Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hz. Muhammed karikatürleri tartışması: Olivier Mongin ile Jean-Louis Schlegel “sakınma özgürlüğü”nün sivil toplum ve siyaset câmiasında bütünüyle kalkmış olmasına dikkat çekiyor

Esprit dergisinin eski yazıişleri yöneticileri Olivier Mongin ile Jean-Louis Schlegel Le Monde gazetesine verdikleri yazıda, çok sayıda siyasî sorumlunun, dünyanın muazzam bir bölümünün kendilerini bundan hakarete uğramış hissettiğini unutarak Hz. Muhammed karikatürlerini “teşhir etme” iradesi göstermesini demagojik bir operasyon olarak niteliyorlar. Yazıyı Haldun Bayrı çevirdi.

Olivier Mongin

Charlie Hebdo saldırısındaki suç ortaklarının davası sürerken, bir lise öğretmeninin katledilmesi üzerine bu olaydaki ölülerin korkunç hatırasının depreşmesiyle, dinin, inançların ve onun temsilcilerinin karikatürleri, özgürlüğün ve Cumhuriyet ile Fransa’nın değerlerinin simgesi hâline geldi. Charlie Hebdo’nun İslam, Katolik Kilisesi ve Evanjelist Protestanlar üzerine, daha nadir olarak da Yahudilik üzerine en cüretkâr ve en sert çizimleri, neredeyse tüm medya organlarında sık sık yayınlandı.

Kâğıt üzerinde kahramanlığın uzmanı olan entelektüeller ve başka şahsiyetler, bunların Fransa’nın tüm duvarlarında sergilenmesini istediler. Occitanie bölgesinin başkanı, bunları bölgesinin iki konağının cephelerine projektörle yansıttı: Katolik hanımlar da görsün diye miydi bu? Başka bölgelerdeki meslektaşları ise liselerde dağıtılacak bir karikatür kitabının hazırlandığını duyurdular. Bu insanüstü bilinçlendirme çabasında siyasî karikatürler de olacakmış: Böylelikle kurtulmuş oluyormuşuz!

Din üzerine bu aşırı karikatürlerin herkesin göreceği yerlerde –“cumhuriyetçi özgürlük” adına– dayatılması için bu seferberlik, Provence-Alpes-Côte d’Azur (PACA) bölgesinin başkanı Renaud Muselier’nin umduğu etkiyi, yani “yurttaşlarımızın her birinin barış ve özgürlük içinde yaşama hakkı”nı mı sağlayacak? Burası kuşkulu olabilir — her halükârda, Fransa’nın ya da dünyanın herhangi bir yerinde, işledikleri cinayetlerden önce kimsenin tanımadığı fanatikleşmiş cânileri engelleyeceği kuşkuludur. Fakat bu demagojik operasyonun sonucu dışında da kendimizi sorgulamalıyız.

Jean-Louis Schlegel

Karikatürlerin yayınlanmasıyla çıkan tartışmalar sırasında, bu karikatürleri çizenler ya da avukatları tarafından, eninde sonunda hiç kimsenin gazete bayiinden Charlie Hebdo satın almak zorunda olmadığı hatırlatılmıştı — elbette bayi bunu öne çıkarmış olabilirdi, ama kapalı bir alanda olduğu için etkisi sınırlıydı. Hukukta, bir gazetenin ilkesini ifade eden “okuma sözleşmesi”, bilhassa bir hiciv dergisiyse, özel bir okur kitlesine hitap eder, her önüne gelene değil. Özgür bir ülkede, bir derginin kapak sayfasında kızışmış bir papayı bir prensesle oynaşırken gösteren bir karikatür tahayyül edilebilir; önünden geçtiği gazete bayii bunu gizlemek için hiçbir şey yapmamış olsa bile, Papa’ya bağlı olan veya olmayan bir müminin bunu görmek zorunda kalmaması ölçüsünde…

Soyut evrenselcilik

Bugün, bu engel –bu “sakınma özgürlüğü”–, sadece medya organlarında değil, sivil toplumun ve siyaset câmiasının en üst çemberlerinde bile bütünüyle kalkmış görünüyor. “Özgürlüklerimiz tehdit altında, vatan tehlikede, Cumhuriyet can çekişiyor” diyerek hep aynı yönde ve aynı mazeretle bayram ederek bunları bol bol yayan sosyal medyadan ise bahsetmedik daha. “Şu hârikulâde karikatürleri korkmadan ve hiç dert etmeden herkesin gözüne sokarak Cumhuriyet için çarpışalım ve onun için ölelim! Alçaklığı ezelim!” Kuşkusuz, fakat Voltaire kimden bahsettiğini biliyordu: Kilise ve o zamanın kudretlileriydi bu.

Bundan kelli, tanım itibariyle hoyrat olmayan ve dolayımlara başvuran pedagoji –tam da Samuel Paty’ninki– revaçta değil; tıpkı ellerinden bir şey gelmeyen alçak müminlerin, yani Fransa’nın yoksullarının ve özellikle Yeryüzü’nün uçsuz bucaksız diyarlarındaki milyonlarca okumamış ya da az okumuş –ama barışçıl– hırboların kanaatlerine saygı göstermenin de revaçta olmaması gibi! Laiklik ilkelerini onların kafalarına kakarak sokan cumhuriyetçi entelektüellerin ve seçilmişlerin hakikaten duygulandırıcı cesaretine şapka çıkaralım.

Paradoks şu ki, günlerdir işitilen, heyecan dolu ve sihirli sözler gibi tekrarlanan beyanlara rağmen, Fransa’da ifade özgürlüğünü ve özgürlüklerini pek hesaba çeken yoktur (sadece kıyıda, mesela internet üzerindeki nefret söylemlerini sınırlamak için). Yoksa, tek bir çılgın câni bu özgürlükleri hakikaten tehdit ediyorsa, bunların hakikaten çok kırılgan olduklarını kabul etmek gerekir. Aslında Fransa, modern tarihinin başından beri azametini, ama sınırını, hatta vasatlığını da oluşturmuş olan şemayı bıkıp usanmaksızın yenilemektedir: Özgürlük ve eşitlik (kardeşliği ise gerçekleştirmesi daha şüpheli kalmaktadır) gibi yol gösterici değerleriyle hayran olunacak bir cumhuriyetçi ve laik evrenselcilik; ama aynı zamanda, aydınlanmışlar tarafından “kölelik” olduğuna hükmedilen dinî veya siyasî başka bir özgürlük adına buna direnen bireyler, gruplar, halklar ve uluslar çıktığında bunu onlara zorla dayatma eğilimi. 

Her seferinde, Jules Ferry’nin sözüyle “üstün ırkların hakkı” olmasa da, “soyut evrenselcilik” ve onun kendinden emin mal sahibi tavrı yeniden doğmaktadır; en azından, cumhuriyetçi ilkeleri henüz tanımayan yoksulların hukukunu vicdanı sızlamadan ayaklar altına almasına engel olmayan bir üstünlük. Madem ki baldırıçıplakların iyiliği içindir bu; o zaman neden canımızı sıkalım?

Ferry’nin temenni ettiği ölçülülük

Samuel Paty için ulusal düzeyde yapılan saygı sunma törenlerinde, Jean Jaurès’in mektubundan bölümler ve Albert Camus’nün öğretmenine mektubu okunurken, Jules Ferry’nin (farklılıkları göz önüne almayı da biliyordu o) öğretmenlere mektubunun şu ünlü bölümünün unutulmuş olması çarpıcıdır: “Sınıfınızda bulunsa ve sizi dinlese, söylediklerinize samimiyetle razı olmayacak tek bir aile babasının –tek bir diyorum– olup olmadığını sorun kendinize. Eğer varsa, bunu söylemekten imtina edin.”

Ferry öğretmenlerden ölçülü olmalarını ve aile reisini dışlamamalarını istiyordu; bugün ise Samuel Paty’nin, karikatürler üzerine yapacağı dersinden infiale kapılabilecek öğrencilerinin sınıftan çıkmalarını istemiş olması kınanıyor. Ama, bu doğru olsa bile, belki de şu diğer ilkeyi hatırlamaktaydı: Zayıflara maddiyatta olduğu gibi bilgide de saygı duymak; bugün taviz vermez cumhuriyetçi ve laik değerlerin rafa kaldırdığı bir saygı. Her ne olursa olsun, şayet “okuma sözleşmesi”ne uyuyorsak, zorunlu olarak tekile değil genele öncelik veren (istisnasız bütün sınıfa hitap etmelidir) pedagojik davranışın cumhuriyetçi evrenselciliği ve yurttaşlığın ortak öğrenimini oturtmak için militanca karikatürlere başvurabilmesini nasıl anlarız?

Kutsala hakaret

Üstelik, sadece Fransa’daki egemen ve bölünmez cumhuriyet bağlamına kapanmış olan, karikatürün kayıtsız şartsız savunucuları, küreselleşmenin başka sonuçlarıyla birlikte kutsala hakaret hususundaki bazı somut sonuçlarını görmemektedir. 7 Ocak 2105’ten beri, kutsala hakaretin Fransa’da Devrim’den beri (gerçekte ise, daha ziyade 19. yüzyıl sonundan beri) artık bir suç olmadığı bıkkınlık verdiresiye ve haklı olarak hatırlatıldı. Dine küfretmek elbette mahkemelerin alanına girebilir, mesela nefret kışkırtması olarak, ama “kutsala hakaret” olarak değil. Yalnız, sorun çıkaran nokta, Fransa’da dine hakaret ve onu karikatürleştirme özgürlüğü değildir: Dünyadaki çok sayıda devlette bu özgürlüğün olmayışı ve bazı dinler, bazı kültürler tarafından fiilen reddedilmesidir. Bizim için artık kutsala hakaret olmayan, başka diyarlarda son derece hakaret-âmizdir!

Bununla birlikte Fransa’da sansür mü uygulamak gerekir? Charlie Hebdo’daki gazetecilere göre, cevap kesindir: Dinleri karikatürleştirme özgürlüğünde asla taviz verilmemelidir. Aksi takdirde, cânilere hak vermiş, ifade özgürlüğüne sınır konmasını kabullenmiş ve fiili olarak otosansür çağrısı yapmış olacağızdır. Danimarka’da, çok Fransız olan bu “onur mantığı” geçerli değildir; karikatürleri ilk yayınlayan dergi aksi yönde tercihte bulunmuştur (2010’da, en çok tartışma yaratan karikatürün çizeri, Kurt Westergaard, çizdiği kişinin Hz. Muhammed olmadığını, İslam ve Kur’an maskesi ardına saklanan teröristler olduğunu göstermek istediğini söyler. Ç.N.). Ödleklik mi, yoksa siyasî bilgelik mi? Gerçek bir sorudur bu.

İki asır önce, ifade özgürlüğünden böyle taviz verilmemesini Hegel kesinlikle tamamen “soyut” bulurdu; yani (bu sözcüğe verdiği anlamla) kısmî ya da basiretsiz bulurdu; dünyanın çok büyük bir kısmı bununla kendini büyük hakarete uğramış hissederken dinî imgelerin karikatürleştirilmesinin çıkardığı sorunu bütün kapsamıyla ya da evrenselliğiyle tasarlamaktan âciz bulurdu; yani kültürlü olmayanların da bu imgelere, anlamını kavramaktan âciz de olsalar, gerekli mesafeyle değerlendirmeseler de, doğrudan veya dolaylı erişimi vardır (yoksa da başkaları bu işin icabına bakıp onlara göstermektedir). İmgeler adeta suratlarına çarpılmaktadır, çıldırtacak derecede…

“Biz sadece İslamcılar’ı, radikalleri, meczupları hedef alıyoruz; İslam’ı değil” demek soyut ya da idealisttir. Niyet iyidir, ama Allah adına öldürmeye azmetmiş, dünyadaki çok sayıda ümmî ya da yarı-ümmî ve ifade özgürlüğünden bahsedildiğini hiç duymamış insanı kavgaları için kullanabilen binlerce İslamcı varken çok tehlikelidir. Hele elektronik mesajların ve nefret söylemlerinin sınırsız ve ânında yayılıp her tür kitleye ulaştığı internet çağında.

Bunalan dinler

Aslında, dinî küreselleşmenin ne anlama geldiği anlaşılmamıştır. Öncelikle, kimilerinde mevcut olmayan ya da kısmen mevcut olan sekülerleşme, ötekilerdeki sekülerleşmeyle kafa kafaya gelmektedir; bu temas şiddetli bir hâle bürünebilmekte ve dinle devlet işlerinin ayrılmasını hayata geçirmiş ve inançlı ya da inançsız herkesin özgürlüklerini teminat altına almış ülkeler başta olmak üzere tüm ülkelerin üzerinde Damokles kılıcı gibi asılı kalmaktadır.

Üstelik, Olivier Roy’nın iyi göstermiş olduğu gibi, nüfus akışları ile sosyal ağlar ve internet üzerinde dolaşan görünmez bilgiler, dinselliğin “yersizyurtsuzlaşması”na (déterritorialisation) ve dinle kültürün birbirinden ayrılmasına katkıda bulunmaktadır. Bu da hem kültürsüz dinin hem de inançsız “kültür”ün (âdetler, folklorlar, gelenekler, vb.) yararına olmaktadır; ya da bu ikisi arasında istikrarsız sınırlar yaratmaktadır. Bu dinî “aziz cehalet” sadece Güney’in ümmî ahalilerini kapsamamakta, hem temel din bilgileri hususunda hem de laikliğin ilkeleri ve bunların gerektirdiği ayrımlar hususunda cahilleşen Kuzey ülkelerinde de yayılmaktadır.

Bu bağlamda, yerleşik geleneksel büyük dinler her tarafta sarsıntıya uğramakta ya da bunalmakta, dolayısıyla zayıf konuma düşmektedir. Bir taraftan dinî bireyciliğin, “alakart din”in, dinin modern velâyetsizleşmesinin karşı çıkışlarına muhatap olurken, öteki taraftan radikal ve entegrist eğilimlerin yayılmasıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bu eğilimler, Katolikler’de entegrist ve gelenekçi uzlaşmazlıktır; Protestan tarafında Evanjelist fondamantalizmdir; Yahudiler’de aşırı ortodoksluktur; Müslümanlar’da Selefîlik ve cihadcılıktır; Hindistan’da Hindu ve Budist milliyetçiliğidir…

Tehdit altında kaldıklarında, bu eğilimlerdeki çok ufak bir azınlık, kendisi de aşırı bir şiddete başvurabilen bir tehdit hâline gelmektedir. Çoğu buna hiçbir zaman başvurmayacaktır, ama bazen küstahça vurgulanan görünürlükleri, siyasî iddiaları, sansür kaşıntıları ve kültürel ayrılıkçılıkları her yerde bir gerginlik ortamı yaratmaktadır — bunun sadece akılcı ve laik zihinleri değil, fanatikler ve çılgınlar tarafından rehin alınan çok sayıda mümini de çileden çıkarması anlaşılır bir şeydir.

Yaşamamıza engel olan dinlere lânet okumaktan ziyade, Michel de Certeau’nun şu sözünü anlamayı denemeliyiz: “Siyaset inişe geçtiğinde, din döner”. Mazeret kültürünü uygulamak için değil, Sezar’a sorumluluklarını hatırlatmak için. Göçe karşı savaşı terörizme karşı savaşla aynı şey haline getirmeye uğraşan Marine Le Pen’i aklayacak mıdır? Karikatür çizme özgürlüğü esastır, ama bu ne bir politikadır ne de bir pedagoji. Gidişata bakılırsa da, hem politikanın hem pedagojinin gerilemesi anlamına gelecektir.

Olivier Mongin yazar, denemeci ve Esprit dergisinin eski yazıişleri yöneticisi (1988-2012 arasında); Jean-Louis Schlegel filozof, dinler sosyoloğu ve Esprit dergisinin eski yazıişleri yöneticisi.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.