Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yorum: Kadri Gürsel (6): 31 Mart yenilgisinin ardından Erdoğan’ın zor ikilemi

Yayına hazırlayan: Tania Taşcıoğlu Baykal 

Merhaba. İktidar panik içinde yaşadığı yerel seçim kampanyasından sonra, 31 Mart’ta aldığı yenilginin ardından, bu sefer, yenilginin paniğini yaşamaya devam ediyor. Bir paniktir gidiyor iktidarda. Kampanya süresinde iktidarın bu paniği o kadar ileri boyutlarda tezahür etti ki, hatırlayınız; Yeni Zelanda’daki Christchurch katliamında, teröristin GoPro başüstü kamerayla çektiği ve Facebook’ta live stream (canlı yayınla) yayınladığı görüntüleri meydanda toplanan destekçilerine gösterecek kadar ve bu yolla da din eksenli bir kutuplaşmadan medet umacak kadar panik içindeydi iktidar. Çünkü kaybedeceklerini öngörüyorlardı, biliyorlardı. Zaten Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan kaybedeceğini bilmese, özellikle kampanyanın son üç gününde İstanbul’da kamp kurmaz ve ilçe ilçe dolaşmazdı. Yaklaşmakta olanı görüyorlardı, biliyorlardı ve kaybettiler. Bu sonuç konjonktürel ve geçici bir sonuç değildir. Yani 2009 yerel seçimlerinde olduğu gibi, iktidarın %38-%39 bandına düşmesiyle sonuçlanan bir geçici, konjonktürel gerileme söz konusu değil. 

İktidar, başa baş cereyan eden Bursa hariç Türkiye’nin bütün metropollerinde yerel seçimi kaybetmiştir. Türkiye’nin üreten, vergi veren, eğitimli ve kentli kesimleri iktidardan uzaklaşmıştır. Buna, muhafazakâr orta sınıflar da dahildir. Seçime katılım oranının %83 olduğunu görüyoruz. Bir önceki, yani 2014’teki yerel seçimlere katılım oranı %89 idi. Türkiye gibi aşırı kutuplaşmış ülkelerde seçimlere katılım oranı yüksek olur. 

31 Mart yerel seçim kampanyasının, iktidar tarafından Türkiye tarihinde görülmemiş ölçüde kutuplaştırılmış, çirkin bir kampanya olarak, -bu tabiri kullanmaktan dolayı üzülüyorum ama başka bir tabir ve niteleme de bulamıyorum maalesef- muhalefetin neredeyse teröristlikle suçlandığı, muhalefete, muhalefet ittifakına ‘’illet ve zillet’’ gibi isimler takıldığı, bu bakımdan da çirkin bir kampanya olarak cereyan ettiği göz önüne alınırsa, katılım oranı bu kutuplaşmanın aksine %83’te kalmıştır. Hatırlayalım, 2014’te bu oran %89’du. %6lık bir düşüş var katılımda. Bu %6, 2014 seçimlerinde acaba hangi partiye oy vermişti, bu da bir soru işareti. Ama benim tahminim; -tabii araştırmalar bunu gösterecektir- sandığa gitmeyen seçmenin büyük oranda AK Parti’li seçmen olduğudur. CHP seçmeninde bir küskünlük problemi vardı. Araştırmalara göre her 5 CHP seçmeninden biri küskün olduğunu beyan ediyordu. Ve 31 Mart yerel seçimleri öncesinde yapılan yorumlar doğrultusunda, -ben de aynı şekilde düşünüyorum- iktidarın, aşırı sert, saldırgan, mütecaviz ve çirkin kampanyası neticesinde, CHP hiçbir şey yapmasa bile -ki yapmadı bu küskünlük probleminin aşılması için- CHP’deki bu problem iktidar tarafından çözüldü. 

Ayrıca, oranlara baktığımız zaman, AK Parti’nin %44 oy aldığı gözüküyor ki bu da yanlış aslında. Nasıl ki CHP’nin oyu %30 değilse, AK Parti’nin de gerçek oyu bu değil. CHP’nin %30 olan oyunda, İYİ Parti ve HDP seçmeninin payı var. %44 olarak tezahür eden AK Parti oyunda da, MHP seçmeninin payı var. MHP seçmeni, 24 Haziran 2018 seçimlerinde, partisine %11 oranında oy verdiğine göre, kabataslak, kaba bir tasnife gidersek, AKP’nin aldığı %44 içinde, en az %4 ya da %5 oranında bir MHP seçmeni var. Bu da şunu gösteriyor: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oyları %39-40 bandındadır, muhtemelen %40’ın altına düşmüş durumdadır. Gerçek budur. Bir de buna, sandığa gitmeyen seçmeni koyarsak, sayı olarak aldığı oyun oranı, toplam seçmen oranına göre daha da düşük tezahür edecektir. Bu, aslında bir siyasi kırılmadır. Başta söylediğimiz gibi, konjonktürel bir gelişme değildir. İktidarın inişi doğrultusunda bir momentum oluşmuştur. Çünkü bu yerel seçimlerdeki oy dağılımı, ortaya çıkan siyasi haritanın sosyolojisi, sosyo-ekonomisi bize bunu söylüyor. Bu değişmeyecektir. Çünkü bu iktidar Türkiye’yi ekonomik krizden çıkaramayacaktır. 

Aslında, bu inişin hızlanmasına neden olan birinci derecedeki faktör, ekonomik krizdir. ‘’İnişin hızlanması’’ dedim, evet, çünkü iktidarın inişi 2013’ten bu yana sürmekteydi. Özellikle 2015’te. 2014 yerel seçimlerinde meclis oyları %43’e düşmüştü, 7 Haziran 2015’te %41’e düştü. 2015’teki iki seçim arasındaki olağanüstü çatışma koşulları sayesinde, hep tekrarladığımız gibi, terör tehdidi algısı birinci sıraya yerleştiği için, MHP’ye giden oylar geri geldi, ama işte bu konjonktüreldi. 

İktidarın şu an yaşadığı güç kaybının telafisinin olmadığı görüşündeyim. Buna rağmen, iktidar değişmelidir, güven vermelidir, hukuka dönmelidir. Buna rağmen. Güç kaybının telafisi için değil. Güç kaybını, bunu yapsa da telafi edemez. Ama acaba iktidar hukuka dönebilir mi? Bunu yapabilir mi? Ben, iktidarın kendi kendine elini kolunu bağladığını, kendisine bir manevra alanı bırakmadığını düşünüyorum. Bu bakımdan da, açıkçası pek iyimser değilim. Zaten 31 Mart’tan şu ana kadar, geçmekte oldukları sınavda hiç de iyi bir performans sergilemiyorlar. Bu, ‘’değişmek, güven vermek ve hukuka dönmek’’ bahsinde iyi bir sınav vermiyorlar. Seçimle geldikleri, seçimle aldıkları yerel iktidarları, seçimle yine vermemekte direniyorlar. Bir direnç sergiliyorlar. Ve bu, herkes tarafından not ediliyor elbette. Seçimle gelen iktidarın seçimle gitmeyeceği yönündeki algı, maalesef 31 Mart’tan sonra, özellikle İstanbul’da içine girmiş oldukları fevkalade hırçın ve tabiri caizse ‘’mızıkçı’’ tutum nedeniyle yerleşmektedir. 

Aslında ‘’kaybettiler ve kaybedeceklerini de biliyorlardı’’ dedik. Ve dolayısıyla, şimdi bu kaybedilen oyların çalındığı iddiasını ortaya atarak, geçersiz oyların yeniden sayılmasını istemeleri, hem de, bu sayımın AK Parti’nin en güçlü olduğu ilçelerde yapılacak olması, paniğin sürdüğünün bir işareti ve aynı zamanda izahı zor bir çelişkidir. Bugüne kadar etkin bir seçim makinesi olarak ünlenmiş AK Parti, arkasında devletin bütün imkânları ve bütün organlarının kontrolüne sahip olarak girmiş olduğu seçimde çalışmamış mıdır? Ve çalışmadığı için de, AK Parti’ye verilen oylar, kendi müşahitlerinin gözleri önünde geçersiz oylar olarak mı kaydedilmiştir ki şimdi bu oylardan medet umulmaktadır? Bu, gerçekten izahı zor bir çelişkidir. Aslında, iktidarın 31 Mart’tan sonra sürmekte olan paniğinin bir göstergesidir. 

İktidar medyasında yayına konan ve çıkarılan haberler de aslında bu paniğin göstergesi. Bu süreci yönetemiyorlar. Yönetemedikleri aşikâr. “30 sandık başkanı gözaltına alındı” diye fevkalade tuhaf bir haber, Sabah gazetesinin internet sitesine konuldu ve daha sonra çıkarıldı. Buna benzer çok örnek var aslında. 

Kırılmanın, yenilginin ne kadar da vahim olduğunu yine partinin lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutumuna bakarak da anlayabiliriz; geçmişte, her siyasi kırılmanın akabinde, en az 4 gün ortaya çıkmazdı Erdoğan. Bu arada bir strateji saptar ve sonra ortaya çıkarak, bir pozisyon açıklardı. Şimdi bu sürenin daha da uzayacağına dair işaretler var. Demek ki yenilgi gerçekten büyük. 31 Mart akşamından beri Erdoğan konuşmuyor ve görünmüyor. Fevkalade zor bir ikilem ile karşı karşıyadır Recep Tayyip Erdoğan. İkilem şu gibi gözüküyor ilk başta; otoriterleşerek kaybettiği gücü, elinde kalan yetersiz güçle geri almaya çalışacak mıdır? Türkiye’de halen iktidarda olduğunu hatırlatmak için, muhalefete, olmadık sertlikte hukuk dışı önlemlere başvuracak, hukuka geri dönmeye niyetinin olmadığını teyit edecek midir? Yani, ilk bakışta görünen birinci ikilem; sertleşme, daha da otoriterleşmedir. Hatta ‘’seçimle alınan yerel iktidarın, seçimle terk edilmemesi’’ konusunda sergilenen direncin güçlü olması nispetinde de, bir rekabetçi otoriterlikten, tam otoriterliğe savrulma eğilimi içine girmek de bir seçenek gibi gözüküyor. Tabii bu seçenek aslında gerçek bir seçenek değil. İkilemlerden bir tanesi bu olarak gözükse bile, bu bir ikilem değil. Gerçi bugüne kadar hep bunu yapa geldi. Erdoğan iktidarı ne zaman seçimden güçlü çıksa, gücünü sonuna kadar kullanmaya ve muhalefeti ezmeye meyletmiştir, tıpkı 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra olduğu gibi, 16 Nisan 2017 referandumundan sonra olduğu gibi. 

Ancak bu kez, bu ekonomik kriz şartlarında tercih edilecek bir otoriterleşme, daha da otoriter bir yönetime meyletme ve sertleşme, dünyaya ve Türkiye’ye verilecek en kötü mesajdır. Bu, iktidarın iniş yönündeki momentumunu hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çünkü hem Türkiye’nin kötü yönetimini halktan toplanan vergilerle finanse etmek imkânsızdır, hem de, iktidarın kalan son meşruiyetini de bu şekilde harcayarak, dünyadaki kredisini de heder etmesi, Türkiye’de ekonomik krizi derinleştirecektir. Ekonomik krizin derinleşmesi, iktidarın içine girdiği kısır döngüde daha da aşağı noktalara inmesine neden olacaktır. Zaten şu an dünyada da Erdoğan’ın güç kaybettiği algılanmış, bir veri olarak kaydedilmiştir. Bu noktadan sonra ne yaparsa yapsın, bu güç kaybını telafi edemeyeceği de not edildiği için, fayda etmeyecektir. 

İkinci seçenek de, muhalefetle uzlaşarak bu süreci yönetmektir. Uzlaşmaktır. Hukuka geri dönüleceğine dair güven vermeye çalışmaktır. Bu, aslında iktidarın iniş yönündeki hareketini, yani bu momentumu değiştirmez. Her iki seçenekte de, her iki ikilemde de, iktidarın iniş yönündeki momentumu devam edecektir ve bunun yönü ve ağırlığı değişmeyecektir. Kötü ve yanlış kararlar neticesinde, bu momentum en fazla hızlanabilir ama yavaşlatılabileceği kanaatinde değilim. Bu inişin, bu momentumun, demokratik kural ve kaideler çerçevesinde yapılması, -Türkiye’de bir demokrasi olmadığına göre- yine de iktidara bir fayda sağlar. Hem de ülkeyi daha fazla hasar almaktan kurtarır. 

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir yol ayrımındadır. Bakalım, iktidarının inişini yönetebilecek mi? Meselesi budur. İkilem, iktidarın inişinin yönetilmesi ya da yönetilmemesidir. Otoriterleşmek ya da muhalefetle uzlaşmak değildir. Muhalefetle uzlaşmak, bu inişin yönetilmesi hususunda bir yöntem, bir çaredir. Ama aslında bir ikilem olduğunu düşünmüyorum. Çünkü momentumu değiştirmeyecektir. Lakin iktidar kendi inişini artık yönetmek zorundadır. Bu hepimiz için, tüm Türkiye için ve iktidar için en faydalı ve hayırlı tercih olacaktır. Bu kadar.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.