Yaşamın kurguya galip geldiği anlara…
Yetmişli yıllar… Mahallenin kalbinde “Torbacı” lakabıyla tanınan o adam; öyle biri sahiden vardı. Takma bir addı elbette, ama ona gerçek adından katbekat yakışırdı. Elinde sürekli buruşuk bir torba ile dolaşırdı adam; hal böyle olunca mahalleli de ona bu ismi takmıştı: Torbacı.
Elinde taşıyıp durduğu torbanın içinde ne olduğu ise bir muammaydı. Belki simit, belki çerez, belki de sadece adamın geleceğe dair hevesle taşıdığı boş bir umut. Uyuşturucu? Yok canım! Uyuşturucu kim, Torbacı kimdi. Mahalleliye göre o, öyle bir adam değildi. Hem o yıllarda mahallenin aklına böyle şeyler gelmez, gelse de “destur” denilir geçilirdi.
Her ne olursa olsun, Torbacı, mahallenin renkli karakteri, herkesin sevdiği, güvendiği ve insanın yüzüne dalga dalga yayılan gülücüklerin figürüydü. Deliydi tabii. Olsun. Kim değildi ki… Herkesle arkadaş, ömürler geçiyor yavaş yavaştı Torbacı. Zaman gerçekten de sadece çocuklar için değil, moruklar için de ağır ağır akardı o mahallede. Ta ki bir gün, bıdık ve Anadolu’dan yeni nakil heyecanlı narkotik şube müdürü, rutin bir denetim için mahalleye adım atana kadar.
O andan itibaren Saatli Maarif Takvimi’nin sayfaları vızır vızır dönmeye başlayacak ve gece gündüz ayarı sapacaktı. O hız esnasında, yani tam da o sırada, Torbacı elinde torbasıyla köşeyi dönüyordu. Müdür’ün gözüne ilk çarpan ise, bu ne idüğü belirsiz herifin elinde sallanıp duran gizemli torba oldu. İçgüdüsel bir şüpheyle, “Bu adamın torbasında kesin bir şeyler var!” diye düşündü narkotik şube müdürü. Kendi kendine şöyle söylenmiş de olabilirdi: “Muzaffer, miskin ekibinden hayır yok; iş başına! Yakala.”
Müdür Muzaffer, o gün –yani saatlerin duvarlardan akıp mahallenin izbe köşe taşlarına yayıldığı o gün– o Allah’ın ikindisinde, Torbacı’yı kıta dur edasıyla durdurdu ve kendinden emin bir tavırla torbanın içine baktı. Sesini de derleyip toparlamıştı bu esnada: “Ne var o torbada, hemşerim!” O külyutmaz bir müdürdü. Ona göre!
“Ne var torbada?” Çok güzel soruydu yav. Bayılmıştı müdür bu soruya. O yüzden tekrar tekrar sordu. Her seferinde de özgüvenini tazeliyor, rütbesiyle demleniyordu. Neler yaşamıştı o neler… Kaçın kurrasıydı falan filan.
Yakalamıştı işte. Zaten bu mahalleden pek de haz etmiyordu. Çürük dişti burası. Üst taraftaki kalburüstü mahallelerle yarışamazdı, hiç şansı yoktu. Beş para etmezdi, vb.
O sırada Torbacı da hüzünlü bir edayla haşır huşur torbasını aralıyordu. Yakalanmasanız da yakalanırsınız. Onunki öyle bir hâldi. “Aç,” dedi müdür. “Hadi, oyalanma.” İki adam bakıştı. O sözcüğün etrafında döndüler: Aç. Torbacı bir tornacı titizliğiyle açtı torbayı. Ötekisi ise havayı koklayıp duruyordu –ne alakası varsa. Geçmişin ufak tefek anıları gözlerinde canlandı. Adım adım yükselişi. Hafifçe genzini temizledi: “Aç.” Torba usul usul kıvrandı ve sonra kendini hayata ve hayatın akışına bıraktı. Açılmıştı işte. Müdür buruşuk torbaya ve dehlizlerine heyecanla baktı, yokladı… Bir de ne görsün! Torba bomboştu.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Şaşkınlıkla Torbacı’ya sordu: “Bu torba neden boş?” Torbacı hiç tereddüt etmeden, deli deli cevap verdi: “Komiserim, ben boş torbalarla dolaşırım ki, şüpheli şeyler taşıdığımı düşünmesinler ya da tam tersi, sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkıyor!”
Bu cevap, müdürü (siniri mi çıkmıştı ne) öyle bir kahkahaya boğdu ki, yer gök inledi. Dahasını da yaptı. “Ekipte bu adamın zekâsına ve espri anlayışına ihtiyacımız var!” diyerek onu takdir etti. Bir takım düzenlemelerden sonra –bir iki yıl diyelim şuna– Torbacı’yı ekibine dahil etti.
Mahalleli “Vay be!” dedi, soluğunu tutarak. “İki yılda bizim deli oldu mu sana veli!” Bu esnada bizim müdür de çeşitli biçimlerde “besleniyordu” elbette –sağdan soldan. Velhasıl, kerevete çıkma zamanıydı.
Ancak hikâye burada bitmiyor. Torbacı, ekibe katıldıktan sonra gerçek bir sorunla karşılaştı: Resmî bir diploması yoktu! Bu durum, onun kariyerindeki ilerlemeyi engelleyebilirdi. Ama Torbacı, her zamanki yaratıcı zekâsını kullanarak bu sorunu da çözmeyi başardı. Mahalledeki bir kırtasiyeci arkadaşına gitti ve fotokopi motokopiyle ona sahte bir diploma hazırlattı. Üzerinde “Narkotik Uzmanlığı ve Çok Önemli Operasyonlar Uzmanı” yazan bu diploma, gerçeğini aratmıyordu. Torbacı, bu belgeyi müdüre sunduğunda, müdür bir kez daha kahkahalara boğuldu. “Bu adamın cesareti ve zekâsı takdire şayan!” diyerek diplomasına resmîyet kazandırdı.
Zamanla, Torbacı’nın mahalledeki derin bağlantıları ve insanları anlama yeteneği, onu narkotik şubenin en başarılı isimlerinden biri hâline getirdi. Bir gün, Muzaffer Komutan çok daha kıyak işlere el attığında –kısaca başkomiserlik koltuğu boşalınca– herkesin aklına gelen tek isim de o oldu elbette. “Bu işi ondan daha iyi yapacak kimse yok!” dediler. Torbacı, narkotik başkomiseri olmuştu. Artık elinde torba yerine bir rozet taşıyordu. Ancak mahalle sakinleri ona hâlâ “Torbacı Başkomiser” demeye devam edecekti.
- Görsel yapay zekayla oluşturulmuştur.