Ruşen Çakır’ın konuğu Prof. Dr. Seda Demiralp, videoda kararsız seçmenler üzerinden yaptığı araştırma sonucunu anlattı. Demiralp, araştırmalarında kararsız seçmenin homojen olmadığını vurgulayarak, “Ekonomi hâlâ en büyük sorun ama demokrasiyle bağlantı da kurulmaya başladı. Bu seçmenler netlik ve yeni bir hikâye görmek istiyor” dedi.
Prof. Dr. Seda Demiralp, yürüttükleri araştırmada kararsız seçmenlerin oranının seçim dönemi dışında yüzde 30’lara kadar çıkabildiğini belirtti. Demiralp, bu grubu “partizan olmayan, iktidar ve muhalefet liderlerine benzer mesafede duran, yönünü sık değiştirebilen” bir seçmen kitlesi olarak tanımladı.
Mesele ideoloji değil
Demiralp videoda kararsızların ağırlıklı olarak ideolojik değil, günlük hayatı doğrudan etkileyen sorunlarla ilgilendiğini söyledi ve şöyle devam etti: “Hayat pahalılığı ve ekonomi başlıca sorun. Ama bu kez demokrasiyle bağlantı kurulmaya başlandı. Tek adam eleştirisini görmek bizim için yeni bir bulgu oldu.”
“Seçmenler dezenformasyona yatkın”
Demiralp’e göre bu seçmenler bir yandan esnek ve farklı görüşlere açık, diğer yandan “entelektüel apati” nedeniyle dezenformasyona yatkın.
Demiralp seçmenlerin esnek ve farklı görüşlere açık olduğunu ama diğer yandan “entelektüel apati” nedeniyle dezenformasyona yatkın olduklarını söyledi.
Demiralp, “Bir haber önlerine geldiğinde detaylı teyit etmeye girişiyorlar. Hızlı ve sezgisel karar verebiliyorlar. Bu yüzden medyanın etkisi bu grupta daha çok yüksek” diye konuştu.
CHP mitingleri seçmeni nasıl etkiliyor?
CHP’nin mitinglerinin ürkütmediğini, aksine “dik duruş” olarak algılandığını aktaran Demiralp, “Bu seçmenler karşı kanıt görmek istiyor. Karşı argümanların sunulması bir güç gösterisi olarak görülüyor” dedi.
Kayyum tartışmalarının da etkili olduğunu söyleyen Demiralp, “Ekrem İmamoğlu hem CHP içinde hem de Türkiye siyasetinde yenilik vaadiyle bu taleplere daha fazla cevap verebiliyor” diye konuştu.
Demiralp, Ruşen Çakır’ın “19 Mart sürecinin ardından CHP’nin doğru ve yanlış yaptıkları neler?” sorusunu şöyle değerlendirdi:
“Mitingler CHP’nin dik duruşu kararsız seçmen açısından ürkütücü değil, aksine bir güç gösterisi olarak algılanıyor. İnsanlar ‘CHP tehdit ediliyor ama karşılık veriyor’ diyor. Bu seçmenin zihninde ‘CHP geri adım atmıyor’ şeklinde bir algı yaratıyor.”
Demiralp ayrıca CHP’nin zayıf yanlarına da dikkat çekti:
“Sorun şu ki, CHP’nin bu dik duruşu net bir hikâyeyle bütünleştirmesi gerekiyor. Kararsız seçmenler sadece tepkisel bir siyaset değil, aynı zamanda umut veren, geleceğe dair bir vizyon görmek istiyorlar. CHP’nin hâlâ tam olarak böyle bir çerçeve oluşturmadığını gözlemliyoruz.”
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. Işık Üniversitesi’nden Prof. Dr. Seda Demiralp’le, kararsız seçmenler üzerine yaptıkları çalışmanın Eylül ayında çıkan araştırma raporunu konuşacağız. Neden kararsızlar, neleri dert ediniyorlar, neleri umursamıyorlar, bu konuları konuşacağız. Hoş geldin, Seda.
Demiralp: Hoş bulduk.
Siz, Işık Üniversitesi Emotics: Duygular ve Siyaset Laboratuvarı kurucususunuz. Burada, günlük hayatımızı etkileyen siyasi algı ve tercihlerde, korku, cesaret, öfke, güven, güvensizlik, coşku gibi duyguların nasıl bir rol oynadığını, odak grup çalışmaları ve anketlerle araştırıyorsunuz.
Demiralp: Evet.
Daha önce, ocak ayında “Siyasi Soğuma, Kuşku ve Apati” araştırmanızın raporunu yayınlamıştınız. Eylül ayında da “Kararsız Seçmenler, Kaygılı tercihler” araştırmanızın raporunu yayınladınız. Kararsız seçmen meselesi hep vardı, ama son dönemde, özellikle 19 Mart öncesi kamuoyu araştırmalarında kararsız seçmenler neredeyse birinci parti olarak öne çıkıyordu. Bu hep böyle midir yoksa bunun belli bir ortalaması mı vardır?
Demiralp: Seçim zamanları azalan, seçim zamanı olmadığında artan bir grup bu. Bizde de seçim zamanı değilse, %20’lere, hatta %30’lara yaklaşan oranlara çıkan bir grup. Biz o yüzden burada ‘’kararsız ve geçişken seçmenler’’ diye tanımladık. Yani bu, yaklaşık %30’ları bulan bir seçmen grubu. Bu grubu, son birkaç seçimdir yer değiştirmiş ya da değiştirmeyi ciddi şekilde düşünen ve “Falan partiye oy verdim, ama öteki partinin liderini de aşağı yukarı aynı reytingde değerlendiriyorum” diyen, yani iktidar ve muhalefet liderlerine verdikleri reytingi aşağı yukarı eşit olarak ölçtüğümüz, dolayısıyla tam rotasını bulamamış, salınımlı ya da geçişken diyebileceğimiz, karar veremediği için yerinde duran yahut da kararını sık değiştiren bir seçmen grubu olarak tanımladık.
Nasıl bir yöntemle yaptınız? Bunları tespit ettiniz ve bunlarla derinlemesine mülakatlar mı yaptınız?
Demiralp: On dokuz Mart’tan sonra bir anket çalışması yapmıştık. Aslında 19 Mart’tan hemen önce ve bir müddet sonrasında yaptığımız bir anket çalışmasında, kararsızların azaldığını önce tespit etmiştik. Yani o 19 Mart süreci, kararsızları azaltıcı bir etki yapmıştı. Bunların bir kısmı, AK Parti ya da iktidar tarafına, bir kısmı da muhalefet tarafına gitmişti. Ama Muhalefet tarafına daha çok gitmişlerdi. O zaman da konuşmuştuk, 19 Mart sürecinde hem iktidarın hem de muhalefetin oyları artmış görünüyor, çünkü kararsızlar azaldı. Ama orada hâlâ kararsızlar var. Kararsızların azalması, aslında seçim öncesine benzer bir havada olduğumuzu gösteriyordu.
Bu çok önemli.
Demiralp: 19 Mart sonrasında kutuplaşmanın arttığı bir dönem yaşandı. Ama buna rağmen, “Bu kutuplaştırıcı, kutuplaşmış ortamda bile hâlâ kendisini kararsız hisseden seçmenlerin kafasından neler geçiyor? Onlar bütün olup bitenlere nasıl bakıyorlar? Hangi duygularla bu süreçlere angaje oluyorlar? Olup bitenlere bakınca ne hissediyorlar?” Biraz onu merak ettik ve ona baktık.
Ülkede bir iktidar ve muhalefet bloku var. İktidarın birkaç partisi, muhalefetin de birkaç partisi var. Birtakım kamuoyu araştırmacıları, AK Parti’den MHP’ye giden ya da son dönemde MHP’den AK Parti’ye gidenlerden bahsediyor. Mesela 19 Mart’tan sonra özellikle İYİ Parti’den, hatta DEM Parti’den CHP’ye yönelişler olduğu söyleniliyor. Blokların kendi içindeki geçişkenlikle, bloklar arasındaki geçişkenlik farklı herhalde. Yani iktidar yanlısı olup muhalefete geçme ya da muhalefet yanlısı olup iktidara geçme oranını kestirebiliyor musun?
Demiralp: Bizim baktığımız, bloklar arası geçişkenliği ve kararsızlığı olan, daha çok iktidar partilerinden biri ve muhalefet arasında, özellikle ana muhalefet partisi arasında geçişkenlik yaşayan ve bir cumhurbaşkanlığı seçimi senaryosunda, mesela Tayyip Erdoğan ve Ekrem İmamoğlu arasında karar vermesi gerektiğinde, hangisini seçeceğini sorduğumuzda, kendisini iki tercihe de yakın mesafede konumlandıran seçmenlerdi. O grubun içerisinden seçip, onlarla odak grup görüşmeleri yaptık.
Peki, en çok neyi gözetiyorlar? Çok zor bir soru olduğunun farkındayım.
Demiralp: Tabii, kararsız ve geçişkenler deyince, bunlar çok küçük bir grup değil; yaklaşık %30’lara varan bir grup. Bu da homojen bir grup değil. Bunlar birbirinden çok farklı sebeplerle de o havuzun içinde olabiliyorlar. Farklı özellikleri var, ama birtakım ortak özellikleri de var. Bir kere, bunlar partizan değiller. Dolayısıyla, her iki tarafın da ideolojik söylemlerine uzaklar. Çok ideolojik motivasyonlarla da oy kullanmıyorlar. Başta ekonomi, hayat pahalılığı olmak üzere, daha çok günlük hayatı ilgilendiren sorunlarla boğuşan bir seçmen grubu. Ama yavaş yavaş gündemlerine demokrasi meselesi de girmeye başlamış. Bunu görmek bizim için önemli oldu. Önceki dönemlerde burada hep ekonomiyi daha belirleyici bulur, demokrasiyi çok daha gerilerde bulurduk. Ama yavaş yavaş demokrasi ve ekonomi arasındaki bağ da kurulmaya başlanmış gibi görünüyor. Mesela kararsız seçmenlerde tek adam eleştirisini görmek bizim için biraz daha yeni bir şey oldu. Bu, tek adam rejimi yüzünden de hayat pahalılığının, birtakım ekonomik sorunların çözülmediği ile ilgili.
İkincisi, bu seçmen grubuyla ilgili, belki bardağın dolu tarafı diyebileceğimiz bir entelektüel esneklik var. Yani bunlar tercihleri kireçleşmiş gruplar değil. Dolayısıyla, diğer tarafın ne söylediğine bakıyorlar. Partizan seçmenden farklı olarak, pozisyon değiştirebiliyorlar. Ama bardağın biraz da boş tarafı diyebileceğimiz şey de ‘’entelektüel apati,’’ yani öğrenme iştahının çok da fazla olmaması. Önüne bir haber geldiğinde, onun sağını solunu teyit etmek için ikinci, üçüncü, dördüncü adımları atma motivasyonunun olmaması, fazla bilişsel maliyet üstlenmek istememesi. Orada enerjisini birazcık ekonomik kullanmak istemesi, dolayısıyla, dezenformasyona açık olması. Mesela bu grup, farklı medya kanallarına bakabiliyor, yani ekspoze olabiliyor. O açıdan önemli. Medyanın önemi bu grupta çok daha fazla. Çünkü diğer gruplarda önce tercih geliyor, o tercihe uygun bir medya kanalı seçiyor. Orada medyanın bağımsız etkisi çok fazla olmuyor. Ama burada, medyada gördüğüyle pozisyon alabiliyor ya da bundan etkilenebiliyor. Ama sorun, orada çok daha sezgisel davranabiliyor olması. Önüne bir haber düştüğünde, mesela o haberin duygusal olarak uyarıcı olması, bazen içerik tarafının önüne geçebiliyor. Yani çarpıcı, dramatik bir habere daha çok yapışıyor da, daha karmaşık bir içerikteki bir habere çok bakmayabiliyor. Dolayısıyla, dezenformasyona yatkınlık ve çok hızlı sezgisel karar verme kolay olabiliyor. Yani medyanın etkisi var, ama ne kadar olumlu bir etki, nitelik açısından onu tartışmak lazım.
Demin demokrasi dedin. Bir de son dönemde, adalet kavramı var. Çünkü Türkiye’nin gündemini artık her yerde yargı belirliyor ve 19 Mart, 2 Eylül gibi birçok olayda gördük. Bazıları bunu “Siyasetin yargı yoluyla dizaynı” olarak tanımlıyor. Bu konuda bir duyarlılık, adalet sorgulaması ve talebi görüyor musun?
Demiralp: Var, ama şöyle: Orada eklektik bir söylemi benimsiyorlar. Mesela kendilerini ifade ederken, konuşmalarının bir kısmında iktidardan bir parça aldıklarını, bir kısmında da muhalefetten bir parça alabildiklerini görüyorsun. Partizan olmamaları da aslında böyle tanımlanabilir. Şunu çok tekrar edebiliyorlar: Mesela 19 Mart sonrası izlediğimiz hukuki sürecin siyasi motivasyonlu olduğunu neredeyse çoğu kabul ediyor, böyle düşünüyor. ‘’Evet, siyasi motivasyonlu, ama “Muhalefet de buna fırsat vermeseydi” diyebiliyor. “Muhalefet de fırsat vermeseydi” demekle farklı şeyler kastedebiliyorlar. Kimileri, mesela yolsuzlukla ilgili iddialara daha inanıyor ve bu anlamda bir fırsat verilmiş olduğunu söylüyor. Kimisi de muhalefetin yeterince savaşmadığını söyleyebiliyor. Mesela, “Muhalefet de karşı kanıt sunmadı, tersini söylemedi” diyenler var. Hâlbuki muhalefet söyledi tabii, ama bunu diyenler, medyada onu görmemişler. Medyanın önemi veya medyada daha dezenformatif haberlere açıklık derken, kastettiğim biraz da buydu. Ve muhalefetin biraz daha kas göstermesini bekliyorlar. O anlamda, bir dik duruş, mesela ‘’Özgür Özel’in dik duruşu’’ ifadesini, ya da mücadelesi, çabası gibi benzer ifadeleri birkaç kez gördük.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Tam da onu soracaktım. Sen de takip ediyorsundur, benim gördüğüm, son dönemdeki kamuoyu araştırmalarında, senin söylediğin kararsızlar azalıyor. CHP’ye ve AK Parti’ye bir yoğunlaşma var. Yani ikili parti sistemi gibi bir olay yaşanıyor. Siz orada herhalde CHP’nin 19 Mart’a verdiği tepkileri, mitingleri, bir ara yapılan boykot gibi şeyleri de sormuşsunuzdur. Sen demin biraz bahsettin, ama biraz daha açalım onu. Mesela mitingler konusu. CHP haftada en az iki tane miting yapıyor. Bu, insanların ilgisini çekip, onların karar verme süreçlerini hızlandırıyor mu yoksa ürkütüyor mu?
Demiralp: Ürküttüğüne dair bir gözlemimiz olmadı. Bunun daha çok, muhalefetin dik ve kararlı durduğuyla ilgili yorumlandığını söyleyebilirim. Hatta eksik buldukları taraflar var hatta. Eksik buldukları taraf, mesela biraz önce söylediğim, orada bir enerji, bir mücadele görüyorlar, ama bir taraftan da karşı kanıt istiyorlar. Bu karşı kanıt meselesinde de, inanmak istiyorlar ve malzeme istiyorlar. O malzemenin kolay bir şekilde gelmesini istiyorlar. Kendileri kurcalayıp, çok fazla haberin, bilginin peşinde koşmak yerine, daha kolay bir şekilde gelmesini istiyorlar. Orada medyanın asimetrik olması, muhalefete bir dezavantaj getiriyor. CHP, İstanbul Belediyesi de sayfasından bu haberlerle ilgili çeşitli teyitler yapıyor. Ama bunların, bu kesime ulaşmasının ayrı bir mesele olduğunu görüyoruz. CHP’nin bu haberleri yalanlamasını veya karşı kanıt sunmasını, aynı zamanda bir güç gösterisi olarak da algıladığı için bunları görmek istiyor aslında. Bu önemli; orada bir güç görmek istiyor. Daha sonraki dönemde, İstanbul yönetimine kayyum gelmesi ve Gürsel Tekin hikâyelerinin, kararsızların azalıp CHP etrafında mobilize olma trendini arttıracağını düşünüyorum. Yani bu 19 Mart sonrası trendin daha güçlenerek devam edeceğini düşünüyorum. Bunun sebeplerinden bir tanesi, netlik arıyorlar olmaları. Kararsız seçmeni en çok kararsız tutan şey, ortamı, böyle sisli, ne olduğunu anlayamadığı bir durum olarak görmek. Burayı daha net görebildikçe, bir hikâye ona ulaştıkça, pozisyonu belirlenmeye başlıyor.
Peki, bu bağlamda mesela pazartesi günü CHP’ye kurultayıyla ilgili mahkeme kararı bekleniyor. Orada bir kayyum kararı çıkarsa ne olacak?
Demiralp: Kayyum kararı çıkması, bütün bu baskılar, siyasetin arz tarafında bir daralma, demokratik gerileme anlamında tabii ki kilometre taşları. Ama bizim baktığımız, siyasetin ya da demokrasinin talep tarafı, seçmen tarafında, yukarıdan gelenlerden çok, onlara nasıl karşılık verildiği önemli. Bu kayyum meselesinde de belirleyici olan, eski CHP yönetiminin iktidarla uyumlanması. Eski CHP yönetiminin iktidarla uyumlandığını görmek, bu seçmenin zihnini berraklaştırıyor. ‘’Demek ki CHP bu yüzden kaybetti. Demek ki 2024’ten itibaren doğru yola girdi ki, önü kesilmeye başladı’’ diye yorumlandı. CHP’ye daha meyilli olan kararsız seçmenler için söyleyeyim, geçmiş başarısızlıkların anlaşılması bir zihin berraklığı ve netleşme yarattı. Bu son olay, onu arttırdı. Zaten 19 Mart bu duyguyu vermişti. Çünkü ‘Birdenbire CHP’nin üzerine bu kadar çullanılması CHP’de yönetim değişikliği olduktan sonra olduğuna göre, iktidar açısından, bu yönetimin önceki yönetimlerden bir farkı var’’ şeklinde bir düşünceye yol açtı. Bu davaların siyasi motivasyonlu olduğuyla ilgili pek de bir kararsızlık olmadığını söylemiştim ya, orası tamam. Merak ettikleri kısım, CHP’nin bu mücadeleyi ne kadar götürebileceği. Yani bu motivasyonlar konusunda soru işareti yok da, ‘’CHP’nin gücü bu mücadeleyi vermeye yetecek mi?’’ konusunda bir merak var. Orada da “Özgür Özel’in tavrının önemli olduğunu, o dik duruşun önemli olduğunu söyledik. Tablonun gitgide netleşiyor olması, eski yönetim ve yeni yönetim arasındaki farkın bu kadar belirgin bir biçimde açılıyor olması, CHP içinde bir karışıklık yaratmak şöyle dursun, bence kimin ne tarafta olduğunu tamamen kristalleştiriyor, çok berraklaştırıyor.
Bu çok önemli. CHP’yi kenetliyor.
Demiralp: Evet. Ben seçmen seviyesinde o anlamda hiçbir kafa karışıklığı görmüyorum.
Peki, ‘‘CHP’ye bunu yapan bize ne yapmaz’’ deyip korkan yok mu?
Demiralp: Korku tabii var. Ama cesaret, korkunun olmaması demek değil. Yine korkun olur, ama bir taraftan da kafan netleştikçe, o korkuyu sana kimin saldığını görmeye başlarsın. O zaman korku öfkeye ve isyana dönüşür. Yani başına gelenlerin kaynağının kim olduğunu göremedikçe, o zaman, o belirsizlik etrafında dönmeye başlıyorsun. Mesela biz bu odak gruplara ilk olarak, Türkiye siyasetini bir hava durumu olarak tarif etmeleri sorusuyla başlıyoruz. Ve bu gruptan en çok duyduğumuz tanım, ‘’Sisli, öngörülemez, her an her şey olabilir’’ cevabı. Bu, fren yaptırıyor, yerinde kalmasına yol açıyor. Birisi ışık yaktığı zaman oraya doğru yönelmeye başlıyor. Dolayısıyla, ben bunu, burada bir ışık yandı diye görüyorum. Işık yandığının birincisi belirtisi, önünün net olarak tıkanması. İkincisi, eski ve yeni yönetimin bu kadar net bir şekilde birbirinden ayrılması. Ama bir şey daha görmek istiyorlar: Senin de hep söylediğin gibi, CHP bir dava kazanmış oldu; bu da bir netlik. ‘CHP’nin olayı ne, meselesi ne?’ hikâyesinde, evet, bir demokratikleşme isteniliyor. Ama onun dışında bu ekonomi meselesi hep bir tarafta kalıyor.
Tam onu soracaktım. Çok dile getirilen bir husus var: “İyi, güzel, ama nasıl yapacaksınız?” İnsanlar ekonomi konusunda iktidardan rahatsız diyelim, ama araştırmalarda hep “Ekonomik gidişattan memnun musunuz?” diye soruluyor “Değiliz,” diyorlar. “Peki, muhalefet gelirse düzelir mi?” sorusuna, “Sanmıyorum” diyenlerin oranı daha yüksek ve hep dile getirilen şey, CHP’nin neyi nasıl yapacağını anlatmaması. Şu anda hem cumhurbaşkanı adayı olarak İmamoğlu’nun hem de CHP’nin bir program çalışması olduğunu biliyoruz. Bu, hakikaten insanların çok dert edindiği bir mesele mi? İnsanlar “Tamam, ben iktidardan memnun değilim, ama muhalefet de bana tam olarak tatmin edici gelmiyor” diyorlar.
Demiralp: Evet, bunu çok duyuyoruz. Ama, ‘O ne anlama geliyor?’ diye birazcık kurcalayınca, onun bir kısmının duygusal olduğunu görüyoruz. Bu, gerçekten bu tarafın gücünün yetebileceğine, iktidar olabileceğine, bu mücadeleyi götürebileceğine, kendi içinde toplu bir şekilde kalabileceğine inanmamakla ilgiliydi. Burası zayıf. Bu şüphe dağılmaya başlıyor, ama bir taraftan hâlâ neyi farklı yapacağını görmek istiyor. Orada net bir tablo görmek istiyor. Ama net demek, o kadar detaylı demek değil. Yani uzun uzadıya, karmaşık, soyut ya da uzun vadeli ekonomi planlarını değil de, günlük hayatta, kısa vadede neyi değiştirebileceğini görmek istiyor ve biraz da radikallik bekliyor. Bu gruptan sürekli, her şeyi baştan kuracak, yepyeni bir şeyler söyleyecek bir söylem beklenildiğini görüyoruz. Normalde bu grupların daha popülist partilere yönelmesini bekleriz. Bu tür gruplar, bir anlamda iktidar seçmeni olabilecek gruplar. İktidarı popülist bir parti olarak tanımlayabiliriz. Bu anlamda iktidarın dezavantajı, çok uzun zamandır iktidarda olduğu için, yepyeni bir şeyler söyleme gücünü kaybetmiş olması. Dolayısıyla, bu defa diğer partilerin, mesela sosyal demokrat bir partinin de benzer bir yenilik sunabilmesi gerekiyor. O yüzden, eski klasik sol söylemlerin, sol iktisat, sol ekonominin daha dışında, biraz daha günlük hayata dair yepyeni radikal bir şeylerin söylenilmesi bekleniliyor. Demokrasiyle ilgili de bu böyle. Mesela demokrasi talepleri olduğunu söyledim ama bu da böyle temsili demokrasi anlamında değil. Yepyeni bir şeyler duymak istiyor. Daha doğrudan, demokrasi, dijital demokrasi, katılımcı bütçe gibi kavramlardan bahsettiğimizde ilgilendiklerini, meclis, parlamenter sistem vesaire kavramlarının biraz ilgiyi söndürmeye, sıkmaya başladığını görüyoruz.
Evet. O güçlendirilmiş parlamenter sistem meseleleri çok heyecan yaratmıyor herhalde.
Demiralp: Evet. Bu güçlü adam tipi siyasetin bu gruba bir noktada cazip gelmiş olduğunu biliyoruz. Çünkü bütün kurumları ezecek, geçecek, aracılarla uğraşmayacak filan. ‘’Güçlü adam’’ demek, aslında ‘’ben’’ demek. ‘’Çünkü onu doğrudan ben seçiyorum.’’ Yani orada kendi gücüyle özleşim kuruyor. Ama orada da bir problem görmeye başladığı için, o güçlü adam modeli popülaritesini kaybetmeye başladı. Bu, demokratlar için bir fırsat. Fakat ‘’tekrar parlamenter sistem söylemiyle burayı geri kazanabiliriz’’ noktası da değil. O da değil, o da değil. Belki doğrudan demokrasi metotları bir heyecan yaratabilecek gibi burada. Ekonomide de benzer bir şekilde. Çok somut, radikal şeyler, neyin farklı olacağını bilmek heyecan yaratabilir. Mesela, ‘Şu vergin düşecek, bu vergin azalacak, dolaylı vergiyle ilgili bir şey söylersin, gelir vergisi ile ilgili yeni bir şey söyleyebilirsin. Ama asgari ücretin belli bir ücretin altına düşmeyeceği söylemleri heyecan yaratmıyor. Onu söyleyebilirim.
Türkiye’nin gündeminde, ‘’Terörsüz Türkiye’’ ya da ‘’çözüm süreci,’’ barış süreci diye bir şey var. Bu konuyu sorduğunuzu biliyorum. İnsanların ilgisi ne düzeyde ve kararsızlıklarını etkiliyor mu bu süreç ya da etkileyebilir mi?
Demiralp: Bu sürece şüpheyle bakıyorlar. Barış pozitif bir kavram, ama diğer taraftan, özellikle bunun Öcalan üzerinden yürümesi ve bu kadar zaman çok başka bir ışık altında sunulan bir ismin, bugün daha yasal, meşru çerçevenin içine aniden sokulması, bu ani manevra ve bunun pek de açıklanmamış olması, averaj seçiminde de anlayabileceği bir netlikten uzak olması, burada bir soru işareti yaratıyor. Ama hem iktidarın hem de muhalefetin bir şekilde bu sürecin içerisinde olması da buradan kaçıp öteki tarafa gitme olasılığı sunmadığı için, doğal olarak karar kuvvetinde bir olay değil diye düşünüyorum ben. Gözlemim, buraya şüpheyle yaklaşıldığı, burada bir şaşkınlık görüldüğü. O zaman bunu, ‘Burayı cezalandırayım, buraya gideyim’ diye değil de, temkinli bir şekilde izliyor. Çünkü çok da fazla başka bir seçeneği de yok.
Yani özel olarak bir Öcalan rahatsızlığı mı gözlüyorsun?
Demiralp: Tabii. Mesela pek çoğu, “Demirtaş içerideyken neden Öcalan?” diyor. Bunu söyleyenler DEM seçmeni dışındaki seçmenler ve zaten kararsız seçmenler. Bunlar, çoğu zaman AK Parti ve MHP tarafıyla CHP arasında salınım gösteren seçmenler. Bu seçmenler içerisinde bile, mesela Demirtaş’la ilgili, “Demirtaş’ın fikirlerini, siyasetini onaylamıyorum, ama karakter olarak beğeniyorum” şeklinde pozitif bir algıyı çok görüyoruz. Ama tabii ki Öcalan’la ilgili çok farklı, çok negatif bir algı var. Dolayısıyla, Selahattin Demirtaş bu sürece çok farklı, çok daha pozitif bir etki yaratabilirdi.
19 Mart’tan bu yana CHP’de bir şey var; ben buna istim üzerinde diyorum. Sürekli siyaseti belirleyen, alanı genişleten, genişletmeye çalışan, her seferinde yargıyla mesele çıkartılan, ama direnen bir CHP var. Ve kararsızların eğilimlerinde bunu çok daha net görebiliyorsunuz. CHP’nin bu süreçte kararsız seçmeni etkileme, daha doğrusu, genel olarak oyunu arttırma konusunda doğru ve yanlış yaptıkları ya da eksikleri nedir sence?
Demiralp: Eksikten başlayayım. Doğrusunu biraz daha fazla konuştuk. Eksik derken şöyle: Mesela son Amerikan seçimlerini hatırlayalım. O zaman, ‘Biden, demans, alzheimer hikâyelerinin konuşulmasından o kadar da rahatsız değil, çünkü hiç değilse ekonomik yetersizlikler daha az konuşuluyor. Ekonomi konuşulacağına demansının konuşulmasını tercih ediyor’’ denilirdi. Şimdi iktidar açısından da, evet, bu 19 Mart süreci antidemokratik olarak algılanıyor. En partizan seçmenler belki onaylıyorlardır, ama onun dışındaki seçmenler için bu, siyasi motivasyonlu, antidemokratik bir süreç. Bunu bildiği hâlde, hatta bu sürede CHP’nin oylarının da arttığını gördüğü hâlde, bunun devam etmesinin, gündemi bu konularla boğmanın sebeplerinden birisi, herhalde ekonominin daha az konuşulmasıdır diye düşünüyorum. Hakikaten de burada partinin söylemi boğuluyor. Bu kadar kritik bir konu varken ekonomi konuşmaya sıra gelmiyor. Ama bir şekilde bunu başarmak gerekiyor. Özellikle kararsız seçmen için söylüyorsak, demokrasi konusuyla, demokratik gerilemeyle biraz biraz ilgilenmeye başlamış olsa da, en önemli gündem maddesi bu olmayan, en önemli konusu hâlâ hayat pahalılığı olan, günlük hayata dair sorunları olan bu seçmene hitap edebilmek için, ekonomiyi yeniden siyasi ajandasına sokması gerekiyor ve burada ne söyleyeceğinin iletişiminin de net bir şekilde yapılması gerekiyor. Biraz önce de konuştuğumuz gibi, iyi olan, başarılı olan, bir direnç göstermek ve zihinleri berraklaştırmak aslında. Yani eski yönetimin iktidarla uyumlu hareket etmiş olduğu konusunun berraklaştırılması diyeyim.
Dün Özgür Özel’le kısa bir röportaj yaptım. “Majestelerinin muhalefeti olmayacağız” diyor. Birkaç gündür hep söylüyor bunu. Ben de ona, “CHP’nin geçmişini majestelerinin muhalefeti olarak mı görüyorsunuz?” diye sordum. Zor bir soru olduğunun farkındayım. Orada, “Geçmişin olumlu yönleri, olumsuz yönleri” filan dedi. Ne demek istediğimi anladın.
Demiralp: Evet, çok iyi anlıyorum. Bu çok önemli. Benim bir önceki raporumun konusunun ‘’apati’’ olmasının sebebi buydu. 2023 seçimi sonrası, CHP seçmeni, öfkesini artık kendisine yöneltmişti, kendisine dönüktü. Bunun bir türlü olmaması, bir türlü doğru adımların atılmaması, artık iktidarla uğraşmaktan, iktidara dönük öfke kendine dönmüştü. Kendine dönük öfke psikolojide depresyonun tarifidir. Burada da siyasi apatiye yol açtı bu. Gidecek hiçbir yer olmadığını düşünerek, partine de kızıyorsun ve siyasetten soğuyorsun. Şimdi CHP seçmeninin siyasi enerjisinin yeniden artmaya başladığını görüyor olmamız, tam da bununla ilgili. Burada artık kendisine bir çıkar yol bulmaya başlamış görünüyor. Geçmişte neden kaybettiği ile ilgili artık bir hikâyesi ve neyin ona yol açabileceği ile ilgili bir öngörüsü var.
Baskı Altında Umut diye bir yazı yazıyorum şu anda, tam da o. Bu konuda çalışanların “Baskı isyana mı yol açar, sinmeye mi yol açar?” diye bir büyük sorusu vardır. İşte o, aslında hangi duyguyu yarattığıyla ilgili. Baskıda korku tabii ki her zaman var. Ama bir taraftan da neyin nasıl olduğuyla ilgili bilişsel bir netliğin olduğunda, o, seni duygusal netliğe ve arkasından da bir eyleme itiyor. Eylemsizlik dediğimiz hareketsizlik, aslında neyin nasıl olduğunu, niye olduğunu, başına niye geldiğini anlamamakla ilgili. Şimdi CHP seçmeninin, 2023’e kadar başına ne gelmiş olduğu ile ilgili bir hikâyesi var. Ben bunun CHP’yi, CHP seçmenini harekete geçirdiğini, enerjisini arttırdığını düşünüyorum. O yüzden, siyasetin arz değil de talep tarafına baktığımızda, demokrasi açısından, demokratikleşme açısından olumlu bir tablo var aslında.
Son olarak, merak ettiğim bir konu var. Doğrudan sizin araştırmanızla bağlantılı olmasa da bir şekilde ilişkilidir. Yeni seçmen, genç seçmen diye bir konsept de var ve bunlarda, CHP’nin ve İmamoğlu’nun daha popüler olduğu yolunda birtakım bulgular var. Erdoğan’ın da genç seçmenden çok fazla oy alamadığı ya da Erdoğan’a verilen oyların belli bir yaş üstündekilerden geldiğine ilişkin bulgular. Burada belirleyici olan hususlar ne olabilir?
Demiralp: En belirleyici olanlardan bir tanesi, bu bahsettiğimiz ‘’tercihlerin kireçlenmesi’’ dediğimiz şey. Yaşlandıkça nasıl kireçleniyorsak, tercihlerimizde de artık çok fazla değişkenlik yapamayız. Ama gençler bir esneklikle geliyorlar. Dolayısıyla, orada partizanlık daha az. Objektif gerçeklere göre, günlük hayatların nasıl etkilendiğine göre karar vermeleri daha kolay. Sonuçta, günlük hayatları, işsizlik, gelecek görememeleri, eğitimin inanılmaz pahalılaşması… Bu seneki üniversite yerleşimlerine baktığın zaman, geçen seneye göre inanılmaz düşmüş durumda. Hem eğitime artık daha az inandıkları için, ‘‘Meritokratik bir şekilde iyi eğitim alırsam önemli birtakım kapılar açılır’’ inancının artık ortadan kalkması, hem de eğitimin inanılmaz pahalılaşması gençleri çok çaresiz bırakıyor. Yurtdışına gitmekten başka çok az hayâli var gençlerin. Bu durumda hâlâ mevcut sistemi devam ettirmek, o yönde oy kullanmak için biraz daha partizan, kimliksel faktörlerin devreye girmesi lazım. O grupta bu partizan duygular daha gevşek. Yani tutmuyor orayı partizan şeyler, aynı zamanda yenilik istiyorlar. Bunlara, Ekrem İmamoğlu değil de başka bir CHP’li ismi, mesela Kılıçdaroğlu ismini koyduğumuz zaman aynı desteği görmüyoruz. Sadece muhalefete destek olmak değil, özellikle Ekrem İmamoğlu’yla da bir duygusal bağ var. Bu, onun hem genç olması, hem de biraz önce konuştuğumuz gibi yenilik, yani sistemi tümden değiştirip yeniden kurabilecek bir lider arayışı. Tayyip Erdoğan yıllar önce siyasete ilk girdiğinde, gençlere aslında biraz da buradan seslenebilmişti, artık bu gücünü yitirdi. Çünkü artık yeniliği ve değişimi temsil etmiyor. Ekrem İmamoğlu hem Türkiye siyasetinde hem CHP içerisinde yenilik vaat ettiği için de bu gençlerin yepyeni bir dönem, yepyeni bir siyaset, yepyeni sistem taleplerine, mevcut diğer isimlerden daha fazla cevap verebiliyor gibi görünüyor.
Çok teşekkürler, Seda. Çok sağ ol.
Demiralp: Sen de sağ ol.
Işık Üniversitesi’nden Prof. Dr. Seda Demiralp’le, esas olarak kararsız seçmenin ruh hâlini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.