Onur Alp Yılmaz yazdı: Erdem atletik diye, ben neden köfteci açmak zorundayım?

Lemanyak tarzı mizahın en çarpıcı örneklerinden biri olan o meşhur dizinin ilk bölümünde Yılmaz’ın o meşhur serzenişiyle başlıyorum bu yazıya… Çünkü sanırım Kılıçdaroğlu’nun bize yaşattıklarını bu serzenişten daha iyi açıklayan bir cümle bulmak epey zor. O zaman bu noktada bir soruyla başlayıp onun cevabını vermeye çalışarak ilerleyelim: Son günlerde tartışıldığı gibi Kılıçdaroğlu Ak Partili mi? Elbette hayır.

Peki Kılıçdaroğlu ne yapıyor?

Kılıçdaroğlu, “biz fanilerin” anlaması zor olan bir şeyi yapıyor ve politikacı gibi davranıyor. Nitekim siyasetçileri “biz fanilerden” ayıran bu güç ve iktidar tutkusu, siyaset biliminin de temel tartışma konularından biri olagelmiştir. Öyle ki politikacıların güç arayışının nedenleri Machiavelli’den Weber’e kadar pek çok düşünür tarafından tartışılmıştır.

Sonuçta siyaset bilimciler, güç tutkusunu genellikle “statü, kontrol ve etki arzusu” ile açıklar. Kılıçdaroğlu’nun CHP’deki son hamleleri de bu teoriye adeta vaka incelemesi olacak bir zemin sunuyor. Kılıçdaroğlu, 13 sene içinde elindeki medya gücünden parti bütçesine kadar bütün imkanları kullanarak muhalefetin adeta komuta merkezi, anti-Erdoğanizmin karargâhı haline getirdiği partinin kaptan köşkünden indiği andan itibaren partisini yıpratma pahasına parti içi tartışmaların doğrudan ya da dolaylı olarak içinde oldu.

Anti-Erdoğanizmin karargahının kaptanlığından bu noktaya nasıl geldi hakikaten?” dediğinizi duyar gibiyim… İşte tam olarak bu nokta, “Biz faniler” ile siyasi elitler arasındaki farka işaret ediyor. İktidarın ekonomi, sosyal hayat vb. her alandaki uygulamalarından doğrudan etkilenen, mustarip olan bir muhalif için öncelik, iktidardan kurtulmakken; belediyelerden hazine yardımlarına kadar uzanan geniş bir açıdan düşündüğümüzde adeta zarar etme şansı hiç olmayan devasa holdingleri yöneten siyasi liderler için öncelik ise bu statülerini sürdürmektir. İşte, siyasetçilerin iletişim kampanyaları dolayısıyla onlarla duygusal ilişki kurmaya zorlandığımız için göz ardı ettiğimiz ve öfkeyle tepki göstererek “Ak Partili” etiketi bastığımız işin aslı budur. Siyasetçilerin ellerinde tuttukları mikro ya da makro iktidar gücünü aşan ahlaki bir değerleri yoktur.

Kılıçdaroğlu tüm bunları Ak Partili olduğu için yapmıyor

Başka bir ifadeyle, Kılıçdaroğlu tüm bunları Ak Partili olduğu için yapmıyor. Iskartaya çıkmış bir siyasi elit olarak önceliği Ak Parti’yi göndermek değil de bu pozisyonunu yeniden edinmek olduğu için yapıyor. Yani Kılıçdaroğlu’nun önceliği biz muhalif “faniler” gibi Erdoğan’ı oyun dışına çıkarmak değil, Kılıçdaroğlu’nu oyuna sokmak. Peki, ne yapmak gerekir? Burada ilk olarak Tanıl Bora’nın CHP’nin olağanüstü kurultayından hemen sonra bana sorduğu Kılıçdaroğlu’nun kurultayda aday olmamasını nasıl değerlendiriyorsun?” sorusuna verdiğim yanıtı hatırlatmam gerekir:

Aslında Pazar günü kurultayda ortaya çıkan tablo ya da Kılıçdaroğlu’nu dayanışma sandığına gitmek zorunda bırakan, “Aday değilim” açıklaması yapmaya zorlayan ve kurultaya gitmek zorunda bırakan şey de bu soruyla bağlantılı.

Ortaya çıkan durum, Kılıçdaroğlu da dahil siyasi elitlerin fazileti, diğerkamlığı, inanılmaz fedakârlıklarından ziyade toplumun aldığı inisiyatiften kaynaklandı. Toplum kendi gücünü öne çıkarttı asli özne olarak. Dolayısıyla Kurultayın sonucunu dayanışma sandıklarına gidenler, Saraçhane’ye gidenler belirledi.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Peki, İmamoğlu için dayanışma sandığına giden, ardından olağanüstü kurultaya da katılıp Özgür Özel’i alkışlayan Kılıçdaroğlu’nu o noktanın tam tersine getiren şey ne? Siyasetin toplumsal gücü üstünde hissettiği o günlerin geride kalması…

O yüzden Kılıçdaroğlu’nun “Mitingleri sonlandıracağım” açıklamasını yalnızca iktidarın işine gelen bir açıklama olarak okumamak lazım. Kılıçdaroğlu, 13 yıllık genel başkanlığında edindiği gücü bizzat hak arayışlarını “İktidara yarar” teziyle marjinalleştirmesinden aldı. Başka bir ifadeyle, kendisi genel başkanlık koltuğuna oturduğunda son derece dinamik olan muhalif toplumsal güçleri bastırarak onları sadece sandığa indirgenmiş demokrasiye razı olmaya zorladı. Toplumsal muhalefetin gücünü yitirmesiyle Kılıçdaroğlu’nun güç kazanması, kitlelerin umut bağladığı yegâne güç haline gelmesi eşanlamlı hal aldı.

Birbirine güvenmeyen aktörler

Bunun sonucunda toplumsal güçler ile kurumsal siyaset birbirine güvenmeyen iki aktör haline geldi. Siyasetçilerin ensesindeki toplumsal baskının çökmesiyle beraber toplumsal muhalefetin gerçekleriyle siyasi elitler arasındaki makas günden güne açıldı. Başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP’li siyasetçiler, kutuplaşmanın yarattığı konforla bir belediye başkanının gözümüzün içine baka baka normal bir şeymiş gibi eşini milletvekili yapmasından, Cumhurbaşkanı adayı tercihine itiraz edenlere “Tıpış tıpış sandığa gideceksiniz” hoyratlığına kadar yaşanan pek çok rezillikte dahi eleştiriden adeta bağışık kılındı.

İşte arzulanan yine böyle bir ortam. Yani toplumun edilgenleştiği, sayısı birkaçı geçmeyen siyasi elitlerin kayıkçı kavgasını bize yüksek ahlaki hikayeler olarak yutturduğu bir düzen. Hatta akademik dili bırakıp daha açık söyleyeyim… İstedikleri şey, kimliklerin tanındığı, ancak demokrasinin olmadığı Putin rejiminin başlangıç aşaması gibi bir rejim. Her kimlik adına birinin rejimin sahibiyle muhatap olduğu bir nokta. İşte bu yüzden Erdem atletik diye, köfteci dükkanı açmak zorunda kalmak istemiyorsak, en az Erdem’le mücadele edecek kadar atletik olmak zorundayız. Yani, siyasetçilerin koltuk sevdaları yüzünden askerlik süremizden yaşam biçimimize, temel haklarımızdan refahtan aldığımız paya, mülksüzleşmemizden yoksullaşmamıza kadar yaşadığımız şeylerin mukadder olmasını istemiyorsak, onlara toplum olduğumuzu yeniden hatırlatmak zorundayız. Onların devasa bütçelerden, kurdukları çıkar ağlarından ve iletişim kampanyalarından aldığı gücü dengelemek için elimizdeki yegâne araç, bir araya geldiğimizde oluşturduğumuz güçten başkası değildir.