Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ortadoğu’nun gözardı edilen gerçeği: İsrail’in hızla artan nüfusu

Bir ülke düşünün ki, yüzölçümüyle dünyanın en küçük ülkelerinden biri olsun. Nüfusu ise 70 yılda tam 10 kat artarak 8.6 milyona ulaşsın. Doğurganlık oranı OECD ortalamasının iki katı olarak kayda geçsin. Ortalama yaşam süresi 82’yi bulsun. Bu da yetmezmiş gibi sürekli göç alsın. 2060 yılında da nüfusunun 21 milyona çıkacağı hesaplansın[1].

İsrail’e hoşgeldiniz.

1948’da kurulan İsrail’in önündeki en büyük problem ne Gazze, ne Hamas ne de bulunduğu coğrafyadaki dini hassasiyetler. İsrail’in en büyük sorunu nüfus artışı ve artan nüfusunu 22 bin kilometre karelik toprağına sığdırmaya devam ettirmek zorunda olması. Ancak bu zorunluluk sürdürülebilir değil zira İsrail artık yaşanamayacak bir ülkeye dönüşmekte.

israil15
Kurulduğu 1948’den beri nüfusu tam 10 kat artarak 8 milyonu aşan İsrail’de kadınların doğurganlığı 3.1 çocuk seviyesinde.

Kilometre karesine ortalama 380 kişinin sığdığı İsrail’in içinde bulunduğu nüfus sorununu, en çıplak haliyle dile getiren isim Yeşil Hareket Partisi’nin kurucusu Alon Tal: “İsrail mevcut nüfus yoğunluğu artışıyla ekolojik, sosyal ve hayat kalitesi faciasına doğru yol alıyor.”[2]

İsrail göz göre göre gelen bu faciayı nasıl önleyebilir? Ülkenin önünde iki seçenek bulunuyor: Ya nüfus artışını sıfırlayacak politikalar izleyecek, ya da artan nüfusunu barındırabilmek için yeni topraklar edinecek.

İsrail açısından bakıldığında bu iki seçeneğin varlığı, büyük bir tartışmayı gerektirmiyor. Zira nüfus artışını durdurmak -hatta yavaşlatmak bile- İsrail’in varlık nedenine aykırı. Bu nedenle asla uygulanamaz. Bu durumda geri tek bir çözüm kalıyor: İsrail’in topraklarını genişletmesi gerekiyor.

israil3Peki ama Müslümanların hakim olduğu, dünyanın en kanlı coğrafyası olan Ortadoğu’da bu mümkün mü? İsrail nasıl yeni toprak edinecek? Kimin toprağını alacak?

İsrail açısından, toprak konusunda ilgili en akılcı strateji Suriye’yi işaret ediyor; tıpkı 1967’de olduğu gibi.[3] 

1967’de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında yaşanan Altı Gün Savaşı sırasında İsrail, Suriye’ye ait olan ve verimliliği yanı sıra su kaynaklarıyla göz dolduran Golan Tepeleri’ni işgal etmişti. Suriye, topraklarını geri almak için 1973’de Golan’da İsrail ile savaşmış ve çok kanlı geçen çatışmalar sonrasında İsrail, Suriye’den daha da fazla toprak almayı başarmıştı. 1974’de Birlemiş Milletler’in de araya girmesiyle yapılan anlaşma sonrasında taraflar Pembe Hat olan bilinen çizgiye geri döndü. İsrail 1981’de resmen ilhak ettiğini duyurduğu Golan topraklarında bugüne kadar 30’dan fazla yeni yerleşimi kurmuş durumda[4].

Ne  var ki, o yılların önemli bir özelliği vardı. Bölgesel bir güç olan İran’daki Şah Yönetimi, İsrail için bir tehdit oluşturmuyordu. En büyük tehdit, Mısır’dan geliyordu. İsrail karşıtı politikaları ünlenen, Arap ülkelerini birleştiren ve İsrail ile savaşmaktan çekinmeyen Mısır’ın güçlü lideri Cemal Abdül Nasır, çiçeği burnunda ülkenin canını fazlasıyla sıkıyordu. Ta ki 1970’de kadar. Nasır, 52 yaşında geçirdiği kalp krizi sonucu ölmesi İsrailli siyasetçileri fazlasıyla mutlu etmeye yetmişti.

israil12
Cemal Abdül Nasır, Arap dünyasını İsrail’e karşı birleşmesini sağlarken, sokakların da sevgilisi olmuştu.

Mısır’ın yeni cumhurbaşkanı Enver Sedat, kısa süre sonra Nasır’ın Sovyetler Birliği ile kurduğu ilişkiyi kesti. Kudüs’ü ziyaret ettiği 19 Kasım 1977’den itibaren de ülkesinin İsrail ile ilişkilerini hızla geliştirdi. Eylül 1978’de tarihi bir adım atarak ABD’nin arabuluculuğunda, İsrail ile masaya oturdu. Taraflar Camp David Sözleşmesi’ni imzaladı. Anlaşmayla birlikte İsrail, Altı Gün Savaşı’ndan beri işgal ettiği Sina Yarımadası’ndan çekildi. Mısır ile diplomatik ilişkiler kuruldu.

Ancak bu süreçte, sadece bölgeyi değil tüm dünyayı etkileyen bir gelişme yaşandı: 1979’da İran’da Ayetullah Humeyni Devrimi gerçekleşti. Laik Şah Pehlevi’nin İran’ı bir İslam cumhuriyetine dönüştü.

Kısa süre sonra Humeyni rejimi İsrail’in en büyük kâbusuna dönüştü. İran’ın sadece siyasi ve sosyolojik gücüyle değil, nükleer güce dönüşme çabasıyla da İsrail’in tüm politik kararlarının birinci değişkeni oldu. Nisan 2015’de Obama yönetimi öncülüğünde dünyanın 6 süper gücü[5] ile Avrupa Birliği’nin İran’la imzaladığı nükleer anlaşma en çok İsrail’e derin bir nefes aldırdı.

İsrail’in 1967’de genişlemek için girdiği Suriye’yi yöneten Esad rejiminin arkasına aldığı en önemli güç ise İran. Suriye’nin dikkat edilmesi gereken bir başka gücüyse, bölgede MOSSAD ile aşık atabilen tek istihbarat örgütü olan Muhaberat. Ülkede süregelen güçlü Arap milliyetçiliği de cabası.

Suriye’nin bu durumuyla İsrail’in nüfus sorunu birlikte ele alındığında, stratejik bakış açısı iki kritik ihtiyaca işaret ediyor. Birincisi Suriye’nin İran ile olan güçlü ilişkisinin sonlanması gerekiyor. İkincisi Esad rejiminin yıkılarak, İsrail için tehdit olmaktan çıkarılması; yani direnci azalmış bir Suriye oluşturulması.

Gerçekleştirilmesi imkansız gibi gözüken bu strateji için, Aralık 2010’da Tunus ile başlayan, hemen ardından Mısır’a sıçrayan Arap Baharı, İsrail’e altın tepside sunulan fırsattan başka bir şey değildi.

6 Mart 2011’de Suriye’nin Ürdün sınırındaki tarım ve kaçakçılıkla meşgul Dera kentinde 15-17 yaşlarındaki 20 kadar delikanlı, Tunus ve Mısır’da başlayan isyan dalgasından etkilenerek okul duvarlarını sıradışı bir sloganla süsledi. Yazılan slogan, İsrail’i çevreleyen Arap dünyasının zorba, yolsuz ve nepotist rejimlere karşı geliştirilen “Halk rejimin yıkılmasını istiyor”dan başka bir şey değildi[6].

israil7
İran İslam Cumhuriyeti, Suriye Devlet Başkanı Başar Esad’ın en büyük destekçisi.

Durumu basiretli biçimde yönetemeyen, despot Esad rejimine karşı 18 Mart 2011’de binlerce Suriyeli sokağa döküldü. Esad karşıtları vakit kaybetmeden isyan bayrağı açtı ve silaha sarıldı. Olaylar kısa süre sonra kontrolden çıktı. Suriye Devlet Başkanı Başar Esad ise kimsenin gözünün yaşına bakmadı. Başta ABD olmak üzere İsrail’in Batılı müttefikleri ateşe körükle gitti. Ülke kan gölüne döndü.

Bugüne kadar iç savaşta yarım milyona yakın Suriyeli ölürken, 7.6 milyon kişi iç göç ile toprak değiştirdi; 4.8 milyon Suriyeli ise yurtdışına göç etti[7]. Ne zaman biteceği bilmeyen iç savaşla birlikte Suriye yıkılmaya devam ediyor.

Ortadoğu’da yeni düzenin ayak sesleri, bir daha asla restore edilemeyecek olan Suriye’den yükseliyor. Dünyayı ve özellikle de Türkiye’yi, Irak ve Suriye’nin bir kısmında hükümranlık ve hilafet ilan eden IŞİD belası sarmış durumda. Tüm dünya Suriye’nin bir an önce IŞİD’den kurtarılması için seferber olmuş durumda.

IŞİD’ci cihatçılar Fransa ile birlikte Türkiye’yi öncelikli hedef haline getirdi. Birçok ülkede kan akıtmaya doymayan IŞİD’in cihatçıların İsrail’e henüz yönelmemiş olması kafa karıştırıyor.

İç savaş patlak vermeden önce Suriye’nin yepyeni bir müttefiki olmuştu: Türkiye. Başar Esad ile omuz omuza veren bir diğer lider Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildi.

israil11
Hayatında ilk kez eşi ve ailesiyle birlikte çıkacağı tatil için Bodrum’u tercih eden Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bizzat karşılamıştı.

Aynı Erdoğan’a Amerikan Musevi Kongresi (AJC) 2004’de “Cesaret Ödülü” vermişti. Ancak 29 Ocak 2009’a gelindiğinde Erdoğan, Davos Zirvesi’nde dünyayı şaşkına çeviren bir olaya imza attı. Türkiye’nin seçim üzerine seçim kazanan başbakanı, İsrail’in Gazze zulmüne yüksek sesle itiraz etti. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in de katıldığı ve küresel medyanın izlediği panelde Erdoğan, Peres’e dönerek “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye çıkıştı. Erdoğan’ın “One minute” olarak adlandırlan bu hareketiyle, sadece siyaset dünyasının değil Ortadoğu sokaklarında da dikkatini üzerine çekti. Arap sokakları “Erdoğan, Erdoğan!” sloganlarıyla yankılandı. İsrail, Erdoğan’ın sadece Türkiye’de değil Müslüman Ortadoğu halklarını da etkileyebilen ve onları mobilize edebilecek bir güce dönüşmekte olduğunu gördü.

Bundan böyle Erdoğan, İsrail devletinin gelecek planlarında muhakkak dikkat etmesi gereken bölgesel siyasi figürlerden biriydi; tıpkı 1958’de yaptığı askeri darbeyle Mısır krallığını lağvetmesi ardından, izlediği politikalarla Arap dünyasını birleştiren Cemal Abdül Nasır gibi. Nasır’ın en önemli özelliği İsrail karşıtı olmasıyla Ortadoğu sokaklarının sevgilisi olmasıydı. Nasır’dan beri kimse Ortadoğu sokaklarında böylesi coşkuyla karşılanmamıştı.

Davos’un üzerinden henüz üç ay geçmişti ki, Nisan 2009’da Türkiye ve Suriye kara kuvvetleri arasında üç gün süren bir ortak askeri tatbikat yapıldı. Tatbikat, Türkiye ile İsrail arasında bir krize dönüşse de Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkiler hızla gelişmeye devam etti.

15 Mayıs 2009’da dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suriye’yi ziyaret etti. İkili ilişkiler bağlamında siyasi, ekonomi, enerji ve ulaşımda işbirliği konularının görüşüldüğü ziyaretin öne çıkan konusu ekonomi oldu. Eylül 2009’a gelindiğinde iki ülke arasındaki vize kalktı ve Erdoğan, “Şengen de var, Şamgen de var” diyerek aslında Suriye’yi aşan bir siyasi ve ekonomik bir güçbirliğine işaret etti.

Ne var ki, Suriyeli gençlerin okul duvarlarına yazdıkları sloganlar iki ülke arasındaki bahar havasını, kısa sürede kara kışa bıraktı.

Suriye’nin geleceğini belirleyecek en önemli ülkelerden biri halen Türkiye ve ülkede mutlak iktidara sahip olan Erdoğan. Ne Gezi Olayları, ne 6-7 Ekim Kobani Olayları, ne 17-25 Aralık ne de 7 Haziran seçimleri sonrasında tırmanan PKK şiddeti, ne de IŞİD bombaları Erdoğan’ın ülkedeki siyasi gücünü azalttı. Aksine arttırdı.

Hal böyleyken, 15 Temmuz darbe girişiminden 4 ay önce, 18 Mart 2016’da İsrail Genelkurmay İkinci Başkanı General Yair Golan’ın daha önce hiç duyulmamış tondaki bir açıklaması İsrail basınının sayfalarına yansıdı. One Minute ve Mavi Marmara olaylarından sonra darmadağın olan Türkiye-İsrail ilişkilerinin tekrar rayına oturtulmaya çalışıldığı günlerde General Golan’ın hedefinde Türkiye’nin halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı vardı: “Erdoğan iktidarda olduğu sürece İsrail sorun yaşar[8].

Hiç şüphe yok ki, İran’a yönelik BM’nin uyguladığı ekonomik yaptırımları bir şekilde delerek sürecin uzamasını neden olan, sağı solu belli olmayan, en önemlisi de Arap sokaklarını etkileme gücünü kanıtlamış Erdoğan’ın varlığı, İsrail’in nüfus sorununu nasıl çözeceğini düşünürken dikkate aldığı değişkenlerden biri.

Modern dünyanın geleceğini belirleyecek en önemli değişkenlerden biri de İsrail’in hızla artan nüfusu olacak.

[1] http://www.cbs.gov.il/reader/?MIval=cw_usr_view_SHTML&ID=705

[2] http://www.reuters.com/article/us-israel-demographics-idUSKCN0RP0Z820150925

[3] İsrail ile 238 kilometre sınırı bulnan Ürdün toprakarının çoğu, genel anlamı ile, çölden oluşuyor. İsrail'in 400 kilometre sınırı olan diğer ülke Mısır'a ait Sina Yarımadası da çölden oluşuyor. 1979'da varılan Camp David Sözleşmesi'yke İsrail, Sina'dan çekilmişti.

[4] Kaynak: http://www.bilgesam.org/incele/1307/-bes-soruda-golan-meselesi/#.V_n-K_mLQ_4

[5] İran ile anlaşmay Birleşmiş Milletlerin 5 daimi üyesi ABD, İngiltere, Rusya, Fransa ve Çin ile beraber Almanya imzaladı.

[6] “Suriye - Yıkıl Git Diren Kal!” Fehim Taştekin (s. 21-22).

[7] Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Syrian_civil_war#Impact

[8] Kaynak: http://www.haaretz.com/israel-news/.premium-1.709544

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.