Mehmet Tatlı yazdı | Barış sürecinde kavramsal temizlik: Demokratikleşme ne değildir?

Son zamanlarda barış sürecini destekleyenlere yönelik özellikle bağımsız medyada artan “Bu rejimin demokratikleşme imkânı yok” söylemi, yalnızca bir siyasal konumlanma değil; siyasi hafızaya kazınmış travmaların, kırık beklentilerin ve bastırılmış öfkenin bir dışavurumu olarak tanımlanabilir.

Bu nedenle bu itiraz, sadece içerikten değil, duygulanımdan da beslenir. Dolayısıyla bu söyleme karşı geliştirilecek yanıt, yalnızca rasyonel argümanlarla değil, psikopolitik zemini de kavrayacak bir derinlikte olma zorunluluğu taşır.

PKK kendini feshettiğini duyurdu
Barış sürecinde kavramsal temizlik: Demokratikleşme ne değildir?

“AKP ile demokrasi gelmeyecek”  eleştirisinin anatomisi

“Bu rejimle demokrasi olmaz” sözü gibi, potansiyeli dışlayan her analiz, mevcut olanı mutlaklaştırır; hâkim olanı sabit, muktediri yenilmez sayar. Tarihsel dönüşüm dediğimiz şey, tam da potansiyelin –çoğu zaman beklenmedik bir anda– gerçekliğe sızmasıdır.

Barış, yalnızca bir müzakere masası değil; egemenliğin, meşruiyetin ve toplum tahayyülünün yeniden kurulacağı tartışmalar bütünüdür. Bu noktada, siyaseti yalnızca devletin niyetine bağlamak, toplumu edilgenleştirmekle kalmaz; kolektif inşa iradesinin kudretini de hafife almak olur.

Bugün elimizde olan, eksik ve kırılgan da olsa, yeni bir toplumsal sözleşmenin ilk harflerini yazma ihtimalidir. Ve belki de en politik eylem, henüz olmayanı, ama mümkün olanı savunmaktır.

Kavramsal temizlik: Demokratikleşme ne değildir?

Geldiğimiz noktada yapılan eleştirilerin özüne baktığımızda, çoğu, demokratikleşmeyi lineer, yukarıdan aşağıya ve merkezi bir “reform süreci” olarak kodlamaktadır. Oysa bir disiplin olarak tarih ve modern siyasal düşünce bize şunu öğretir: Demokratikleşme bir sonuç değil, mücadeleyle inşa edilen bir süreçtir. Dahası, çoğu zaman demokratik açılımlar “demokrat” rejimlerden değil, kendi iç çelişkileriyle boğuşan otoriter rejimlerden sızar

Demokratikleşmeyi, yukarıdan aşağıya işleyen bir reform dizisi olarak tahayyül etmek, modern otoriterliğin en önemli ideolojik silahlarından biridir. Oysa yine tarih bize göstermiştir ki çoğu zaman demokrasiyi doğuranlar, demokratik rejimler değil, krizlerdir. 1974 Portekiz Devrimi, 1980’ler Latin Amerika geçişleri ya da Güney Afrika örneği; otoriterliğin içinden sızan dönüşüm potansiyelleri ile inşa edilmiştir.

Türkiye için de bu denklem geçerlidir: Mevcut rejimin kendini tahkim etme araçlarının zayıflaması, ancak “muktedir olmayanlar”ın iradesiyle boşa çıkarılabilir. Bu nedenle bugün temel soru, rejimin demokrat olup olmadığı değil; barışın hangi mevcut egemenlik biçimlerini aşındırabileceğidir.

Bu bağlamda esas mesele, AKP’nin demokrat olup olmadığı değil; çatışmanın çözümünün hangi hegemonik krizleri tetikleyebileceğidir. Bugünkü barış süreci; rejimin karakterinden bağımsız olarak, demokratik potansiyel taşıyan toplumsal kırılmaların önünü açabilir.

PKK kongresini topladı | Vahap Coşkun: "Türkiye için çok ciddi bir dönüşüm süreci başlıyor"
Barış sürecinde kavramsal temizlik: Demokratikleşme ne değildir?

Hegemonya krizi olarak barış süreci

Barış, yalnızca çatışmasızlık değil; aynı zamanda egemenliğin yeniden tanımlandığı bir momenttir. Bugüne kadar AKP’yi ayakta tutan en önemli aygıt “güvenlikçi konsolidasyon”dur. Dolayısıyla barış süreci, bu aygıtı işlevsizleştirerek rejimin iç tutarlılığını çözebilir.

Bu yönüyle barış, sadece “diyalog” değil, hegemonik bir mücadele alanıdır. Sadece “çatışmayı durdurmak” değil, devletin toplumu nasıl gördüğünü yeniden tanımlamaktır. Sadece “talep etmek” değil, kurucu bir özne olarak kendini inşa etmektir.

Sürecin diyalektiği: Barış, kaçınılmaz olarak değişim üretir

Hiçbir barış süreci başlangıçta vaat ettiği haliyle sonuçlanmaz. Ama başladığı yerde de kalmaz. Aktörleri değiştirir, kategorileri parçalar, yeni politik öznellikler üretir. Barış; bir tür toplumsal laboratuvar işlevi görür. Fakat aksiliklere rağmen en az üç sonuç muhakkak gerçekleşir:

• Sivil siyasetin alanı genişler: Zira savaş, yalnızca kurşunla değil, gündem belirleme gücüyle yürütülür. Barışta, gündem çeşitlenir.

• Devlet içi klik çatışmaları görünür hâle gelir: Çatışma safhasında “bütünlük” olarak sunulan devlet, aslında iç çelişkilerle doludur. Barış, bu çelişkileri daha rahat teşhir eder.

• Toplumsal mobilizasyon alanı genişler: Sokakta, mecliste, medyada farklı sesler daha görünür olur. Egemen söylem ve yöntemler bu farklılıkta aşınmak zorunda kalır.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bu nedenle, barışın kendisi bir sonuç değil, demokratik dönüşümün motoru olma görevi üstlenir.

Barış sürecine dair farklı eleştiriler üzerine

Barışa dair itirazlar, toplumun farklı kesimlerinden yükseliyor ve her biri kendi tarihsel pozisyonuna, hafızasına ve siyasal sezgisine dayanıyor. Bu yüzden barışın yalnızca siyasal aktörler arasında değil, toplumun farklı katmanlarıyla birlikte yeniden anlamlandırılması gerekiyor.

Örneğin sol-sosyalist çevreler, barış sürecini çoğu zaman iktidarın otoriterliğini meşrulaştıran bir taktik olarak görme eğiliminde. Ancak bu perspektifin kendisi halihazırda tartışmaya açık. Çünkü otoriterliğin en önemli dayanaklarından biri, savaşa ve güvenlik söylemine yaslanan mevcut milliyetçi meşruiyet düzeneği. Türkiye’de yoksul sınıfların siyasette yön tayin edici bir güce ulaşamamasında, milliyetçi paradigmanın etkisi hâlâ belirleyici. Barış, bu militarist damarları kuruttuğu ölçüde, sınıf mücadelesi başta olmak üzere toplumsal eşitsizliklerin daha açık konuşulabileceği bir ortama fırsat yaratabilir.

Kemalist-ulusalcı çevreler ise barış süreci ile Cumhuriyet’in en temel ilkesi olan “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin yeniden anlam kazanma fırsatını gözardı ediyor. Kürt meselesinde çözüm ile Türkiye, sadece kağıt üzerinde değil, gerçek anlamda ulusal bütünlüğünü kuracak, on yıllardır muhattabı olduğu bölgesel çatışma dinamiklerini geride bırakma şansı yakalayacaktır. Ayrıca 50 yıllık çatışma ortamının aşındırdığı, cumhuriyetin “eşit yurttaşlık” ilkesini de yeniden onarıma açma fırsatı elde edecektir.

Radikal Kürt tabanı açısından ise barış sürecine dair eleştiriler “teslimiyetçilik” odağında toplanıyor. Kürtler için bu süreç, geçmişteki taleplerin yeniden gözden geçirildiği bir eşiğe denk geliyor. Özellikle ayrılıkçılık, federasyon ya da konfederalizm gibi hem siyasal hem toplumsal açıdan maliyetli ve çatışmalı taleplerin geride bırakılması; bunun yerine Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta ve İran’da, dört farklı devletin ortağı olma fikri bir entegrasyon çağrısının çok ötesinde. Barış, Kürtler için Ortadoğu’nun tamamında siyaseten aktörleşme penceresi açıyor.

Barış sürecinde kavramsal temizlik: Demokratikleşme ne değildir?

Liberal çevreler için de barışın getireceği momentum yadsınamaz. Mülkiyetin korunması, bireysel özgürlüklerin anayasal güvenceye alınması ve sivil siyasetin alanının genişlemesine dair önemli tartışmalara, ülkemizin toplumsal açıdan en örgütlü kesimi olan Kürtlerin özgürce dahil olması, mevcut krizlerin aşılmasına ön açabilir. Özellikle Avrupa Birliği’ne üyeliği önceleyen çevreler, barış sürecini AB’nin şart olarak koştuğu bir çok faslın açılması fırsatı olarak pekâla değerlendirebilir.

Ve son olarak, Türk milliyetçisi taban. Bu kesim açısından bile barış, pragmatik bir faydaya işaret ediyor. Kürt meselesinin çok aktörlü bir uluslararası kriz başlığı olmaktan çıkarılıp içeride çözülmesi, Türkiye’nin hem içerideki konsolidasyonunu hem de dış politika esnekliğini arttırabilir. Bu yönüyle barış, Türk milliyetçileri için yalnızca toplumsal değil, jeopolitik bir yatırım olarak da okunabilir.

Rejimi değil, geleceği hedeflemek: Potansiyel; gerçekliktir.

“Bu rejimle demokratikleşme olmaz” sözü, bir tür kadercilik. Oysa tarih, kaderi değiştirmeye çalışanların müdahalelerinin toplamıdır.

Hiç kimse, barış sürecine yönelik eleştirileri savuşturmak için bu rejimi savunmak zorunda değil. Zaten medyada aylardır süregelen tüm ısrarlı iğnelemelere ragmen mevcut rejimi savunan da olmadı henüz. Bu saatten sonra olacağını da kim, neden bekler, anlam vermek zor.

Bugün barış, sadece bir masa etrafında “al-ver pazarlığı” değil; toplumsal tahayyülün sınırlarını zorlayacak bir imkân alanı. Devletin niyetine sıkışmış bir siyaset değil, halkın ısrarına yaslanan bir kurucu güç olarak karşımızda.

Barış mücadelesinde PKK’nin silah bırakması ile geldiğimiz noktada esas soru şu: ‘Buradan demokrasi çıkmaz’ deyip rejimin sınırlarını mı esas alacağız, yoksa 85 milyon olarak kendi kudretimizin sınırlarını mı zorlayacağız?