Türk siyasi tarihinde 2002 yılını aktörler dikkate alındığında bir dönüm noktası olarak tanımlamak yanlış olmaz. Çünkü o seçim siyasete iki yeni isim kattı… Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu… Erdoğan’ı her ne kadar İBB başkanlığından tanıyor olsak da Kılıçdaroğlu adını ne duyduk ne de gördük o güne dek, kendi halinde bir SSK müdürü olduğunu öğrendik sonradan.
2002 öyle bir tarih ki…
O tarihte siyasi yasaklı olan Tayyip Erdoğan’ın yeni kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye’nin birinci partisi olmuş, diğer partiler siyaset sahnesine veda etmişti…
Tayyip Erdoğan Hasan Celal Güzel’in siyasi yasağının kaldırılması emsal gösterilerek siyasi yasağı kalkınca, 9 Mart 2003’te yapılan ara seçimle önce Siirt milletvekili seçildi, 5 gün sonra Abdullah Gül’ün istifasını sunmasıyla başbakan oldu, bugün Cumhurbaşkanı.
Meclise girebilen iki partiden biri olan CHP ise sonraki yıllarda partiyi hem yaptıklarıyla hem yapmadıklarıyla daima gündemin ilk sırasına yerleştirecek olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu SSK’nın tozlu rafları arasından bulup çıkartıp milletvekili yapmış aynı yıl. 2019’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olana dek varlığından habersizdik yine de. O tarihte aldığı yenilgi, sonraki seçimlerde gelecek olanların habercisiymiş ama anlamamışız. Bizim yenilgi dediğimiz süreç, Kemal Kılıçdaroğlu’nun önenemeyen yükselişinin başlangıcıymış meğer. Bir yıl sonra kimsenin aklına gelmeyecek bir gelişmeyle Deniz Baykal’ın istifa etmek zorunda kalması ve CHP’nin başına geçmesi ile başladı her şey.
Kılıçdaroğlu “Mutlak butlansa, mutlak butlan” diyor
O gün bugündür, Erdoğan iktidarın, Kılıçdaroğlu da muhalefetin başında…
Daha doğrusu Kılıçdaroğlu hezimetle sonuçlanan 2023 seçimlerinin ardından harekete geçen değişim grubunun galip geldiği kurultaya kadar başındaydı. Ne olduysa o kurultayı kaybettiğinde oldu. Her şeyi içine sindirdi ama CHP genel başkanlığını kaybetmeyi hiç içine sindiremedi. Kurultay biter bitmez hemen kendisine bir ofis açtı ve o ofis bugün yaşananlara bakıldığında daha çok gölge genel merkez gibi faaliyet yürüttü. Adını koyalım, Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geçmekte ısrarlı, o ve çevresindekiler ısrarla o koltuğu geri istiyor ve bu uğurda gereken ne varsa yapmaktan çekinmiyor. “Mutlak butlansa, mutlak butlan” diyor, amaca giden yolda her şeyi mübah görüyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu ilk tanıdığımda yıl 2009’du. O tarihte il başkanı olan Gürsel Tekin ile il binasında yaptığım röportaj sonrası, Kılıçdaroğlu çıkageldi. Kadir Topbaş’a karşı yarışacağı ve 29 Mart 2009’da oyların yüzde 37’sini alarak kaybettiği seçim çalışmalarına yeni başlıyordu karşılaştığımızda. Doğrusu hakkında bildiğim tek şey aday olduğuydu. Bugün de yüzünden eksik etmediği gülümsemesiyle girdi kapıdan, yine bugün olduğu gibi sadece dinledi. O süreç CHP’ye “çarşaf açılımı” yaptırarak karşı mahallenin oylarına talip olan Gürsel Tekin ile yol arkadaşı olmasıyla noktalandı. Kılıçdaroğlu çok değil bir yıl sonra Deniz Baykal’ın kaset skandalının patlak vermesi üzerine istifa ettiği koltuğa olağanüstü kurultayda genel başkan seçilerek oturduğunda, Tekin de yanı başındaki yerini aldı ve CHP Genel Sekreteri oldu.
Kılıçdaroğlu belki de susarak konuşuyor
CHP Genel Başkanı olduğundan itibaren Kemal Kılıçdaroğlu’nun yakınlarının “genel başkanımız genellikle dinler, yorum yapmaz” sözleriyle tarif ettiği suskunluk, o zamanlar seviliyor, zaman zaman eline aldığı belgelerle ekranlara çıkıp rakiplerini sakin sakin köşeye sıkıştırması nedeniyle Kılıçdaroğluna “Sakin güç” yakıştırması yapılıyordu.
Suskunluğun, güç ile karıştırılmaması gerektiğini öğrenmemiz uzun sürmedi. 2023’te kaybettiği seçim sonrası KRT’de çıktığı bir yayında bizzat kendi ağzından dökülen “Sükut ikrardan gelir” sözleriyle öğretti Kılıçdaroğlu.
Onun yöntemi de bu, ikrar ettiğinde sükut ediyor, verecek cevabı olmadığında, yenildiğinde, kaybettiğinde susuyor hatta kayıplara karışıyor…
Kılıçdaroğlu’nun her suskunluğu, genellikle yeni bir sürecin ön hazırlık aşaması gibi. Adeta bir sonraki hamle için cephane topluyor. Şöyle ki; 2019’da İstanbul’u kaybettiğinde sustu…
Bir de baktık ki genel başkan olmuş. Peşi sıra da 2011 genel seçimleri yapıldı. Genel başkan sıfatıyla ilk kez sandığa gidecek olmasının estirdiği rüzgarı da arkasına alarak partisinin oyunu 5 puan artırdı.
“Tıpış tıpış sandığa gideceksiniz”
Sıra 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine geldi. Tüm itirazlara rağmen “Ekmek için Ekmeleddin” diyerek herkesi güldüren bir sloganla akıllara yer eden seçimde gelen tepkilere rağmen İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdi. Anketler CHP seçmeninin de bu ismin bir karşılığı olmadığını MHP tabanının ise yüzde 75 ile destek verdiğini gösterse de o ısrarından vazgeçmedi, hatta gelen tepkilere “Tıpış tıpış sandığa gideceksiniz” cevabını verdi.
Sonuç: Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetti. O tarihte istifasını isteyenlerin eleştirileri karşısında yine sustu.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına iktidarı desteklemek üzere getirildiği yazılıp çizildi, parti karıştı, Emine Ülker Tarhan istifa etti, parti içindeki tepkiler ayyuka çıktı. O da bu süre içinde olağanüstü kurultaya hazırlandı. Muharrem İnce ile yarıştığı o kurultaydan, aldığı 740 oyla güven tazeleyerek çıktı ve konu kapandı.
7 Haziran 2015 seçimlerinde CHP’nin oyu yüzde 24,95’e geriledi, o seçimde HDP yüzde 13,1 ile tarihindeki en yüksek oy oranına ulaştı…
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Örnekleri çoğaltmak mümkün…
2023 yılı seçimlerinde kurulan Altılı Masa mesela… Kendi başlarına yüzlerce seçim yapılsa bile bir milletvekilliği bile kazanamayacak ufak tefek partilere bol keseden dağıttığı ve bugün bir kısmı AKP saflarında yer alan vekiller bir yanda, Meral Akşener fiyaskosu, Ümit Özdağ ile yaptığı gizli mutabakat, seçim hezimeti sonrası gelen derin suskunluk vs. başka bir yanda…
Arada Kılıçdaroğlu’nun başarı hanesine yazılacak iki hamle var. Biri 2017’de MİT Tırları Davası kapsamında yargılanan CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun yirmi beş yıl hapis cezası alması alması sonrası başlattığı Adalet Yürüyüşü, diğeri de Ankara’da Mansur Yavaş ve İstanbul’da da Ekrem İmamoğlu’nu aday gösterdiği 2019 yerel seçimlerindeki başarı; yani İmamoğlu ve Yavaş sayesinde İstanbul ve Ankara’nın yıllar sonra CHP’ye geçmesi.
Kılıçdaroğlu’nun mirası
Adalet yürüyüşünde yaptıklarıyla, bugün ise Ekrem İmamoğlu ve CHP için yapmadıklarıyla tarihe geçecek
Berberoğlu için başlattığı Adalet Yürüyüşü’nde 25 gün boyunca 420 kilometrelik yolu arşınlayan Kılıçdaroğlu bugün partisinin cumhurbaşkanı adayı ilan edilen Ekrem İmamoğlu’nun tutuksuz yargılanması ve erken seçim çağrıları yapılan mitingleri doğru bulmadığını söylüyor.
Sayelerinde başarı öyküsü yazdığı iki büyükşehir belediye başkanına da, kendi partisinin genel başkanı Özgür Özel’e de sırt çeviriyor, çevirmekle kalmayıp mutlak butlan kararıyla partinin başına geçme ihtimaline bel bağlıyor.
O gün yaptıklarıyla tarihe geçmişti, ısrarında devam ederse bugün de yapabileceği halde yapmadıklarıyla tarihe geçecek.
Bu arada şunu paylaşmakta yarar var. Kılıçdaroğlu’na yakın çevrelerle yaptığım görüşmeler sırasında, henüz mutlak butlan talebi mahkeme tutanağına geçmediği halde, o çevredekiler Kılıçdaroğlu ile görüşen heyete söylediklerini harfiyen kendi görüşleriymiş gibi bana da aktarmıştı. CHP’nin önceki dönem TBMM Grup Başkan Vekili Engin Özkoç, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a söylenen “Ekrem İmamoğlu için yapılan mitingleri doğru bulmuyorum”, “Özgür Özel görüşmek isterse kendisi arar”, “Neymiş beni genel merkeze sokmayacaklarmış. Genel başkan neredeyse genel merkez orasıdır” cümlelerinin bu yanıyla gelen heyete söylenen sıradan sözler olmadığı anlaşılıyor. Kılıçdaroğlu’nun suskun suskun otururken, kurmay heyetiyle sürecin her hamlesini önceden şekillendirdiği, “mutlak butlan”ın talep olarak mahkeme tutanağına geçirileceği günün zamanlandığı, çalışma ofisinin boşuna kurulmadığı -ki o ofislerden Türkiye’nin diğer illerinde de açıldığı konuşuluyordu- daha da önemlisi kendi tabiriyle ortalık yangın yeriyken ağzını bıçak açmamasının nedeninin sükutun ikrardan geldiği anlaşılıyor…
O çevrelerden öğrendiğim ancak Kılıçdaroğlu’nun kendisi ile görüşen heyete söylemediği bir söz daha var; o da Kılıçdaroğlu’nun tek isteğinin “iade-i itibar” olduğu. Kurultayı kaybettiği için itibarının zedelendiğini düşünüyor Kemal Kılıçdaroğlu ve o kurultayı delegelerin iradesinin fesada uğratılması nedeniyle kaybettiğine inanıyor/inandırılıyor.
Kılıçdaroğlu için amaca giden yolda her şey mübah mı?
Belli ki ya kimse Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki iddianameyi kendisine okutmuyor ve iddianamedeki “duyduğum kadarıyla, öyle olduğunu sanıyorum, bana anlatılanlara göre” diyerek yapılan “döviz bürosu açtırdılar, para ve telefon dağıttılar” suçlamalarının kanıtlanamadığından haberi yok ya da haberi var ama “amaca giden yolda her şey mübah.”
Bu koşullarda yeniden CHP’ye dönen Muharrem İnce’nin de aday olduğu 36. Olağan Kurultayı’nın ardından sarf ettiği sözler üzerinden kurultay iptali istemesi hiç şaşırtıcı olmaz. Çünkü İnce de o tarihte kurultayda üzüntü verici olaylar bütünü yaşadıklarını söyleyerek Kılıçdaroğlu’na “Bir hata yapılıyor, insanlardan zorla imza alınıyor. Seni PM’ye alırız, seni belediye başkan adayı yaparız diyerek insanlar kandırılıyor. Bu olmasın” dediğini aktarmıştı.
Yazıyı düne kadar Kılıçdaroğlu’na her fırsatta “kaset komplosu ile iş başına gelen sözde genel başkan” diyerek çatan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın aynı Kılıçdaroğlu’nu farklı bir yere oturttuğuna dikkat çekerek tamamlayayım. Erdoğan dün “Bay Kemal” diyerek eleştirdiği Kılıçdaroğlu’nu “13 yıl önünde düğme ilikledikleri bir şahsa yaptıkları karşısında ürkmemek, hicap duymamak mümkün değil. Ne demişler? Bizans’ta oyun, CHP’de kavga bitmez” sözleriyle Özgür Özel’e karşı savunuyor.
30 Haziran’da görülecek kurultay davasından mutlak butlan kararı mı çıkar, mahkeme çağrıcı heyet mi oluşturur, davayı düşürür ya da ileri bir tarihe mi erteler, yaşayıp göreceğiz. Kemal Kılıçdaroğlu’nun önünde ise iki seçenek olduğu söylenebilir: Her koşulda “Kılıçdaroğlu” ismini tarihe yazdıracak olan iki seçenekten biri son ataklarıyla toplum desteğini arkasına alarak tarihindeki en yüksek oy oranına ulaşan CHP’nin kendisine uzattığı eli tutmak ve olası zaferde pay sahibi olmak. Diğer seçenek de partisinin tuzla buz olduğunu görmek için sabırsızlananların ateşine odun taşıyarak CHP’ye kolay kolay belini doğrultamayacağı bir darbe vurmak, partisini ve seçmeni bir kez daha hezimete uğratmak…
Bu tablonun değişmesi, Türkiye’nin tamamından helallik isteyen Kılıçdaroğlu’nun kendi partisiyle helalleşip helalleşemeyeceğine bağlı.