Ruşen Çakır, Murat Somer’le 19 Mart operasyonunun siyasi sonuçlarını, CHP hakkında açılan kurultay davasını, yeni çözüm sürecini ve Türkiye’de muhalefetin önündeki yeni dönemi değerlendirdi.
Ruşen Çakır ve Murat Somer bu yayında, “19 Mart’tan bu yana CHP neyi doğru yapıyor, neyi eksik yapıyor?” sorusunu masaya yatırdı.
Halkın CHP’nin yanında durduğunu söyleyen Murat Somer, “Cumhuriyet Halk Partisi’nin oylarını arttırması, Ferdi Zeyrek örneği vs. halkın iyi bir not verdiğini, bütün bu olumsuz şartlara rağmen olumlu bir not verdiğini söylemek mümkün” dedi.
Bu sürecin uzun soluklu olduğunu ifade eden Somer, “Muhalefet hâlâ bu sınavdan geçiyor. Tabii şu ana kadar gerçekten büyük bir mücadele verdi. Çok başarılı şeyler yaptı. Burada hem toplumsal muhalefeti kastediyoruz. Türkiye bu anlamda büyük bir demokrasi refleksi gösterdi. Hem de siyasal muhalefet olarak Cumhuriyet Halk Partisi’ni kastediyoruz” diye konuştu.
“CHP çok zinde davrandı”
Türkiye’nin 20 yılda kademe kademe demokratik erozyona uğradığını, otoriterleşme sürecinin yaşandığını hatırlatan Somer, şöyle devam etti:
“Bunun bir maraton olacağını öngörüyorduk, zor olacağını öngörüyorduk. Yani neredeyiz, nasıl gerçekleşecek sorusunu düşündüğüm zaman bunun yanıtı olarak umduğum, dilediğim şekilde gerçekleşmedi. Türkiye bir darbe süreci yaşadı 19 Mart’ta. Önceden başlamış bir darbeydi. Yargı yoluyla ama güç kullanarak yapılmış olan bir darbe söz konusuydu. Bunun akabinde büyük bir ihtimalle Cumhuriyet Halk Partisi’ne de bir kayyım atanması söz konusu idi. Bunu planlamış olanlar olabilir. Ancak hemen akabinde buna karşı Türkiye’de çok güçlü bir toplumsal direniş ortaya çıktı. Toplumsal bir itiraz ortaya çıktı ve bu siyasal muhalefetle de ortak çalışabildi. Cumhuriyet Halk Partisi burada çok çabuk onunla bütünleşti, onu organize edebildi, bir takım somut talepler ortaya koyabildi. Çok zinde davrandı. Dolayısıyla da bu olmadı. Ama öte yandan da darbe sürüyor. Yani iktidar da geri adım atmadı.”
“Şaşırmamayı reddediyoruz”
Yaşananları normalleştirmek istemediklerini ifade eden Murat Somer, “Biz bunu normal olarak görmeyi, dolayısıyla şaşırmamayı reddediyoruz. Bu bir tür toplumsal direniş biçimi aslında ve değerli bir tarafı da var. Bir yandan da sosyal bilinç içinde enteresan bir tarafı var. Sanki hep ilk defa olmuş gibi şaşırmaya, tepki göstermeye devam ediyoruz” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi akşamlar. Özyeğin Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Profesör Murat Somer’le Türkiye’yi konuşuyoruz. Ağırlıklı olarak 19 Mart krizini ve kısmen de, en sona saklayalım diyorum onu, çözüm sürecini. Murat, merhaba.
Murat Somer: Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Evet, seninle en son 1 Nisan’da yapmışız, şaka gibi, ve o zaman şöyleydi soru: ‘‘CHP ve toplumsal muhalefet bu zorlu sınavın altından kalkabilir mi?’’ sorusunu sormuştuk ve daha sıcağı sıcağına 19 Mart’ın ilk dönemleriydi. Aradan şimdi üç ay geçti 19 Mart’tan bu yana neredeyse. Kaldığımız yerden bu yana ne diyorsun? Sınav sürüyor. CHP’nin ve toplumsal muhalefetin sınav performansına bir siyaset bilimi hocası olarak not vermek gerekirse kaç verilir?
Murat Somer: Vallahi bunun aslında notunu tabii siyaset bilimciler ya da ben değil, halk verecek. Yani halk verecek bunun notunu ve zannediyorum halkın da çoğunluğunun bu yargılamaların siyasal yargılamalar olduğuna inanıyor olması bütün bu propagandaya rağmen, yani medyanın iktidarın güdümünde olmasına rağmen, dezenformasyona rağmen inanması ve öte yandan Cumhuriyet Halk Partisi’nin oylarını arttırması anketlerde, son Manisa mitingi ve Ferdi Zeyrek örneği, bu örnekler sonucunda halkın iyi bir not verdiğini, bütün bu olumsuz saha şartlarına rağmen olumlu bir not verdiğini söylemek mümkün. Tabii benim için daha çok siyasal bilimci olarak belki bunu saptamanın yanında neler yapılabileceği ve nelerin belki yapılması halinde daha da başarılı olunabileceği yönünde söyleyeceklerim olacaktır. Onlara geliriz. Bu da hem siyaset bilimci olarak hem de vatandaş olarak tabii benim görevim burada, hepimizin görevi. Ne saptamıştık son programda? Bunun uzun soluklu bir mücadele olacağını, süreç olacağını zaten saptamıştık. Zor bir süreç olacağını saptamıştık ve muhalefet hala bu sınavdan geçiyor. Tabii şu ana kadar gerçekten büyük bir mücadele verdi, çok başarılı şeyler yaptı. Burada hem toplumsal muhalefeti kastediyoruz, Türkiye bu anlamda büyük bir demokrasi refleksi gösterdi hem de siyasal muhalefet olarak Cumhuriyet Halk Partisi’ni kastediyoruz ve Genel Başkanı olarak Sayın Özgür Özel, cezaevinden Sayın Ekrem İmamoğlu, bunu görüyoruz. Ama bu zorlu bir süreç olacaktı. Bunu nereden biliyoruz? Bu tür süreçlerin bir defa dünyada çok örneği var. Bu tarihsel birikim sonucunda biliyoruz, bu tür süreçlerin nasıl işlediğini biliyoruz. Öte yandan Türkiye’nin son 20 yıldır yaşadığı bir demokratik erozyon, otoriterleşme süreci var, kademe kademe yaşadığı ve hukukun, demokrasinin ortadan kalktığı bir süreç var. Bu süreçte aktörlerin ne istedikleri, iktidarın neyi nasıl yaptığına dair tabii önemli bir birikimimiz oldu. Bunlar ışığında baktığımız zaman da bunun bir maraton olacağını öngörüyorduk, zor olacağını öngörüyorduk. Ben ‘‘Neredeyiz, nasıl gerçekleşti?’’ sorusunu düşündüğüm zaman bunun yanıtı olarak umduğum, dua ettiğim, dilediğim şekilde gerçekleşmedi ama az çok öngördüğüm şekilde, görebildiğim şekilde gerçekleşti diyebilirim. Bundan ne kastediyorum? Ne umuyordum, umduğum en iyi senaryo, dilediğim şey ne olurdu? Burada Türkiye bir darbe süreci yaşadı 19 Mart’ta. Önceden başlamış bir darbeydi bu, son programda da söylediğimiz gibi. Ama açık olarak gerçek muhalefetin olmadığı, yani Türkiye’de şu anda olandan daha da kapalı, gerçek muhalefetin olmadığı bir rejime geçmek üzere yapılmış, güç kullanarak, yargı yoluyla ama güç kullanarak yapılmış olan bir darbe söz konusuydu. Bunun akabinde büyük bir ihtimalle Cumhuriyet Halk Partisi’ne de bir kayyum atanması söz konusu idi. Bunu planlamış olanlar olabilir. Ancak hemen akabinde buna karşı Türkiye’de çok güçlü bir toplumsal direniş ortaya çıktı. Toplumsal bir itiraz ortaya çıktı ve bu siyasal muhalefetle de ortak çalışabildi, ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi de burada çok çabuk bir şekilde onunla bütünleşti, onu organize edebildi, birtakım somut talepler ortaya koyabildi, çok zinde davrandı. Dolayısıyla da bu olmadı; ama öte yandan da darbe sürüyor, yani iktidar da geri adım atmadı. Bu tutuklamalar devam ediyor, 5 dalga oldu zannediyorum.
Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Bu dalgalar bitmek bilmiyor. 5. oldu, yenileri de olabilir deniyor. En son 5. dalgada 5 ilçe belediye başkanı, ki 2 tanesi Adana’dan tutuklandı. Böyle çok çarpıcı rakamlar var. İktidarın niye sürekli ayağı gazda ve dalgalar 5’e kadar geldi? Hatta bir ara da Ağaç AŞ’ye yönelik olan küçük bir şey var, 5,5 diyenler de var ama daha sürecek deniyor. Neden bu?
Murat Somer: Çünkü burada dediğimiz gibi iktidarın bir amacı var, bir hedefi var ve bu amaca yönelik olarak adımları atmak için de elinde güç var. Şu anda onu durduracak bir güç olduğunu da düşünmüyor. Zaten otokrasi dediğimiz zaman kastettiğimiz şey de böyle bir şey. Yani temel çıkarlarını koruyacak ya da temel çıkarlarına karşı gördüğü gelişmeleri engelleyecek bir güce sahip aktör olmasını, bir güce sahip olan bir iradenin olmasını en geniş tanımıyla otokrasi olarak tabir edebiliriz. Burada da Türkiye’de böyle bir durumun olduğunu görüyoruz. Temel çıkarı ne burada bu iradenin? İktidarı bırakmak istemiyor, gerçek bir muhalefetle karşılaşmak istemiyor. Bunu açıkça da söyledi. Ömrünün sonuna kadar iktidarda kalmak gibi bir emeli var, düşüncesi var. Bunun karşısında seçimlerde yenilebileceği gerçek bir muhalefetin, yani iktidar alternatifi olabilecek bir muhalefetin çıkmasını temel çıkarlarına aykırı bir gelişme olarak görüyor ve bu gelişmeyi engellemek için elindeki enstrümanları devreye soktu. Böyle bir gücü var. Ve sonuç olarak da bunu belki ilk aşamada düşündüğü gibi bir kayyum atamak yoluyla yapamadı ama daha sonraki bu tutuklama dalgalarıyla bunu yapmaya çalışmaya devam ediyor. Bunun sonucunda arkasında Cumhuriyet Halk Partisi’ne bir kayyum atanması, eğer bu olmazsa bu kurultay iptali yoluyla bir şekilde…
Ruşen Çakır: Ona bilahare geleceğiz, o önemli bir konu çünkü. Onu sonraya saklayalım.
Murat Somer: Evet.
Ruşen Çakır: Tabii bu arada sana şeyi sormak istiyorum, sözünü kestim ama, bir Gaziosmanpaşa olayı var. Yani orada belediyeye çöktü AK Parti ve bunu çok normal, bayağı olağan bir şeymiş gibi yaptı. Yani nasıl söyleyeyim, belediye başkanı sokağa çıktı sandıktan çıkmış gibi ve belediye başkanvekili ki biliyorsun normalde aday o değildi. Üç dönem üst üste seçilmiş olan belediye başkanı, AK Partili, aday oldu, kaybetti. Bu belediye meclis üyesi olan birisi, yani hiç yarışmamış birisi, yani belediye başkanı olarak da yarışmamış birisi. Ama bunu çok normal bir şey gibi… Müktesep hak mı deniyor? Bunu öyle gören bir şey var. Bu çok anlamlı değil mi?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Murat Somer: Evet, çok anlamlı, çok çarpıcı bir sahneydi gerçekten. Buna bir etik açıdan bakmak mümkün, bir de siyasal anlamı açısından bakmak mümkün. Fakat beni bu olaya verilen tepkiler açısından en çok şaşırtan aslında bizim bu sahnelere hala şaşırıyor olmamız ve bize çok şey söylüyor bu. Neden şaşırtıcı bir şey bu? Çünkü biz bu sahneleri çok uzun süredir görüyorduk zaten. Çok gördük bunu. Yani 2017 yılında anayasa referandumu öncesinde, OHAL şartlarında yapılıyordu zaten, bir gizli oyla bu kararın verilmesi gerekirken Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin büyük bir coşku içerisinde, gurur içerisinde verdikleri oyu göstererek kameralar karşısında resim çektirdiklerini gördük. Akabinde bir mühürsüz pusula olayı var. O da sonuçta hak edilmemiş ya da hak edilerek kazanıldığından emin olamadığımız bir seçimdir. Bunun sonucunda ‘‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’’ diyerek gene bundan bir gurur duymak, bir zafer olarak bunu görmek; biz bunların hepsini, bu tür sahneleri aslında çok yaşadık gerçekten. Yani bu görüntüleri sürekli yaşıyoruz aslında. Zaten uzun süredir seçimlerimiz adil ve özgür değil. Ama bu tamamen iktidar lehine saha şartlarında kazanılan her seçimden sonra da benzer görüntüleri yaşıyoruz. Ama buna rağmen bizim buna şaşırmaya, tepki göstermeye devam ediyor olmamızı ben bir tür toplumsal direniş olarak algılıyorum, görüyorum, yorumluyorum. Çünkü şunu diyoruz aslında: Bu elbette ki etik dışı bir şey, centilmence değil en hafif ifadesiyle, demokratik centilmenliğe, demokratik normlara aykırı olan bir şey; biz bunları sürekli görüyoruz ama normalleştirmek istemiyoruz. Yani biz bunu normal olarak görmeyi, dolayısıyla şaşırmamayı reddediyoruz. Bu bir tür toplumsal direniş biçimi aslında ve değerli bir tarafı da var. Bir yandan da bir sosyal bilimci için de enteresan bir tarafı var. Sanki hep ilk defa olmuş gibi şaşırmaya, tepki göstermeye devam ediyoruz. Ama işin bir başka yönü daha var, o da çok önemli hem siyaset bilimi açısından ama aynı zamanda da doğru bir siyasal okuma, saptama yapmamız açısından da. Türkiye’de aslında bir süredir, uzun süredir hatta ve şimdi çok daha keskinleşmiş bir şekilde iki ayrı rejim algısı var ülke içerisinde. Yani bu Gaziosmanpaşa’daki çarpıcı resim ne gösteriyor bize aslında? O resimdeki parti üyelerinin kafasındaki rejim algısı farklı bir algı. Yani otokratik bir rejim algısı. Otokratik rejim dediğimiz zaman bu geniş bir yelpaze. Tamamıyla kapalı olan otokratik rejimler var, zaten muhalefete izin vermiyor, farklı muhalefet partilerine izin vermiyor. Ama bunun yanında da — sizin programlarda da çok tartışıldı, tekrarlamayacağım — seçimlerin olduğu seçimsel otokrasi, otoriter rejimler dediğimiz rejimler de var. Burada aslında bir muhalefet var ama saha şartları o kadar onun aleyhine ki aslında iktidara gelme ihtimali çok düşük. Sonuçta aynı kapıya varıyor. Eğer muhalefetin gerçek bir kazanma şansı yok ise o zaman kimin yöneteceğine karar veren iradede halk olmuyor; başka bir irade oluyor, güç oluyor, gücü elinde tutan irade oluyor. Böyle bir rejimin kendi çerçevesi ve kendi mantığı, rasyoneli içerisinde baktığımız zaman aslında Gaziosmanpaşa’da da olduğu gibi bir tür yargı darbesiyle halkın seçtiği belediye başkanının görevden alınması ve bunun yerine Cumhurbaşkanı tarafından atanmak, o koltuğa yerleşmek o rejimin kendi mantığı içerisinde aslında normal, kabul edilebilir bir şey. Dolayısıyla onlar, iktidara destek veren kesim ve iktidar partisi koalisyonu demek ki böyle bir rejim algısı içerisinde böyle görüyorlar. Bunu ya fiili olarak böyle kabul ediyorlar ya yasal olarak da meşru olarak da böyle olduğunu düşünüyorlar; ama öte yandan toplumun çoğunluğu böyle görmüyor. Ben öyle görmüyorum, sen öyle görmüyorsun, muhalefete destek veren insanlar böyle görmüyor. Kimin yöneteceğine karar verecek olan güç Türkiye’de halkın iradesi. Onlar, ‘‘Biz farklı bir rejime inanıyoruz’’ diyorlar. Ben böyle bir, biraz önce bahsettiğim, rejimi ülkemde meşru olarak görmüyorum. Türkiye’nin meşru rejiminin cumhuriyet ve demokrasi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bir yandan da bu manzaraya, resme tepki gösterenler, şaşıranlar — şaşırmak da bir tür tepkidir aslında — onlar ise farklı bir rejimi meşru olarak görüyorlar. Dolayısıyla bu açıdan da enteresan bir durum yaşıyoruz Türkiye’de.
Ruşen Çakır: Burada istersen bir başka resme geçelim. Kurultaya daha sonra geleceğim, kurultay çünkü başlı başına çok önemli bir husus, kurultay davası daha doğrusu. Ama biraz Manisa’dan söz edelim. Ferdi Zeyrek genç yaşta hayatını kaybetti, talihsiz bir kaza sonucu. Ben kendisiyle tanışma şansı yakalamıştım, hatta bir kere de Zoom‘la yayın da yapmıştık, seçildikten kısa bir süre sonra. Çok parlak bir isim, 75 yıl sonra CHP’yi Manisa’da kazandıran isim ve açık farkla, %57 civarında mı, yani %54-57 gibi bir oyla kazanan bir isim ve bir yılı biraz aşkın süre görev yaptı ve ondan sonra hayatını kaybedince çok, nasıl söyleyeyim, çarpıcı lafı uyuyor mu bilmiyorum ama çok etkileyici bir cenaze töreni gördük ve o cenazede bir de kendisinin yakın arkadaşı olan CHP Lideri Özgür Özel’i de gördük. Bunlar tabii sembolik şeyler ama aynı zamanda bize çok şey söylüyor herhalde diye düşünüyorum. Yani bunu 19 Mart’ın bir devamı olarak görmek yanlış olmaz çünkü 19 Mart’ın hedefi CHP’li belediyeler ve burada beklenmedik bir şekilde CHP’nin çok parlak, siyaseten önü çok açık olduğu belli olan bir isminin böyle bir talihsiz olay sonucu hayatını kaybetmesi ve insanların ona sahip çıkması.
Murat Somer: Evet, evet, çok üzücü bir olay gerçekten, çok da etkileyici bir resim burada ortaya çıkan. Öncelikle Allah rahmet eylesin. Yani çok etkilendik, ben de çok etkilendim. Kendisini tanıma fırsatı bulmamıştım, sadece isim olarak biliyordum ama ağladım, çok etkilendim ve bana kendi adıma yani hayatta daha iyi şeyler yapmak, daha başarılı olmak, daha yararlı şeyler yapmak gereğini hissettirdi. Ne kadar güzel, yani bu ne kadar önemli bir şey, ne kadar büyük bir başarı aslında bu açıdan bakarsak. Allah ailesine sabırlar versin. Ama önünde saygıyla eğiliyoruz gerçekten, bu kaybedilmiş hayatın arkasından. Ama buna zaten işte halkın da gösterdiği teveccüh, tepki, cenaze merasimi gerçekten çok şey söyledi. Yani Cumhuriyet Halk Partisi açısından şunu gösteriyor aslında: Çok uzun süredir Cumhuriyet Halk Partisi hakkında yaratılmış olan negatif imajın – ki bunun maalesef tabii bir doğruluk payı olduğu için de bu tür imajlar aslında etkili olabiliyor – değiştiğini gösteriyor. Bu tabii onun başarısı. Halkın Manisa’da gösterdiği teveccüh çok şey anlatıyor. Yani CHP’nin içinden geçmekte olduğu değişim süreci hakkında çok şey söylüyor. Demek ki doğru adaylar saptandığı zaman, doğru adaylar bulunduğu ve partiye kazandırıldığı zaman, doğru siyaset yapıldığı zaman, halka yakın, dokunan siyaset yapıldığı zaman Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok başarılı olması mümkün. Bu çok uzun zamandır tartışılan bir şey tabii ki. Cumhuriyet Halk Partisi bir toplumsal mücadeleden, milli mücadeleden çıkmış olan bir parti. Ama daha sonra devleti kuran parti olması ve buna benzer başka birçok nedenlerle 1970’li yıllar dışında Cumhuriyet Halk Partisi’nin halka yeterince yakın bir siyaset yapmadığı hep söyleniyordu zaten. Bu anlamda bir yandan çok güçlü bir örgüte sahip olmakla birlikte aynı zamanda da bir hantallık sorunu yaşadığı, yani bu halka yakın siyaseti yapabilmek için geçerli dönüşümü gösterecek, gerçekleştirecek dinamizme sahip olmaması. Çünkü bir yandan örneğin ne diyoruz; Türkiye’de gerçek anlamda kurultay yapan, hakikaten bir seçim yoluyla genel başkanı da seçen tek parti şu anda, kısmen tabii DEM Parti’yi burada farklı bir yere koymak lazım, bir kitle partisi ama onun koşulları biraz daha farklı, ayrıca tartışmak lazım, onun dışında tek parti olduğunu söylüyoruz. Ama öte yandan bu seçilen genel başkanlar çok güçlü oluyor, öyle gözüküyorlar. Aslında koltuklarını korumak açısından da çok güçlü oluyorlar. Ama partinin yönünü değiştirmek konusunda da aslında çok güçlü liderler olduklarını söylemek mümkün değil. Bu anlamda Cumhuriyet Halk Partisi hakikaten çok böyle büyük bir şilep ama manevra kabiliyeti biraz kısıtlı bir şilep gibi belki tarif etmek mümkün, böyle bir partiydi. Bir genel başkanın da değiştirmesi, işte örgütü dönüştürmesi aslında o kadar kolay olmayan bir partiydi; ama 2023 seçim yenilgisi sonrasında çok büyük bir başarı gösterdi Cumhuriyet Halk Partisi ve bir kurultay yoluyla yeni bir genel başkan seçti ve bu Sayın Özgür Özel’in tabii genel başkan olması çok önemli ama burada aslında Ekrem İmamoğlu da, yani yükselen bir siyasetçi olarak, cumhurbaşkanı adayı olarak Ekrem İmamoğlu da tabii bu dönüşümün bir parçası. Hakikaten Cumhuriyet Halk Partisi kendisini yenilemeye başladı. Zaten 2024 seçiminde gösterdiği başarı da bunun sonucu ve 19 Mart darbesi sonrasına hemen ayak uydurup zinde bir siyaset izleyebilmesi, toplumsal muhalefetle ortak bir mücadele içerisine girebilmesi işte bu dönüşümün bir parçası. Manisa örneği de bunun bir göstergesi.
Ruşen Çakır: Kurultay dedin, dönüm noktası dedin. Şimdi kurultayı iptal ettirme ihtimali var. 30 Haziran’a ertelenen bir dava var, duruşma var ve değişik senaryolar var. ‘‘Mutlak butlan’’ diye bir kavramla tanıştık bu sayede. Ben farklı senaryolardan Erdoğan’ın 30 Haziran’ın daha ilerisine kararı erteletmeyi tercih edeceğini düşünüyorum. Tıpkı daha önce ‘‘ahmak davası’’ biliyorsun, Ekrem İmamoğlu’nun, o istinaftan bir türlü karar çıkmadı, siyasi yasak kararı. Onu böyle bir demokrasi kılıcı gibi tutmak istemişti. Sonra ama ön seçim kararıyla beraber 19 Mart oldu filan. Şimdi burada sanki 30 Haziran’da karar çıkmayabilir gibi geliyor bana. Sen ne dersin, nereye doğru gidecek bu iş? Olayın bir hukuki bir mesele olmadığını herhalde hepimiz biliyoruz, siyasi bir olay yine söz konusu.
Murat Somer: Evet, kesinlikle öyle. Siyasi bir olay olduğu için de burada belirleyici olan güç oluyor. Hakkaniyetten, hukuktan başka, onun tamamıyla dışında güç oluyor. Yani burada ne yapar, bekler mi, daha mı erken bir adım atar, bunu bilemiyoruz; çünkü burada otokratik bir akıl var, bir güvenlik devleti tarzı bir akıl var. Sonuç olarak burada rakibini saha dışına atmaya çalışan bir güç, bir güreşçi var. Tabii orada rakibinin de hamlelerine bakarak, davranış biçimine, mücadele biçimine bakarak ne zaman saha dışına itebilirse bu yola gidecek. Dolayısıyla ham olarak ne yapacağını ben tabii tahmin edemem, bilemem ve bunu tercih edebilir, zamana yaymayı tercih edebilir. O zaman Cumhuriyet Halk Partisi’ni daha çok yıpratacağını eğer düşünürse böyle bir yola gidebilir. Yoksa zayıf olduğunu düşünür, daha erken böyle bir hamle yapmak isterse böyle de yapabilir. Bu süreç içerisinde sürekli bir aslında müzakere arayışı da oluyor açıkçası. Çünkü içten içe her zaman bir mesaj da gönderiliyor Cumhuriyet Halk Partisi’ne. Hatta işte televizyonlarda da bu söyleniyor, Cem Küçük daha dün zannediyorum buna benzer böyle bir yorum yapmış. İşte, ‘‘Bizim asıl meselemiz Ekrem İmamoğlu, Ekrem İmamoğlu eğer cumhurbaşkanı adayı olmazsa, Özgür Özel, Mansur Yavaş’ı aday yaparsa o zaman unutulur gider’’ gibi bir yorum yapmış. Bu aslında işte bu güç siyaseti mantığı içerisinde bir tür mesaj göndermektir. Yani, ‘‘Eğer anlaşırsan o zaman biz de daha ileri hamleler yapmayız’’ demiş oluyor. Burada önemli olan aslında hedefin ne olduğunu saptamak ve buna göre pozisyon almak. Darbe süreci devam ediyor. Yani aslında önemli olan, saptanması gereken şey bu. Çünkü 19 Mart, daha öncesinden de başlamış olan 19 Mart sürecinin darbe olmasının nedeni neydi, anlamı neydi? Bir şekilde iktidara alternatif olabilecek bir Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve onun gene iktidarı değiştirebilecek, seçimlerde kazanarak iktidarı değiştirebilecek cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nu saha dışına çıkartmak ve bunu da güç kullanarak yapmak. Yani halkın hakemliğinde, halkın tercihi sonucunda değil de bir güç kullanarak yapmak. Ha burada bunu yargı yoluyla yapmışsınız ya da başka bir yolla yapmışsınız, bu artık sonuçta sonucu değiştirmiyor. Siz bunu demokratik olmayan bir yolla yapıyorsunuz. Şimdi darbe yapıyorsanız, eğer siz ana muhalefet partisini etkisizleştirmek istiyorsanız, bazı yerlerde işte askeri darbe oluyor, askeri darbe kapatıyor ana muhalefet partisini veya sivil darbeler oluyor, Tunus’ta olduğu gibi, Kays Said’in yaptığı gibi parlamentoyu, ana muhalefet partilerini feshediyorsunuz veya bu şekilde yapmıyorsunuz ama ne yapıyorsunuz; işte kayyum da atayacaktı belki, atamadı, bunun yerine bir şekilde hukuk dışı, hukuk mantığına uymayan birtakım gerekçelerle kurultayın geçersiz olduğunu, işte butlan kavramı, işte butlan olduğunu iddia ederekten ne yapıyorsunuz, seçim yoluyla iş başına gelmiş olan, yani halkın iradesini temsil eden yönetimi değiştirip kendi tercih ettiğiniz başka bir yönetimi getiriyorsunuz. O yönetimin de biliyorsunuz ki iktidarı gerçek bir alternatif oluşturmayacak. Böyle olur zaten. Neden? Çünkü biliyoruz ki CHP’nin geçmiş yönetimi — iyi niyetli, kötü niyetli bu ayrı bir konu, o ayrıca bir şekilde tartışılabilir, hatasıyla sevabıyla — böyle bir iktidar alternatifi olamamıştı. Öte yandan zaten bu şekilde bir genel başkanın zor kullanarak değiştirilmesi ve yeni bir örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmesi halinde bu elbette ki Cumhuriyet Halk Partisi tabanından, çok büyük kesiminden destek görmeyecektir. Dolayısıyla bunun partiyi zayıflatması söz konusu. Zayıf bir parti, zayıf bir yönetim olacak. Dolayısıyla maksat hasıl olacak, yani siz başka yollardan da yapabileceğiniz bir muhalefeti saha dışı bırakma amacınıza bu şekilde ulaşıyorsunuz. Sonuçta bu gene bir darbe ama farklı bir şekilde yapılmış olan bir darbe oluyor. Yani bu darbe sürecinin bir devamı olarak ben bunu okuyorum. Bunun tabii mutlaka engellenmesi gerekiyor, gerçekleşmemesi gerekiyor.
Ruşen Çakır: Peki son olarak, senin geçen küstüğün olay, yazmayı bıraktığın olay, çözüm süreci olayı bayağı ciddiye bindi. Seninle en son konuştuğumuzda Öcalan’ın açıklaması vardı ama daha sonra PKK kongre yaptı ve kararını verdi, fesih ve silah bırakma kararını açıkladı ama şu ana kadar somut pek bir şey görmedik. En son bir infaz yasası düzenlemesi DEM Parti’yi memnun etmedi, onu biliyoruz. Onun dışında sanki bir bekleme hali var, taraflar anlaşmış gibi gözüküyorlar ama her iki taraf da sanki zamana oynuyor gibi. Ama burada benim gördüğüm Öcalan ve Devlet Bahçeli biraz acele etmeye çalışıyor. Erdoğan olayı anayasaya doğru sürüklemeye çalışıyor. Bahçeli Meclis’te 100 kişilik bir komisyonu önceliyor ve DEM Parti de sanki ona daha yakın. Yani özetlemeye çalıştım ama ne diyorsun, buradan neler beklemeliyiz?
Murat Somer: Şimdi o konuya gelmeden önce sevgili Ruşen, müsaade edersen iki konuyu ben vurgulamak istiyorum.
Ruşen Çakır: Tabii.
Murat Somer: Şimdi birinci konu şu, bir önce sorduğun soruyla ilgili. Burada bizim bu süreç içerisinde hepimizin, vatandaşlar olarak, gazeteciler olarak veya siyasal akademisyen olabilir, herkesin konu demokrasi ve hukuk olduğu için, bir parti meselesi olmadığı için, sadece bir gözlemci, işte bir haber veren, yorumlayan konumda değil, aynı zamanda iradi birer özne olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Dolayısıyla buradaki söylememiz gereken şey sadece işte ne olur, kim ne yapar meselesi değil; biz neyin olması gerektiğini düşünüyoruz, neyi talep ediyoruz, neyi bekliyoruz, bunu da söylemek durumundayız. Ben bunu söylediğim zaman şöyle bir tepkiyle karşılaşabiliyorum. Örneğin bir, ‘‘Cumhurbaşkanı’nın ya da Sayın Kılıçdaroğlu’nun şöyle yapması lazım, şöyle yapmalı’’ dediğim zaman tipik şöyle bir tepkiyle karşılaşıyorum: ‘‘Hocam çok iyimsersin, yapmaz o onu, niye bunu söylüyorsun, yapmayacaktır, yapmaz zaten.’’ Bunu aslında ben enteresan buluyorum, bu tepkilerin kendisini de. Çünkü mesele burada ben o talepte bulunduğum kişinin bunun yapacağını düşünüyorum, tahmin ediyorum ya da tahmin etmiyorum meselesi değil. Biz neyin doğru olduğunu, neyin olması gerektiğini, neyi talep ettiğimizi söylemek zorundayız. Bunu ne kadar çok insan söylerse o zaman ‘‘ya olmaz’’ dediğimiz birtakım şeylerin de olması ihtimali belirir. Çünkü biz burada birer özneyiz. Birtakım yapılması gereken şeyleri siyasetçilerden, siyasal aktörlerden talep etme hakkımız var. Buna tabii devleti yöneten hükümet de dahil ama oy verdiğimiz partinin geçmiş ve mevcut yöneticileri, liderleri de dahil. Dolayısıyla ben öncelikle Sayın Kılıçdaroğlu’nun en kısa zamanda bu kurultay meselesi ile ilgili Sayın Hikmet Çetin’in yaptığı açıklamanın aynısını yapmasını ve partisinin ve ülkesinin çıkarları doğrultusunda bu olumsuz senaryoların önünü kesmesi gerektiğini söylüyorum. Bunu bekliyorum, bunu yapmalı. Yani şunu söylemeli: ‘‘Eğer bir yargı yoluyla geçmiş kurultayın iptal edilmesi, yok sayılması halinde ben hiçbir şekilde bu yolla genel başkanlığı kabul etmem. Bir kayyum atanması halinde de Hikmet Çetin’le birlikte kol kola gireriz ve bütün üyelerimizle, seçmenlerimizle birlikte partinin önünde durur ve koruruz’’ demesi gerekiyor. Doğru olan bu, bunu demeli. Deyip dememek tabii onun kararıdır. Fakat, eğer bunu yapmaz ve önünü kesmezse bu durumun, bir yargı kararı çıkar ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin meşru genel başkanı görevden alınırsa — Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir kimsenin malı değil, halkın, seçmenlerine ait, onun malı — dolayısıyla böyle bir durumda ortaya çıkmış olan yeni yönetim boşlukta kalır. Yani desteği son derece zayıf bir konumda olur. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi bir bina değil, fiziksel varlık değil, aslında insanların inandığı, sahip çıktığı bir tüzel kişiliktir. O şu veya bu şekilde gerçek Cumhuriyet Halk Partisi olarak yoluna devam eder, hareket olarak devam eder, belki daha da güçlü olur. Ama iktidar açısından da bir amaç en azından belli bir süre için hasıl olmuş olur. Neden? Çünkü bu hiç kaçınılmaz bir şekilde elbette bir bölünme yaratır, bir zayıflama yaratır, bir karışıklık yaratır. Dolayısıyla bu gerçek muhalefetin olmaması, ertelenmesi amacına ulaşılmış olur. Bunu vurgulamak istiyorum. Şimdi bir konu daha…
Ruşen Çakır: Evet, ikinci bir şey daha dedin, ikinci bir nokta daha dedin. O nedir?
Murat Somer: Evet, ikinci de şu aslında. Burada gerçekten 19 Mart’tan beri başta Sayın Özel ve Ekrem İmamoğlu söz konusu olmak üzere gerçekten çok saygı duyulması gereken büyük bir performans gösterdiler, büyük bir başarı gösterdiler. Allah yardımcıları olsun, bu hiç kolay değil, bunu yapmak. Fakat burada bizim yapabileceğimiz katkı ve görevimiz aynı zamanda neyin yapılabileceği, yani bu emeklerin, buna tabii vatandaşlar, öğrenciler, herkes dahil, bir şekilde etkili olabilmesi için, amacına ulaşabilmesi için nelerin de yapılması gerektiğini saptamak, önermek. Şu ana kadar benim eksik gördüğüm ya da yapılırsa daha iyi olacağını ve yapılması gerektiğini düşündüğüm şey tam tekmil öncelikle bir siyasal durum saptaması henüz ortaya çıkmış değil, Sayın Özel’in konuşmalarında, Sayın İmamoğlu’nun açıklamalarında ya da Mansur Yavaş… Bu siyasal durum saptamasından da kastım şu: Neredeyiz şu anda? Yani içinde bulunduğumuz siyasal durumun aktörleri kimler? Bu aktörler ne istiyorlar, hedefleri ne, motivasyonları ne? İktidar ne istiyor, muhalefet ne istiyor? Dış konjonktür, iç konjonktür, bu değişik aktörler arasındaki güç dengesi ne, güç ilişkileri ne? Ve bunun sonucunda ülkenin durumu ne? Bir defa bunun, bu saptamanın bence çok ciddi bir şekilde yapılması lazım. Bir kilitlenme var, biraz önce bahsettiğim gibi. Biliyor herkes farkında ki iktidarı paylaşmak istemeyen, gitmek istemeyen ve devlet gücünü de elinde tutan bir iktidar söz konusu. Bunun karşılığında da pes etmeyen, havlu atmayan, demokrasiden vazgeçmeyen, muhalefetin varlığından vazgeçmeyen bir muhalefet söz konusu. Ama saha şartları da eşit değil. Peki buradan nereye gidilebilir? Ama böyle bir kilitlenme içerisinde de tabii ülke kaybediyor. Bu şekilde tam bir kazanan da yok aslında. Çünkü belki iktidar geri adım atmıyor çünkü hala iktidarda kalacak güce sahip olduğunu düşünüyor. Bunun önünde bir engel görmüyor. Ama öte yandan da ülkeyi iyi bir şekilde yönetmesi de mümkün değil. Ekonomiyi düzeltmesi mümkün değil ve toplumsal desteğini de kaybediyor sürekli olarak. Şimdi bu siyasal saptamayı yapmak ve bunun üzerinde de bir çıkış stratejisi, bir kazanma stratejisi toplumun önüne koymak gerektiğini düşünüyorum. Yani eğer durum buysa, siyasal durum buysa peki biz buradan nasıl çıkacağız, hangi yoldan çıkacağız? Nasıl bir yol planı olabilir? İktidardan ne talep edilebilir? İktidarın ne yapmasını istiyoruz? İktidar demokrasiye izin versin, hukuka izin versin. İstemiyor, yani izin vermiyor çünkü temel çıkarlarına aykırı olduğunu düşünüyor bunun. Dolayısıyla bir şekilde muhalefetin, iktidarın da kabul edebileceği bir talebi, yol planını ortaya koyması lazım. Tabii iktidarın da kabul edebileceği bir yol planı deyince gene aynı tepki tabii gelebiliyor insanlardan: ‘‘Bu çok iyimser bir şey değil mi? Bunu zaten iktidar yapmaz.’’ Aslında burada kastedilen yapmak istemediği. Yapmak istemiyor tabii ki. Ama böyle bir yol planını siz ortaya koyarsanız, doğru yerde durursanız, siyaset böyle bir şey, ondan sonra da bu bulunduğunuz yerin arkasındaki toplumsal direnişi de tabii devreye sokarsanız zaman içerisinde bu sizin yanınızda durmayan kesimler de size katılabilirler, onları da yanınıza davet edersiniz ve bir noktada iktidar da müzakere etmenin, böyle bir yol planının hem kendisi için hem de ülke için daha iyi olduğu noktasına gelebilir. Yani siyaset ve bu tür demokrasiye dönüş süreçleri hiçbir zaman sadece direnişle gerçekleşmez. Bir noktada mutlaka bir müzakerenin de ortaya çıkmasıyla olabilir.
Ruşen Çakır: Peki çözüm sürecine ne diyorsun? Orada da bir müzakere var ama pek görmüyoruz, açıktan pek cereyan etmiyor.
Murat Somer: Aslında burada bu bahsettiğim çıkış stratejisi, kazanma stratejisi dediğimiz zaman tam da işte oraya gelmiş oluyoruz zaten. Çünkü içinde bulunduğumuz siyasal durumu düşündüğümüz zaman bu kilitlenmeyi çözecek olan gelişmelerden bir tanesi DEM Parti’nin, Kürtlerin de bu demokrasi hareketinin bir şekilde parçası olması olacaktır. Yani çünkü şu anda iktidarın birtakım şeyleri hiç konuşmaya bile yeltenmemesi, düşünmemesinin bir nedeni bu çözüm süreci, çözüm süreci de demeyeyim, silahsızlanma süreci sayesinde DEM Parti’nin de bir şekilde onun yanında olduğunu düşünmesi ya da en azından muhalefetin yanında olmadığını düşünmesi. Ben yanlış anlaşılmak istemem, şu eleştirilere katılmıyorum, yanlış anlaşılmasın: DEM Parti iktidarla anlaştı, işte anayasaya evet diyecek, bu otoriter iktidarın bir şekilde bir parçası olacak, bunun bir dayağı, payandası olacak. Böyle bir şey söylemiyorum, böyle bir eleştiri getirmiyorum. Yani Kürtlerin, DEM Parti’nin bu kadar uzun süre hakikaten bu terörün, şiddetin etkisi altında yaşamış insanlar olarak barışın özlemini en yakından, yani hepimiz istiyoruz ama en yakından bunu tabii yaşamış ve özlemiş insanların şu anda böyle bir barış imkanına sahip çıkmaları son derece anlaşılabilir. Bu da işte bu bahsettiğim siyasal durum saptamasının bir parçası. Şu anda onlar hala bunu yapmaya çalışıyorlar. Bizim işte bu noktadan sadece barış sürecini değil aynı zamanda da demokratikleşmeyi müzakere edebileceğimiz bir noktaya gelmemiz lazım. Yani şu aşamada aslında muhalefet açısından da böyle bir şeyi talep etme imkanı ortaya çıkabilir. Çünkü iktidar kendi hedefleri açısından bir tür anayasa değişikliği yapmak istiyor. Bunun için de zaten DEM Parti ile bir anlaşma içerisinde olmaya çalışıyor. Öte yandan da biliyoruz ki gerçekten de dış koşullar da iç koşullar da şu anda hem bir imkan yaratıyor böyle bir silahsızlanma süreci için hem de bir gereklilik de yaratıyor. Çünkü bu sürecin bozulması da kimsenin çıkarına değil, ülkenin çıkarına değil. Çünkü bu süreç eğer başarısız olursa bu yeni bir şiddet, yeni bir savaş, çatışma anlamına gelir. Suriye hala son derece belirsizlik içerisinde olan bir komşumuz, bunun nereye gideceğini bilemeyiz. Dolayısıyla bunun, barışın sürmesi de herkesin aslında arzu etmesi gereken bir şey. Ama demokrasi ve hukukun olmadığı bir yerde de sürdürülebilir bir barışın ortaya çıkması mümkün değil. Dolayısıyla barış istiyoruz, iktidar da bunu istiyor; ama demokrasi hukuku ve hukuk onun işine gelmiyor. Muhalefet açısından ise en büyük ortak talebin bu olması lazım. Toplumun önüne şu alternatifi koymak gerekiyor: Siyasi rekabetin olmadığı bir Türkiye kimsenin yararına değil. Ne ekonomik haklarımızı bu şekilde korumak mümkün, ne en temel anayasal haklarımızı bu şekilde korumak mümkün, bu şekilde gerçek bir barışı tesis etmek mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye’nin bu kilitlenmeyi halkın hakemliğinde aşacağı bir sürece girmesi lazım. Bu, iktidar açısından da en ehvenişer bir alternatif olabilir aslında. Çünkü bu içinde bulunduğumuz kilitlenme onun için de tam anlamıyla kazandığı bir alternatif değil. Eğer böyle bir yola Türkiye girebilirse – ki bu Sayın Ekrem İmamoğlu’nun tutuksuz yargılanması ile başlayabilecek olan bir şey çünkü bu müzakereyi en yetkin bir şekilde yapabilecek aktörlerden bir tanesi de o zaten – işte orada siyasetin devreye girmesiyle birçok şey bu arada konuşulup anlaşılabilir. Yani belki birdenbire bir değişim, işte hemen demokrasi gelmez, hukuk gelmez. Dünyadaki örneklere baktığımız zaman da bunun bir zaman aldığını görüyoruz. Çünkü buradaki bütün aktörler, başta otoriter iktidar dahil olmak üzere, onlar da bu süreçte kendi temel çıkarlarını korumaya çalışıyorlar. Zaman alır, yavaş ve belli bir süreç içerisinde olur belki ama bu süreç içerisinde Türkiye kazasız belasız yeniden demokrasiye ve hukuka ve aynı zamanda barışa kavuşabilir.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Murat. İstersen noktayı koyalım, bir temenniyle bitirelim. Evet, bayağı uzun soluklu bir süreçten bahsediyorsun. CHP’nin ve toplumsal muhalefetin ana hatlarıyla başarılı olduğunu söylüyorsun ama çetin geçecek. O zaman birkaç ay sonra tekrar kaldığımız yerden sınav ne durumda diye devam ederiz seninle. Çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Özyeğin Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Profesör Murat Somer’le Türkiye’yi, ağırlıkla 19 Mart sürecini ve muhalefeti konuştuk. Çözüm sürecinden de bahsettik. Kendisine çok teşekkürler. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.