Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Diyanet’in FETÖ raporu ve Prof. Mehmet Görmez

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/335080084″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan (DİYK) bir heyetin hazırladığı 140 sayfalık bir rapor –ya da çalışma, ne derseniz–, dün Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez tarafından medyada tanıtıldı. “Kendi Dilinden FETÖ: Örgütlü Bir Din İstismarı” başlıklı bir çalışma yapmışlar. 140 sayfalık bu metinde, Fethullah Gülen’in değişik zamanlardaki vaazlarından ya da yazılarından hareketle onun nasıl din istismarı yaptığını anlatıyor Diyanet’in uzmanları. Gerçekten çarpıcı bir kitap; mesela Fethullah Gülen’in Allah’la görüşme iddiaları, Hz. Muhammed’le görüşme iddiaları, meleklerle cinlerle görüşme iddiaları, geçmiş İslam büyükleriyle görüşme iddiaları, yani değişik zamanlardaki konuşmalardan bölümler almışlar. Gaybı bilme iddiası, Hristiyanlıkla İslam’ı birleştirme –bu, ilginç bir bölümü çalışmanın–; onun dışında cemaati hakkında söyledikleri — ki genellikle Cemaat hakkında söyledikleri, Cemaat’in nasıl Allah ve Hz. Muhammed tarafından korunup gözetildiği yolundaki konuşmaları. “Akıl dışı beyan ve iddialar ve cincilik” diye başlıklarla toplanmış. İlginç, çarpıcı alıntılar var; ama orada bazı alıntılar 1990, 1980’li yıllardan hatta, alıntılar var ve bunların zaten büyük bir kısmı artık Fethullah Gülen’in kendisi tarafından, örgütü tarafından toparlandı, kitap halinde basıldı ya da internete yüklendi. Orada harıl harıl çalışmışlar, bakmışlar.

Geç kalmanının da ötesinde bir zaaf

1980’lerden 90’lardan alıntılar var ve yıl 2017. 2017 yılında siz böyle bir çalışmayı yaptığınız zaman, hele bir yıl önce de 15 Temmuz Darbe Girişimi yaşanmış bir ülkede, gerçekten geç kalma falan değil; çok ciddi, büyük bir zaaf bu. Tabii şöyle bir husus var: Bunu ilk gördüğümde benim de ilk tepkim, “Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye” dercesine, bunun artık Niğde bile olmadığını söyledim, sosyal medyada böyle bir yorum yaptım. Başkaları da yapmış, bugün yazanlar da olmuş köşelerde; ama işin ilginç tarafı Hüseyin Gülerce de Diyanet’i geç kalmakla suçlamış. Eğer Diyanet geç kalmayıp erken davransaydı, herhalde Hüseyin Gülerce bu sefer de Diyanet’e “Bunlar sizin işiniz değil, Hocaefendi’yi rahat bırakın” diye feveran ederdi — onu da bir dipnot olarak düşelim. İtirafçılığın böyle acı bir sonucu oluyor, maalesef demiyorum, o acıyı da o insanların çekmesinde bence bir sakınca yok.
geç kalmış olduğunu söylemek boynumuzun borcu. Bir örnek vereyim: Benim ilk kitabım “Âyet ve Slogan”ın içerisinde Fethullah Gülen’le ilgili, onun cemaatiyle ilgili bölümde var bunlar. Mesela burada Allah ile görüşme, Hz. Muhammed’le görüşme iddialarını 2017 yılında DİYK bir maden bulmuş gibi –ki bir maden hakikaten– yayınlıyor. Bakın o kitapta 115. sayfada şöyle bir bölüm var, onu okumak istiyorum: “Karizmasına da çok güveniyor Fethullah Hoca. İstanbul Fatih Camii’nde onun onlarca kasetinden bazılarını satan genç, bunlardan birini gösterip, ‘hani tam ortasında bayıldığı şu meşhur vaaz var ya, işte bu’ diyerek reklam yapıyor”. Bu sahne, şimdi okuduğum zaman gözümün önüne geldi, benim bizzat tanık olduğum bir olay; çünkü Fethullah Gülen o tarihlerde yeraltındaydı, yani ortaya çıkmıyordu, medyanın karşısına çıkmıyordu ama kasetleri elden ele dolaşıyordu ve kitaba koymak için o kasetleri bulmaya çalışıp, dinleyip, oralardan ne yapmak istediğini, neler vaaz ettiğini bulmaya çalışıyordum genç bir gazeteci olarak.
Ve devam ediyorum kitaptan: “İnsan ve kitle psikolojisinden anladığı muhakkak olan Fethullah Hoca, vaazlarında sık sık kendini küçük gösterip, dinleyenlerin duygularını okşuyor. Hocanın vaaz verdiği camiye Hz. Muhammed’i getirmesi çok puan topluyor.” Bakın bu kitap 1990’da çıktı, Hz. Muhammed’le görüştüğü iddiasını Diyanet 2017’de dile getiriyor; ama bu iddiayı –iddia değil gerçek– 1990’da yazdığım kitap için bunu yaptığım araştırmalarda net bir şekilde görmüştüm. O dönemdeki vaazlarıyla –ki daha çok İzmir’de yapılan, aynı anda birçok camide birden yayınlanan vaazlarıyla– meşhurdu Fethullah Gülen; orada kalabalığı coşturmak için Hz. Muhammed’in de o sırada orada olduğunu söylediği anlar vardı ve bir vaazında aynen şöyle söylüyor: “Senin olduğun yerde nasıl konuşurum ey Allah’ın resulü?” diye sesleniyor; yani doğrudan Hz. Muhammed’le konuşabildiğini iddia ediyor.
Bir de şöyle bir, benim en favori anlarımdan birisidir bu Fethullah Gülen’le ilgili, bunu kitaba da almıştım: Şimdi, bir olay anlatıyor, bir rüya anlatıyor –ki Fethullah Gülen’de rüyalar çok önemli, Diyanet’in çalışmasında da var–, rüyasında insanlar akın akın bir uçuruma doğru gidiyorlar, cehenneme gidiyorlar ve kendisi de kollarını açmış: “Sel gibi cehenneme akan insanları durdurmaya çalışıyordum” diye anlatıyor. Akın akın insanlar geliyor ve Fethullah Gülen onları durdurmaya çalışıyor, “Sonunda dayanamadım kenara çekildim” diyor. Bu vaaz sırasında tabii insanlar onun coşkuyla, dramatik bir sesle anlattığı bu olay karşısında acayip etkileniyorlar. Yani akın akın insanlar cehenneme doğru gidiyor, Hoca onları engellemeye çalışıyor ve ondan sonra şöyle bitiriyor: “Vallahi bu Cemaat’ten hiç kimse onların içinde yoktu”. Yani Fethullah Gülen o anda camide bulunan yüzlerce kişinin kimlik bilgilerini tarıyor, rüyasında gördüğü yüzlerce kişiyi tarıyor ve tabii eşleşme bulmuyor.
Tabii bunlar hiç de rasyonel şeyler değil; ama bu tür vaazlarla, bu tür anlatılarla Fethullah Gülen yol aldı, bu vaazların üzerinden küresel bir şebekeyi inşa etti ve Türkiye içerisinde başlı başına bir şebeke olan Diyanet İşleri Başkanlığı da Fethullah Gülen realitesini yıllar sonra –bu hareketin doğuşunu 1972 olarak alalım, 45 yıl sonra– keşfetmiş oluyor. Burada bir acayiplik var, fazlasıyla bir acayiplik var. Tabii sadece “Niye bu kadar geç kaldınız?” diyerek geçiştirilecek bir mesele değil bu. Bu bize şunu gösteriyor: Bu kitap, bu çalışma, 140 sayfalık bu çalışma, Fethullah Gülen’in Türkiye’deyken Diyanet’in camilerinde verdiği vaazlarda kendine özgü ve şimdi DİYK’in üyelerinin söylediğine itibar edecek olursak, saptırılmış bir din yorumunu devletin imkânlarını da kullanarak, rahat bir şekilde hayata geçirmiş, yaymış, kimse ona: “Yahu kardeşim, sen ne diyorsun? Böyle İslam mı olur? Sen kimsin ki Hz. Muhammed’le görüşüyorsun? Sen kimsin ki Allah’la doğrudan temasa geçebiliyorsun? Senin cemaatin nasıl olur da Allah tarafından korunan ve Hz. Muhammed tarafından teftiş edilen bir cemaat olur?” gibi –ki bu raporda var– kimse sormuyor, 45 yıl kimse sormuyor, tam tersine onlara gerektiğinde kol kanat geriliyor; ama daha sonra bu yapı devlet tarafından bir numaralı vatan haini ilan edildiği zaman bütün bu vaazlar vs. indiriliyor, bunların üzerinden bu yapının nasıl sapkın bir grup olduğu yolunda bir metin çıkartılıyor. Şimdi bu, zararın neresinden dönülse kârdır denebilecek bir olay değil, Türkiye çok büyük zarar gördü, bu tür metinlerin bu saatten sonra çok fazla işlevi olmayacaktır, en fazla benim gibi bu işlere merakı olanların ilgisini çekecektir. Birazcık dolaşıma girer, ama Fethullah Gülen’i takip eden, ona inanan hiç kimse böyle bir metni okuyup, “Ya ben nasıl bir yanlış yapmışım” demez.

Hristiyanlıkla İslam’ı birleştirmeye çalıştığı iddiası

Bu çalışmada dikkatimi çeken bir başka husus: Hristiyanlıkla İslam’ı birleştirme iddiaları diye başlı başına bir bölüm açılmış olması ve burada dinlerarası diyalog vs. gibi faaliyetler bağlamında Fethullah Gülen’in değişik dönemlerde ettiği laflar var ve onun bir nevi İslam’la Hristiyanlığı birleştirmeye çalıştığını ileri sürüyorlar — ki bu bence bu abartılı bir yorum. Çünkü Fethullah Gülen’in başka yerlerde, özellikle Çatı İddianamesi’ne baktığımız zaman, orada örgüt üyelerine ve yöneticilerine yolladığı notlar var bol miktarda. Çatı İddianamesi’nde, değişik konularda talimatlar, notlar, değerlendirmeler var. Oralara baktığınız zaman, Fethullah Gülen’in aslında dinlerarası diyaloğu bir nevi maske olarak kullandığını, kendisine Batı’da rahat ve meşru bir alan açabilmek için, işleri kolaylaştırmak için kullandığını, ama aslında kendisinin gayrimüslimlere karşı çok önyargılı olduğunu görebilirsiniz. Birkaç tane bu konuda çok çarpıcı nota bizzat tanık oldum, iddianamede bunlardan bol miktarda var. Tabii Diyanet burada onun resmî görüş olarak dile getirdiği, birtakım Hristiyanlıkla ilgili, dinlerarası diyalog savunusu olan şeyleri kullanarak, dindarlarda varolan gayrimüslim alerjisi üzerinden Fethullah Gülen’i bir nevi daha da kriminalize etmeye çalışıyor. Bunun ben doğru bir şey olduğunu düşünmüyorum; sonuç olarak Fethullah Gülen üzerinden ya da FETÖ diye tabir edilen yapı üzerinden dindar insanlarda varolan Müslüman olmayanlara karşı önyargıları vs. pekiştirecek değerlendirmeler yapmak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın işi değildir diye düşünüyorum. Yani Fethullah Gülen’i eleştirmek için, onun İslam’a nasıl aykırı birtakım yorumlar geliştirdiğini dile getirmek için, bu kişilerin dinlerarası diyalog bahsine ihtiyacı yoktu bence; zaten bol miktarda şey bulmuşlar.

Gülen cemaati teolojikten öte sosyolojik, politik bir olgu

Buradan ne çıkıyor? Baktığınız zaman, burada İslam’ı istismar eden yapı çıkıyor. Bu olay bu kadar basit değil. Bu metinde, 140 sayfalık metnin en önemli sorunu bence bu. Daha çok teolojik bir metin yapmışlar; yani: “Fethullah Gülen şunu diyor, ama İslam’da bu yok; şu İslam bilimlerine göre doğru değil, şunu yanlış yapıyor” vs. gibi olaya sadece ilahiyat bağlamında bakmışlar, ama olayın siyasî boyutu, sosyolojik boyutu, psikolojik boyutu, ekonomik boyutu… çok sayıda boyutu var. Bunlarla beraber değerlendirmeleri lazım, kitabın içerisinde bazı yerlerde birtakım değinmeler var ama, bunların yeterli olduğunu sanmıyorum. Bir kere bu yapı, Gülen örgütü, artık İslamî bir cemaatin değerlendirme kıstaslarıyla değerlendirilebilecek bir yapı değil. Yani şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı İslam’ın –Sünni İslam’ın tabii– birtakım temel referanslarını kullanarak Fethullah Gülen’in konuşmalarından, vaazlarından, yazılarından seçtiği bazı şeyleri çürütmeye çalışıyor, yani onu İslamiyet’le, kendilerinin doğru bildiği kaynaklarla değerlendiriyorlar. Tamam, bunun bir anlamı var; ama aynı zamanda bunu başka dinlerden ya da bildiğimiz tektanrılı dinlerden olmayan, yeni dinî hareketlerle kıyaslamaları gerekiyordu. Yani “yeni dinsel hareketler” diye sosyolojinin bir alanı var, yeni çıkan bir alanı var ve bunu değişik meselelerle burada Gülen Cemaati hakkında yaptığım yayınlarda dile getirdim; bunun daha çok, İslamî cemaatlerden ziyade, Batı’da “cult” ya da “secte” olarak bilinen yapılara benzediğini düşünüyorum. Böyle bir perspektifi bu çalışmada bir şekilde, en azından ihtimal olarak ele almış olsalardı ve dünyadaki değişik örneklerle, Opus Dei gibi, Scientology gibi ya da başka tek kişi kültü etrafında toplanan, dışa karşı açık ama içeride çok kapalı yapılarla kıyaslasalardı, bence çok daha fonksiyonel olurdu.

Görmez’in yaptıkları ve yapmadıkları

Bu yayını duyururken “Rapor ve Mehmet Görmez” diye başlığa koydum. Biraz da Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’den bahsetmek istiyorum: Bu raporun da sunumunu o yaptı ve anladığımız kadarıyla Mehmet Görmez bu işi bırakıyor. Şu anda onu görevi Ali Bardakoğlu’ndan devralırken görüyoruz. Ali Bardakoğlu gerçekten Diyanet İşleri Başkanı olarak çok sessiz sakin bir şekilde zor bir dönemde başkanlık yaptı, çok takdire şayan işler de yaptı ve genellikle de sesini çıkarmadı. Mehmet Görmez çok daha fazla ön plandaydı. Herhalde artık Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki son günleri ve şimdi akademik bir görev alacağı söyleniyor. Yeni kurulması söz konusu olan uluslararası bir üniversitenin kurucu rektörü olacağı falan gibi şeyler söyleniyor. Ama anladığım kadarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan artık onun daha fazla durmasını pek istemiyor. Mehmet Görmez benim öteden beri bildiğim ve Türkiye’deki ilahiyat çevrelerinde, özellikle Ankara Üniversitesi çevrelerinde belli bir ilgi yaratan bir grubun içerisinde sivrilen bir ilahiyatçıydı, çok parlak bir ilahiyatçıydı. Daha sonra Ali Bardakoğlu’nun yanında Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı oldu ve onun bir şekilde başkan olması bekleniyordu ve nitekim oldu da.
Mehmet Görmez geriye ne bırakacak? Aslında Mehmet Görmez bu anlamda tek değil, benim şahsen tanıdığım, mesela bir dönem YÖK’e başkanlık yapmış olan Gökhan Çetinsaya var, mesela bakanlıktan yeni gitmiş olan Nabi Avcı var; sayıları çok yüksek olmasa bile siyasetin içerisine girmedikleri dönemlerde böyle birtakım örnekler var –ki Mehmet Görmez, her ne kadar siyasî kimliği yoksa bile özellikle son dönemde o da çok dikkat çekici bir şekilde öne çıktı. Böyle devlet görevleri, bakanlık gibi ya da birtakım kurumların başkanlığı gibi görevler üstlenmeden önceki dönemlerde entelektüel çizgileriyle dikkat çeken, herkesle konuşan ve herkesin kendileriyle konuşabildiği açık kişiler ve yaratıcı kişiler, devletin içerisinde bir başka oluyorlar. Geriye çok fazla bir şey bırakmıyorlar maalesef. Mehmet Görmez’den –şimdi bakıyorum–, onun ardından yazılan söylenen şeylerden en fazla öne çıkan şu: 15 Temmuz gecesi sela okutulması talimatını vermiş olması. Tamam, çok önemli, evet ama bunca yıl Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış birisi olan, böyle bir entelektüel şahsiyetin, örneğin şu FETÖ kitabını yıllar önce çıkartmış olması lazımdı. Örneğin, IŞİD ve benzeri yapılara karşı çok daha net bir eleştirel ve kesin tutumu, o tür İslam yorumlarına karşı çok daha net pozisyonu çok daha önceden almış olması gerekiyordu.
Birtakım şeyler yapıldı, ama bunlar genellikle kamuya çok fazla mal olmadı; ama özellikle Fethullah Gülen hususunda, bakın burada çok ilginç bir nokta var: Fethullah Gülen’in gözünde herhalde “devlet bürokrasisi” içerisinde en az önemli olan yerlerden birisi Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Çünkü Fethullah Gülen’in öğretisinde bir Emniyet, bir Ordu, bir Maliye, gümrükler vs. yani paranın ve silahın olduğu yerler, doğrudan gücün olduğu, devletin şiddet tekelini elinde tutan, devletin şiddeti kontrol eden yerleri ve Türkiye gibi ekonomiye birinci derecede müdahale eden, devletin ekonomiyi kontrol ettiği yerleri, Hazine’siydi, şusuydu busuydu, Maliye’siydi vs. kısmen eğitim, tabii ki kendi okullarının işlerini kolaylaştırmak için Milli Eğitim Bakanlığı, ama Diyanet çok öne çıkan bir yer değildi; ama 15 Temmuz’dan sonra bir baktık, yüzlerce –belki de binleri bulmuştur– kişi Diyanet’ten de atıldı. Bu beni açıkçası çok şaşırttı, ilk gördüğümde de zaten bunu bir yayında söylemiş olduğumu hatırlıyorum. Diyanet İşleri’nde gerçekten Fethullah Gülen bu kadar örgütlüyse, diğer kurumlarda kim bilir ne kadar güçlüdür? Şimdi, bu yapının, böyle bir yapının, Fethullah Gülen’in bu 140 sayfalık kitapta dile getirildiği gibi yorumlara sahip bir insan olduğunu, Mehmet Görmez gibi ve onun ekibindeki kurmaylarının bilmemesi diye bir şey söz konusu olamaz; öncelikle bunu saptayalım, ama bunu bilmelerine rağmen bu tür yapılara karşı herhangi bir duruş sergileyemiyor olmaları ve bu yapıların kendi teşkilatlarında bu kadar örgütlenebiliyor olmaları bile başlı başına ciddi bir soru işaretidir, yani bu bir zaaftır. Bu zaaf kendilerinden gelmiyor olabilir; bu zaaf devletten geliyor olabilir, doğru, devlet bunu böyle bir politika haline getirmişti, devlet tercihini bundan yana yapmıştı, Fethullahçılarla ittifakı esas almıştı vs. Sonra, ittifak bozulduktan sonra, savaş başladıktan sonra bu kirli çamaşırlar ortaya çıkarıldı.
Tamam, bunu anlıyoruz, devletin politikası; ama ben şahsen Mehmet Görmez gibi isimlerin ve diğer isimlerin, onun ayarında, onun kalibresindeki önemli şahsiyetlerin devletin politikasına rağmen kendilerinin ayrı bir politikaya sahip olabilmelerini isterdim. Eğer Diyanet İşleri Başkanlığı’nı siz devletin çok basit bir yan kurumu olarak görürseniz, istediğiniz kadar iyi şeyler yapmaya kalkın, devletin çizdiği sınırlar içerisinde kalırsınız. Dolayısıyla siz ne kadar sivil bir İslam anlayışına, din anlayışına sahip olursanız olun, devletin çizdiği sınırlar içerisinde kaldığınız müddetçe sonuç olarak resmî bir din anlayışını pratiğe geçirmiş olursunuz. Yani buralarda küçük küçük delikler açıp, küçük küçük kendine yollar açarak bunlarla tatmin olmak falan, bunlar olacak işler değil. Sonuç olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı son dönemde de, ilk kurulduğundan beri yıllardır nasıl bir fonksiyonu vardıysa bugün de öyle oldu. İnsanların dinî hayatı daha özgür bir şekilde yaşayabilmelerinin değil, onların dinî hayatının devlet tarafından denetlenmesinin kurumu oldu, bunu özellikle vurgulamak lazım, bir de insanların sivil dinî hayat arayışlarını kendi birtakım hesapları için kullanan Fethullah Gülen ve benzeri yapılara karşı etkili bir şekilde imkânlarını kullanmamalarıyla. Yani şimdi görüyorsunuz: Böyle bir kitabı pekâlâ hazırlayabiliyorlarmış. Niye daha önce hazırlanmadı? Niye daha önce bir kere bile bir cuma vaazı verilmedi? “Size birileri kalkıp Hz. Muhammed’le ya da Allah’la görüştüğünü söylüyorsa, kim olursa olsun bunlara inanmayın, bunların peşinden gitmeyin” demedi. Böyle şeylerin olduğunu görmedik, olsaydı muhakkak duyardık.

Zor Zamanda Konuşmak

“Zor Zamanda Konuşmak” İsmet Özel’in bir kitabının adıdır, bu önemli bir husus. Zor zamanlarda konuşmayıp, konuşamayıp, işler kolaylaştıktan sonra artık FETÖ tekmelemenin herkese bir mecburiyet haline geldiği dönemde, FETÖ eleştirisi yapmak bir yerden sonra çok fazla anlamlı olmuyor. Zamanında, yerinde, ona uygun, zamana uygun bir üslûpla bunların yapılabilmesi lazımdı ve Mehmet Görmez gibi birisinin açıkça bunu yapması gerekirdi. Bunu siyasî gerekçelerle açıklayabilirsiniz, böyle şeyleri yapamıyor olmanızı açıklayabilirsiniz, ama şunu söyleyeyim: Benim 1990’da çıkmış o kitabımda, 28 yaşında genç bir gazeteci olarak, gazeteciliğimin beşinci yılında, didik didik ettiğimi hatırlıyorum. Fethullah Gülen o tarihte kendi adıyla çıkartmazdı kitapları — Abdülfettah Şahin ismiyle çıkartırdı, “Asrın Getirdiği Tereddütler”, “Çağ ve Nesil” gibi kitaplar, sonra zaten kendi adıyla basıldı, kasetlerini dinlerdik kendisi ortada yoktu, bunları kendimize iş edinip, bunların içerisinden didiklemiştik. Şimdi bakıyorum aradan geçmiş bilmem kaç yıl, bir heyet oturuyor ve bu kasetleri daha yeni dinliyor, bu kitapları yeni okuyor ve insanlara diyor ki, “Arkadaşlar kanmayın, bu adam sizi kandırıyor, dinimizde böyle bir şey yoktur.” E tabii ki yoktur. Bunu ilk konuştuğum İslamcılar da, Fethullah Gülen’i sorduğum zaman bana: “O, camiye Hz. Muhammed’i getirir, o, Allah’la konuştuğunu söyler, ama insanlar da buna inanıyor” diye tarif ederlerdi. Bu sonuçta Amerika’nın yıllar sonra yeniden keşfi anlamına geliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi çok geniş imkânlara sahip bir yapının bu anlamda sergilediği bu performans gerçekten, nasıl söyleyeyim, “üzücü” lafı hafif kaçıyor, bir performans yok aslında, onu söylemek istiyorum ve Mehmet Görmez’in bu anlamda çok daha etkili olması, ondan öncekilerin de tabii, hepsinin çok daha etkili olması ve gerekli uyarıları yapmış olmaları gerekirdi. Bu Fethullah Gülen gibi yapılarla uğraşmanın, onlara karşı çıkmanın, onları eleştirmenin, o klasik bildiğimiz “irtica avcılığı”yla bir alâkası yok. Zaten en büyük hata da burada yapıldı. Türkiye’de normal olarak varolan dinî cemaatleri, İslamî cemaatleri faaliyetlerinde rahatsız etmemek, onlara şeytanîleştirmemek doğru; ancak Fethullah Gülen yapısı gibi, nasıl bir stratejiyi hayata geçirdikleri yıllar sonra net bir şekilde ortaya çıkan, ama bu stratejinin ipuçlarını yıllar önce vermiş olan bir yapıya sırf “Aman, buna dokunursak adımız irtica avcısına çıkar” diye dokunmadığınız zaman, başınıza böyle şeyler geliyor. Ondan sonra apar topar heyetler toplayıp, didik didik ettirip 140 sayfalık raporlar hazırlatıyorsunuz, kimse artık o raporları okumuyor ya da okusa bile, o raporları okusalar bile artık atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmiş oluyor.

Ahmet Şık’a helal olsun

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. Pardon, son bir not: Dün Ahmet Şık, savunmasında tahmin ettiğim gibi Kopuş Savunması yaptı, Fransız Avukat Jacques Vergès gibi. Kendisini savunmadı, yargılanmayı kabul etmedi; tam tersine kendisini yargılamak isteyenleri yargıladı. Ondan da bunu bekliyorduk, kendisi bize şunu gösterdi: Bir tarafta yığınla gazete, televizyon kanalı vs. vs. olabilir, ama onların hepsini toplasanız yaratacakları etkinin kat kat fazlasını bir cesur gazeteci, deneyimli gazeteci haklılığından güç alarak, ama aynı zamanda gazetecilik deneyiminden güç alarak bunların hepsine böyle meydan okuyabilir. Ahmet bunu bir kere daha gösterdi. Daha önce de göstermişti, malum eski davada, şimdi aynı mahkeme salonunda yine gösterdi. Kendisine helâl olsun demekten başka ne söylenebilir? Evet, helâl olsun diyelim ve noktayı koyalım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.