İsmail Fatih Ceylan yazdı: Gece ağlayan gündüz gülen Enver Ören

Her cemaatin kendine ait bir mücadele tarihi var. Bugün TGRT televizyonu ve bir dönem 1.5 milyon gibi tiraja ulaşabilmiş Türkiye gazetesi ile tanınan, 22 Şubat 2013’te vefat eden liderleri Enver Ören’le anılan, İhlas Holding’le bilinen Işıkçılar cemaatinin tarihi de hayli ilginç.

Emekli albay, kimyager, yazar Hüseyn Hilmi Işık’ın soy isminden adını alan cemaati Şeyh Abdülhakim Arvâsî kurdu. Arvâsî’nin iki ünlü müridi vardı: Necip Fazıl Kısakürek ve Hüseyn Hilmi Işık. Necip Fazıl, zamanla bütün sağın fikir babası, şairi, üstadı olurken, Hüseyn Hilmi Işık cemaatin başına geçti.

Hayatı başarılarla ve ilklerle dolu yaşayan Hüseyn Hilmi Işık, bütün okulları birincilikle bitirmişti. İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ından esinlenerek Seadet-i Ebediyye kitabını yazdı ve bu eser cemaat derslerinde okutulmaya başlandı. Seadet-i Ebediyye kitabı, tekrar tekrar okunan, okutulan, girilmedik ev bırakılmayasıya gerekirse bedavaya dağıtılan en temel başucu eserdir. Hakikat yayınlarının ve Hüseyn Hilmi Işık’ın tanınan, bilinen diğer önemli kitaplarından bazıları, Nemaz Kitabı, Faideli Bilgiler, Eshab-ı Kiram, Cevab Veremedi’dir.

Damadı Enver Ören, bayrağı devraldığında öncelikle yayıncılık alanında faaliyet gösterecek, ticari başarılarla gazete, televizyon ve holding sahibi olarak, cemaatin hem patronu, hem lideri olarak tanınacaktı.

Tütün tarlasında soğanla ekmek yemek

Enver Ören 10 Şubat 1939’da Denizli Honoz’da dünyaya geldi. Çocukluğu tütün tarlalarında geçti. O günleri her zaman hatırlayacak, “En güzel yediğim yemekler tütün tarlasında soğanla ekmektir” diye anacaktı. İlk ve ortaokulu Denizli’de okudu. 15 yaşındayken 1954’te babasını kaybetti. Babasının ona iki vasiyeti vardı. Birincisi, ölüm ve delilik hariç namazlarını vaktinde kılması. İkincisi: Mutlaka bir fakülte bitirmesi.

En büyük hayali müzisyen olmaktı. Ortaokulda mandolin çalar, 25-30 öğrenciye mandolin dersi verirdi. Mozart’ın bestelerini ezbere bilir, arkadaşlarına öğretirdi.

Ancak babasının ölümünden sonra annesi okulu bırakıp bir yerde çalışmasını istiyordu. Enver Ören, bu dönemde okuldan kaçmaya başladı ama bazen de ağlıyordu. Arkadaşı sorduğunda, babasının “fakülte bitir” vasiyetini söyledi. O zaman arkadaşı Kuleli Askeri Lisesi’ni tavsiye etti. Okul İstanbul’daydı.

Postaneye gidip “Babam öldü. Okumak istiyorum. Beni okulunuza kabul eder misiniz?” diye telgraf çekti. Üç-dört gün sonra okuldan cevap geldi: “İlk kanaat notlarınızı gönderin.” Okuldan kaçmalar sebebiyle tarih dersi zayıf olduğu için bir zayıfla notları gönderdi. Kuleli’den, “Kırık notunuz olduğu için almamamız lâzım iken istisna olarak sizi kabul ettik” karşılığı gelince, Kuleli Askeri Lisesi’ne başlamış oldu. 28 Şubat’ın kudretli generali Çevik Bir sınıf arkadaşıydı.

Kuleli’de kimya hocası Yarbay Hüseyn Hilmi Işık’ı tanıması hayatında kader anlarından biriydi. Hüseyn Hilmi Işık bir gün derste, “Beylerbeyi’nde Fahri Hoca var. Cumartesi günleri saat dörtte sohbet eder, gidin, dinleyin” deyince sınıf arkadaşı Erol Güzey ile beraber gittiler. Okuldan sadece ikisi vardı. Fakat Hüseyn Hilmi Işık o gün oraya gelmemişti. Babası yeni ölen Enver Ören duygulandığı için Mevlidi dinlerken ağladı.

Birkaç gün sonra, iki sınıf yüksekte okuyan İsmail Silleli, Enver Ören’in yanına gelerek, “Hüseyn Hilmi Hocamız seni evine çağırıyor” dedi. Mevlitte Hüseyn Hilmi Işık’ın eşi, Enver Ören’in ağladığını görmüş, yaka numarasını alarak eşine söylemiş, hoca bunu duyunca öğrencisini çağırmıştı. Enver Ören, Zeki Celep ile birlikte Hüseyn Hilmi Işık’ın evine gitti. Hocası çay ikram etti, soba başında oturttu ve İmam-ı Rabbani’nin Mektubat kitabından okuyup ders yaptı. O güne kadar müzisyen olma hayali taşıyan Enver Ören, Hüseyn Hilmi hocasının cemaatinin talebesi oldu.

Kuleli’yi bitirdiğinde, Harbiye’ye gidecekti ancak babasının vasiyeti bir fakülteyi bitirmekti. Ama o yıl Kuleli’den üniversiteye geçmek kaldırılmıştı. O zamanın parasıyla iki bin lira okula tazminat öderse üniversiteye gidebilecekti. Parayı akrabalarından, arkadaşlarından denkleştirerek, İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi’ne girdi. Üniversiteye girdiği sene annesini Denizli’den getirdi. Beylerbeyi’nde bir eve taşındılar. 1961 yılında lisans öğretimini tamamladıktan sonra kazandığı NATO bursu ile bir buçuk yıllığına mesleki çalışmalar yapmak üzere Napoli’ye gitti.

Hüseyn Hilmi Işık’ın kızı Dilvin Işık ile 1968’de evlendi. 1970’de Ahmet Mücahit ismini verdikleri oğulları dünyaya geldi.

Napoli’den dönüşünde bir müddet öğretim görevlisi olarak üniversitede çalıştı. Bu görevi esnasında öğrencilere kendisini çok sevdirdi. Özellikle milliyetçi muhafazakâr öğrencilere yakın davranıyor, kendi ifadesiyle “kopya çekmelerine” göz yumuyordu. O günleri anlatırken, “Benim öğrencilerimden hiçbiri anarşist, solcu, komünist çıkmadı” diye bahsedecekti.

Fakat “anarşinin artması nedeniyle” öğretim görevlisi vazifesini sürdüremedi ve üniversiteden ayrıldı. Cemaat çalışmaları daha önemliydi. Üstadı Hüseyn Hilmi Işık’ın eserlerini basmak, yaymak, yabancı dillere çevirmek, maliyet fiyatına veya bedava dağıtıldığı için “kaynak bulmak” gerekiyordu. Ayrıca cemaatin sesi olacak bir yayın organına ihtiyaç vardı.

Hakikat gazetesinden Türkiye gazetesine

İlk başta Işık Kitabevi olan yayınevi Hakikat Kitabevi’ne dönüştürüldü. Hüseyn Hilmi Işık, talebesi Enver Ören’den gazete çıkarmasını istedi. 22 Nisan 1970’te “Hakikat” adıyla gazete yayımlanmaya başladı. Gazete ağırlıklı olarak, Hüseyn Hilmi Işık’ın fikirlerini yayarken, “mezhepsizlik-vehhabilik” çıkışlarıyla dikkat çekiyor ama geri kalan muhafazakâr kesimden büyük tepki alıyordu. Seyyid Kutup, Muhammed Abduh, Efgani, Mevdudi gibi dışarıdan isimlerin haricinde, Said Nursi, Mehmet Akif, kendi şeyhleri Abdülhakim Arvasi’ye bağlı olmasına rağmen Necip Fazıl ve Erbakan gibi Türkiye’de bilinen önemli isimler tarafından ağır sözlerle eleştiriliyordu.

Hele 1971 yılında Erbakan Milli Nizam Partisi’ni kurunca, o dönemde diğer cemaatler gibi en çok Erbakan’a düşman oldular. 14 Ocak 1971’de Erbakan’ı Necip Fazıl ile birlikte kumar masasına oturtan yarım sayfalık karikatür yayınladılar. Erbakan’ı vehhabilikle, Arap sermayesini temsil etmekle, Demirel’e destek veren İslami kesimle arasına nifak sokmakla, yeşil komünist olmakla itham ettiler.

Diğer İslami çevreler de onları “Hz. Ali’yi bile tekfir eden ‘Hariciler’ gibi olmakla, Vehhabilikle kafayı bozmakla, ‘Mason Demirel’i evliya gibi göstermekle” itham ediyordu.

Enver Ören şahıs olarak son derece güler yüzlü, herkesle cana yakın, tatlı dilli birisiydi. Kiminle tanışsa kendini sevdiriyordu. Gazetenin “dar çerçeveli, kapalı cemaat yayın organı” olmasını değil, “İslam’ı anlatmaktan taviz vermese de, geniş bir tabana hitap eden” yayın anlayışına sahip olması gerektiğini düşünüyordu. “Düşman üretmekle değil, dost kazanmakla” hizmet edileceği inancındaydı. “Severseniz sevilirsiniz,” diyordu. 30 Nisan 1972’de Hakikat gazetesinin adını değiştirdi ve gazetenin adı Türkiye gazetesi oldu. Bu değişiklikle Türkiye gazetesi, cemaatin fikirlerini yaymakla birlikte, daha güncel konulara da yöneldi.

1978’de Japonya’da katıldığı FIEJ Kongresi Enver Ören’in ve Türkiye gazetesinin kaderini değiştirecek bir kongre oldu. Orada tanıştıklarından, “dünyanın en çok satan ikinci gazetesi” olan Asahi Shimbun gazetesinin elden dağıtım sistemini öğrendi ve uygulamaya geçirdi. Her geçen gün abone olanlara, eve, dükkana gönderilen Türkiye Gazetesi, 1980’e kadar “akşam gazetesi” olarak yayımlandı. Belli bir noktaya geldikten sonra gündüz gazetesi oldu.

12 Eylül 1980 darbesi, sonuç olarak Turgut Özal’a ve muhafazakâr kesime yaradı. Ancak en çok fayda görenlerin başında Enver Ören ve Türkiye gazetesi geliyordu. Sağın en büyük gazetesi olan Tercüman, hâlâ Demirel’i tuttuğu için maddi manevi sıkıntılara maruz kalmıştı. Bunun yanı sıra, Kemal Ilıcak’ın eşi Nazlı Ilıcak çıplak kadınlarla dolu Bulvar gazetesini çıkarınca, sağ kesim Tercüman gazetesini âdeta gözden çıkardı. Gazetenin yazarları, adı pek bilinmeyen Türkiye gazetesine geçti. Ahmet Kabaklı, Ergun Göze, Yavuz Bülent Bakiler gibi sağın tanınmış yazarları Türkiye gazetesine geçince, bu gazetenin adı duyulmaya başlandı. 1982 yılında Türkiye Çocuk dergisi kuruldu.

Gazetenin diğer kadrosu iyi ücretlerle ağırlıklı olarak Tercüman, Milli Gazete ve Yeni Asya gazetesinden oluşturulmuştu. Türkiye gazetesinin 1990’lı yıllara kadar baş sayfayı ve manşetleri hazırlayan Milli Gazete’den gelme, daha sonra Akit’e geçecek olan Hasan Karakaya idi.

Kurduğu Anavatan Partisi ile tek başına iktidara gelen Turgut Özal ile tanışması Enver Ören’in ve Türkiye gazetesinin kader anlarından biri oldu. Bir zamanlar Demirel’i tutan Türkiye gazetesi, neredeyse Özal’ın gazetesine dönüşmüştü. Zaten Özal, kendi döneminde İslami çevrelere devletin imkânlarını sunan, onlara kredi veren bir başbakandı.

Altın Tebeşir, TGRT, İhlas Holding, İhlas Finans

Bu arada bir maden ocağı satın alan Enver Ören, “Altın Tebeşir” markasıyla tozsuz tebeşir üretti. Tozsuz tebeşirler, Türkiye’nin bütün okullarına satıldı. Bu tebeşirlerden gelen kazanç çok büyük boyutlardaydı ve İhlas Holding’in belki de temel sermayesini oluşturdu.

Bu süreçte yine Türkiye’nin her yerinde, ilçelere varıncaya kadar “Türkiye gazetesi büroları” açıldı. Bu bürolar İhlas ev aletleri satış yeriydi aynı zamanda. Türkiye gazetesi takvimleri, İhlas şofbenleri, Altın Tebeşir, pilli akapunktur âletleri vs. gibi çeşitli ürünlerin satıldığı mağaza gibiydi.

“Rehber Ansiklopedisi, Evliyalar Ansiklopedisi, Sevgili Peygamberim” gibi o zamana kadar verilmemiş kendi üretimleri promosyonlar, gazeteyi daha tanınır hale getirdi. Kasetlerde “Evliyaların hayatları” anlatıldı ve bu kasetler büyük ilgi gördü. 1985’te 119 bine çıkan tiraj, 1986’da 300 bine çıktı. Kendilerine özgü promosyon verdikçe, gazete hızlı tiraj artışını katlayarak sürdürdü. 10 Aralık 1989’da “stres bilezikleri” promosyonu verdiğinde, halk bu promosyonu çok sevdi ve gazetecilik sektöründe Türkiye’de kırılması zor bir rekora imza atarak Türkiye gazetesinin tirajı 1.424.350  net satışa ulaştı.

Seadet-i Ebediye yolunda yürüyen küçük bir cemaat, ülkenin en büyük gazetesini yayınlayan, pazarlamalarıyla ülkenin her yanında büyük dağıtım ağları kuran, İhlas Yuva ile inşaat sektörüne giren bir cemaatti. Artık sıra holdingleşmeye gelmişti. Herkesle çatışan, bu yüzden dar alanda kendi halinde kalan kapalı devre tarz artık eski dönemde bırakılmış, başka cemaatlerle polemiğe girmeyen, bütün Türkiye’yi kucaklayan, devleti ve iktidarı destekleyen anlayışa gelinmişti. Şimdi bunun semeresini görüyorlardı.

1993 yılı, bu cemaatin asıl zirveye çıktığı, en parlak dönemini yaşayacağı bir yıl olacaktı. İhlas Haber Ajansı’nı, TGRT FM radyosunu ve TGRT özel televizyon kanalını ardı ardına kurdular. İhlas Haber Ajansı, kısa zamanda en büyük ağa ve muhabire sahip haber ajansı hale geldi. Anadolu Ajansı’nın en büyük rakibiydi. TGRT FM ise evliyaların anlatıldığı, dini sohbetler yapıldığı, ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerine yer verildiği, Abdülhakim Arvasi’nin, Hüseyn Hilmi Işık’ın hayatlarının anlatılıp eserlerden bölümler okunduğu ilk İslami radyo olmuştu. Hele TGRT, “İslami televizyon kanalı özlemini” duyan geniş muhafazakâr kesim tarafından büyük rağbet görmüş, pek çok insan para, döviz, altın, bilezik hibe ederek “Müslümanların televizyon kanalına” karşılık beklemeden katkıda bulunmuştu.

Aynı yıl İhlas Holding kuruldu. İhlas adı herkese sıcak gelen, bütün Müslümanları etkileyen bir isimdi. Öyle ki, Işıkçılar cemaatinin adı neredeyse artık “İhlas cemaatine” dönüşmüştü. İhlas Holding bünyesindeki şirketler çok hızlı büyüyordu.

Özellikle Yeni Bosna, inşaat şantiyesine dönüşmüş, İhlas İnşaat, holdingin dinamosu olmuştu. 1995 yılında Kuzuluk Kaplıca Evleri ile devre-mülk inşaatına başlayan grup, aynı dönemde internet sağlayıcılığı, finans, gıda, taşımacılık ve sigortacılık sektörlerinde de hizmet vermeye başlamıştı. Asıl büyük yatırım ise 10 Şubat 1995’te kurulan İhlas Finans’tı. Yine muhafazakâr kesim faizsiz finans kurumuna akın akın para yatırdı. Ardından İhlas Koleji kuruldu.

Bu büyümelere rağmen kurumların çalışanları, cemaat özelliklerini koruyorlardı. Gazetede sabahları işe dini kitaplar okunarak başlanıyordu. Hüseyn Hilmi Işık’ın Seadet-i Ebediyye ve İmam-ı Rabbani’nin Mektubat adlı eseri okunuyordu. Haber müdürü ya da başka yetkili biri 15 dakika kitaplardan dini bilgiler vererek, ardından dualar edilerek işe başlanıyordu.

Gazetede ayakkabıyla dolaşılmasına izin verilmiyordu. Herkes ayakkabısını dışarıda çıkarır içeride terlik giyerdi. Gazetede kadınların çalışmasına izin yoktu. Sekreterlerden temizlik elemanlarına kadar çalışanlar erkeklerden oluşuyordu. Gazeteye kadın geldiğinde çalışanlar günaha girmemek için kadına bakmayıp sırtlarını dönerlerdi.

Yine o dönem çalışanların anlattığına göre dışarıdan gelen gazetelere sansür uygulanıyordu. Gazetelerdeki çıplak kadın fotoğrafları bantla kapatılıyordu. Namaz vakitlerinde koridorlarda toplu namaz kılınıyordu. Bu uygulama TGRT televizyonunda da geçerliydi.

İhlas Grubu, 1993 yılında Turgut Özal’ın ölümünden sonra Demirel Cumhurbaşkanı olunca DYP’nin başına geçen Tansu Çiller’i desteklemeye başladı. Bir süre sonra Refah-Yol hükümeti kurulunca, Erbakan Başbakan, Çiller Başbakan Yardımcısı oldu. Ancak 28 Şubat süreci başladığında hükümet kadar İhlas Grubu hiç beklemedikleri bir sarsıntıyla karşı karşıya kaldı. Çünkü askerler sadece Refah Partisi’ni ve Erbakan’ı değil, DYP’yi ve Çiller’i de, Işıkçıların da dahil olduğu bütün cemaatleri karşısına alan bir tavır içine girmişti.

Zirvedeyken gelen 28 Şubat fırtınası

28 Şubat sürecinde askerden atılanlar İslami kesimin kimi kurumlarında, Refahlı belediyelerde çalıştırılıyordu. İhlas Holding’te de vardı askerden atılmış çalışanlar ancak nasılsa resmi kayıt olmamasına rağmen TSK bunları biliyor ve isim isim belirterek onların işten çıkarılmasını istiyordu. Enver Ören ve İhlas yönetimi şaşkınlık içindeydi. İçerideki köstebeğin Sabahattin Önkibar olduğunu tahmin etmişlerdi ancak Enver Ören, Önkibar’ı işten çıkarmamıştı. Zira Önkibar’ın askerlerle, Mesut Yılmaz’la arası çok iyi olduğu düşünülüyordu.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

İhlas grubu 28 Şubatçılar tarafından “yeşil sermaye” listesine alınınca, Enver Ören panikledi. O süreçte can havliyle, Mesut Yılmaz’la, Ecevit’le, komutanlarla görüşmeler yaptı. Görüşmeler sonucunda gazetenin başyazarı Yalçın Özer’in yazılarına son verildi. Yine de Demirel, Mesut Yılmaz, sınıf arkadaşı Çevik Bir gibi isimler Enver Ören’e yüz vermedi.

Genelkurmay o dönemde medya patronları Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Cem Uzan ve Enver Ören’i davet ederek toplantılar yapıyordu. Erol Özkasnak başkanlığında yapılan bu toplantılar Cem Uzan’ın “O toplantılarda zılgıt yemek ne demek, daha fenası, çok fenası” dediği gibi hayli sert geçiyordu. Enver Ören’le yapılan toplantı ise belki de en fenasıydı.

Kendisinin anlattığına göre iki saat boyunca İhlas holding, Türkiye Gazetesi ve TGRT ile alâkalı hesap sorulmuş, TGRT’deki “Huzura Doğru” ve evliyaların hayatlarının anlatıldığı programların irticaya zemin hazırladığını söyleyerek bağırıp çağırmışlar, hatta masaları yumruklamışlar. Bahsedilen programların kaldırılıp TGRT‘nin diğer eğlence televizyonları gibi olmasını tavsiye etmişler.

Seda Sayan, Gülben Ergen, Sibel Can’ların TGRT’si

Bu şiddetli tavsiyeden sonra TGRT’nin başına RTÜK Başkanlığı yapan Ali Baransel getirildi ve TGRT, bir anda Ti Ci Ar Ti oldu. “Gör bak neler olacak” sloganıyla tamamen değişen kanalda Seda Sayan, Gülben Ergen, Sibel Can, Kadir İnanır, Fatma Girik, Ediz Hun, Cüneyt Arkın, Hülya Avşar, Sibel Turnagöl, Orhan Gencebay, Ebru Gündeş, Mahsun Kırmızıgül, İbrahim Tatlıses gibi isimler astronomik rakamlarla programlar yaptı, diziler çekti.

Bu “yeni TGRT” muhafazakâr kesimde büyük şoka neden oldu. “İhlas alan hem dünyada hem de ahirette kazanır” sloganına inanıp hisse alanlar, yardım edenler, “İslami televizyon olsun” diye altın-bilezik çıkarıp verenler büyük hayal kırıklığı yaşadılar. Hele bu konularda çıkan haberler, onları öfkelendirecek boyuttaydı:

“Seda Sayan: Aylık 80 milyar, Gülben Ergen: 40 milyar, Sibel Turnagöl: 10 bin dolar, Kadir İnanır: Derman Bey dizisi için TGRT’den 670 bin dolar peşin, Ebru Gündeş: Program başına 25 bin dolar, Seren Serengil: Program başına 10 bin dolar, Sibel Can: Şov programı ve iki dizi karşılığında 3.9 milyon dolar aldı. Enver Ören ayrıca Nakkaştepe’de bir villa verdi.”

Bu tarz haberler, “o paraların gerçek finansörü olan muhafazakâr kesimi” çileden çıkardı.

Ama asıl kızdıkları, üzüldükleri Enver Ören’in o sanatçılarla sürekli birlikte görünmesi, Marziye dizisinin Çatalca’da çekimleri yapılırken o dönemde Sabancı’da bile özel helikopter yokken helikopterle Gülben Ergen’in üstüne cumhuriyet altınları saçması, sürekli o sanatçılarla resim vermesi gibi hadiselerdi. Seyyid Kutup, Efgani, Abduh, Mevdudi, Said Nursi, Mehmet Akif Ersoy gibi İslami kimlikli isimleri “mezhepsiz-vehhabi” diye suçlayan bir cemaatin liderinin şimdi Seda Sayanlarla, Gülben Ergenlerle beraber görülmesi, gerçekten de “dehşet verici” bir manzaraydı. İslami kesimin “ilk büyük aldatılışıydı” bu manzara.

Muhafazakâr kesim için asıl yıkıcı görüntü, “hayatında hiç doğum günü kutlamamış” olan Enver Ören’in 10 Şubat 2000’de, 60. yaş gününü sanatçılarla kutlamasıydı. Bülent Ersoy, Seda Sayan, Sibel Can Enver abiyi bu mutlu gününde yalnız bırakmamışlardı. Hatta Sibel Can patronu için “Allah bizim ömrümüzden alsın sana versin” diye iltifatlar yağdırıyordu. Enver abisi, bu sözü üzerine Sibel Can’a “kendi jipini” hediye etmişti, haberlere göre.

Muhafazakâr kesim Enver Ören’in bu tarz değişimi asker korkusundan yaptığını hissediyor ancak, evliya gibi bilinen adamın büyük bir şevkle, heyecanla, mutlulukla o sanatçılarla beraber görünmesini, evler, jipler hediye etmesini, helikopterden altın saçmasını anlayamıyorlardı.

Enver Ören duyduğu dehşetten Erol Özkasnak’ın üstüne su dökmüş

Cemaat mensupları kimselere derdini anlatamıyordu. Onlara göre bu kötü manzara “29 bin İhlas çalışanlarının korunması” adına zorunlu olarak sergileniyordu. “Enver abinin o sanatçılarla şen şakrak göründüğüne bakmayın, bütün bunlara İslâm’ın en büyük kalesini, İhlas çalışanlarını muhafaza etmek için katlanarak ne büyük fedakârlık yapıyor bilemezsiniz” diyorlardı. “O gündüz gülen, her gece sabahlara kadar hüngür hüngür günahlarına ağlayan adam.”

Yine dediklerine göre, “Enver abi diyor ki, siz TGRT’ye değil, Türkiye Gazetesi’ne bakın. Gazete bizim, TGRT devletin. TGRT’yi zorla askerlere vermek zorunda kaldım. İleride tekrar bizim olursa o kirlenen, zehir saçan TGRT’yi hemen satacağım.”

Enver Ören benzer konuşmayı, “Sizi severiz ama bu TGRT’nin hali ne böyle?” diyen Recai Kutan’a da yapmıştı.

Cemaat tabanı “nahoş” görüntünün “doğru da olmadığına” inanıyordu ama dertlerini kimselere anlatamıyorlardı:

“Enver abi normalde TGRT’nin böyle bir imaja sahip olmasını hiç ister mi, ancak askerler TGRT’yi bu hale getirmezsek bizim yaşamamıza izin vermeyeceklerdi. Hatta askerler Erol Özkasnak, Çevik Bir gibiler masaları yumruklayarak, bağırıp çağırarak ‘Başörtüsünü sadece kurumlarda değil, sokaklarda da yasaklayacağız.’ diye tehdit etmişler. Enver abi duyduğu dehşetten sürahideki suyu Özkasnak’ın üstüne dökmüş, yapmayın etmeyin diye yalvarmış. Sırf Orta Sayfa’yı kurtarabilmek için TGRT’yi feda etti, sanatçılarla aynı karede resim vermek, onlara paralar yedirmek zorunda kaldı.”

Çok eleştirilen doğum günü kutlamasının da “göründüğü gibi olmadığını” söylüyorlardı:

“Aslında hayatında doğum günü kutlamayan Enver abinin o doğum günü kutlamasından haberi yoktu. Aşağı kata indiğinde böyle bir sürprizle karşılaştı. Sanatçılar pastayı hazırlamışlar, Enver abi gelince ‘İyi ki doğdun!’ diye bağırmışlar. Kameralar da orada olduğu için bir doğum günü partisi manzarası servis edilmiş oldu. Hele TGRT de o doğum gününü uzun uzadıya yayınlayınca Enver abi çok üzüldü.”

Onlara göre olan biten her şey birer komploydu. Sanatçılara yalılar verilmesi, jipler hediye edilmesi yalandı. 28 Şubat’ın “Müslümanların yüz akı” İhlas Holding’i itibarsızlaştırmak, batırmak için yapıldığını söylüyorlardı.

İhlas Finans krizi

TGRT’nin Ti Ci Ar Ti sürecinde yapılan eleştiriler, tepkiler, gözle görülür itibar kaybı, İhlas grubunun bir an önce geçmesini, bitmesini istediği bir süreçti. Ancak bu sefer İhlas Finans krizi bütün şiddetiyle geldi. Bu “sanatçılara para-ev-araba verme” ithamlarının ötesinde bir krizdi, çünkü İhlas Holdingi “yerle bir edebilecek” boyuttaydı.

İki yıldır alamadıkları elli trilyon alacağını devletten bir türlü alamayınca dönemin başbakanı Ecevit’e müracaat ettiler, ancak Hüsamettin Özkan iki gün sonra kötü bir haber verdi. Milli İstihbarat Teşkilatı antetli bir kâğıtta “İlgili kurumlara”, “İhlas Holding’in bir takım zararlı faaliyetler içerisinde olduğuna yönelik duyumlar alınmıştır. Bu holding ve bağlı kuruluşları hakkında dikkatli olunması gerekmektedir” yazılıydı.

Bu arada kazandıkları büyük bir ihale de iptal edilmişti.

“İhlas Finans batıyor!” söylentileri bir anda bütün ülkeye yayıldı, her yerde yüzlerce, binlerce insan İhlas Finans’a paralarını çekmek için koşturdu. On binlerce mudi aynı anda paralarını istedi. Holding merkezinden “kamyonlar dolusu” para taşındı. İlk haftada 280 milyon dolar ödeme yapıldı. Günler geçiyor, ancak kuyruklar azalmıyordu. Bir süre sonra nakit bitti ve ödemelere son verildi.

BDDK 10 Şubat 2001 Cumartesi (Enver Ören’in doğum gününde ve hafta sonunda)  İhlas Finans’a el koydu.

İhlas grubu en büyük sıkıntıyı İhlas Finans krizinde yaşadı. Enver Ören sağlık sorunları yaşadı, iki kez ameliyat oldu. İhlas grubu mensuplarına göre, İhlas Finans krizinden Mesut Yılmaz sorumluydu. Enver Ören kimi sohbetlerinde, Mesut Yılmaz’ın “Seni bitireceğim” diye iki kez telefon ettiğini anlattı.

İhlas grubu artık sonlarının geldiğini düşünüyorlardı. Gidişata göre sıra İhlas Holding’teydi.

Ülkeyi batıran, İhlas Holding’i kurtaran MGK krizi

Ancak 9 gün sonra İhlascılar açısından bir mucize gerçekleşti ve 19 Şubat 2001 tarihinde Türkiye’deki bütün dengeleri değiştirecek MGK krizi yaşandı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer (yıllar sonra açıklayacağı üzere), “FP’nin kapatılmamasını isteyen” Ecevit’e kızarak, anayasa kitapçığını fırlatmış ve Türkiye’ye tarihinin en büyük krizini yaşatmıştı.

Bu kriz nedeniyle hükümetten kimsenin İhlas’la uğraşacak hali kalmamıştı. Bu kriz “ülkeyi batıran ama İhlas’ı kurtaran” kriz olmuştu. Hükümet ortağı Devlet Bahçeli’nin erken seçim istemesi, hükümetin sonu demekti.

İhlas grubu bu süreçte büyük badireyi atlattı, batmaktan kurtuldu ama kriz nedeniyle bazı tedbirler alma yoluna gitti. “Lekelendi”, “Artık bizim değil askerin” dedikleri TGRT ile bazı şirketler satıldı. İhlas’ın bütün şirketlerinden elemanlar çıkarıldı. Bazıları da o kriz sürecinde terk etti. Hatta Gazete’nin Orta Sayfa romancısı Seçkin Baskan, para alamadığı gerekçesiyle roman vermedi. (O sıkıntılı dönemde Ünal Bolat aracılığıyla benim Bir Buket Gül, Kapanmayan Yara, Beyaz Zambak, Unutulmuş Günler romanlarım yayınlandı.) İleride durum düzelince Seçkin Baskan romanlarıyla geri döndü.

19 Şubat MGK krizi Işıkçılar için İhlas Holding batmak üzereyken gelen bir mucizeydi, 2002 Kasım seçimleri ise kurtuluşları oldu. Kurtarıcıları ise yeni kurulan ve tek başına iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan’dı.

Enver Ören, 22 Şubat 2013’te vefat etti. İhlas grubu, bünyelerinde Türkiye gazetesi ve TGRT Haber olsa da şimdi daha çok inşaat sektöründe faaliyet gösteriyor.

ifatihceylan@hotmail.com