Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hürriyet Gazetesi Washington Temsilcisi Cansu Çamlıbel, “Gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir” diyerek istifa etti

Hürriyet Gazetesi Washington Temsilcisi Cansu Çamlıbel, dün gece Twitter hesabından, hem temsilcilik görevinden hem de Hürriyet Gazetesi’nden ayrıldığını duyurdu. Çamlıbel’in paylaşımı şöyle:

Cansu Çamlıbel’in ayrılık duyurusu.

“Hürriyet’e ve Washington Temsilciliği görevine kendi arzumla veda ettim. Yayın Yönetmenim Vahap Munyar’a gösterdiği anlayış için teşekkür ederim. Meslektaşlarıma ve her koşulda haberine sahip çıkan okura selamla, bir de üstat Orwell’e..çünkü gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.”

Çamlıbel, Ocak 2017’de işine son verilen Tolga Tanış’ın yerine Hürriyet Gazetesi Washington Temsilciliği görevine getirilmişti.

Çamlıbel’in Hürriyet’teki son köşe yazısı, Türkiye-ABD arasındaki Rus S-400 füzeleri krizine ilişkindi.

Cansu Çamlıbel’in Twitter hesabında “sabit” olarak duran “Yanlış anlaşılma mı, Halkbank mı?” başlıklı yazısı ise 3 Ağustos 2018’de Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanmış, ancak yazı daha sonra web sitesinden kaldırılarak erişime engellenmişti. Yazı şöyleydi:

Yanlış anlaşılma mı, Halkbank mı?

ABD yönetiminin iki Türk bakana yaptırım uygulama kararı Washington’daki siyasi süreçleri yakından izleyen kimse için sürpriz olmadı. FETÖ davasından tutuklu Amerikalı din adamı Pastör Andrew Brunson’ın 24 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra serbest bırakılmaması durumunda ABD’nin Ankara üzerinde baskıyı arttıracak ileri bir adıma hazırlandığı sır değildi. Ankara ile Washington arasında temmuz ayı boyunca devam eden pazarlık süreci tam da bu yüzden başladı.

Amerikan tarafının talebi son derece netti; ‘siyasi bir rehine’ olarak gördükleri Pastör Brunson aleyhindeki ‘uydurma’ iddialar düşürülerek 18 Temmuz’daki duruşmanın ardından ülkesine gönderilmeliydi. Türk tarafının ABD’den genel beklentiler listesi aslında çok uzun olsa da bu tür bir pazarlıkta somut bir karşı talebin masaya konulması gerekiyordu. Ankara tercihini –yine kimseye sürpriz olmayan bir hamleyle– kısa vadede Türkiye’ye ekonomik anlamda büyük zarar verme potansiyeli taşıyan Halkbank dosyasından yana kullandı.

Halkbank dosyasını bu tür bir pazarlığa elverişli hale getiren en önemli unsur kuşkusuz eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın aylarca bir Amerikan mahkemesinde yargılanarak hüküm giymiş olmasıydı. Ankara kendisinden yargıya müdahale bekleyen ABD yönetimine ‘benden talep ettiğini sen de yap’ diyordu. Hakan Atilla’nın kalan cezasını çekmek için Türkiye’ye gönderilmesi paketin Ankara’yı kamuoyundaki görüntü açısından kurtaracak bir unsuru olacaktı.

Tersten okunduğunda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Eylül 2017’de ‘Fetullah Gülen’e karşılık Brunson’ diye formüle ettiği‘ver papazı, al papazı’ takası sonunda başka bir konfigürasyonla da olsa gerçek olacaktı.

Amerikan tarafı pazarlıklar sırasında Brunson’a karşılık Atilla’nın Türkiye’ye gönderilmesi fikrine yeşil ışık yaktı. Hatta ABD’nin Zarrab’la başlayan Atilla’yla nihayetlenen dava nedeniyle Halkbank’a kesilmesi muhtemel cezayı en düşük sınırda tutma yönünde birtakım garantiler verdiği de anlaşılıyor.

Ancak Washington’ın bu iki kuvvetli adımı atması dahi Ankara’nın Halkbank konusundaki başağrısını çözemeyecekti. Zira Halkbank dosyasının henüz kamuoyunda bilinmeyen boyutu şuydu; İran’a yönelik yaptırımların delinmesi iddiasıyla Halkbank yeniden soruşturma altındaydı. Hem de ABD’de Halkbank’ı hedef alan sadece bir değil, iki yeni soruşturma yürüyordu. Birinci soruşturma, iki gün önce Başkan Trump’ın talimatıyla Adalet Bakanı Gül ile İçişleri Bakanı Soylu’yu yaptırım listesine alan ABD Hazine Bakanlığı’na bağlı Yabancı Varlıkların Kontrolü Ofisi (OFAC) tarafından yürütülüyordu. İkinci soruşturmanın adresi daha da tanıdıktı; Zarrab ve Atilla davalarını başlatan New York Güney Bölgesi Başsavcılığı!

Ankara, Brunson’ın salıverilmesi karşılığındaki anlaşma paketine söz konusu iki soruşturmanın da düşürülmesinin eklenmesi konusunda ısrarlıydı. Siyasi talimatla iş yapan OFAC gibi bir kurumun soruşturmadan vazgeçmesi elbette teknik olarak mümkündü. Ankara’nın talebini Trump yönetimi açısından daha sıkıntılı hale getiren ise New York Güney Bölgesi Başsavcılığı’nda süren Halkbank soruşturmasıydı. Trump’ın kişisel avukatı Michael Cohen’i 2016’daki başkanlık seçiminin hemen öncesinde Trump’la ilişki yaşadığını açıklamaması için porno yıldızı Stormy Daniels’a para verdiği için tutuklayan savcılıktan bahsediyoruz.

Türk tarafının, ABD Başkanı Trump’ın kendi kişisel avukatını tutuklamaktan imtina etmemiş bir savcılık nezdinde Amerikan kamuoyundaki imajı malum olan Türk hükümeti lehine müdahalede bulunması beklentisi belli ki Brunson pazarlığının sarpa sarmasında önemli bir faktör oldu.

Yine de iki başkent arasındaki uzlaşma arayışı hemen çökmeyebilirdi. Ne de olsa karşı tarafın maksimalist taleplerini kabul edilebilir bir zemine çekme mesleği olan diplomasi tam da bu günler için var. Yani eğer içinden Ebru Özkan geçen yol kazası yaşanmasıydı Ankara ile Washington Brunson pazarlığı bugün hâlâ başka bir boyutta sürüyor olabilirdi. Tabii eğer ABD Başkanı Trump, Brüksel’de 11 Temmuz’da NATO zirvesi marjında yaptıkları görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o sırada hâlâ Tel Aviv’de tutuklu olan Özkan için devreye girmesi yönündeki ricasını Brunson’a karşılık bir takas talebi olarak algılamasaydı.

Sonrası malum…

Ebru Özkan’ın salıverilmesi için İsrail Başbakanı Netanyahu’ya telkinde bulunan Trump, Türkiye’nin de karşılığında Pastör Brunson’ı salıvermesini beklerken ev hapsi kararıyla karşılaşınca devreleri yandı. O güne kadar sürekli Trump’ın ‘benim için çok özelsiniz’ türünden güzellemelerine muhatap olan Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Ankara’da pazarlık sürecine müdahil olan herkesi şoka uğratan o yaptırım tweet’i vardığımız dramatik noktanın başlama vuruşu oldu.

Trump’ın muhatabının kendisinin ya da ülkesinin kudretini test ettiğine inandığı zamanlarda yırtıcı bir kuş gibi pençe gösterdiğine dünya defalarca tanık oldu. Ancak Washington ile Ankara’nın bu son vakada birbirini bu ölçüde yanlış anlamasının tek sebebi Trump’ın fevriliği ya da dosyalara tam hakim olmaması olamaz elbette. Evanjelist Başkan Yardımcısı Mike Pence’in gazına geldiği tezine de şahsen mesafeliyim.

Kalın-Bolton, Çavuşoğlu-Pompeo arasında devam eden resmi kanallar dışında ‘dost’ sıfatıyla uzlaştırma topuna giren Amerikalılar ve Türkler olduğu biliniyor. Farklı kanalların mesaj kirliliği yarattığını konuya müdahil pek çok kaynağımdan dinledim. Arka kapı diplomasisine teşne olanların sayısı arttıkça pazarlık iyice dallanıp budaklanmış.

‘Krizin sebebi yanlış anlaşılma mı, yeni bir Halkbank iddianamesi olasılığı mı, gayriresmi kanallardan arabuluculuğa soyunanların mesajları bulandırması mı?’ diye sorarsanız, ‘hepsi’ derim.

Gelinen noktada artık Ankara’nın Pastör Brunson’ı serbest bırakması çok daha zor. Öte yandan Washington’da konuşulan Brunson bırakılmadığı takdirde devreye sokulacak yeni yaptırım kararlarının Başkan Trump’ın masasında imza beklediği. İşin kötüsü uzun zamandır ilk defa Beyaz Saray, ABD Dışişleri ve Kongre Türkiye’ye yaptırım uygulanması konusunda aynı sayfada.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.