Ankara Söyleşileri (4) | Murat Karayalçın anlatıyor: SHP’nin Kürt raporundan yeni çözüm sürecine

Ankara Söyleşileri’ne Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) Genel Başkanlığı, Devlet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı görevleriyle son yarım asrın siyasetinin hem tanığı, hem de önemli bir aktörü olan Murat Karayalçın ile başlıyoruz. CHP’yi başarılı buluyor mu, Özgür Özel’den razı mı, Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını nasıl değerlendiriyor, Kürt sorununun çözümü konusunda ne öneriyor? Karayalçın’ın hepsine cevabı söyleşimizde…

Murat Karayalçın

Ankara Cinnah Caddesi’ndeki çalışma ofisinde Murat Karayalçın ile sohbete iki Mülkiyeli olarak başladık. Yaşamına dair bilinenler, bilinmeyenler, yakın siyasi tarihten hatırlananlar ile unutulanların yanı sıra yeni çözüm sürecini, CHP’nin kurultay davasını, Ekrem İmamoğlu’nun tutukluluğunu ve daha pek çok şeyi Karayalçın ile konuştuk.

Mülkiye: Karayalçın’ın hayatında da, Cumhuriyet’in inşasında da derin izler

  • Siyasetin her kademesinde çok çeşitli ve büyük sorumluluklar üstlenseniz de en çok Ankaralılar için iz bıraktınız. Ankara Söyleşileri’nin ilkini sizinle gerçekleştirmek anlamlıydı ancak bir Mülkiyeli olarak kendime de küçük bir “güzellik” gibi düşünmüş olabilirim. Çok kısaca bunu sorarak başlayayım, Mülkiye hayatınızın neresinde? Ve elbette Cumhuriyet’in neresindeydi, şimdi neresinde?

Ben okuluma çok bağlıyım. Çok önemli bir dünya görüşü kazanarak Mülkiye’den ayrıldım. Çok önemli dostluk birikimi sağladım. 1968 mezunları olarak biz olabildiğince bir araya geliyoruz, birbirimize sahip çıkıyoruz. Mülkiye, Cumhuriyet’in temel değerleri açısından çok önem taşıyan bir kurum. İmparatorluk döneminde kurulmuş ve çok önemli hizmetler vermiş ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması, uluslaşması, varlığını sürdürmesi açısından Mülkiye’nin çok kilit bir rolü olduğunu düşünüyorum. Bu herhalde çok iyi tanımlanamayan, daha doğrusu somut biçimde tanımlanamayan ama öğrencilik döneminde etkileşim içinde Mülkiyelilerin kazandığı toplam birikimin ifadesidir.

Sen de iktisatçısın, iktisatta vardır öyle şeyler. Bir şeyleri tanımlarsın, bir de geriye “bakiye” diye bir şey kalır. Yabancıların “residual” dedikleri şey. Onu tanımlayamıyorsun ama öyle bir şeyin olduğunu da biliyorsun. Mülkiye için de aynı şeyi söylüyorum. Somut biçimde tanımlayamıyorum ama çok etkili bir birikim olduğunu biliyorum. Bu birikim, Türkiye’nin çağdaşlaşması için, Cumhuriyet’in temel değerlerinin korunması için yaşamsal bir birikim. Bunun böyle devam edeceğine inandığımı da söyleyeyim. Çünkü zaman zaman “Eskiden şöyleydi böyleydi” dersin ama sonra yeni dönemde de böyle olduğunu bir takım olaylar sana gösterir. Mülkiye bu işlevini, öz görevini sürdürecektir inancını taşıyorum.

Mülkiye’nin Ankara’ya gelmesi ayrıca önemli, başkentte olması gerekir böyle bir okulun. O nedenle sevgili önderimiz Ankara’ya getiriyor. Ankara’da da böyle bir okul açılabilirdi ama hayır, o okul trenlerle Ankara’ya taşınıyor. Kapatılmaması ya da İstanbul’da kendi haline terk edilmemesi, tersine Ankara’ya getirilmesi ve Cebeci yerleşkesinde yer verilmesi; bence bizim kuruluşumuzdan itibaren taşıdığımız misyonun, öz görevin Atatürk ya da Cumhuriyet yönetimi tarafından da ne denli yüksek düzeyde takdir edildiğinin bir göstergesi. Mülkiye’nin Ankara’ya tabii ki çok katkısı olmuştur. Yetiştirdiği, mezun ettiği değerlerle, İnek Bayramı’yla, Cebeci’yi şenlendirmesiyle, tiyatrosuyla, Ankara’nın kültür yaşamında Mülkiye’nin önemli bir yeri olmuştur.

1859 yılında İstanbul’da kurulan Mülkiye 1936’da trenle Ankara’ya uğurlanırken…
Murat Karayalçın anlatıyor: 1859 yılında İstanbul’da kurulan Mülkiye 1936’da trenle Ankara’ya uğurlanırken…

Bizim okulda özel tiyatro vardı, çok da başarılıydı. 1968’de mezun oldum. 1989’da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olduğumda bizim Mülkiye tiyatrosundan edindiğim gözlemlerden hareketle, Ankara’daki amatör ve özel tiyatrolara belediye başkanı olarak sahip çıkacağımı programımda vaat ettim. Hatta Ankara Sanat Tiyatrosu’nun o zaman için çok büyük bir borcu vardı, belediye olarak karşılayacağımızı söyledim. Benim okuduğum 64-68 yıllarında John Baez bizim sevdiğimiz bir sanatçıydı. Vaat ettiğim şeylerden bir tanesi de John Baez konseriydi, 1989 Haziran’da John Baez bizim daha sonra “Hipodrom konserleri” diye sürdürdüğümüz etkinliğimizin ilk konserini verdi. Hipodrom konserleri, kültür sanat etkinliklerinin halklaştırılması, sokağa taşınması açısından çok ciddi olarak değerlendirildi. Ankaralılar çok önemli sanatçıları dinlediler.

Turancılıktan SHP Genel Başkanlığına

  • Gençlik yıllarında Yeniden Milli Mücadele Hareketi’nde yer aldı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarında sağ öğrencilerin kurduğu Hür Düşünce Kulübü’nde yer aldı. Aynı grubun içerisinde daha sonra rakibi olacak Melih Gökçek de bulunuyordu. Siyasi yaşamınızın “antikomünist, İslamcı” gençlik örgütlerinde böyle başladığı aktarılıyor.

Bu doğru değil. Ben Mülkiye’ye gelmeden önce Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ni kazanmıştım. ODTÜ Hazırlık Okulu’nda bir yıl okudum. Hazırlık Okulu öğrenci temsilcisiydim. Bozkurtların Ölümü romanını okumuştum ve kendimi Turancı olarak görüyordum. Yakamda da bozkurt rozeti vardı. Ben bunun böyle bir siyasi mesaj olduğunu da hiç bilmiyordum. Hatta Kemal Kurdaş “Uygun bir dille söyleyin de rozetini çıkarsın” demiş ana kademe yönetim kurulundaki arkadaşlara. Ben çok sinirlendim, “Niye çıkartacağım” dedim, çıkarmadım.

Mülkiye’ye girdiğimde de aynı duyguları taşıyordum. Hür Düşünce Kulübü yönetiminde olmadım. Kulübün başkanı Hasan Celal Güzel benim sınıf arkadaşımdı. Çok sevdiğim bir arkadaşımdı, şimdi de rahmetle ve sevgiyle anıyorum. Ben 3. sınıfta Öğrenci Derneği Başkan Adayı oldum. Mahir Çayan çok yakın arkadaşımdı. Mahir o zaman Fikir Kulübü Başkanı’ydı. Fikir Kulübü’nün bir adayı vardı, Uluç Gürkan adaydı, bir de ben adaydım. Beni Hür Düşünce Kulübü destekledi, doğru. Hasan çok da çaba harcadı, hatta birkaç pantolonu afişlerimi asmak için ağaca çıkarken yırtıldı, onu da hatırlıyorum. O kadar. Yani benim böyle yeniden milli mücadele gibi şeylerle hiç ilgim olmadı. Sadece Turancıydım, kendimi böyle görüyordum.

Ama Turancılığın doğru olmadığını, Atatürk milliyetçiliğinin doğru olduğunu Mülkiye’de anladım. Mülkiye’de okuduğum kitaplarla sol düşünceyi benimsedim. Atatürk milliyetçiliği anlamında bir milliyetçi düşünceyle sol düşüncenin birbiriyle çelişir düşünceler olduğu kanısında değilim. Bu kullanılıyor, duyuyorum ama hiçbir şekilde doğru değil. Melih Gökçek’le de öyle bir ilişkim olmadı. Zaten Melih Gökçek bizim okuldaydı ama sonra atıldı. Benim bildiğim not tutturamadığı için okuldan çıkarıldı.

  • Böyle bir siyasi çizgiden SHP Genel Başkanlığına uzanan yolculuğunuzu soracaktım aslında. Siyasete aktif girişiniz 1989’da belediye başkanlığı adaylığınızla diye biliyoruz ama nasıl geçti o yolculuk?

Benim ailemde siyaset hep başta gelen konu olmuştur. Ben Ankara’da büyüdüm. Dedem Yargıtay 1. Daire Başkanlığı’ndan emekliydi. Amcam Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğretim görevlisiydi. Demokrat Parti döneminde 10 yıl bakanlık yapmış Tevfik İleri benim aile büyüğümdü. Babam da Samsun’daydı ve CHP il başkanıydı. Siyasete oradan hep ilgi duydum. Samsun’dan milletvekili olmayı düşünüyordum, babamın katkısıyla. Fakat babamı bir trafik kazasında kaybettim. Dolayısıyla babamın yardımıyla Samsun’dan günün birinde milletvekili olurum umudum da böylelikle sönmüş oldu. Devlet Planlama Teşkilatı’ndayken kırsal alanla ilgili çok çalışma yapıyordum. Bir gün bir genç geldi. Kendisini CHP Gençlik Kolları Yönetim Kurulu üyesi olarak tanıttı, Ziraat Fakültesi öğrencisi olduğunu söyledi. Beni Köylü Derneği Başkanı Rahşan Ecevit ile tanıştırmak istediğini söyledi. 1976’da Rahşan Hanım’la tanıştık. Sonra Rahşan Hanım beni Bülent Bey’le tanıştırdı.

Ben Planlama’dan bir bursla yüksek lisans yapmak üzere İngiltere’ye gönderildim. Bülent Bey ile tanıştıktan bir-iki gün sonra gittim. 1977 Kasım’da döndüm, o sırada 3. Ecevit Hükümeti kuruldu ve bana bir gün Köyişleri Bakanlığından bir telefon geldi. “Bakan sizi davet ediyor” dediler. Bakan Ali Topuz’du, bana müsteşar yardımcılığı teklifinde bulundu. Bu hiç beklemediğim bir şeydi. Planlama uzmanlığından birdenbire bürokrasinin tepe noktalarında bir teklif almak çok heyecan vericiydi, şaşırtıcıydı. Benim adımın Göreme Sokak’tan, yani Rahşan Hanım’ın çevresinden geldiğini söyledi ya da hissettirdi. Yani siyasete asıl girişim öyle oldu. Bu siyasi bir görev değil ama siyasi yönü çok güçlü olan bir görevdi.

O sırada Ankara Belediyesi Batıkent Projesi’ni geliştirmeye çalışıyordu. Batıkent Konut Üretim Yapı Kooperatifleri Birliği’nin (Kent-Koop) kurucuları arasındaydım. 1979 Kasım’ında Bülent Ecevit istifa etti. Ben DPT’ye döndüm. Ecevit Hükümeti’nde görev almış 72 arkadaş olarak bizi attılar Planlama’dan. Ben Kent-Koop’a geçtim, orada mali sekreterlik, genel sekreterlik yaptım. 12 Eylül askeri darbesi seçilmişlerin tümünü görevden aldı. Ankara Belediye Başkanı da olan Ali Dinçer 1981 yılında yaptığımız genel kurulda ayrıldı, ben de Kent-Koop Genel Başkanı seçildim.

1982’de siyasi partiler yeniden kurulmaya başladı. Erdal İnönü bana SODEP kuruculuğu teklif etti. Ben bu projeyi yönettiğim için kabul etmedim. 1984’te belediye seçimlerinde SODEP’ten aday adayı olduğumu ilan ettim. Büyükşehir yeni kurulmuştu, Anavatan Partisi bana Büyükşehir Belediye Başkanı adaylığı teklif etti ama kabul etmedim. Sonra Erdal Bey Vedat Dalokay’ın aday olmasına karar verdiğini, benim de ona yardımcı olmamı istediğini söyledi. Anavatan Partisi teklifini yineledi, “Bak senin partin seni aday yapmadı. Biz bu seçimi kazanacağız, sen gel bizim adayımız ol” dedi. Yine kabul etmedim. Biz seçimi kaybettik, Anavatan kazandı. Turgut Özal başbakandı. Bir ay sonra Toplu Konut İdaresi başkanlığını teklif etti, TOKİ yeni kuruluyordu. Kabul etmedim, “Ben solcuyum” dedim. (Gülerek anlatıyor) Turgut Bey de dedi ki, “Ne olursan ol, senin sağına soluna bakmıyorum. Bu işi yapıyorsun. Gel bizim burada yöneticimiz ol.” Bunu da kabul etmedim.

Bu arada biz Birleşmiş Milletler’in Dünya Konut Yılı Ödülü’nü aldık. The Economist dergisinde çıkan ilana başvurduk. Önce proje kağıt üzerinde değerlendirildi. Sonra da gelip bizi ziyaret ettiler, yerinde bilgi aldılar ve biz birinci olduk. Olağanüstü bir şeydi bu. 1986 Kasım’ında Prens Charles ödülü verdi. 1989 yılında tekrar belediye seçimi yapılacaktı. Ön seçime girdim ve ön seçimi çok açık arayla kazandım. SHP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı oldum. Bundan sonrasını biliyorsunuz zaten.

Prens Charles'tan ödül aldıkları anın fotoğrafı Karayalçın'ın ofisinde
Prens Charles’tan ödül aldıkları anın fotoğrafı Murat Karayalçın’ın ofisinde

SHP’nin Kürt sorunu raporunun yankıları

  • Bir yerel yöneticiydiniz ama yine de sizi SHP’li kimliğinizle biliyoruz. Özellikle şu sıralar Kürt sorununun çözümü meselesinde SHP’nin 1989 raporu sıklıkla gündeme geliyor. Rapor “Halkın, etnik ayrıcalıklara dayalı silahlı mücadelenin içinde yer almaması terörü önlemede en önemli dayanaktır. Bu nedenle halka sahip çıkmak zorundayız” perspektifiyle bir demokratikleşme paketi sunuyor. Demokrasi vurgusu yüksek, güvenlikçi tedbirler önermeyen, eşit yurttaşlık haklarını “taviz” olarak görmeyi reddeden bu rapor, o günün koşullarında nasıl yankılandı?

Biz SHP olarak çok önemli bir yurt görevi, demokrasi ve yurttaşlık görevi yaptık. Ben sık sık hem belediye başkanlığım sırasında, hem SHP Genel Başkanlığım sırasında iki soruyla muhatap olmuştum. Şu sıralarda da muhatap oluyorum. “Sen Rizeli’sin, sana ne” ya da “SHP, CHP devleti, Cumhuriyet’i kurmuş parti. Nasıl oluyor da bunları söylüyorsunuz?” soruları soruluyordu. Ben de diyordum ki, “Haklısın, ben Rizeli olduğum için bununla ilgileniyorum. Onu bir görev olarak alıyorum. Çünkü bu ülkenin yurttaşlarının bir bölümü.“

“Bizim sorunumuz var” diyorsa, bize düşen o sorunu dinlemek, o sorunun çözümüne katkıda bulunmak olmalıdır. Karadenizliler kendilerine “Hep biz ülkenin çimentosuyuz” derler, öyle lafla olmuyor bu iş. Sahiplenmen lazım, katkıda bulunman lazım” diyordum. Bu devleti kuran parti meselesinde de “Devleti, Cumhuriyet’i kurduğumuz için buna sahip çıkıyoruz” diye yanıt veriyordum. Hâlâ da o yanıtlarımın doğru olduğuna inanıyorum.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

SHP çok ağır suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Ben bir ara CHP’den ayrıldım, ikinci kez SHP’yi kurdum 2002’de. Erdal Bey 1991 seçimlerinde HEP’le işbirliği yaptı, daha doğrusu HEP bizim listemizden milletvekili oldu. Ben de 2004 seçimlerinde HADEP’le işbirliği yaptım. HADEP bizim listemizden belediye başkan adayı, belediye meclis üyesi adayı çıkarmıştı. Şimdiki moda deyimiyle söylüyorum, hem Türkiye İttifakı, hem kent ittifakı yaptık. 90’lı yıllarda çok ağır, vatan hainliğine kadar giden suçlamalarla karşı karşıya kaldık. Daha sonra da bu sürdü. Ama şimdi gelinen noktada SHP’nin 1989 raporunun öngörüsünün, iletilerinin ne kadar doğru olduğu çok açık olarak ortaya kondu. Keşke o rapor o tarihlerde önemsenseydi, ciddiye alınsaydı. Keşke onun gereği o tarihlerde yerine getirilseydi. O kadar çok insanımızı keşke kaybetmeseydik. Demokratikleşme doğrultusunda keşke o zaman adım atabilseydik.

  • Yeni çözüm sürecinde hem İmralı, hem de DEM Parti zaman zaman Turgut Özal’ın başbakanlığı ve ardından cumhurbaşkanlığı dönemine ve ani ölümüne atıf yapıyor. Sizce sahiden Özal ölmeseydi, Kürt sorunu Türkiye’nin yarım asrına yayılmadan çözülebilir miydi?

Öyle bir bağlantı bilemem, kuramam. Ama biraz önce dediğim gibi eğer bizim bu çalışmamızın gereği yerine getirilseydi, bu ciddiye alınsaydı, tartışılsaydı ben içtenlikle o büyük kayıpları, iktisadi kayıpları ve ondan çok daha önemlisi insan kayıplarını yaşamazdık, o moral bozukluklarını yaşamazdık diye iddia ediyorum.

Deniz Baykal CHP’sinin tasfiye dalgasına tepkiyle yeniden SHP

  • 12 Eylül darbesinden sonra CHP kapatılmış ve 1985’te kurulan SHP ile pek çok isim siyaset sahnesine dönmüştü. Ancak kapatılan partilerin açılmasına izin veren yasayla CHP 1992’de yeniden kuruldu, 1994 yerel seçimlerindeki yenilginin ardından 1995’te sizin genel başkanlık döneminizde SHP ve Deniz Baykal’ın genel başkanlığını yürüttüğü CHP, CHP çatısı altında birleşti. Bugün seçim yenilgileri partileri bölerken o dönemde nasıl birleştirdi?

O dönem CHP yönetimi bizim “Seçimlere birlikte girelim” çağrımıza olumlu yanıt vermedi. Biz Ankara’da altı belediye başkanlığı kazanmıştık. CHP açıldığında belediye başkanı arkadaşlarımızın bazıları oraya geçmişlerdi. Ben 1993 Eylül’ünde genel başkan oldum. Seçime gidiyoruz, anketler yaptırıyoruz. Bölünmenin yaratacağı olumsuzlukları görüyordum. 1989 seçimlerinde Kürtler, sosyalistler ve CHP, SHP içindeydi. Fakat 1994 seçimlerine giderken Kürtler, sosyalistler, CHP ayrıldı, bir tek SHP kaldı. Anketlerde bu bölünmüşlüğün olumsuz sonuçları da görünüyordu. O nedenle ben CHP’ye geçen belediye başkanlarına dedim ki, “Deniz Bey’le görüşün, seçime birlikte girersek kazanıyoruz. Birlikte girelim, kazanalım, siz yine gidin CHP’ye.” CHP yönetimi kabul etmedi, ayrı girdik. Ankara’da bizim adayımız Koray Göymen, CHP’nin adayı da Ali Dinçer’di. Dinçer 33 bin oy aldı, Göymen bin 200 civarında oyla kaybetti yanlış hatırlamıyorsam. Aslında seçimi Refah Partisi kazanmadı, bölünmüşlüğümüz nedeniyle biz kaybettik. Öyle olunca yeniden bir araya gelinmesi pratik zorunluluk olarak gündeme geldi. SHP ve CHP olarak görüşmeler yaptık ve iki partiyi birleştirdik.

İki partinin birleşme çalışmaları sırasında ben birleşmenin mekanik değil, ideolojik bir çerçeveye oturtulması gerektiğini söylüyordum. Dünya solunda çok önemli bir tıkanıklık yaratan postfordist üretim fonksiyonu döneminin getirdiği darboğazlarla ya da yeniliklerle baş edebilmek için bizim bir ideolojik çerçeveyi yurttaşlarımıza sunmamız gerekirdi. Aralık 1995 genel seçimlerinde yüzde 10,7 ile zar zor Meclis’e girebildik, Deniz Baykal kurultay çağrısı yaparken “Yeni bir şey yapalım” dedim ve bana göre Türkiye solunun çok önemli bir proje çalışmasını başlattık. Sosyal Demokrat Düşünce Atölyelerini kurduk. Bu müthiş bir çalışmaydı. Üç yıl, yaklaşık üç bin kişi bu atölyelerde çalıştık.

Deniz Baykal yeniden geldi 2000 Eylül’ünde ve partide müthiş bir tasfiye başladı. Bir gün benim evimde Erdal İnönü, Altan Öymen, Hikmet Çetin, Cezmi Kartay ve ben bu tasfiyeler üzerine ne yapacağız diye bir toplantı yaptık. Çok tarihi bir toplantıdır. Bir mektup yazdık Deniz Bey’e, tasfiyelerin durdurulması için. Ama bunu basına vermedik. Cezmi Bey en büyüğümüzdü, arabayla Deniz Bey’e götürdü. Deniz Bey okumamış mektubu, belki sonra okuyacaktı. “Teşekkür ederim” demiş. Cezmi Bey geri geldi. Biri “Bunun gereği yerine getirilmezse ne yapacağız” diye bir soru sordu. Kim sordu bilmiyorum. Erdal Bey “Ben istifa ederim” dedi. “Ben de istifa ederim” dedim. Başka da bir ses çıkmadı zaten. Önce Erdal Bey, sonra ben istifa ettim ve ikinci SHP dönemini başlattık.

Yeni çözüm süreci iktidarın tuzağı mı?

  • Konuyu günümüz siyasetine şu an gazeteciler olarak bizim de, siyasetçilerin de en uzun mesaisini alan yeni çözüm süreci ile getireyim. CHP’nin yeni çözüm süreci için Meclis’te bir komisyon kurulma önerisi ve bu komisyona katılma iradesi başından beri vardı ancak son günlerde katılmaması yönünde çağrılar gördük. Özgür Özel bu konuda oldukça net konuşuyor, “Bizim olmadığımız komisyondan korkun” diyor. CHP’nin sürecin parçası olması iktidarın tuzağı mı gerçekten, böyle bir tuzak varsa CHP yönetimi bunu göremiyor mu?

İktidar eminim bir tuzak düşüncesini taşımıştır, taşımaktadır. İktidardan bizimle ilgili maalesef hayırlı bir şey beklemiyorum. İktidar bizim genel başkanımızın siyasetin olağanlaştırılması çabalarına da olumlu yanıt vermedi. Bugün CHP siyasi tarihinin en talihsiz, en ağır dönemini yaşıyor. Tasavvur ediyor musunuz? Bir partinin cumhurbaşkanı adayı hapiste. Üç büyükşehir belediye başkanımız, yirmi belediye başkanımız, belediye meclis üyelerimiz, belediye yöneticilerimiz hapiste. Bu düşünülecek bir şey değil. Yüz küsur yıllık belediyecilik tarihinde böyle bir şey görülmedi.

İktidar her türlü şeyi düşünebilir. Biz tongaya basmayız, tuzağa düşmeyiz. Bu çok açık. Ama bu sürecin dışında da olmayız. CHP’nin bu süreçte yer almasının, ne olduğu tam olarak bilinmeyen, amacı Sayın Meclis Başkanı tarafından tam olarak tanımlanmamış bu komisyonun olumsuz bir işleyişe yönelmesinin önlenmesi açısından çok önem taşıdığını düşünüyorum. Zaten sen de söyledin, bizim önerimiz buydu. Uzunca bir süredir bunu seslendiriyorduk. Şimdi onun gereğinin yerine getirileceği bir aşamada “Hayır biz burada olmayız” diyemeyiz. CHP’nin cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkması konusunda hiç kimse bir tereddüt taşıyamaz. CHP’nin üniter devlet, ulus devlet inancını kimse sorgulayamaz. O nedenle kaygı olarak dile getirilen şeylerin doğru olmadığını düşünüyorum. Aslında o kaygıların giderilmesinin güvencesi olarak CHP’nin orada yer almasının uygun olacağını düşünüyorum. Zaten Sayın Genel Başkanımız da bunu ifade etti.

  • Özgür Özel de, partili kurmaylar da sıklıkla 1989 raporuna atıfla CHP’nin Kürt sorununa yaklaşımında tarihsel tutarlılıktan söz ediyor. CHP bu tutarlılığı aradan geçen 35 yılda koruyabildi mi? KCK operasyonları döneminde veya HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılırken de CHP tutarlı mıydı?

Bizim dayanağımız birinci olarak Atatürk ilke ve devrimleridir. İkinci olarak sosyal demokrasinin temel ilkeleridir. Üçüncü olarak da Anadolu aydınlanmasıdır. Bu CHP’nin üçgeni. Bizim üç köşemiz var: Atatürkçülük, sosyal demokrasi ve Anadolu aydınlanması. CHP’lilerin bu üçgenin içinde olması lazım. Bu üçgenin herhangi bir köşesine yakın olabilirler, yeter ki bu üçgenin içinde olsunlar. Parti yönetimleri zaman zaman üçgenin değişik köşelerine yakın durmuş olabilirler. O da çeşitli yorumları, biraz önce senin yaptığın gibi yorumları beraberinde getirmiş olabilir ama bu üçgen içinde olduğumuz sürece biz tutarlıyızdır. Tutarlılığımızı koruruz. Her değerlendirmemiz, her uygulamamız için söylüyorum. Dolayısıyla CHP o tutarlılığını bence korudu. Ama ayrıntılarda tabii tartışmalar, değerlendirmeler yapılabilir. Bu da ayrıca ele alınabilir. Ana hatlarıyla söylüyorum bunu.

“Parti ne görev verirse” diyen Karayalçın, Özgür Özel’den razı mı?

  • Siz yıllarca siyasette çok aktif görevler aldınız ama Özgür Özel genel başkanlığındaki CHP ile genç kuşaklar sizi daha sık görmeye başladı. Nasıl bir ilişki kuruyorsunuz Genel Başkanla? Siz Özgür Özel’den razı mısınız?

Ben razıyım. (Gülüyor) Özel bir ilişki biçimi söz konusu değil. Sayın Genel Başkan çağırdığı zaman ya da soru sorduğu zaman, ben de çağrının ve sorunun gereğini yerine getiriyorum. Aslında aynı şey Kemal Bey için de geçerliydi. Kemal Bey zamanında da aynı şeyleri yaptık. Bir örnek vereyim, 2015 yılında Ankara’dan milletvekili olmaya hazırlanıyordum. Ankara’da belediye başkanlığı yaptım. Bir de Ankara’yı milletvekili olarak temsil etmeyi çok istiyordum. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul İl Başkanı olmamı istedi. İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı milletvekili olacağı için görevden ayrılacakmış. Benim İstanbul İl Başkanlığını üstlenmemi, geçiş döneminde olası sorunların yaşanmasını önleyebileceğimi düşünmüş. Benden böyle bir parti görevini üstlenmemi talep etti. Ben de memnuniyetle bunu kabul ettim ve gittim. Bir yıl İstanbul’da görev yaptım.

Bizim genel başkanlarımız bizim için çok önemlidir. Belki her parti için öyle ama CHP’nin genel başkanlarının konumu daha farklı. Ben Kemal Bey zamanında da böyle bir hizmet verdim. Bugün de aynı hizmeti veriyorum. Genel Başkanımızın talepleri olunca, o taleplerin gereğini yerine getirmeye çalışıyorum. Genel Başkanımızı başarılı buluyorum. Kendisine yardımcı olmaya çalışıyorum. Ayrıca Hikmet Bey’le birlikte Dış Politika Danışma Kurulu üyesiyim. O kurul üyesi olarak da yine partime hizmet ediyorum. Neresi gerekiyorsa, neresi olursa, nerede katkıda bulunacaksam bunu partim için memnuniyetle yaparım.

  • CHP geçtiğimiz ay 38. Olağan Kurultayına yönelik “şaibe” iddialarıyla açılan davayla tartıştırıldı, özellikle olası bir mutlak butlan kararında 7. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık görevine dönme ihtimali gündemi çokça meşgul etti. Hatta partinin bölüneceğini dahi iddia edenler oldu. Dava 15 Eylül’e ertelendi. Bu tartışmaları önümüzdeki ay da duyacağız gibi görünüyor. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz, kurultay davası nasıl sonuçlanır, CHP’de bir kırılma yaratır mı? Kılıçdaroğlu böyle bir mahkeme kararıyla eski görevine dönmeye şu anda da istekli midir?

Bilemiyorum, Sayın Kılıçdaroğlu için bir şey söyleyemem. Ama ben bu davadan hiçbir şey çıkmayacağı inancındayım. Zaten biz kurultayımızı başlattık. Yani davanın yeniden görüleceği sırada bizim kurultayımız ya yapılmış ya yapılmak üzere olacaktır. Bizim 2023 Kasım kurultayımızda oylamaya hile karıştırıldıysa, oylamaya hile karıştıranlar bulunmalı ve bunlar cezalandırılmalıdır. Bu ceza bireysel olarak onlara verilmelidir. Oylamaya hile karıştırıldı iddiasıyla CHP’nin zor günler geçirmesine neden olacak bir kararın alınması asla kabul edilemez. Ama karar ne olursa olsun biz bu yapımızı koruyacağız. Bu yönetim kadrosuyla devam edeceğiz. Ben bir yargı kararının bile bizim bu iktidar yürüyüşümüzün önünü kesemeyeceğine içtenlikle inanıyorum.

Son söz: “CHP boşa kürek çekmiyor, İmamoğlu cumhurbaşkanı olacak”

  • CHP, Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ve diğer tutuklular için 19 Mart’tan bu yana sokaktan çekilmedi. Diploması iptal edilen ve pek çok farklı davada hakkında siyasi yasak istenen İmamoğlu için yürütülen Cumhurbaşkanı adaylığı kampanyası CHP için boşa kürek çekmek mi? Partinin performansını sonuç alıcı buluyor musunuz?

Katiyen boşa kürek çekmek olarak görmüyorum. Müthiş bir süreç yürütüyoruz. Türkiye siyasi tarihinde görülmemiş işler yapıyoruz. Sayın Genel Başkanımızın dediği gibi, aslında miting yapmıyoruz, eylem yapıyoruz. Bu o kadar yoğun ki seçim dönemlerinde bile Türkiye’de herhangi bir siyasi parti haftada iki defa bu kadar okkalı miting yapamamıştır. Ben zaman zaman “Yahu acaba bir ara mı versek, bir mola verilse, bir dinlenme olsa” diye içimden geçiriyorum. Fakat sonra bir bakıyorum ki, o mitingde daha da büyük bir kalabalık geliyor. “Yahu Yozgat acaba nasıl olur” diye şöyle bir içimden hafif bir tereddüt geçiriyorum. Olağanüstü bir miting. Peki Bayburt? Ondan da olağanüstü bir miting. Aksaray? Dehşet bir miting yaptık.

Biz gerçekten iktidara yürüyoruz. Sevgili Ekrem İmamoğlu kardeşimizin, arkadaşımızın önünün kesilmesi son derece üzüntü verici bir şey. Bu an itibarıyla adayımız Ekrem İmamoğlu’dur. Ekrem İmamoğlu’nun önünü keserlerse, yeni bir Ekrem İmamoğlu çıkacaktır. Onun da önü kesilirse üçüncü, dördüncü Ekrem İmamoğlu çıkacaktır. Ve sonuçta adı ne olursa olsun, yeni İmamoğlu cumhurbaşkanı olacaktır.