TBMM açılışında kamuoyuna servis edilen fotoğraflar siyaset sahnesini karıştırdı. Siyasi atmosferi sanki ikiye böldü. Bir tarafta Erdoğan’ın açılış konuşmasını boykot edenler – CHP, TİP, EMEP -, diğer tarafta dinleyenler, diğer partiler.
Bir ittifak mı oluşuyor?
Yeni bir ittifak mı oluşuyor diye ne kadar pompalansa da oluşan zahiri bir hoşgörü algı yaratımından öte gidemedi. Bu algı da zaten fazla sürmedi, birkaç gün ve birkaç açıklamadan sonra dağıldı, her biri kendi yoluna koyuldu.
Ama ayrı politik hattın en kahır çekeni, kendince kararlı mücadele edeni DEM vekillerinin pozları elden ele dolaştı göze, gönüle ve çirkin politik sıfatlara battı, batırıldı.
Bunlar, Erdoğan karşısında DEM Parti milletvekillerinin göbekten el bağlamalı sempati yüklü tebessüm fotoğraflarıydı.
Ağzı olan konuştu
Ağzı olan konuştu. “Yılışık”, “yavşama”, “teslimiyet” yazılabilir sıfatlardı. Mücadeleyi, Kürt halkını sattı diyenden de geçilmedi. Bazıları provokatifti ve sahibine aitti.
“Eleştirenler”, Kürt özgürlük mücadelesinin ödediği bedellere bu duruşun yakışmadığını vekillerin ve DEM Parti’nin yönetim eksikliğinden bahsetti.
Ama DEM yönetimi hiç bağımsız bir yönetim oldu mu ki?
Öcalan’ın perspektifi mi?
Kimileri yanlışın nedenini Öcalan’ın tasarlayıp devletle girdiği “teslimiyet” politikasına dayandırdı.
Öte yandan, kimi savunanlar da yine mücadeleden, bedellerden, mücadelecilerin yumurta küfesi taşıdığından bahsetti, mücadelede yer almayanların bu kırıcı eleştiriye hakkı yoktur dedi ve bunu “Çanakkale Geçilmez!” edasıyla “ata”dı. İki taraf da iyiyi savunmak istedi, ama eksikti, eksiklikte eşitlik arandı. Birkaç saatlik meclis kokteylinde başlayan fırtına bir türlü dinmedi. Eleştiri neydi, kırıcı/yapıcı neydi, sınırı nerede başlar nerede biter belli değildi.
Pusu kültürü
Ama bu tartışma yeni değildi, epeydir gına getirendi. E feodal kültür, düello edecek değil ya, her an pusuda, aklınca gafleti sezdi mi alnının ortasına basacaktı “kurşun”u, bastı. Giyim kuşam teknoloji tamam da kültürü hemen değiştiremiyordu; eleştirenler 12 Eylül’de kalma, donanımsız, tükenmiş “delikanlılık kriterli” sol veya kapitalist modernistlerdi. Argümanları, ‘O duruş delikanlılığa, ödenen bedellere ya da solculuğa sığar mı?’dan öte değildi. Yaldızlı tumturaklı cümleler teori ve dayanak üretmiyordu.
Çok az yazar; ilkeler, eleştiri ve yöntem üzerinden değerlendirdi konuyu. Duruş ve politik ifade üzerine yazan Doç. Dr. Şebnem Oğuz bir “kelaynak” gibiydi. “Sol”culara “konuyu bilerek eleştiri yapın” dedi analiziyle.
Hep söylenir ya, “her sakallı dede değildi.”
Türkiye’de sol cumhuriyet kurulduğundan beri, öncesini geç, devletin zulmünde yaşadı ve hala yaşıyor. Ama hala insan hakları, kişilik hakları öğrenilemedi. Ekolojiyi bilmemesi, aksesuar kalışından belli. Yıllarca öğrendiğini sandığı eleştiri özeleştiri ve ikna metodundan da yoksundu. Olmasa bu yüzyıllık badirelerden sonra sol seçenek olurdu.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Egemen sol ve savunma hakkı
Sol bir parti, hatta DEM, sivil bir (düşünce) örgüt, bir “akil” kişi çıkıp, “Hele bir yüze kadar sayın, önce o fotoğraftaki arkadaşları dinleyin” demedi. Çünkü bizim egemen sol SAVUNMA HAKKInı bir türlü içselleştiremedi. Şener Şen bile filminde “hele bir sor, niye” diye defalarca söyledi ama nafile, o pırıl pırıl dinamik gençler yaşlandıkça, istisnalar dışarı, devletin yetiştirdiğine döndü.
O fotolar geçmişi geleceği bir anda nasıl silerdi, işte o beyninde yüklü değildi? Sevap değilse günahtı.
Her insanın gaf anları vardır, mesela insanın en çirkin anı tavuk yerken/ısırırken, öyle bir fotoğrafı bir kibar İstanbul efendisini, “bu vahşi adama bak” diye servis etsen doğru mu olurdu?
Fotoğraf değil, DEM sorgulanmalı
DEM Parti vekilleri diplomatik duruş dersi mi almıştı? Asla niyetleriyle bağdaşmayan, iyi sandıkları enstantane/bir duruştan “idam” etmek yanlıştı.
Ama bu vesileyle DEM’in vekil belirleme politikası, o seçici komisyon diktası, üç dönemdir görevi ekonomi(uzmanı) olduğu halde solun ekonomik büyümeden yana olmadığını, kalkınmacı olduğunu yeni yeni söyleyebildiği, yine uzatmalı diğerinin, Meclis’te “ekonomik büyüme rakamlarınız şişirme, silikonlu, hormonlu” diye “sol” konuştuğunu sandığı vb. eleştirilse neyse. Ama bu hamaset değil donanım isterdi. Birkaç kişi dışında kimse dile getirmedi.
Velhasılı ortada cehalet fırtınasından başka bir şey yoktu. Solu da modernisti de cahildi. Bileşenlerle daha bir süreci örgütleyemediler.
Hükümet muhalefetten daha örgütlü daha donanımlı. Çünkü muhalefet değil halkı, kendini bile örgütleyemeyecek durumda. Mesela DEM ve bileşenleri politik programatik bir ittifak içinde değiller. Onca yıla rağmen olmaları gerekmez miydi? Sadece Kürtlerden vekil alarak ittifak olmazdı ki. Meclisin açılışında dahi ortak duruş sağlayamadılar. Bir çığır açacak komünal/yatay örgütlenme, doğrudan demokrasi de hala sağlanamadı. Devleti suçlamak çok anlamlı değil, bu halle süreç tabi ki ağır ilerler. Devletten beklenirse çok beklenir! Sürecin yol alması mücadele ve mücadele ittifakları.
Devlet, DEM, CHP ve demokrasi ittifakı
Öte yandan birinci partiyim diye ekranları titreten CHP mecliste ortak duruş örgütleme, çözümün altına elini sokarsa angaje olmaktan korktu. Çözüme dair hangi toplantıyı yaptı hangi toplantısında şovenizmi eleştirdi? CHP demokrasi ittifakı kurmayı aklından dahi geçirmedi, yıllardır her şey kendi çatısı altında olsun istedi.
Dolayısıyla CHP’nin demokrasi, çözüm istediği halka, kimseye geçmedi. “Tayyip kötü, otokrat, ekonomi iflas” diye iktidar olunamaz. Sen neden iyisin? İktidardan ne farkın var ortalıkta somut bir burjuva demokrasisi vaadi görünmüyor.
Böylelikle demokratik toplum yürüyüşünün bugün birkaç fotoğrafta, yarın başka bir devlet sakıncasında boğulmaması için demokrasi ittifakının kurulması şart.