Bilgehan Uçak yazdı: Bekâ meselesi nedir?

Günlerin kısaldığını iyiden iyiye hissediyoruz artık.

Mevsim dönümü hastalık demektir; yazdan kalan soğumuş bir güneşin bıraktığı davetkâr serinlik, akşam oldu mu yerini buz parçacıklı rüzgârlara bırakır.

Evde kaloriferler henüz yanmamıştır, kanepelerin üstündeyse katlanmış pike ya da battaniye uslu bir kedi gibi uzanmaktadır.

Hele birkaç haftaya hünnap zamanı geçsin, esas soğuğu o zaman göreceksiniz.

Sabah erken çocuğu okula göndermek veya işe gitmek için uyandığınızda, havanın geceden karanlık olmasının öfkesiyle yola düşecek, hiçbir anlamı ve yararı olmayan bu kalıcı yaz saati uygulamasına geçme fikrini ortaya atan sunturlu birkaç laf edeceksiniz.

Ama olaylara biraz daha geniş bir açıdan bakmayı başardığınızda umutlu olmak için bazı sebepler de bulabildiğinizi göreceksiniz.

En umutsuz olduğunuz, kendinizi en çaresiz düşündüğünüz anlarda kredi kartı limiti 100 bin liranın üzerinde olanlardan savunma sanayi fonuna aktarılmak üzere 750 lira vergi alınması teklifine karşı çıkanlara “DEM’lidir, Ermeni’dir, Yunan’dır” gibi en ırkçı ifadelerle cevap veren BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’yi düşünün mesela.

Düşünün ki, o bile bir partinin genel başkanı oldu, yetmedi milletvekili bile yapıldı.

Siz neden umutsuz olasınız?

Toplumda geleceğe dair umut mu azaldı, gençlerin hevesi mi kayboldu; bak Destici’ye, yeniden umutlu ol, hayata dört elle sarıl.

“O bile…” dedikten sonra kaybettiğiniz azmin geri geldiğini hissedeceksiniz.

Neymiş, Filistin, Lübnan, İran derken İsrail bize saldıracakmış.

Savunma sanayine kaynak lazımmış.

Niye fon dedikleri belli; ademi tahsis ilkesi gereğince toplanan vergiyi bir konuya ayıramazsın.

Mesela, Deprem Vergisini gözünüzün önüne getirin.

Şayet bu vergi değil de fon olsaydı, tabii kanunlara uyulan medeni bir ülkede, sadece bu amaç doğrultusunda harcanabilirdi.

Oysa Mehmet Şimşek bir önceki bakanlığı döneminde deprem vergileriyle altyapı hizmetleri, otoyollar yaptıklarını söylemişti.

O yüzden, şimdi yemin billah ederek, toplanacak bu paranın sadece savunma sanayinde değerlendirileceğini söylüyorlar.

Benim ilgimi esas çeken, Destici gibi insanların “bekâ meselesi” dendiğinde akıllarına gelenin ne kadar sığ olduğu.

Bir senede tam 4 bin kişinin profesör olduğu Türkiye’nin hiçbir üniversitesi dünyayla rekabet edemiyor, gerek ilköğretimde gerek yüksek öğretimde eğitimin kalitesi yerlerde sürünüyor.

Bu bir bekâ meselesi değil midir? 

Türkiye’de 3.5 milyon genç ne okuyor ne de çalışıyor.

Bu bir bekâ meselesi değil midir?

Sayısını bilmediğimiz kadar sığınmacı, ya köle emeği karşılığında hiçbir güvencesi olmadan çalıştırılıyor ya da mafyanın insan kaynağına dahil oluyor.

Bu bir bekâ meselesi değil midir?

Koronadan maymun çiçeğine, dünyanın her yerini salgın hastalıklar kuşatırken tasarruf gerekçesiyle temizlik personeli istihdam edilmediği için devlet okullarını pislik götürüyor.

Halk eğitim merkezlerinde usta öğreticilerin açtığı kurslar kapatılıyor, üniversiteler yeni bölüm açamıyor, personel istihdam edemiyor, laboratuvar kuramıyorlar.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Devlet, tasarruf deyince evvela eğitimden kısıyor.

Bu bir bekâ meselesi değil midir?

Milli Eğitim Bakanlığı’nı bir günlüğüne kendisine özel yasa çıkarılan birine vererek liyakatin tamamen kalktığını ilan etmek bekâ meselesi değil midir?

Depreme dirençli kentleri inşa etmemek, yok oluşun gelmesini öylece seyretmek bekâ meselesi değil midir?

Birkaç sene içinde Meksika’ya kaçak yollardan giden Ağrılı sayısı, Ağrı’nın nüfusunda fazla oldu, fırsatını yakalayan herkes gitmenin yollarını arıyor, hekimler, mühendisler, akademisyenler, yazılımcılar, dünyada geçerli mesleği olan herkes bir bir gidiyor.

Ülkece uyuşturucu batağına saplanmışız, dünyanın mafyası burada birbirini vuruyor, uyuşturucuya düşenler cinayetten tetikçiliğe, hırsızlıktan gaspa bilumum suça yöneliyorlar. 

Bunlar değilse, bekâ meselesi nedir allahaşkına?

Hadi ekonomi düzelir, açlığa dayanılır, ama kaybolan nesil geri gelmez.

İsrail saldıracaksa şayet, Türkiye’nin iç barışını sağlamış, demokrasiyi tesis etmiş, kurumları sapasağlam, güçlü, müreffeh bir ülke olması gerekmiyor mu?

Ayrıca, şu İsrail’in saldırmasına da bir açıklık getirmek lazım.

Ben güvenlik uzmanı değilim ama Türkiye’nin demir kubbeye ihtiyacı olmadığını bilecek kadar coğrafya bilgisine sahibim.

Küçücük bir ülke olan İsrail’e ve çevresindeki ülkelere bir bakın, Türkiye ve çevresiyle kıyaslayın dediğimi anlayacaksınız.

Bizim ihtiyacımız olan demir kubbe falan değil; eğitimli, sağlıklı, ortak aidiyet bilincine sahip, kaderini, geleceğini bu ülkede gören, bu ülke ve insanlık için mesleğinde elinden gelenin en iyisin yapmaya çalışan gençler çıkaramadığında, umudunu yitirdiğinde, imkânı olan gitmek için bir yol aradığında, insan kaçakçılığı sıradanlaştığında bir toplum çöker.

Uçurumun kenarındayız.

İsrail’in çağrı cihazları eliyle Hizbullah’ı nasıl vurduğunu, artık konvansiyonel savaş döneminin bittiğini, siber savaşların çağında hibrit bir güvenlik algısına geçmek durumunda olduğumuzu görmek için seneler kaybetmemizin gereği yok.

İçte güçlüysek, dışta güçlü oluruz.

İçte güçlü değilsek, zayıflayıp birbirimize düşmüşsek, dışta güçlü olamayız.

Tasarruf deyince itibar dediği kendi şatafatı yerine eğitimi aklına getiren bir iktidarla bunu başaramayacağımız ortada. 

Daron Acemoğlu, Amerika’ya gitmeyip burada kalsaydı, MIT’de değil de buradaki bir üniversitede hocalık yapsaydı, Nobel’i kazanabilir miydi sizce?

Olmayan kaynakla mı, kurulamayan çalışma alanlarıyla mı, bitmeyen bürokrasiyle mi, baskıyla mı, sansürle mi, nasıl kazanacaktı?

Gene de, havanın erkenden kararmasına, düşmeyen enflasyona, sokakları suç örgütlerinin doldurmasına, okullarda deterjan olmamasına falan kendinizi çok kaptırmayın.

En çaresiz, en umutsuz olduğunuz anda Destici’yi düşünün.

Yüzünüz gülecek, içiniz ferahlayacak. Enseyi karartmayın.