Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 5 Ekim’de hükûmeti kurmakla görevlendirdiği Sébastien Lecornu’nün 6 Ekim’de istifâ etmesi üzerine Mediapart’da bir yazı yayımlandı. Thibaud Choppin de Janvry’in yazısını Haldun Bayrı çevirdi.
Târihî bir an bu: İktidar buharlaşıyor ve böylelikle hükmünün güçsüzlüğünü fâş ediyor. Hiçlik Devlet’in zirvesine yerleşti — herkes buna heyecanlanıyor. Ülke sürükleniyor, bununla birlikte her şey yerinde. Makine hâlâ çalışıyor — sanki hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir yere de gitmeden. Fâcia da burada: Hep krizde bir dünyadaki kaosta değil, idâre edilen bir boşluğun teklifsizce verdiği dirlik düzenlikte.
İlk bakışta, şu anda çökmekte olan bir bakanlar kurulu değil, çoğunluk bile değil hattâ: Bizâtihi iktidârın kurgusu — Ulus’un dizginlerini bir yerlerde birinin hâlâ tuttuğu inancı. Başbakanın istifâsı, öldüğünü bilmeden herkesin başına musallat hayâlet bir devletin son belirtisi. İmzâ atan, karar veren, konuşan — ama sesinin artık hiçbir etkisi olmayan. Bedeni olmadan ısrar eden ve burada olmadan tesir eden. Kuvveti sâdece alışkanlıkta kaim — iktidârın firârını görünce onun davranışına ayak uyduran bürokratik atâlet yoluyla. Devlet hep burada, Devlet hiçbir yerde: İzinde görünür, başka yerde dâima nâmevcut. Elbette otoriter, serpiştirmeceyle — çehresi olmayan bir karar ağı içinde. Hükûmet etmeden hükûmet etmek, vizyonsuz işletmek: Siyâset dünyası gevşek bir sembolik denetim biçimi içinde böyle eriyor — etki amaçlı duyurular ve resmî duruşlardan ibâret.
Yöneten artık iktidar değil, boşluğun işletilmesi bu. Devlet algoritmik hâle geliyor — tıka basa algılayıcılarıyla. Üretiyor, formatlıyor — ve böylece bir karar fikrini siliyor. Düşüncesiz bir itaatin ölgünleştirici kuvvetini, hiç düşünmeden emri yerine getirenlerdeki ahlâkî boşluğu dile getirmek için Hannah Arendt “kötülüğün sıradanlığı”ndan söz etmekteydi; boşluğun sıradanlığı’nın ne menem bir şey olduğunu bugün anlıyoruz. Mistiklerin ya da şâirlerin metafizik boşluğu değil; idârî, gündelik, kusursuzca işlevsel bir boşluk bu. (Paradoksal şekilde) Dolu bir boşluk; söylemlerle, ihtiyâtî tedbirlerle ve demokrasiymiş gibiliklerle tıka basalığında tertipli. Devlet’in artık hiçbir özü olmaksızın çoğalırken kullandığı bir sürü lâf, bir sürü görüntü, bir sürü kof jest.
Herkes işin içinde, kimse sorumlu değil; bu sıradanlıkta hiçlik yaşam ilkesi olmuş. İstatistik hiçliği, dil hiçliği, insan hiçliği: Evcilleştirilmiş bir boşlukta ikamet ediyoruz – tam da ortadan kayboluşumuzun en kurnaz biçiminin eğleştiği yerde. Hızla yumuşak insanlıkdışılık hâline gelen düşüncesiz bir akılcılık üzerine: Kötülük hüküm yokluğunda peydâ olmaya nasıl meyyal ise, boşluk da dünyanın nâmevcut olmasından doğar.
Yöntem olarak boşluk
Hayal gücü olmayan bir iktidârın yöntemidir boşluk. Cisimsiz bir iktidârın, uzuvsuz bir bedenin — işleten, ayarlayan ve tekniğinin zevkini çıkaran. Hiçbir şey söylemeden konuşmak, varolmadan sürmek. Tedbir hiçbir vaade yer bırakmıyor bizim için: Her şey denge meselesi, akışı denetleme ve riskleri öngörme.
O iktidar istikrar düşleri kuruyor — dünyayı bir yarı-yaşamda tutma, yaşamı bir yarı-dünyada tutma düşleri. “Bir yol mümkün, ama zor” diyor bize bir hortlak, France 2’nin haber bülteninde [1]. Tek bir yol vardır tabiî ki – sıfır alternatif. Optimize etmek, rantabl kılmak: Bu soğuk mantıkta, her öteki bir tehdit arz ediyor. Boşluk böyle yayılıyor – durmaksızın onu üretenlerin içini rahatlatarak.
İktidar, var kalmak için, eziliyormuş gibi yapıyor. Öngörülen başarısızlıklar, sistemleştirilen gecikmeler, stratejik sessizlikler: Doğru olduğu bahânesiyle, çekip gidiyor siyâset — ve en üst biçim olarak bir teknik boşluk bırakıyor.
Bu boşluk bir ürün. Durmadan çoğalan –ve köken noktası olmayan– bir dünyadan işâret veriyor. Her şey dolaşımda, her şey alışverişte — ama hiçbir şey eklenmiyor. Hiçbir şey göstermeyen göstergelerle infilâk hâlinde — gerçek hiç bu kadar uzak görünmemişti. Bir çöküşten bahseder gibi bahsediyoruz boşluktan, bir kayboluşun akabindeki bir çukur gibi. Ama boşluk, sâhicisi –bizim yaşadığımız– ifrat hâlindeki bir yeryüzünün yan etkisi. Bir elemenin simgesi — belirsizliğin ve de benzemezliğin. Çağımızdaki bu boşluk, dolu bir dünyanın boşluğu — tamı tamına kaygan, dışarısız ve risksiz bir dünyanın. Sonsuz kelâmlara boğulmuşuz işte; aşırı görünür –dolayısıyla da ortadan kaybolmuş– bir dünyada. Ne bir arabuluculuk ne bir derinlik: Geri adımı olmayan ve gölgesiz bir yaşamı mesken tutmuşuz. Düş kurmakla alâkalı her şeyi gökyüzünden kaldırmak — ve kendimizden sâdece işlevsel bir taslağı alıkoymak için programlanmış bir yaşam. Yaşanan boşluk sınâî boşluk: Sürekli uğulduyor, îmal ediliyor ve satılıyor. Bağ adına olması onun büyük paradoksu: Her birimiz yalnız oldukça, herkesin yakın olması.
Musîbetin zaferi
Hükûmet daha doğmadan düşüyor, dili aynı kalıyor. Ekonomik kriz, siyâsî kriz, göçmen krizi… kriz belâgati tek ortak noktamız. Âciliyet adına, eylemsizliği mâzur görüyor; iktidâra verilen her arayı onun lüzûmunun bir kanıtı hâline getiriyor. İstisnâ olmadığı gibi, yönetişimimizin normal rejimi hâline geldi kriz. Çıkışsız bir dekor, hiçbir ufka açılmayan bir sözcük.
En büyük mâzeret olarak kriz — iktidar âleti ve moral bahânesi. Sebeplerine dokunmadan belirtiler idâre ediliyor — ölgünleştirici döngü kendini böyle gösteriyor. Tıka basa krizlere gömülme, düşüş beklentisi içinde yaşamayı öğretiyor bize — paldır küldür yuvarlanmamız şartmış gibi.
Tevekkülden başka hiçbir şey kalmıyor: Hükûmet etmenin bütün bu musîbetler arasında dengeyi tutturmak olduğuna inanmaktan başka hiçbir şey. O zaman, nedensiz yere, kararlar alınıyor, cümleler telaffuz ediliyor, normlar sürdürülüyor. Ve sonra, güzel bir çalışma masasının yücesinden, her şeye rağmen tutunmamız, birlik olmamız, ilerlememiz gerektiği tekrarlanıyor bize — kemerlerimizi sıkarak. Neye doğru ilerlemek peki? Hangi hedefe yönelik birlik olmak? Daha ziyâde kendimize şunu sormalıyız belki de: Tek dilimiz olarak neden krizi kabul etmeliyiz ki?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Bu münhallik tiyatrosunda, başdönmesi soru biçimini alıyor: Kim kimin adına konuşuyor hâlâ? Lâflar dolaşıyor — ve gerçek üzerinde kayıyorlar. Söylemek: Bir mevcûdiyet yanılsaması üretmek için, artık hiçbir şeyin olmadığı yerde bir bağ varmış gibi yapmak için. Tekrar söylemek: İnandırmak için değil susturmak için — anlam tükenmesiyle. Modern iktidârın dehâsı burada yatıyor: Yarattığı zorbalıkta, yol açtığı uyuşuklukta. Kılıflı ve usûllü tahakkümünde. Bizse, orada kalıyoruz: Dikkatsizliklerimizden geçinen bir sistemin seyircileri ve suç ortakları. Hayâlet insanların yaşadığı bir ülkenin ahâlisi –rakamlara ya da sesi çıkmayan kalabalıklara indirgenmiş– hâlâ biraz inanmakla vazîfelendirilen. Bakım altında, yani: Aynı kapalı kafaların yapmacık hareketleri arasına kıstırılmış — bizsiz işleyen bir dünyayı yeniden üreterek.
İktidârın boşluğu bir anormallik değil, onun en saf merkezi. Görünümlere rağmen, iktidârın en iyi kendini gösterdiği yer, anlam yokluğuna rağmen işleyen bir sistemin sürekliliği. Onca görünür olduğu için görmezden gelinen bir iktidar. İdeoloğun karşısında mücessem beş para etmiyor – döndüğü fikri de devam etmek gerektiğini kanıtlıyor. Yaşanan an bir hakîkat: Ancak silinmesiyle işleyebilen bir iktidârın zaferi. Düzensizliği saplantı hâline getirmiş; oysa beterin beteri var: Hiçliğin hükümdarlığı.
Çukurun politikası
Boşluğun kötü bir şöhreti var. Nesnelerle, görüntülerle ve verilerle dolu bir dünyada, bir noksanlığın ya da bir başarısızlığın simgesi olmuş. Zihnin târihi, boşluk dehşetine karşı mücâdelenin târihi. Ondan bir bozgunun izi gibi bahsediliyor. Sessizliğin korkuttuğu yerlerde yaşıyoruz. En ufak aralığın derhal doldurulduğu yerlerde. Bizâtihi gerçek de kaplanıveriyor — artık üzerine düşünülemeyecek derecede tıka basa. Şeffaf toplum kendi oyunlarıyla yıkılıyor — her yavaşlığı kusuyor ve her sırrı kovuyor. Çağdaş dünya ön almakla tüketiyor kendini: Noksanlık uçurumundan kurtulmayı denemek için üretiliyor, üretiliyor. Guruldayan bir karnı biteviye dolduruyoruz — dopdoluluğun iştahı ortadan kaldıracağını görmeksizin. Davranışlarımızı bir anlığına askıya almaktan ve kendimizi olmaya bırakmaktan âciziz — sonsuza dek işimiz başımızdan aşkın yaşıyoruz.
Bu metni sonuca bağlamak için bu mantığı tersyüz edelim: Ya tutukluk yapmak bir nîmet teşkil ediyorsa — hep birlikte yeniden soluklanmak için dalmamız gereken bir gedikse? Bir şey hep boşluktan meydana gelir; yeni biçimler hep iktidârın sıvıştığı yerden temâyüz eder. Sahnesiz bir halkın dili yeniden oluşturabildiğini unutmamak gerek — iktidârın kendi dokusunda bulunduğunu sonunda kavrayarak. İktidârın boşluğu, canlı ve çatışmalı siyâsetin nihâyet dönebileceği sembolik bir deliktir. Öyleyse uçurumu mesken tutmak için boşluğu katetmek söz konusu. Uyuşukluğu siyâsî bilince dönüştürmek. Artık birini beklememek; bizden çalınanın yeniden yüzeye çıkması için ârızayı bizzat bizim çıkarmamız.
Ondan sonra mesele, akışı artırmak değil durdurmaktır. Sözcüklerimizi sinyalleştiren ve hareketlerimizi işleyen metalaştırma mantığının önünü kesmektir. Kaybedilmiş bir ufak doluluğa inanmamak — doldurmayı unutmak, durmayı tekrar öğrenmek. Böylelikle molanın gücünü yeniden bulmak — sonunda tekrar “büyük siyâsî halk” olmak için [2].
Olmuş olan olduğuyla kalır, ona hiçbir şey eklenemez. Asıl boşluk kapalılıktadır, süregiden bir dünyanın ebedî döngüsündedir. Bu kapalılıktan çıkmamız gerek — gürültü çıkararak değil çukur açarak. Yeniden soluklanmak için boşluğa dönmek. Düşülen değil vaat eden boşluk — bir ağırlama, kendini erteleme, başka bir belirme vaat eden. O zaman boşluğu işlemek söz konusu olurdu — başka yerde dünyamızın tenine ve bir oluş eşiğine kavuşmak için.
Boşluk son değildir, bir comeback başlangıcıdır. Öyleyse bir çukur politikasına girişelim — zîra “anlam oluşturan” her şey vazgeçiştedir. Sessizlik olmadan sözcük de olmaz; kenar olmadan metin de olmaz; boşluk olmadan dünya da olmaz. Nitekim cesâret şunu demekten ibâret olurdu: Bize hiçbir şey kalmamış — öyleyse yeniden başlayalım.
[1] Sébastien Lecornu röportajı, 20.00 haber bülteni, France 2, 8 Eylül Çarşamba 2025.
[2] Sébastien Lecornu röportajı, 20.00 haber bülteni, France 2, 8 Eylül Çarşamba 2025.