İzmir Balçova’da 8 Eylül’de 16 yaşındaki bir lise öğrencisinin pompalı tüfekle polis merkezi amirliğine saldırarak iki polisi şehit etmesi, Türkiye’de giderek artan “radikalleşmiş çocuklar” sorununu yeniden gündeme getirdi. Hacı Bayram Üniversitesi’nden Prof. Dr. Özcan Güngör, videoda bu olayın münferit olmadığını ve Türkiye’de sistemli, kronik bir radikalleşme sorunu olduğunu belirtti.
İzmir Balçova’daki olay, gündeme “radikalleşmiş çocuklar” sorununu getirdi. Bu mesele, yoğun siyasi gündem arasında yeterince tartışılmamış, kamuoyu ve medyanın genellikle kaçındığı bir konu olarak değerlendirildi.
Çakır’ın “Bu tür olayları kamuoyu neden konuşmak istemiyor?” sorusuna Güngör videoda, “Kesinlikle katılmıyorum” dedi ve şöyle devam etti:
“Son iki yıldır, bu radikalleşmiş çocuklar diyebileceğimiz tipten gençlerin her gün bir eylemine şahit oluyoruz. Artık mesele birinin kışkırtması veya bireysel can sıkıntısı değil. Çok sistematik, çok kronik bir yapı var. Fakat biz bu karşı karşıya olduğumuz şeyi konuşmaya yanaşmıyoruz. Bazı siyasi karar vericiler bundan rahatsız oluyor. Bu mesele yokmuş gibi davranıyorlar.”
“Adaletsizlik duygusu ölümcül radikalleşmeye dönüşüyor”
Çakır’ın “Radikalleşmek derken sadece siyasi-ideolojik mi kastediyorsunuz?” sorusunu Güngör şöyle yanıtladı:
“Hayır, sadece ideolojik değil. Karşımızdaki gençler çoğu kez eşitsizlik ve toplumdan rövanş alma duygusuyla hareket ediyor. Türkiye’de 3,5 milyon genç var. Bu çocuklar ne okuldalar ne işteler. Bu çocuklar dijital kafes dediğim dünyada yaşıyorlar. Fikirlerini sınayamıyorlar, kimseyle karşılaştırmıyorlar. İçlerinde biriken adaletsizlik duygusu ölümcül radikalleşmeye dönüşüyor.”
Sosyal medya boyutu
Güngör, sosyal medyanın etkisi için şöyle dedi:
“Gazze gibi küresel olaylar travmaya dönüştüğünde, Telegram gibi gruplarda çocuklar kolayca ikna edilebiliyor. Bu gençler parça parça fikirler alıyor. Yamalı bohça gibi bir dünya kuruyor. Çaresizlik, ekonomik eşitsizlik ve kimlik krizleri birleşince bir gün İzmir’de, ertesi gün Esenyurt’ta, başka bir gün Diyarbakır’da karşımıza çıkıyorlar.”
Nasıl müdahale edilmeli?
Güngör videoda radikalleşme sorunuyla mücadelede atılması gereken öncelikli adımları şöyle değerlendirdi:
“Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın gençlik merkezleri ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullardaki rehber öğretmenleri başta olmak üzere ilgili tüm kurum personeli, radikalleşme eğilimlerinin nasıl anlaşılacağı konusunda acilen eğitime alınmalıdır. Radikalleşme eğilimi gösteren kişilerin davranış değişikliklerini anlama ve bu değişikliklere doğru sorularla yaklaşma yeteneği geliştirilmelidir. Radikalleşme sürecinin henüz başında olan ve çoğu zaman durumun ciddiyetinin farkında olmayan gençlerle ve aileleriyle erken aşamada iletişime geçilmelidir.”
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. 8 Eylül’de 16 yaşında bir lise öğrencisi, İzmir’in Balçova ilçesindeki Salih İşgören Polis Merkezi Amirliği’ne pompalı tüfekle saldırdı. İki polisi şehit etti, yaralılar da var. Ama bu olay, Türkiye’nin diğer yoğun siyasi gündemi arasında kaynadı gitti. Bu olayın çok önemli olduğunu düşünüyoruz ve bu konuyu konuşmak için bir uzmana başvuruyoruz. Radikalleşmiş çocuklar konusunu konuşmak için Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nden Profesör Özcan Güngör’le birlikteyiz. Hocam, merhaba.
Özcan Güngör: Merhabalar Ruşen Bey. Sizinle yeniden programınızda görüşmek güzel.
Ruşen Çakır: Sağ olun. Şimdi şöyle bir husus var. Demin ben açılışta söyledim, siyasetin yoğun gündemi nedeniyle üzerinde durulmadı dedim ama sanki bir yandan da bu tür olaylara, özellikle bu bir terör saldırısı gibi gözüküyor ama çocuğun yaşı nedeniyle ‘‘Acaba değil mi?’’ gibi gözüküyor. Bu tür olayları sanki kamuoyu ve medya çok konuşmak istemiyor gibi. Ne dersiniz?
Özcan Güngör: Kesinlikle katılıyorum. Öncelikle bu konuşulanlar açısından söylüyorum. Kimi diyor ki ‘‘istihbarat’’, kimi diyor ki ‘‘İsrail’’, kimi diyor ki ‘‘yok canım, çocuk kendi başına yapmış’’, kimi diyor ki falan… Bunların belki bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış. Orası bizi ilgilendirmiyor. Fakat kesin olan bir şey var ki, özellikle son iki yıldır bu ‘‘radikalleşmiş çocuklar’’ diyebileceğimiz tipten gençlerin her gün bir eylemine şahit oluyoruz. Her gün. Hatta bazen birkaç tane. Artık demek ki bu mesele onun kışkırtması, birilerinin kullanması meselesini geçti veya ferdi bir adam, işte kafasına göre bir çocuğun canı sıkılmış da falan öyle bir şeyi geçti bu mesele. Çok sistematik, çok kronik, ülkede radikalleşen ağı kullanan bir sistem var. Bu sistemde de rol alan çocuklar var. İşin garibi, çocuklar var. Eskiden bu tip radikalleşme teorilerine baktığımızda bunların mekânsal algıları, sembolleri, kavgaları, falan bir şeyleri konuşurduk ve oradan da daha çok emniyet merkezli olmak üzere birtakım tedbirlerle bunlar az çok anlaşılırdı veya engellenirdi. Fakat şimdi farklı bir şeyle karşı karşıyayız. Ama bu karşı karşıya olduğumuz şeyi kimse gerçekten konuşmaya yanaşmıyor. Geçen yıl sizinle bir program yapmıştık, o zaman Z kuşağıyla ilgili. Orada altını çizdiğim bir mevzu vardı, ısrarla altını çizdiğim. İngiltere gibi, Fransa gibi, İtalya gibi ülkelerde radikalleşme eğilimine giren gençlerle ilgili bizzat eğitim kurumları birtakım tedbirler alıyor. Bu tedbirlerin öncüllerini gözlüyorlar falan. Bir şeyler yapıyorlar adamlar kendilerine göre. Fakat bizim ülkemizde bu konunun emniyet dışında muhatabı yok. Aile Bakanlığı’nın var. O artık vaka olmuş, bitmiş de çocuğu götürüp teslim ederseniz onlar yardımcı oluyorlar. Millî Eğitim Bakanlığımız olsun, başka bu işlerle ilgilenen Gençlik Spor Bakanlığı gibi kurumlarımız olsun, hiçbirinin ister dinî radikalleşme, ki en tehlikelisi o, ister dinî radikalleşme, ister aşırı sağ radikalleşme, isterse kendi dijital kafeslerinde kendi kendilerine ne idiği belirsiz birtakım adamlardan etkilenerek, ki o da çok örgütlü falan da değil; bunların hiçbirine karşı bir tedbirimiz yok, farkında değiliz ve en kötüsü konuşmak istemiyoruz. Konuştuğunuzda da bundan rahatsız oluyorlar. Birtakım siyasi karar vericiler, hatta sağ olun sizin gibi medya kuruluşları bu konuda daha dikkatli, en azından gündeme getirip bir şeylerin konuşulmasını istiyorsunuz. Fakat bazıları bunun konuşulmasını istemiyor. Yokmuş gibi davranıyorlar. Onlar yokmuş gibi davranıyorlar ama o çocuktan sonra, o İzmir’deki çocuktan sonra aynı şekilde İstanbul’da başka genç yaşta bir çocuk yine radikallik hareketi yaptı. Bir de kayıtlara geçmeyen, benim emniyetten aldığım bilgiler var. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da kayıtlara geçmeyen hareketler var. O radikalleşmiş çocuklar bir anda patlama yaşıyor. Yoksa terör örgütünün, PKK’nın falan onlar ayrı, onları zaten demiyorum; ama bu yeni nesil radikalleşmiş çocuklar farklı bir tip karşımızda ve bunun örnekleri de var, sadece bize ait değil. Fakat biz böyle mahrem bir şeymiş gibi konuşmayı sevmiyoruz.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ruşen Çakır: O zaman şunu biraz açalım. Sizin şimdi yeni bir yazınızı okudum, ‘‘Radikalleşmiş Çocuklar’’ diye de, şimdi ‘‘radikal’’ lafı akla hemen siyaset getiriyor ve İzmir’deki olaydaki çocuğun da, saldırganın da birtakım işte dinî sloganlar ya da tutumlar takındığı söyleniyor falan. Ama sizin örneklerinize baktığımız zaman siyasi olmayan konular da var. Yani mesela bir sokakta bilmem kaç tane çocuğun bir çocuğu döverek öldürmesi vesaire. Yani radikalleşme derken sadece siyasi ideolojik bir radikalleşmeyi kastetmiyorsunuz. Biraz onu açar mısınız?
Özcan Güngör: Memnuniyetle. Elbette biz radikalleşmiş çocuklar derken bunu örneğin eskiden bilindik hâliyle bir dinî grubun şu veya bu şekilde devrim yapmak, sistemi yıkmak, bozmak için örgütlü bir eğitimden geçirerek süreci tamamlayıp radikalleştirmesi veya PKK’nın işte dağa çıkarıp kandırdığı, devlete karşı isyan, tamam ama karşımızdakiler böyle bir şey değil. Karşımızdakiler, evet, belki DAEŞ bu çocuğu kullanmıştır. Fakat bu çocuğu o kimliğe hazır hâle getiren sosyolojiyi konuşmamız lazım. Nitekim anne ve babasının ifadeleri var çocukla ilgili. Diyorlar ki, ‘‘Son zamanlarda birtakım filmler seyrediyordu.’’ Görmüşler aslında, birkaç tane çocuğun o dijital ortamda bir etkileşimlere girdiğini falan görmüşler. Yani çocuğun önceki hikâyesi yok. Şimdi bizim açıkça konuşmaktan çekindiğimiz hatta bazılarının hoşuna gitmeyen bir eşitsizlik durumunun, ekonomik eşitsizlik durumunun, toplumsal eşitsizlik durumunun, bu eşitsizliğin oluşturduğu kimlik krizinin, öfkenin, değersizliğin ve en önemlisi toplumdan rövanş alma iddiasında olan bir genç kitleyle karşı karşıyayız. Bu öyle üç beş kişi falan değil. Türkiye’deki son dönemde yaşanan toplumsal hareketler ve buna bağlı ekonomik eşitsizlik ve bunun doğurduğu sonuçları kimse konuşmak istemiyor. İstatistiğe baktığınızda Türkiye’de yani diyorlar ki, ‘‘genç işsizlik %9 civarında.’’ Ya siz nerede yaşıyorsunuz? Yani Türkiye’de 3,5 milyon ‘‘NEET’’ denilen bir gençlik var, 3,5 milyon. Ne işteler ne okuldalar ne bir yerdeler bu çocuklar. Ve en kötüsü, sosyal ortamlarda bunlar kendilerini ve fikirlerini karşılaştıracakları, tanıştıracakları ortamı da bulamıyorlar. Dışarı çıkmıyorlar zaten. Bunların tek dünyaları var, bu dijital kafes. Ben buna ‘‘dijital kafes’’ diyorum, Max Weber’in bürokratik kafesinden hareketle, dijital kafes burası. Bu kafese girdiğinde bu gençler ne fikirlerin gerçekten doğruluğunu yanlışlığını test etme ne toplumsal normlar tarafından dışlanma, hiçbir şey görmüyorlar. Ama biriken bir sahipsizlik algısı, biriken bir yanlışlık ve biriken bir, bu anlamdaki, adaletsizlik şeması var çocuklarda. Bizim Z kuşağı çalışmalarında altını ısrarla çizdiğimiz bir şey vardı. Diyorduk ki: Bu gençlerde şu veya bu şekilde beğenmeyebilirsiniz birtakım şeyleri; fakat bunlarda adalet hissi, geçmiş hiçbir kuşakta olmadığı kadar güçlü. Kendi çok farklı ideolojilerden, insanlardan bile bu adalet hissi çok yüksek. Şimdi bu ortamda Türkiye’de birtakım şeyler tekrar ede ede, görmezden geline geline, anne babalarının bile son anda fark ettiği ve aşırı ölümcül, bu radikalleşme olduğu için gördük bunu, ölümcül görüldüğü için, bu seviyede henüz olmayan başka şeyler var. Yani ülkede bu anlamdaki ekonomik eşitsizlik, değersizleşme, dışlama ve toplumsal alanda adaletsizlik anlayışı had safhaya varınca siz ne yaparsanız yapın bu gençleri artık doğal yollarla daha rafine, daha ülkenin geleceği için gayret edecek birtakım tiplere dönüştüremezsiniz.
Ruşen Çakır: Hocam, burada şöyle bir husus var. Şimdi bu söylediğiniz hususlar böyle hayatın içerisinde zaten akan giden, ekonomik nedenler, aile baskısı vesaire gibi hususlar. Bir de şu husus var, sizin çalışmalarınızda da bu var. Mesela Eskişehir örneğindeki genç için benzer bir olay vardı. Sosyal medyada çok sayıda, dünyanın değişik yerlerinden ve Türkiye’den de birtakım şeyler akıyor, ne denir, tahrik edici malzeme akıyor. Mesela İzmir’deki gencin IŞİDvari yapılanmaların birtakım yerlerine girdiği söyleniyor. Eskişehir’deki gencin birtakım dünyadaki neo-Nazi vesaire böyle değişik yapıları takip ettiği, bir de böyle bir olay var, değil mi? Yani sosyal medya üzerinden yürüyen bir tür propaganda var.
Özcan Güngör: Şimdi Ruşen Bey, sosyolojik zemin müsaitlik arttıkça bunları bulmak çok kolay başkaları için veya o çocukların etkilenme imkânları çok kolay. Bakın, şimdi mesela bu Gazze meselesiyle ilgili söyleyecek olursak, Gazze meselesi bizim için tabii ki çok üzücü, gerçekten çok üzücü, yani nereden bakarsanız bakın çok üzücü bir şey. Fakat bunu seçilmiş bir travmaya dönüştürdüğünüzde, çaresizliğe dönüştürdüğünüzde, işte bütün dünya bir araya geliyor veya işte Türkiye veya Araplar şunlar bunlar, İsrail’e bir şey yapamıyor, orada insanlar ölüyor falan. Şimdi bu çaresizlik hissi derin bir travmaya dönüşüyor, kimlik krizine dönüşüyor. Sağ olsun bizim Millî Eğitim de zaman zaman mesela şöyle bir saçmalık da yapıyor. Yani tutuyor Çanakkale Savaşı’yla Gazze’deki savaşı eşleştiriyor. Çocuklara Çanakkale ile Gazze’yi aynı anda anlatıyor. Ya arkadaşlar, akıl izan Allah versin. Yani Çanakkale Savaşı bir zaferdir, bizim için de seçilmiş bir zaferdir. Yani çok da büyük bir zaferdir. Gazze ise, evet, Müslümanlar orada, çok üzülüyoruz ama orada bir çaresizlik vardır, başa çıkamama vardır. Bu meşhur Dökmeciyan var, Hrair Dökmeciyan, Ortadoğu’yu çalışan bir adam. O adamın ‘‘Ortadoğu’da bunlar niye zemin buluyor?’’ diye sorduğu sorunun cevaplarından biri bu. Diyor ki, ‘‘burada askerî çaresizlik var,’’ yani bir şey yapamıyorsunuz. ‘‘Diktatöryel baskılar var,’’ bir şey yapamıyorsunuz. ‘‘Ekonomik eşitsizlikler var,’’ bir şey yapamıyorsunuz. Ast ve üst, bu anlamda, sınıfsal anlamda kültürel boşluk gittikçe açılıyor. Alt taraftakiler eziliyor, o biraz Marksist söylemle de olsa doğru bir şey var. Şimdi siz bu zemin üzerinde gerekli takibi, gerekli desteği, gerekli imkânları kullanmadığınızda bugün İzmir’deki çocuk çıkar, yarın Ankara Pursaklar’da, Ankara Hacı Bayram Mahallesi’nde çıkar, öbürsü gün İstanbul’da Esenyurt’ta çıkar. Bakın, şu anda bu sosyal ortamlarda, Telegram gibi gruplarda çok rahatlıkla gençler tek tip, kandırılabilir, daha doğrusu ikna edilebilir argümanlarla çok rahatlıkla bu tür eylemlere yönlendirilebiliyorlar. Bir de bu kendi ortamının dışında bunun gerçek mi, doğru mu, yanlış mı, eğri mi olduğunu bu çocuklar görmüyor ama bol miktarda o eğildikleri noktanın… İşte mesela en son o IŞİD’in yaptığı şey ne? DEAŞ’ın veya IŞİD’cilerin, her neyse o selefilerin, radikal selefilerin ısrarla söyledikleri şey şu, işte Tayyip Erdoğan gibi muhafazakâr eğilimi olan bir adama bile ‘‘kafir’’ diyorlar zaten. Ona da kâfir diyorlar. ‘‘Bu da bak İsrail’e bir şey yapmıyor, oyun oynuyor. Zaten anlaştı bunlar İsrail’le’’ falan gibi argümanlarla bu çaresizlik ve o Gazze’deki insanların çektiği yoksulluk üzerinden çok rahatlıkla radikalleştiriyorlar çocukları. Yani benim o başlıktaki altını çizmek istediğim şey ‘‘suça yöneltilen çocuk’’ değil, ‘‘radikalleşmiş çocuk.’’ Suça yöneltilmek biraz daha profesyonellik, biraz daha başka bir şeylerdir. Öncesi vardır, sonrası vardır. Bunların bu süreçlerin hiçbirinden haberi yok. Resmen bir kriz yaşayan fakat yaşadığı krizi dışarıya yansıtamayan, o yaşadığı krizle başa çıkmayı veya yaşadığı krizi “ya bu yanlış bir şey mi, doğru bir şey mi” diye dışarıya da söylemeyen bir tip gençlik var karşımızda. İçlerinde oluşuyor, bu belli bir noktaya geliyor. Sonra ya işte birine gidiyor, en ufak bir olayda ölçüsüz bir şekilde, bir başka olayda mesela diyelim ki sevgililer, kızla çocuk sevgili bilmem ne bir şey, sonra gidiyor çocuğu, kızı kesiyor. Yani normalde nereden çıktı bu hiddet? Bu şiddetin bu seviyeye gelmesinin kolaylaştırıcı etkisi ne? İlginç bir şekilde hem İzmir’deki DAEŞ’ten esinlenen çocukta, hem İstanbul’daki çocukta bir şey var, çok profesyonel silah kullanıyor bunlar. Yani ben doğrusu çok bilmediğim için söylüyorum, bu oyunlarda falan acaba bunlar silah sökmeyi, takmayı, pusu kurmayı, ateş etmeyi o kadar öğreniyorlar ki, akla ziyan bir şey bu. Dolayısıyla orada zaten bunlar var. Eğer bu meselenin o diğer boyutları göz ardı edilirse veya bazı yetkililer ısrarla işte birine ‘‘kâfir’’ diyor. Şimdi bu devlet nezdinde bunları böyle konuştuğunuzda alttaki gençlerin veya o radikalleşen gençlerin sonra İslamcı radikal olması veya aşırı sağcı radikal olması veya her biri hibrit olması, ki bu çocukta da var. Zaten bu çocukların özelliği bu. Bunlarda tek bir siyasal dil veya dinî dil yok karşılarında. Bunların kendilerince parça parça alıp böyle yamalı bohça hâline getirip sonra da oradan bir eylem tarzı çıkardıkları bir tip var. Çünkü bunu denemiyorlar sosyal alanda. Kimseyle karşılaştırmıyorlar. Kimseye sormuyorlar bu fikirleri böyle doğru mu, yanlış mı diye. O kanalları bulduklarında karşımıza canileşen, radikalleşmiş çocuklar çıkıyor.
Ruşen Çakır: Kusura bakmayın, araya girmek istiyorum.
Özcan Güngör: Estağfurullah.
Ruşen Çakır: Şimdi başta dediniz ki, ‘‘Fransa’da, Almanya’da birtakım çalışmalar yapılıyor, bizde yapılmıyor’’ dediniz. Benim bildiğim deradikalizasyon denen, yani radikallikten arındırma çalışmaları var. Yani şöyle ki mesela bir şeyden sonra gözaltına alınan birtakım örgüt üyeleri, işte IŞİD ya da benzeri, El Kaide falan, oradaki insanların bir rehabilitasyonu gibi çalışmalar var. Yani radikallikten arındırmayanların da, sıfırdan radikalleşmeyi engellemenin yolu nasıl olabilir? Yani bu söylediğiniz şeyler çünkü sosyal ekonomik hususlar. ‘‘Bunlar düzelirse kimse radikal olmaz’’ deyip dükkânı kapatmak gerekir.
Özcan Güngör: Kesinlikle hayır. Burada mesela örnek olarak söyleyecek olursak, yurt dışındaki örneklerde şöyle bir şey var karşımızda. Okullarda, başta öğretmenler olmak üzere, rehber öğretmenler olmak üzere bir sistem var. İngiltere örneğinde böyle, İsveç örneğinde böyle. Yani onlar daha olaylar yaşanmadan önce o öğretmenler aracılığıyla bu tür eğilimlere giren çocukları önce tespit ediyorlar. Sizin dediğiniz o daha başka bir şey. Yani adam artık radikal olmuş gitmiş bitmiş de sonra dönmek istiyor veya devlet diyor ki ‘‘bu işten vazgeç,’’ o başka bir şey. Türkiye’de o da yok zaten, o da ayrı bir şey. Yani Türkiye’de deradikalizasyon süreçlerini yönetecek ne bir kurum var, ne sosyoloji ve psikoloji bölümlerinde, orada burada bu işi anlayan insanlar var. O ayrı bir şey. Ama bizde daha işin önünde bu eğilime girmiş bir kurum da yok. O dediğim ülkelerde bunun resmen kurumları var. Hatta adları da var bunların. Böyle hemen şimdi bazıları aklıma gelmiyor. Daha önceki yazıdan kaldığı için söyleyeceğim size. Mesela birinin adı ‘‘Hayat’’ falandı. Yani kurumun adı ‘‘Hayat.’’ Birleşik Krallık’ta mesela İngiltere’de ‘‘Prevent’’ yani ‘‘engelleme’’ diye bir program var. İsveç’te ‘‘Çıkış’’ diye bir program var. İşte Almanya’da ‘‘Hayat’’ diye. Fransa’da bu anlamda yine bir kurum var ki bu kurumlar okul döneminde bu tür eğilimlere giren çocukları doğru insanlarla buluşturuyor veya arkasından başka bir şeyler yapıyor. Yani işin daha ileri boyutlara gitmesini engelleyici birtakım tedbirler alıyorlar. Bizde böyle bir şey yok. Ne Millî Eğitim Bakanlığı’nda ne Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu okullardaki rehberlik öğretmenlerinin formasyonunda ne de onlara tembih edilen şeylerde. Maarif Modeli dediğimiz model içinde de yok mesela. Maarif Modeli dediğimiz, öğrenme biçimlerini değiştirme stratejisi sözde; ama orada rehberlik öğretmenlerinin bu tür bir eğilim, ister sol radikalizm, isterse aşırı sağ radikalizm, ister dinî radikalizm olsun, ki bu çocukları tespit etmek çok zor değil. Yani anlaşılabiliyor. Tabii ki bazen anne baba da anlayabiliyor, rahatlıkla anlayabiliyor ama okul ortamlarında zorunlu olarak telefonları falan da bıraktırdıkları için anlaşılması mümkün. Türkiye’de böyle bir şey yok efendim. Türkiye’de kimse bunu kendisine dert etmiyor. Hatta böyle dinî radikal tiplerden hoşlananlar da var işin garibi. Yani onları aslında böyle çok gayretli, çok işte mücahit falan diye övenler de var, yani eğer dinî radikal olursa. Muhtemelen, bilmiyorum ama, sol radikallerde de öyle bir şey var. Yani onlar da ‘‘ne güzel yiğit adam, davasının adamı, vazgeçmeyen, ölümü göze alan’’ falan diye muhtemelen orada da var öyle bir şey. Bilmiyorum, ama sahada var. Yani güya mücahit falan tiplemeleri. Bunun okullarda veya başka kurumlarda hiçbir aşaması yok. Ne zamana kadar? Olay patlayana kadar. O saçma sapan bir hareket yaptığında emniyet ele alıyor. Sonra ne yapıyor emniyet? Alıyor bu çocukları, işte bildiğiniz gibi çocuk suçlu kategorisinde, çok kısa sürede çıkıyor. O en son İstanbul’daki kızı kesen çocuğun 30 ayrı suç dosyası varmış. Yani tam radikalse radikal bu adam. Belki hasta, belki neyse yani. Fakat adam giriyor ve çıkıyor. Giriyor ve çıkıyor. Hukukî olarak bu çocuklar sözde çocuk suçlu oluyor. Çocuk suçlu olunca… Geçen mesela yine arkadaşlarım paylaştı, Telegram‘da bir grup var. Adamlar fiyat listesi yayınlamışlar. Diyorlar ki, ‘‘dükkân basmak 30.000 TL, dükkân basıp kurşunu bacağına sıkmak 50.000 TL, öldürmek 150.000 TL.’’ Grup var Ruşen Bey. Ki bu Telegram grubu, yani bu Dark Web falan değil. Yani çok rahat ulaşılabilir bir şey. Kime yaptırıyorlar bunları? Çocuklara yaptırıyorlar. Üç beş tane çocuk gidiyor o dediklerini yapıyor, 30.000 liraya, 50.000 liraya, 150.000 liraya neyse. O başka bir şey, işin bir başka tarafı yani. Ama çocuk suçlu dediğiniz suçluluğun da eğer hukukî anlamda gerçek yaptırımı olmazsa o radikalleşen çocuklar daha da fena radikalleşiyor. Ama her şeyden önemlisi yine bence işin sonuçlar çıktıktan sonraki kısmıyla mücadele başka bir mevzu, devletin hukukî veya emniyet mevzusu. Bize düşen sosyolojik olarak bunun önceki aşamaları. Bu önceki aşamalar da dönüyor dolaşıyor yine o adaletsizliklere, eşitsizliklere. Veya o dijital kafesteki o yalnızlaşan ve önüne anlamlı bir kimlik koyamayacağınız, bir hayat koyamayacağınız bu çocuklara bir şey demeniz lazım. Ama diyemiyorsunuz. Yani işte kamuda bir şey söyleyemiyorsunuz. Toplumsal hayatta rekabeti açıcı birtakım imkânlar koyamıyorsunuz. O zaman bu aynı şeye dönüyor, yani emniyetçiler ne kadar tutuklarsa tutuklasın bu adamları.
Ruşen Çakır: Peki hocam, son olarak şunu sormak istiyorum. Biraz şey olacak ama şimdi çok boyutlu bir sorundan bahsediyoruz. Yapılması gereken çok şey var ve yapılan pek bir şey yok. Hatta hiçbir şey yok diyebiliriz. Şu anda mesela bir yetkili, elinde iktidar olan birisi size dese ki, ‘‘Acil olarak ne yapmamız lazım?’’ Yani böyle hepsini birden sıralamak yerine en öncelikli mesele nedir radikalleşmiş gençler konusunda yapılabilecek?
Özcan Güngör: En öncelikli şey, en azından devletin açısından söyleyeceğim, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın gençlik merkezleri var, Millî Eğitim Bakanlığı’nın her okulda rehberlik öğretmenleri var. Acilen, ‘‘Kim nasıl radikalleşiyor, nasıl anlarız ve anladığımızda ne yapmamız gerekir?’’ en temel birtakım göstergeleri var bu işin. En azından bir kısmı çabukça bulunur. İlk önce bunları acilen eğitime alıp, oradan da bir sonraki aşamasında da bu tür eğilimlere giren insanlarla ilişkili, ne tür bir eğilime girmişse, bu eğilime ilişkin annesiyle işte kendisiyle bir kontağa geçmek lazım. Çünkü bunların birçoğu gerçekten olayın farkına varmadan süreci ilerletiyorlar, yani gençler. Bu çocuklar, 14, 15, 16 yaşında çocuklar. İşte hem bu çocukta var hem öncekinde vardı. Bir bakıyorsun aşırı sağcı, bir bakıyorsun aşırı radikal dinci, bir bakıyorsun Nazici falan oluyor. Yani bu o kadar kolay değil ama oluyor. Çünkü etkilenmeye açık bu. Yarın bir gün bu adamın karşısına doğru bir modelle ne yapıldığını, en azından o sürecin ilk aşamasında, yani seldeki kütük gibi düşünerek söylüyorum ben bunu. Yani sel geliyorsa hiç değilse en öndeki kütükleri kapalım. Yani kütük de kim? En çok görünen ortamda, bu da okullarda, camilerde, camiyi de katayım onun içerisine çünkü Diyanet’te de genç merkezleri var. Orada ilginç kuluçkalar da oluşuyor, o da ayrı bir mevzu. Yani onu ayrıca bir konuşmak gerekir belki. Yani selefilerin kuluçka merkezlerinden bir tanesi maalesef o tür yerler, bir de o var. Diyanetin, Gençlik Spor Bakanlığı’nın ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın doğrudan ilk elden bu radikalleşme eğilimi, radikalleşen kişilerin davranış değişiklikleri, bu davranış değişikliklerini anlama ve sonraki aşamalarda soruları doğru sorma. Yani onun eğitimleri var biliyorsunuz. Yani adama sorarken ilk soruyu yanlış sorarsanız başka bir yere gidiyor iş zaten. Benim en acil söyleyeceğim şey bu olur, ki bu en acili. Sonra zaten onun gerekli altyapısı başka türlü oluşturulmalı bence.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler hocam. Sağ olun, eksik olmayın. Evet, 8 Eylül’de İzmir Balçova’daki polis karakoluna 16 yaşındaki bir lise öğrencisinin pompalı tüfekle saldırısı ve iki polisi şehit etmesi olayı bir kere daha radikalleşmiş gençler konusunu gündemimize getirdi. Çok konuşulmayan bu önemli konuyu Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nden Profesör Özcan Güngör’le konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.