Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

‘Ebedi tutuklular’: ABD’nin teröre karşı savaşında kapana kısılan baba-oğulun hikayesi

Seyfullah Paraça Guantanamo Kampı’nın en yaşlı tutuklusu. Yüksek ihtimalle, hiç hakim karşısına çıkmadan bu dünyadan ayrılacak. Oğlu Üzeyir de ABD’de bir hapishanede tutulmakta. Baba-oğul El-Kaide’ye yardım etme suçlamasıyla 15 yıldır tutsak. Peki bunlar doğru mu? Gerçekten de baba-oğul, El-Kaide’ye yardım etti mi? Saba Imtiaz, The Guardian’da kaleme aldığı yazıda suçlu olup olmadıkları halen bilinmeyen baba-oğulun 11 Eylül’den sonra cehennem olan hayatlarını inceliyor.

2003 yazında orta yaşlı zengin bir iş adamı Bangkok’a uçmak için Karaçi’den kalkacak uçağa bindi. Seyfullah Paraça’nın seyahat sebebi, Tayland başkentinde Amerikalı ortağıyla bir toplantıya katılmaktı.

Onu uğurlamaya eşi Farhat gelmişti. Oyun düşkünü 14 yaşındaki oğulları Mustafa, babasına bilgisayarı için bir grafik kartı ısmarlamıştı.

En büyük oğlu Üzeyir orada değildi. O yılın başlarında aile, 23 yaşındaki Üzeyir’in FBI tarafından New York’ta tutuklanmasıyla sarsılmıştı. Annesi Farhat, bunu ABD’nin 11 Eylül sonrasında Müslümanlar konusunda paranoyak davranmasına yormuştu.

Birkaç saat sonra uçak Bangkok’a indiğinde Seyfullah, havaalanından dışarı adım atar atmaz FBI ajanlarınca tutuklandı. Afganistan’daki Bagram hava üssüne getirildiğinde El-Kaide’ye destek vermekle suçlandığını öğrendi.

15 yıl sonra Seyfullah hala tutuklu. 71 yaşındaki eski iş adamı, nüfusu 650’den 40’a düşen Guantanamo Kampı’nın en yaşlı sakini. Bu kalan 40 kişi, ‘ebedi mahkumlar’ olarak anılıyor.

Hakkında resmi bir suçlama yok, ne askeri komisyonun karşısında, ne de temyiz kuruluna çıkarıldı.

Seçim kampanyasında hapishaneyi açık tutmaya ve ‘bazı kötü adamlarla doldurmaya’ söz veren Donald Trump, tutukluların serbest bırakılmasını müzakere etmekle görevli devlet dairesini kapattı. Obama döneminde hapishanenin kapatılması için görevlendirilen Daniel Fried’e göre, şu anki ABD politikası şöyle özetlenebilir: “Her şeyi olduğu gibi bırakın ve bunların hepsinin tehlikeli teröristler olduğunu tekrarlayın.”

Geçmişte tutuklular defalarca açlık grevine gittiler. Hapishane yönetiminin cevabı onları zorla beslemek oldu. Geçen yıl Pakistan’da Şafak gazetesine yazan açlık grevindeki Ahmed Rabbani, “Belki gözlerim kör olacak ama burada zaten görecek bir şey yok” diye yazmıştı. Kamptaki son Britanya vatandaşı tutuklu Shaker Aamer de 2013’te “Sağlığımızı ruh ve beden sağlığımızı kaybettik, insanlığımızı kaybettik, şerefimizi kaybettik” ifadelerinde bulunmuştu.

2300 km ötede Seyfullah’ın oğlu Üzeyir, aynı suçlamalardan ötürü 30 yıllık hapis cezasını çekiyor. Hem baba, hem de oğul suçsuz olduklarını, yardım ettikleri kişilerin El-Kaide üyesi olduklarını bilmediklerini söyleseler de kimse onlara inanmıyor. Paraça ailesi Pakistan’da paryalaşmış durumda; yakın aile üyeleri hariç kimse onları umursamıyor.

Pakistan’da yoksul bir kasabadan New York’a uzanan bir hikâye

Bağımsızlığına yeni kavuşmuş Pakistan’da yoksul bir kasabada dünyaya gelen Seyfullah, önce üniversite okumak için Karaçi’ye geldi. 1971’de New York Teknoloji Enstitüsü’nde bilgisayar bilimi okumak için bir burs bulup ABD’ye gitti. O orada eğitim gördüğü sırada erkek kardeşi de yanına geldi.

Okulunu bitirmese de Seyfullah, kardeşiyle birlikte bir seyahat şirketi satın alarak müreffeh bir yaşam kurdu kendisine. Donald Trump’ın da bir evinin bulunduğu Queens mahallesinde bir ev dahi satın aldı. 1979’da, kendisiyle evlenmek için Hıristiyanlıktan İslam’a dönen, New York Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan Farhat ile evlendi, bir yıl sonra ilk çocukları Üzeyir dünyaya geldi. Çift 1986 yılında Karaçi’ye döndü, Seyfullah Pakistan’da daha mutlu hissediyordu ve kendi ülkesinde iş kurmak gibi bir amacı vardı.

Babalarının aksine Seyfullah’ın çocukları şehrin en iyi okullarında okudular. Ebeveynleri sayesinde ABD’de ikamet izni elde ettiler ve düzenli olarak ABD’ye seyahat ettiler.

Çocukları okurken Seyfullah, Pakistanlı medya şirketlerine orijinal programlarını satan prodüksiyon merkezinden, Pakistan ve ABD arasındaki gönderileri kolaylaştıran New York merkezli bir ortağı olan bir tekstil şirketine kadar birçok ticari girişimde bulundu. Seyfullah hayırsever bir insandı. Muhafazakâr bir dini örgüt olan Tanzim-i İslami’nin başındaki önde gelen din adamı Dr. İsrar Ahmed ile bağlantılı bir camide düzenli olarak namaz kılardı. Pencap eyaletinde bir hastane yaptırdı ve Refah Örgütü Konseyi adındaki bir hayır kuruluşuna başkanlık etti. İş ve hayır ilişkileri onun Pakistan’ın güçlü sınıfları ile temasa geçmesini sağladı ve oğluna göre, Pakistan’ın eski başbakanı olan Navaz ve Şahbaz Şerif, Seyfullah’ın tanıdıkları arasındaydı.

Seyfullah zaman geçtikçe aile üyelerinin destek ve nasihat için kapısını çaldığı, onları koruyup kollayan biri oldu. Sempatik, uyumlu, cömert, yüce ruhlu bir insandı. Sürekli iş kovalayan, seyahat eden ve yeni insanlar tanımaya meraklı biriydi. İşte bu seyahatlerin biri, hayatının geri kalanını tamamen değiştirecekti.

Bin Ladin’le görüşme

1990’larda Pakistan’da dini örgütler yatırımı teşvik etmek amacıyla Afganistan’a geziler düzenlerdi. 1996’da -Pakistan istihbaratının desteğiyle- Taliban başa geldikten sonra, yeni Afgan hükümetini tanıyan üç ülkeden biri, Pakistan’dı.

1999 ve 2001 yılları arasında Seyfullah üç defa Afganistan’a ziyaret etti. Yanında önemli dini liderler, iş adamları ve başında olduğu Refah Örgütü Konseyi’den tanıdıklar olurdu.

Usame Bin Ladin Afganistan’da

Kesin olan şu ki bu yıllar arasında Seyfullah, bir defasında Usame Bin Ladin ile görüşeni Taliban hükümetince davet edilen yaklaşık 20 kişilik bir grubun arasındaydı. O zamanlar Bin Ladin, terörist saldırılar düzenleme suçlamasıyla ABD tarafından aranıyordu. Ancak Pakistan’da özellikle muhafazakarlar arasında popüler bir isimdi. Fakat Afganistan’ı ziyaret eden Pakistanlı iş adamlarının çoğu, Bin Ladin ile görüşmek amacıyla seyahat etmemişlerdi, asıl amaçları iş yapmaktı.

Seyfullah Guantanamo’da hikayeyi şöyle anlattı: “Usame’yle buluştuğumuzda, bize Kur’an okudu ve Allah’ın bir elçisi olduğunu söyledi. Güzel şeyler söyledi, çok etkileyiciydi.”

Toplantıda Seyfullah fırsatı kaçırmak istemedi: Bin Ladin’i dini konular üzerine konuşmak amacıyla bir televizyon programına çıkarmak istedi: “Uluslararası toplumla İslam toplumu arasındaki boşluğun üstesinden gelmek amacıyla bir program yapmak istemiştik. Konumuz Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam’ın ortaklaşabileceği bir kişilik olacaktı.” Bin Ladin ile önceden, 1997’de CNN ile dahil olmak üzere birkaç defa röportaj yapılmıştı.

Kandahar’daki ziyarette Seyfullah, Bin Ladin’e kartını verdi fakat Pakistan’a döndükten sonra ondan bir daha haber alamadı. Bir yıl sonraki başka bir seyahatinde onun başka bir konuşmasını dinlese de ikili bu sefer baş başa görüşmedi.

Mayıs 2001’de Seyfullah George HW Bush (Baba Bush)’a Taliban hükümetinin yaşadığı zorluklardan bahseden, Afganistan’a yönelik ambargoların kaldırılmasını talep eden ve Taliban’ın komünizm, terörizm ve uyuşturucu ile mücadelede ABD’ye yardımcı olabileceğini söyleyen bir mektup kaleme aldı.

Aynı yılın eylül ayında, 11 Eylül saldırıları gerçekleştiğinde Seyfullah ABD’li ortağını arayarak güvende olup olmadığını sordu ve baş sağlığı diledi. Hatta George W Bush’a Afganistan’da barışı sağlaması için bir mektup kaleme aldı.

Sürpriz ziyaret

2002 yazında bir adam, elinde onun kartıyla Afganistan’dan bir mesaj getirdiğini söyleyerek Seyfullah’ı ofisinde ziyaret etti. Seyfullah’ın anlattığına göre kendini Mir olarak tanıtan adam, Bin Ladin’le program yapma fikri üzerine bilgi almak istediğini söyledi.

Sonra Mir Seyfullah’a ziyaretlerini sürdürdü. İkili birlikte namaz kılıp yemek yerdi. Daha dikkatli biri, böyle bir kişinin onu ziyaret etmesinden hoşlanmayabilirdi, ama Seyfullah buna o kadar da dikkat etmemiş gibi görünüyor. Pakistan o dönem ABD’nin teröre karşı savaşında bir müttefik olsa da ülkede Bin Ladin’e sempatiyle bakan kişiler de mevcuttu.

Takip eden aylarda Mir, Seyfullah’tan ona Karaçi’de bir banka hesabı açması gibi birkaç iyilik yapmasını istedi. Mir ayrıca Seyfullah’a, sonra geri vermek üzere 200 bin dolar da teslim etti ve onu Mustafa adında genç bir ortağıyla tanıştırdı.

Mir Seyfullah’ın oğlu Üzeyir’in ABD’ye gideceğini öğrenince bu sefer Üzeyir’den olmak üzere bir iyilik daha istedi: Ailesi ABD’de yaşayan Pakistanlı bir tanıdığının kredi kartını kullanması ve Macid Han ismindeki tanıdığın belge işlemleriyle uğraşması.

Bunlar aileye tamamen normal şeyler olarak göründü, sonuçta Pakistanlılar, memleketlilerine yardım ediyordu.

Üzeyir bu iyilikleri yapmaya pek vakit ayırmamıştı. 28 Mart 2003 günü Manhattan’daki ofisindeyken FBI ajanlarınca tutuklandı. Han üzerine sorulan sorular karşısında en başta, onunla sadece iş ilişkisi içinde olduğunu söyleyen Üzeyir, sorgulama ilerledikçe ifadesini değiştirerek onun El-Kaide üyesi olduğunu bildiğini söyledi.

Üzeyir 31 Mart’ta tutuklandı.

Televizyondaki tanıdık yüz

Mart başında Seyfullah televizyon izlerken şimdiye kadar “Mir” olarak tanıdığı Halit Şeyh Muhammed’in 11 Eylül saldırılarını planlamak suçlamasıyla tutuklandığını gördü.

5 Mart 2003’te tutuklanan Macid Han, işkence sırasında Seyfullah ve Üzeyir’in isimlerini verdi. Bu haber CIA’e ulaştı. CIA’in suda boğma, uykusuz bırakma gibi yöntemlerle sorguladığı Halit Şeyh Muhammed, Seyfullah’ın El-Kaide ile iş birliği yaptığını iddia etti.

“Mustafa” aslında Muhammed’in yeğeniydi ve gerçek adı Ammar el-Beluci idi. El-Beluci sorgu sırasında işkence görmüştü ama Paraça ailesinin El-Kaide ile herhangi bir bağı olduğu iddiasını reddetti. Mayıs 2003’teki sorgularda da bu iddiasını yineledi. El-Beluci Seyfullah’ın sadece “mücahitlere sempatiyle yaklaşan bir iş adamı” olduğunu söyledi.

Halit Şeyh Muhammed yakalandıktan sonra

Seyfullah gibi Guantanamo’da kalan Halit Şeyh Muhammed sonra, sorgu sırasında sıkça yalan söylediğini kabul edecekti.

Seyfullah oğlu tutuklanmasına rağmen işlerini bırakamazdı. Bangkok’a giden uçağa bindiğinde o zaman 14 yaşındaki oğlu, içinde tuhaf bir his olduğunu söyleyecekti.

Bangkok’ta gözaltına alınan Seyfullah’ın, bunu bir ABD operasyonu olduğunu öğrendiğinde içi rahatlamıştı. Bir şey yapmadığından emindi, ne olursa olsun dürüst olmaya karar verdi. Seyfullah’a mahkeme duruşmasında, kendisine karşı tasnif edilmemiş kanıtların temel bir özeti sunuldu. İddialara göre, Usame bin Ladin ile iki kez buluşmuş, Taliban ve El Kaide’yi desteklemiş, patlayıcıları ABD’ye götüren bir plana dahil olmuş, El Kaide’ye medya olanakları sunmuş, para yatırmış ve El Kaide’nin kimyasal ve biyolojik silahları ele geçirme çabalarına yardım etmişti. Seyfullah, Bin Ladin’le görüşme iddiası hariç hepsini reddetti.

Buna rağmen mahkeme ikna olmamıştı.

Beklenmeyen yerden gelen darbe

Seyfullah’ın aleyhine argümanlardan biri hiç beklenmeyen bir yerden geldi: oğlu Üzeyir. İlk sorgulamasında El Kaide’ye destek suçlamalarını reddeden Üzeyir, sorgu sabah 4’e uzayınca babasının El Kaide bağlantısı olmasına şaşırmayacağını söyledi.

23 yaşındaki Üzeyir, işkence altında yalan söylediğini savundu.

2003’te Üzeyir’e suçunu kabul etmesi karşılığında 5 ila 8 yıl arası hapis cezası önerildi. O reddetti. Tutukluluğunun başında tek kişilik hücrede tutulan Üzeyir “10 gardiyanın ancak biri bize insan gibi davranırdı, biri de bizden ölümüne nefret ederdi” diyordu.

23 Kasım 2005’te Üzeyir, El Kaide’ye yardım ile suçlu bulunup 30 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Hapisteki “amca”

Seyfullah şimdi diğer mahkumlar tarafından “amca” diye seslenilen biri. Onlara zaman zaman ticaret dersleri veriyor. Avukatı onu mahkumların durumuyla ilgili hapishane yönetimiyle sık sık iletişime geçen üretken bir mektup yazarı olarak nitelendiriyor.

Guantanamo’da bir nöbetçi kulesi

Seyfullah ayda bir kere ailesiyle görüntülü görüşme yapıyor ve sadece ailevi konular hakkında konuşabiliyor. O içeri girdiğinden beri üç kardeşi hayatını kaybetti. Ama yine de Seyfullah dış dünyaya olan merakını yitirmemiş, dergileri takip ediyormuş. Oğlu Mustafa ona yenilenebilir enerjiden bahsettiği zaman konuyu araştıracağını söylemiş.

Dönemsel temyiz mahkemesi Seyfullah’ın başvurusunu, hala “ABD ulusal güvenliğine ciddi bir tehdit olarak görüldüğü için” reddetmiş.

Şimdi 38 yaşında olan Üzeyir hapse girdiğinden beri kilo aldı ve saçları döküldü. ABD’nin en yüksek güvenlikli hapishanelerinde kalan Üzeyir hapse girdiği için klostrofobi ve görme kaybından mustarip.

Hapishaneden okul yaratmak

Üzeyir hapishane deneyimine bir öğrenme yolu olarak yaklaştı. Kur’ân’ı ezberledi, Arapça okudu, hapishane kütüphanesindeki tüm İslami kitapları okudu. Tahmini olarak, İslami hukuktan Kuran’a kadar her konuda 50 bin sayfalık bir külliyatı okudu. Ekonomist dergisini, arada da Pakistan gazetesi Şafak’ı takip etti. Geçtiğimiz yıl, iktisadi durgunluğun nedenlerini araştıran Secular Stagnation adlı bir kitap yayınladı.

Üzeyir kararından pişman olmadığını söylüyor: “Bazen tüm bunların Allah’ın isteğiyle olduğunu kendime hatırlatıyorum. Hapishane deneyimim benim için bir alçakgönüllülük, sabır, Allah’a yaslanma ve pek çok önemli konularda bana ders oldu.”

Seyfullah ve Üzeyir’in tutuklanmasından 15 yıl sonra onların davaları hala aydınlığa kavuşmamış gibi görünüyor. Gerçekten bilinçli bir şekilde mi El Kaide militanlarına yardım etmişlerdi? Tutuklamaların yasal olup olmadığı hala muallakta.

Paraçalar hala masum olduklarını savunuyorlar. Bilmeden yardımda bulundukları iddiası, işkenceye dair detaylar ortaya çıktıkça daha da güçlendi.

Ammar el-Beluci

Geçen yaz bir federal hakim Üzeyir’in davasında, yeni ortaya çıkan delillerden farklı bir karar çıkabileceğine hükmetti: “Mahkeme, yeni ortaya çıkarılan delillerin farklı bir yargılamaya sebep olabileceğini düşünmektedir.”

Şimdi Üzeyir’in mahkemeyi masum olduğuna ikna edebilmesinin önü açık olsa da, Seyfullah için aynı şeyleri söylemek pek mümkün değil. Seyfullah gittikçe güç kaybediyor. Yeğeni Rıfat “Son zamanlarda daha da endişeli görünüyor; önceden sürekli şaka yapardı.” Seyfullah’ın bedeni de gittikçe zayıflıyor, kalp, şeker ve sedef hastalıkları 73 yaşındaki adamın bedenini zorlamakta.

Hayata gözlerini hapishanede yumması, onun için ciddi bir ihtimal.

Şu anda Guantanamo’da Pakistanlı beş tutuklu olsa da onların ismini ülke medyasında görmek pek mümkün değil.

Benazir Butto’nun Halk Partisi’nden eski senatör Farhatullah Babar, eski ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’i hatırlatarak “Onların durumu [Guantanamo tutukluları] ‘en kötünün de en kötüsü.’ Bence onlar lanetlilerin de lanetlisi. Ve hiç kimse de lanetlilerin lanetlilerini umursamıyor.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.