Sosyal ağlar ile Aydınlanma’daki akılcılık ideali arasındaki tezat üzerine bir söyleşi
Fransız feminist filozof Elisabeth Badinter ile Le Monde’dan Jean Birnbaum’un yaptığı ve 28 Kasım 2018’de yayınlanan söyleşiyi Haldun Bayrı çevirdi.
Robert Laffont Yayınları, Elisabeth Badinter’in 18. yüzyıl ve Aydınlanma’daki kaynaşmaya hasrettiği üç güzel denemenin “Bouquins” dizisinde tek ciltte toplandığı “Entelektüel Çileleri”ni (Les Passions intellectuelles) çıkarıyor. Fikirlerin yaşamı ve evrimi üzerine filozofu sorgulama vesilesi oldu bu.
Üç ciltlik eserinizin ilk cildi çıkalı on beş yılı geçti. Günümüz bağlamında bu yeniden basım size ne esinliyor?
Seviniyorum; zira, bu belki safdillik de olsa, akılcılığa müthiş ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. 18. yüzyıl filozoflarının kavgası, bâtıl inançlara karşı akılcılığın kavgasıydı yine de. Akıldışının toplumsal ve entelektüel yaşamımızda muazzam bir yer işgal ettiği bir dönemde, bu kavgaya dönmek uygun bir davranış gibi geliyor bana; belki bu metinleri ilk yayımladığım zamandakinden de fazla.
Kâtiplerin krallara git gide daha az, kamuoyuna ise git gide daha çok itaat ettiğini açıklamak için, “Entelektüeller efendi değiştirdiler, ama kölelik aynı kölelik” diye yazıyordunuz. Entelektüeller bugün kime itaat ediyorlar?
Sosyal ağlara! Herkes bundan korkuyor. Ben orada yokum, huzuruma düşkünüm ve kendimi oyuna kaptırmaktan korkuyorum; ama söylenenleri duyuyorum ve bunun hakkında basında anlatılanları okuyorum. Ayağının ucuna basarak üstünkörü ele alınan konular var. Mesela #metoo ve #balancetonporc konusunda, içlerinde MLF (Kadın Özgürlük Hareketi) kurucuları da bulunan, tarihe mâlolmuş feministlerin sessizliği çok etkiledi beni. Sözün, her tür nüansı, her tür itirazı yasak eden serbestleşme şekline katılmıyorlardı… fakat o kadar korkuyorlardı ki, sustular. Sosyal ağlar, ağzına geleni söylemekte serbest bir kamuoyunun iktidarını iki misline çıkardı; ama söylenenler, çoğu zaman incelikten yoksun, az haberdar ve benzeri görülmemiş bir şiddette. Basın ya da genel olarak medyalar asla böyle bir yıldırma gücüne sahip olmamıştır.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Catherine Deneuve’ün de imzaladığı #metoo üzerine Le Monde gazetesinde çıkan çok imzalı yazı istendiği kadar eleştirilebilir (ayrıca bkz: https://medyascope.tv/2018/01/16/catherine-deneuveden-mektup-tiksinc-fiillerin-kurbani-kadinlari-kardesce-selamliyor-kendilerinden-ozur-diliyorum/) Fakat olanlar yine de inanılmazdı: Deneuve küresel bir hedef haline geldi. 18. yüzyılın kamuoyu doxa, âlimlere, filozoflara saygı gösterirdi ve sınırları belliydi. Daha o zamandan, düşünce ve eleştiri için dolaylı bir tehditti; ama bugün olup bitenler yanında hiçbir şey değilmiş o: Hiç kimse kendini milyonlarca kişinin küfürleriyle ezdirmek istemez. Sosyal ağların bu iktidarını paradoksal olarak bir sansür gibi hissediyorum!
“Ne kadar yalnızız: Öyle bir ‘câmia’ ihtiyacım var ki”, diye yazıyordu Mauriac, Jacques Maritain’e bir mektubunda. Entelektüellerin sosyal ağlardan daha da çok yılmaları, yalnızken bir “câmia” arzusuyla didişmelerinden değil mi?
Sanırım kamuoyu tarafından tanınan entelektüeller ile genç entelektüeller sınıfını birbirinden ayırmak gerekiyor. İşin başında, Diderot, Rousseau ya da d’Alembert iseniz ve her hafta Panier Fleuri Oteli’nde Ç.N. yemek yiyorsanız, dostça bir câmia oluşturursunuz. Ama aynı insanlar kamuoyuna görünürleştiğinde, o zaman grup dağılır, çünkü rekabetler baskın çıkar. O zaman da tek başına kalınır. Entelektüellerde, câmia duygusu sürmez. Böyle her koyunun kendi bacağından asıldığını bugün gözlemliyorum; on sene önce yakın olduğunuz kimselerle en beter çatışmalar çıkabiliyor. Entelektüeller için korku cemaati olan sosyal ağlar ise bunu ancak vahimleştirebilir.
Twitter’da, yıllar geçtikçe durum sertleşti; öyle ki, herkes, dürüst tartışmadan kaçıyor ve muhaliften ziyade düşman arzu ediyor gibi. Entelektüel tartışmada bir “twitter’laşma”ya mı tanık oluyoruz?
Entelektüeller arası ilişkilerin yirmi yıldır temelden değiştiği izleniminde değilim. Evet, ötekilerle kendimiz arasında bir tür mesafe bırakıyoruz; ama onlara düşman muamelesi yaptığımız duygusunda değilim. Hatta belki de, sosyal ağlardaki husumet sayesinde entelektüeller bir câmia duygusunu tekrar mı bulacaklar? Umumî bir nefret konusu isek, aramıza biraz canlılık katabilir bu! Entelektüeller altı ya da yedi asır geriye gidip, manastırlarda başka hiç kimsenin müdahalesine mâruz kalmaksızın birbirine düşündüğünü aktaran kâtiplerin yaşamına tekrar dönebilirler. Fikir yürütmeye devam ederiz, görüş teâtîsine gireriz, kolokyumlar yaparız, birbirimizle münakaşa ederiz, ama biz bize oluruz. Dolayısıyla nispeten iyimserliğimi muhafaza ediyorum: Entelektüel yaşam, bir seçimdir, bir zevktir, bir acıdır, ama bir ihtiyaçtır da; dış dünyadan kopuk ufak bir âlem haline gelmesi bile gerekse, hiçbir şey durduramaz onu.
18. yüzyılda, entelektüel saha daha o zamandan bir savaş meydanıydı. Voltaire, “sıçanlarla kurbağaların” savaşından bahsediyordu; sosyal ağları takip eden herkese tanıdık gelecek bir formül bu.
Ama önemli etken sayıdır. Evet, filozoflar çağında düşman siyasî cepheler vardı, Rousseau’yu dört ayak üstünde salata yerken tasvir ediyorlardı, şeditti bu; Twitter ise kuşkusuz bütün bunların radikalleşmesini temsil ediyor. Fakat o dönemde bu, ufacık bir âlemi ilgilendiriyordu. Kişiselleşen nefret miktarı, şeyleri değişik kılıyor. Şayet şu tweet’çi eğilim bugün baskın çıkarsa, fikir yürütmenin ve manastırlar dışında bilginin sonu olur bu! Aynı zamanda da, yine burada da epey iyimser kalıyorum: Şu yanlış bilgi, şu tahrikler, şu nefret… şimdiden yetti bize, bütün bunlardan bezeriz diye umuyorum.
Yazışmalar her zaman entelektüel yaşam için temel öneminde olmuştur. Dijital çağda ne hâle geliyorlar?
Bugün kesilmiş olan bir bilgi kaynağı bu; zira artık birbirimize mektup yazmıyoruz. İnternet mesajlarını siliyoruz ya da kendiliğinden siliniyorlar ve hızla akıyor. Kitaplarımda zikrettiğim filozof mektupları, bir akıl yürütmeyi ifade etmek için sekiz, on beş, yirmi sayfayı bulabiliyorlardı. Yazışmanın entelektüel yaşam için temel olması, genellikle orada sansür işlemediğindendir, bütün düşüncelerinizi ifade edebilirsiniz orada. Ve bir şey fark ettim: 18. yüzyıl yazışmalarında, burnu çok havada kimseler bile, mesela Réaumur gibi bir bilim insanı, dâima sonunda kendini bırakır, yani kişiliğinden bir şeyi açığa kavuşturur.
Düzenli yazışmalar bu yüzden o kişiler hakkında derinlemesine bir bilginin ve verimli tartışmaların kaynağıdır. Endişelenilmez ve bazen haksız da olunsa serbestçe konuşulabileceği düşünülür. Oysa ben internette serbestçe konuşulabildiğini düşünmüyorum. İnternet mesajları üzerinden bir entelektüel polemiğe hiç katılmadım! Zaten, adına lâyık hiçbir yazışmayı internet üzerinden yapmıyorum. Mektup yazdığımda içim daha rahat oluyor. Sizin de öyle değil mi?
Ç.N. 1742-1762 yılları arasında, filozofların ve Ansiklopedi (çeviren Selahattin Hilav, YKY, 4. basım 2018) yazarlarının müdavimi oldukları, Rousseau’nun Toplumsal Sözleşme’sinin (çeviren Cenap Karakaya, İletişim Yay., 2. Basım 2016) son hâlini verdiği lokanta.