Alışkanlıklardan kurtulmak zor. Halbuki bambaşka bir gelecek ve çok da bilmediğimiz-tanımadığımız bir dünya kapımıza dayanmış durumda. Yeniliklere açık olmak lâzım. Topyekûn bu yeni hayat düzeni içinde eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışanlar epeyce zorluk çekecekler.
Sırrı Süreyya Önder, bizi bekleyen bu yeni hayat düzenine giden yolun taşlarını döşeyenlerden biri olarak hatırlanmalı.
Sırrı Süreyya Önder’in tebessümü
Bize dönüp dönüp okumamız gereken bir not bıraktı: Onun gözüyle görmemiz gereken bir dünyanın uçsuz bucaksız ve rengarenk halini ortaya döken uzunca bir not.
Kabına sığmayan, hedefi her zaman on ikiden vuran pırıl pırıl bir zekânın incilerini ipe dizmek için yüksek bir yere oturdu. Baston yutmuş gibi dik duran, kasıntı insanların arasından bizlere dönüp, oynadığımız oyunu hatırlattı. İçinde siyasetin, protestolar arasında gençler arasında filizlenen aşkların, en kasvetli hayallerin, üzerimize binen ağır yüklerin, yoksulluğun içine bile yerleşebilen mizahın kendine yer bulabildiği hayat denilen capcanlı oyun. Siyasî arenayı içine dahil olduktan sonra, yükselenlerin alçalanların iki ucuna oturduğu tahterevallilerin yer aldığı bir Harikalar Diyarı’na çevirdi. Şişmiş egoları batırıp patlattığı sivri sözlerinden nedense kimse rahatsız olmadı.
Onun gözüyle bakmayı deneyin:
Cumhurbaşkanının, televizyonlardan hemen her gün verilen konuşmalarında hecelerin sonundaki “n” harfinin rezonansına takılabilirsiniz. Meselâ “Ce Ha Pe’ninnnn”. Muhtevayı bir kenara bırakın sadece “nnnn” harfinin çoğalışını izleyin.
Özgür Özel’in sınıfın haşarı çocuğu gibi her an zıplamaya hazır enerjisine, kameraların karşısında, miting otobüsünün tepesindeki kusursuz hitabetine yol veren yüksek konsantrasyonuna odaklanın.
Ekrem İmamoğlu’nun duygu yüklemekte zorlandığı takur-tukur vurgularına, karizma yaratma çabalarına, en çok da eksiksiz görünen tutkusuna bakın.
Devlet Bahçeli’nin pösteki saydırır gibi önümüze koyduğu çengel bulmacalarla dolu açıklamalarında amaç cümlesini aramayı deneyin.
Ahmet Davutoğlu’nun zihnimize yeni yükler bindiren, araya yabancı bir parantez kabul etmeyen uzayan konuşmalarına, Ali Babacan’ın sınıfın çalışkan talebesinin ödev defteri kadar düzenli siyasî mesajlarına zorlanarak da olsa dikkat edin.
Müsavat Dervişoğlu’nun duyguların güçlü anaforundan mantık dünyasına geçiş yaparken duraklayan hamasetine kapılmayı deneyin.
Bakan sıfatı taşıyan küçük otokratların hiç gülmeyen abus çehrelerinde kalıp, siyasetin ortalık malı olan sırlarını çözmeyi deneyin.
Hayatımız ne kadar çok ironi yüklü, siyaset ne kadar renkli bir oyun alanı, öyle değil mi?
Sırrı Süreyya Önder, cumhuriyet tarihinin en ağır işkencelerinin yapıldığı, cinayetlerinin işlendiği 12 Eylül dikta döneminin acı hatıraları, Beynelminel filmiyle yakaladığı ironi ile hafızalara bütün gerçekliği ile yerleşti.
Kendisi de o işkencelere maruz kalanlardan biriydi.
Bir Mamak hatırası
Yıl 1982.
Dört bloktan oluşan Mamak Askerî Cezaevi’nin en kötüsü olan A Blok’ta, 4. Koğuş’ta Hüseyin Gazi Dağı’nın tepesinde yazla birlikte sararan otları, her seferinde bir araba sopa yediğimiz havalandırma alanından izlediğimiz günlerdi.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
“Komutanım” diye hazırolda hitap ettiğimiz erlerin elindeki uzun tahta coplar hiç durmadan bir yerlerimize bütün şiddetiyle inerdi. “İstiklal Marşı’nın yedinci kıtası, başla” komutuyla, tek kol sıra dizildiğiniz uzun koridorda “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” mısrasını hep bir ağızdan bağıra bağıra söylerken, önünüzdeki asker kulağını ağzınıza dayamış kontrol ediyor ve o tahta coplar sürekli çalışıyor.
En fazla 100 metrekare olan koğuşta 90 kişi kadarız. 70’i sol görüşlü, 20’si ülkücü. Koğuşun üç duvarı yekpare ahşap bir ranza ile çevrili. Havasız, daracık, basık tavanlı bir yer. Karıştır-barıştır uygulaması, dayak eşliğinde etkili. Sabahtan akşama kadar geyik muhabbeti. Bana tam sınırda yer vermişlerdi. İki taraf arasında konuşma yasaktı. Kitap okurken veya yatarken bazen yan taraftaki muhabbetlere kulak misafiri olurdum. İnanın ideolojiye, siyasete dair hiçbir şey yoktu. Hemen yanımda karayağız, 19-20 yaşlarında bıyıkları yeni terlemiş yeni yetme gencin muhabbeti epeyce sürükleyici idi. Konu hep yemeklerdi. Bir yemek çeşidi, bazen tarifine dair tahminler, ama daha çok bir zamanlar bir yerde yenmiş, hafızada derin lezzetler bırakmış yemekler. Bizim tarafta da aynısı. Çünkü hepimiz açtık. İçi tam hamur, asker tayını ve kara mercimekle açlığımızı bastırmaya çalışırdık. Koğuş kıdemlileri berbat yemekleri, tahta kaşıklarla elimizde tuttuğumuz melamin tabaklara inanılmaz bir eşitlik ayarı ile dikkatle dağıtırdı.
Yanımdaki karayağız delikanlı, Sırrı Süreyya Önder imiş.
Bizim tarafın koğuş kıdemlisi Nevzat Bor ile konuştum. Mahkemeye gidiş-gelişlerinde epeyce muhabbetleri olmuş. Cezaevinden sonra da karşılaşıp sohbet etmişler. Rahmetlinin hatırasını karalamaya kalkan, kendine dindarlara not düşelim. Nevzat, birkaç kere kendisinden Kur’an istediğini, okuyup iade ettiğini anlattı.
Cezaevlerinde uzun süre kalan iki arkadaşım, aort yırtılmasından öldü. Biri rahmetli Erol Dok, diğeri rahmetli Ünal Osmanağaoğlu. Erken yaşta Parkinson olanlarda, işkencelerde kafalarına aldıkları darbelerin etkisi olduğu söyleniyor.
Bizim neslin neredeyse tamamı işkenceden geçti. Kalıcı hasarların ömürlerinden neler götürdüğünü kim hesap edip söyleyebilir? Ama daha acısı var. Pırıl pırıl zekâların, iyi niyetle yüklü kalplerin, yerinde duramayıp öne atılmaktan başka suçu olmayanların kaçı açlık grevlerinde, bu işkencelerde hayatını kaybetti?
Yeni nesil
Protesto için sokağa çıkmak, bir cesaret gösterisi, bir meydan okuma; ama daha çok var olduğunu kanıtlama isteğidir. Kendisi için değil, hepimiz için. Bastırmaya, sindirmeye çalışır, ne dediklerini anlamazsanız bütün suç sizin olur.
Geçmişte sokaktan ve yaygınlık kazanan şiddetten iktidar hesapları çıkartanlar oldu. Üstelik amaçlarına da ulaştılar. 12 Eylül Darbesi böyle bir projenin eseriydi. Şiddet, provokasyonlarla kışkırtıldı. Sıkı bir askeri dikta, asayiş için tek çare olarak empoze edildi.
Tarih hiçbir zaman kendisini tekrarlamaz. İlk defa, yerine gelecek olana fazla kafa yormadan iktidarı değiştirmeyi hedefleyen muhalefet sokaklarda örgütlenip yükselişe geçiyor. Gezi’nin bir merkezi yoktu, bu sefer örgütlü bir siyasî hareket sahnede. Saraçhane’ye yürüyen İstanbul Üniversiteli gençlere, Konya’da, Yozgat’ta halk eşlik ediyor.
Türkiye hemen her hücresine yayılmış şekilde bir değişim sürecinden geçiyor.
Felaket tellallarına, suret-i hak nümayişçilerine aldırmayın.
Saraçhane’de gördüm. Keçeli kalemle doldurulmuş dövizlerde, afişlerde müthiş bir mizah vardı.
Yalpalayan iktidarların en korktuğu şey: Kibir abidelerinin ironi dişleriyle öğütülüp posasının çıkartılmasıdır.
Sırrı Süreyya’nın bize bıraktığı notun en doğru okunuşu da böyle olmalı.