı yüzde 0,3 düzeyinde. Tüm zorluklara rağmen eğitim ortamlarına erişebilen engelli öğrencilerin büyük çoğunluğu ‘kapsayıcı eğitim’ kapsamında eğitim alıyor. Kapsayıcı eğitim içinde bile engelli öğrenciler sistematik bir ayrımcılığa maruz kalıyor.”
“1milyon öğretmenin sadece yüzde 1’i özel eğitim öğretmeni”
Özsaygı, 1 milyonu aşkın öğretmeni içerisinde özel eğitim öğretmenleri toplam eğitimcilerin sadece yüzde 1,4’ünü oluşturduğunu dile getirdi. Bu öğretmenlerin çoğunlukla yeterli “engelli hakları farkındalığı” ve “hak temelli bir yaklaşım” algısına sahip olmadığını vurguladı. Özsaygı, okulların sadece yüzde 2,4’nün “özel eğitim kurumu” olduğunu, dersliklerde ise bu oranın yüzde 1,4′ indiğini ifade eti.
“Okulların büyük çoğunluğunun servisleri, sıraları, merdivenleri, lavaboları, sınıfları, tahtaları, asansörleri, kantinleri, bahçeleri, spor alanları ve tüm fiziki yapıları engelliler için erişilebilir olmaktan uzak” diyen Özsaygı, ihtiyaçlara vurgu yaptı. Özellikle erişilebilir olmayan toplu taşım araçlarının evrensel normlara getirilmesi gerektiğini söyledi.
“Engelli çocuklar okula alınmak istenmiyor”
Hükümetin bu politikasının engellileri eve hapsetmenin ve engelli çocukların da okul hayatından uzaklaştırmak olduğunu dile getiren Özsaygı, şöyle dedi:
“Otizm spektrumu içinde olan, mental yetersizliği olan, öğrenme güçlüğü çeken ve down sendromlu çocuklar ile nadir hastalığı olan çocuklar ve aileleri akranlarına göre katbekat zorluklar yaşıyor. ‘Biz böyle çocukları alamıyoruz’, ‘şartlarımız uygun değil’, ‘diğer öğrenci velileri istemiyor’ kayıt döneminde öğrenme güçlüğü çeken çocukların ailelerinin sürekli duydukları sözlerdir.”
RAM’larda verilen özel eğitim raporlarının çok sorunlu olduğunun belirten Özsaygı, otizm spektrumu içinde olan ve öğrenme güçlüğü çeken öğrencilerin ders saatinin ayda 12 olduğunu anlattı. Özsaygı’nın çözüm önerileri özetle şöyle:
“Eğitim hizmetleri devlet tarafından parasız verilmeli. Pandemi ve deprem nedeniyle akranlarına geride kalanlar için önlem alınmalı. Eğitim için bütçe, kadro ve müfredat gelişimi sağlanmalı. Eğitim materyalleri erişilebilir özelliklerde hazırlanmalı. Braille alfabesi, işaret dili, beden dili ve alternatif iletişim biçimleri geliştirilerek engellilerin eğitimleri kolaylaştırılmalı. Ailelerinden uzak, adeta tecrit durumundaki körler ve sağırlar okulları kapsayıcı eğitim sisteminin içine alınmalı. Okul ve sınıf sayıları artırılmalı. Engelli öğretmenlerin erişilebilir okul, sınıf, laboratuvar gibi ortamlarda ve branşlarında çalışmaları sağlanmalı.”
Eğitimde otizmli çocuklar ne durumda?
Türkiye’de yaklaşık 2 milyon otizmli olduğu tahmin ediliyor. Sivil toplum kuruluşlarının verilerine göre eğitim çağında yaklaşık 700 bin otizmli çocuk var. Bu çocukların yalnızca 41 bini nitelikli eğitime erişebiliyor.
Yeni dönemde otizmli çocuk ve gençlerin eğitim ve yaşam koşulları bir kez daha gündeme gelirken, bu konuyu Türkiye Otizm Meclisi Sekretarya Sorumlusu aynı zamanda İstanbul Otizm Gönüllüleri Derneği Başkanı avukat ve aktivist Sedef Erken anlattı.
Erken, Millî Eğitim Bakanlığı’nın mevzuatının sahada karşılık bulmadığını vurguladı. Erken, öğrencilerin okul kapısından içeri girerken sorunların başladığını söyledi. Diğer velilerin çocuklarını otizmli olanlarla okutmak istememesi, bazı idarecilerin ilgisizliği, kimi öğretmenlerin ayrımcı yaklaşımı ve bu öğrencilere ders vermek istememesi gibi örnekleri anlattı.
Haklarını arayan bazı ailelerin problemli olarak görüldüğünü ve okuldan uzaklaştırılmaya çalışıldığını dile getiren Erken, “Bir öğretmen ya da okul müdürü, ‘Bizim okulumuzda çok öğrenci var, okulumuz bu çocukların yeri değil, onlar engelli okuluna gitmeli’ diyebiliyor. Şu mazeret, bu mazeret birçok şey sayabiliyorlar” dedi.
“Eğitim ticarete dönüştürülüyor”
Yüksek gelirli ailelerin çocuklarına iyi olanaklar sunulduğunu belirten Erken, son dönemde bazı kişilerin otizmli çocukların eğitimini sektör, velileri müşteri olarak gördüğünü ve bunu ticaret haline getirdiğini söyledi. Erken, “‘Şurada bir danışmanlık merkezi açayım, seansı bilmem kaç liradan bu insanlara hizmet vereyim. Güzel para var bu işte’ diyen bir kesim de var” dedi.
Bakanlığın mevzuatına değinen Erken, üst birimlerden yazılar göndererek sorunların çözülemeyeceğini dile getirdi. Özel eğitim sınıflarında, özel eğitim uygulama okullarında idarecilerin birçok problemle karşı karşıya olduğunu hatırlattı. Erken, gerekli materyali bulunmayan sınıflar olduğunu aktardı ve peyzaj mezunu ücretli öğretmen yerine daha fazla donanımlı öğretmenin atanması gerektiğini belirtti. Öte yandan Erken, yoksul ailelerin çocuklarına gerekli imkânları sağlayamadığını söyledi. Ayrıca Erken, okul ve kurumlardaki eğitimlerin de yetersiz olduğunu vurguladı.
Raporlar ne diyor?
Uzmanlar, öğrenme profili farklı olan veya özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklara farklılaştırma bakımından ayrılan alanın genişletilmesini istiyor. Yeni müfredattan bunu bekliyor.
Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Eğitim İzleme 2023 Raporu’nda bazı tespitler dikkat çekti. Çalışmaya göre uzaktan eğitim sürecinde dijital eğitim platformları özel eğitim desteğine ihtiyaç duyan çocukların gereksinimlerini karşılayamadı.
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği (ESHİD) kız çocuklarına karşı cinsel şiddet içerikli raporuna göre, engelli kadın ve kız çocuklarının karşılaştıkları hak ihlallerinin tespit edilmesinde engeller var. Engelli kız çocukları adete erişmeye çalışırken adli ve idari süreçlerde sorunlar yaşıyor.
Bakanlıklara ait resmî bazı veriler ve bilgiler
MEB, 9 Mart’ta deprem bölgesinde gönüllü özel eğitim öğretmenleri ve rehber öğretmenlerin görev yaptığı 32 adet özel eğitim destek çadırı kurdu. Psiko-destek programları uyguladı.
MEB’in eğitim raporunda özel eğitimde pansiyonların doluluk oranı 2023 için yüzde 20,49 oldu. Raporda “İşitme ve görme yetersizliği olan öğrencilerin kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla eğitim uygulamalarına yönlenmesi ayrıca engelli maaşı ve aile bakım ücretlerinin pansiyonlarda kalan öğrencilerden kesilmesi nedeniyle özel eğitim okul pansiyonlarının doluluk oranları düşüktür” ifadesine yer verildi.
Özel yetenekli bireylerin eğitiminde görev alan öğretmenlerin yeterliliklerinin artırılması amacıyla 16 üniversite ile işbirliği protokolleri imzalandı.
Bakanlık faaliyetler için genelge yayınladı
Bakanlık bünyesindeki il ve ilçeler düzeyinde özel eğitim hizmetleriyle birlikte rehberlik ve psikolojik danışma sunan RAM faaliyet gösteriyor. Bakanlık yeni eğitim öğretim yılına yönelik “yürütülecek faaliyetler” konulu genelge yayınladı. Buna göre, tam zamanlı kaynaştırma-bütünleştirme yoluyla eğitim alanlar okula uyum ve eğitime erişimde RAM ile işbirliği yapılacak.
Okullardaki mevcut özel eğitim sınıflarının hangi kademede olduğu incelenecek. Kayıtlı öğrencilerin yetersizlik türü (işitme yetersizliği, görme yetersizliği, bedensel yetersizlik, birden fazla yetersizlik, hafif zihinsel yetersizlik, hafif otizm spektrum bozukluğu, orta-ağır zihinsel yetersizlik, orta-ağır otizm spektrum bozukluğu gibi) değerlendirilecek. Sınıfların kapasitesine bakılacak. Öğrencilerin taşıma yoluyla eğitime erişimi ile yerleşim yerinde bulunan özel eğitim okullarının kapasiteleri bakılacak. Bu konularda gerekli planlamalar yapılacak.
Ayrıca evde veya hastanede eğitim alan öğrencilerin durumları, e-Okul sistemine işlenecek. Eğitimleri için gerekli planlamalar gerçekleştirilecek.