Türkiye’nin kronikleşmiş sorunlarından biri olan “çözüm süreci”nin yeniden canlanması, siyasi ve güvenlik çevrelerinde tartışılmaya devam ediyor. Dünya Alem videosuna konuk olan aktivist Ahmet Faruk Ünsal çözüm sürecinin arkasındaki asıl dinamiğin, Türkiye’nin iç siyasi iradesinden çok, Suriye’deki jeopolitik değişimler olduğunu iddia etti. Ünsal, sürecin başlamasını mümkün kılanın, Suriye’de beklenen iktidar değişikliği ve Kürtlerin bölgedeki artan gücü olduğunu vurguladı.
Ünsal’a göre, çözüm sürecinin başlangıcı olarak gösterilen 1 Ekim 2024’teki Türkiye BüyüK Millet Meclisi (TBMM) açılış toplantısı ve sonrasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Öcalan gelsin konuşsun” çıkışı, kişisel bir dönüşümden ziyade bir “devlet kararı”nın yansımasıydı. Bu kararın temelinde ise Suriye’deki güç dengesinin değişeceğine dair bir öngörü yatıyordu.
Ünsal, bu süreci 7 Ekim 2023 İsrail saldırısıyla başlayan ve Orta Doğu’da büyük bir dönüşümü tetikleyen olaylar zincirine bağladı. Suriye’de 8 Aralık’ta gerçekleşen iktidar değişikliğinin, Kuzey Suriye’deki Kürtler için “devletsiz bir Suriye” ortamı yaratacağını ve bu durumun onların kendi iddialarını daha rahat ortaya koymasına zemin hazırlayacağını belirtti. Ünsal, Türkiye’nin bu durumu Öcalan üzerinden bir etki altına alma girişimi olarak yorumladı.
Öcalan’ın mesajı: “Ayrılıkçı değiliz, demokratik ulus istiyoruz”
Suriye’deki Kürtlerin durumuyla ilgili olarak Öcalan’ın pozisyonunun belirsizliğine değinen Ünsal, İmralı’dan gönderilen ve son dönemde yayınlanan bir mektubun, devletin süzgecinden geçtiği hâlde Kürt hareketinin ana stratejisini ortaya koyduğunu söyledi. Öcalan’ın mektubunda iki önemli noktaya dikkat çektiğini belirtti:
Bunlardan ilki, bütünleşik Suriye: Öcalan’ın, ayrılıkçı değil, “bütünleşik bir Suriye’den yana” olduklarını söylemesi, hem Arap aşiretlerini hem de bölgedeki diğer etnik grupları kışkırtan politikalara karşı bir duruş olarak değerlendirildi.
İkincisi, demokratik ulus: Öcalan’ın “Herkesin kendisi gibi olmasının anayasal bir garantiyle sağlandığı bir demokratik ulus istiyoruz” demesi, Suriye’deki Kürtlerin sadece kendi haklarını değil, tüm azınlıkları kapsayan bir model önerdiğini gösteriyor.
Ünsal’a göre, bu mesaj, Türkiye’nin “Suriye bir Arap Cumhuriyeti olmalıdır” şeklindeki katı söyleminin, Suriye’deki Kürtleri İsrail’in kucağına itme riski taşıdığına dair bir uyarı niteliği taşıyor.
İktidarın paradoksu: Hukuksuzluk ve çözüm süreci
Suriye’deki bu jeopolitik zorunluluklar bir yana, Ahmet Faruk Ünsal Türkiye’nin iç siyasetindeki paradokslara da değindi. Çözüm sürecinin demokratik bir ufuk açmasına rağmen, ülkede hukuksuzlukların devam etmesinin ve toplumun geniş bir kesimine eziyet edilmesinin süreci zayıflattığını savundu.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Ünsal, MHP ve AKP arasındaki ilişkiyi “simbiyotik” olarak tanımladı. MHP’nin cumhurbaşkanlığı sistemini getirmesiyle AKP’ye iktidar hediyesini sunduğunu, AKP’nin ise yargı eliyle MHP’nin iç iktidarını koruduğunu belirtti.
MHP’nin oy derdinin olmadığını, bir “devlet partisi” olarak hareket ettiğini, AKP’nin ise oy kaygısıyla adımlarını daha temkinli attığını söyledi. Ünsal, iktidarın muhalif belediyelere yönelik “yolsuzluk” operasyonlarının da siyaseti temizleme amacından çok, siyaseti dizayn etme çabası olduğunu ileri sürdü.
“Halk, geçmişte yaşanan hayal kırıklıklarını bir daha yaşamak istemiyor”
Videoda, bazı bölge gözlemcilerinin “Bölgede 2013-2015 sürecindeki coşku görülmüyor” yönündeki tespiti üzerine Ahmet Faruk Ünsal, bunun ihtiyattan kaynaklandığını belirtti. Halkın, geçmişte yaşanan hayal kırıklıklarını bir daha yaşamak istemediğini ifade etti.
Sonuç olarak, Ünsal’a göre, çözüm süreci ancak Türkiye’nin demokratikleşme sorununu çözmesiyle başarıya ulaşabilir. Kürt meselesi, Türkiye’nin hem kendi demokrasisini inşa etmesi hem de Orta Doğu’ya daha kapsayıcı bir model sunması için bir fırsat sunmaktadır. Ancak iktidarın bir yandan çözüm sürecine kapı aralarken diğer yandan siyasi ve hukuki baskıları sürdürmesi, bu umutları zedeleyen en büyük paradoks olarak öne çıkmakta.