Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İsrail Parlamentosu’nun eski başkanı Avraham Burg: “Neden artık Yahudi olmak istemiyorum?”

Siyonist aristokrasinin tecessümü olan, Knesset (Parlamento), İsrail Yahudi Ajansı ve Dünya Siyonist Teşkilâtı eski başkanı Avraham Burg, kısa süre önce İsrail yönetiminden artık onu Yahudi telakki etmemelerini istedi. Mediapart’a verdiği söyleşide nedenini açıklıyor. Haldun Bayrı çevirdi.

“Uzun süre kusursuz bir İsrailli oldum” diye yazıyordu 2007’de Avraham Burg, 2008’de Fransızca’da yayımlanan “Hitler’i Yenmek” adlı denemesinde. Vatandaşlarının gözünde, kuruluşundan beri ülkeyi yönetmiş olan “Siyonist aristokrasi”nin tecessümüydü o gerçekten de.

Kırk yıl boyunca milletvekilliği ve hem sağ hem sol hükümetlerde üç kere bakanlık yapan, Ulusal Dinci Parti kurucusu bir babanın oğlu olan Avraham Burg, Kudüs İbrânî Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler okuduktan ve bir paraşütçü biriminde askerlik görevini yerine getirdikten sonra İşçi Partisi’ne katıldı. 1985’te Başbakan Şimon Peres’in danışmanlığını yaptı; üç yıl sonra milletvekili seçildi; 1995’te İsrail Yahudi Ajansı ile Dünya Siyonist Teşkilâtı’nın başkanlığına atandı.

1999’da Knesset başkanı olarak parlamenter siyasete geri döndü; hatta 2000 yılında İsrail devlet başkanlığı görevini birkaç haftalığına vekâleten üstlendi. İşçi Partisi’nin başkanlığına seçilmeyi deneyip başaramadıktan sonra siyasî hayattan çekilme kararı alan, örnek bir güzergâh izlemiş bu “kusursuz İsrailli”, Siyonist mîrasıyla arasına mesafe koyuyor — ondaki “solcu radikalizm”i eleştiren eski dostlarıyla bile sert polemikler yaşamak pahasına.

“Siyonist devrim ölmüştür” deyiverir 2003’te, Yediot Aharonot’a yazdığı bir makalede; ayrıca, “Siyonist getto” olan İsrail’in kendini Yahudi devleti diye tanımlayarak mahvına doğru koştuğunu da ileri sürer. Siyonizm’in İsrail’in kurulmasıyla birlikte fesh edilmesi gerektiğini düşünen Avraham Burg, birkaç hafta önce Kudüs Mahkemesi’ne İçişleri Bakanlığı kayıtlarından kendi Yahudi kaydının silinmesi başvurusunda bulundu.

İsrail’deki idare hukukunda, vatandaşlıkla yurttaşlık bir değildir. Nüfus kaydında da kimlik kâğıdında da, “vatandaşlık” bölümüne, ilgili kişinin yurttaşlığını değil etnik bakımdan milletini gösteren bir ibâre konur (Yahudi, Arap, Dürzi…). 2011’de, İsrail’deki Yahudiliğin ırkçılıkla eşanlamlı olduğuna hükmeden yazar Yoram Kaniuk (1930-2013), nüfus kaydındaki “Yahudi” ibâresinin yerine “dini yok” ibâresinin konması için mahkemeye başvurmuş ve talebi kabul edilmiştir.

Avraham Burg

Avraham Burg bu söyleşide, aldığı kararı açıklıyor.

İçişleri Bakanlığı’ndan Yahudi kaydınızın silinmesini neden talep ettiniz?

Avraham Burg : Çünkü kendimi artık Yahudi milliyetiyle, Yahudi ortaklığıyla özdeşleştirmiyorum. Bir anayasa olmasa da İsrail’de elimizde bir anayasaya en yakın belge olan 1948’deki bağımsızlık beyannamesinde çok ilginç bir denge vardır.

Bu anayasada, bir yandan İsrail’in bir Yahudi devleti olduğunu okuruz; ama İsrail’in yurttaşları arasında ayrımcılık yapmamaya kararlı olduğu taahhüdünü de okuruz. Cinsiyet, inanç, etnik köken ya da siyasî görüş ayrımı yapmadan bütün ülke sâkinlerinin sosyal ve siyasî haklarda eşitliğini sağlayacağını okuruz.

Çok güçlü bir duruş beyanıdır bu. Her ne kadar kusursuz olmasa da, devletin kuruluşundan beri elimizde olması değerlidir. Benim gibi, şeylerin hâlihazırdaki gidişatından memnun olmayan kimselerin şunu demesini mümkün kılar: En ideali bu değil, ama yaşayacak bir yerimiz var, zira 1948’deki kurucu ilkeler iyi.

Ama Temmuz 2018’de Yahudi halkının ulus-devleti üzerine yasanın kabul edilmesinden beri her şey değişti. Artık, İsrail’i tanımlayan sadece Yahudi tekeli. Haklar ve özgürlükler konusunda anayasal denge yok. Bu yasaya dayanarak, Yahudi olmayan İsrail yurttaşları alt bir statüye indiriliyor. Nesiller boyunca Yahudiler’e yapılan muameleyle karşılaştırılabilir bu. Bize yapıldığında tiksinç olanı şimdi Yahudi olmayanlara biz çektiriyoruz.

Bu yasa aslında İsrail’de çoğunluk ile azınlık arasındaki ilişkilerin yeni bir tanımını da teşkil ediyor. Benim varoluşsal tanımımda da, kimliğimde de bir değişiklik teşkil ediyor. Bu şartlarda, vicdanım artık Yahudi milliyetinden olmayı, bu ulusun mensubu olarak sınıflandırılmayı men ediyor bana; zira efendilerin grubuna mensup olmak demek — bu statüyü reddediyorum. Bu yasanın destekçileri tarafından tanımlanmış bir ortaklığa mensup olmak istemiyorum.

Yahudi halkından ayrılmak mı istiyorsunuz?

Yahudi olmak nedir? Bu soruyu cevaplamak çok zordur. Bir din mi bu? Kültür mü? Bir uygarlık mı? Ebeveynlerimin Yahudiliğinin, diaspora Yahudiliğinin ne olmuş olduğunu söyleyebilirim. Benimkini de söyleyebilirim. Bizim için Yahudi olmak, eşit ama farklı olma iradeleriyle tarihsel olarak tanımlanan bir gruba mensubiyetti. Yurttaşlığımızda eşittik. İçlerinde yaşadıklarımızın da bu farklı ama eşit, eşit ama farklı olma hakkını muhafaza etmelerini istiyorduk. 1980’li yıllarda siyasî hayata atıldığımda, hâlâ bağlı kaldığım iki ilke benimsediğimi ekleyeyim: din ile devletin ayrılığı ve işgale son verilmesi.

Ulus-devlet üzerine yasa bütün bunları sorgulama konusu ediyor. Birden, içinde bir çoğunluk oluşturduğumuz Yahudiler’in devletinde, 1948 Beyannamesi’nde var olduğu hâliyle Yahudi ortaklığının tanımı ortadan kalkıyor. Bir çoğunluk olmayı istiyoruz, ama ötekilerin farklı ve eşit olmalarını reddediyoruz. Farklı olabiliyorlar, ama eşit olamıyorlar. Yahudi ortaklığına yeni baştan, benim reddettiğim bir tanım getirmektir bu — devraldığım felsefî ve ahlâkî mîras buna izin vermez.

Bugün devlete şöyle diyorum: Sizin yeni Yahudi halkınızın mensubu değilim. Dolayısıyla mahkemeden, Yahudi halkının ulusal sicilinden adımın silinmesini talep ediyorum. Ben tarihsel bir Yahudi’yim. Eşitliğe, evrenselciliğe, hümanizme, azınlık haklarına inanıyorum. Bu yeni Yahudiliğin bir parçası olamam.

Öyleyse “Siyonist devrim” resmen ölmüş, sizin de yıllardır vurguladığınız gibi.

Bugün oraları çoktan geçtik. Sözünü ettiğiniz yazıyı 2003’te yazdım; yakında yirmi yılı dolacak. Neredeyse bir kehânetti bu. Başbakan’a ve onu destekleyenlere şöyle diyordum: “Büyük İsrail topraklarının tamamını istiyorsanız, aynı zamanda demokrasiyi de isteyemezsiniz. Ya o, ya öbürü. Seçmek gerek.”

Maalesef, İsrailliler demokratik haklar yerine Kitab-ı Mukaddes devletini tercih ettiler. Benim kehânetim ise şu sırada gerçekleşmekte, zira İsrail demokrasisi her gün biraz daha tehlikeye giriyor. Netanyahu’nun İsrail devleti dönüşüyor. Kuruluşta bulunan ve yıllarca teminat altına alınmış demokrasiden, bugün hazin bir şöhreti olan illiberal demokrasi modeline doğru sürükleniyoruz.

Bu evrime karşı kavga veriyorum. Siyasî bir militan ya da seçilmiş değil de siyasî vaziyetin bilincinde bir yurttaş olduğum için, bu kavga bilhassa entelektüel, felsefî, ahlâkî ve şahsî bir kavga. Aslında benim meydan okuduğum, Yahudi halkının kafasındaki ulus-devlet kavramı.

Gerçekte, İsrail’deki Arap topluluğuna karşı ayrımcılığın da ötesinde, bu yasanın teşvikçilerinin başka bir maksat güttüklerinden de çekiniyorum: İsrail’i 1948 Anayasası’ndakinden farklı bir anayasal zemine yöneltmek ve ülkeyi daha çok dinî Siyonizm’in değerleri üzerine, çekirdeği dinî seçilmişlerden müteşekkil bir grubun üstünlüğü üzerine oturtmak.

Bu karar gündelik yaşantınızda neyi değiştirecek?

“Kimliğimi tanımlayıp dayatan bir otorite istemiyorum ben”

Hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ama söz konusu olan benim kimliğim. Ne olduğumu hiç kimsenin tanımlamadığı bir hayat yaşamak istiyorum. Durmadan bana, ortodoks bir Yahudi mi, ibadetinde bir Yahudi mi, yoksa reformcu bir Yahudi mi olduğumu soruyorlar. Ben de hep şöyle cevaplıyorum: Hiçbiri değilim. Ben protesto eden bir Yahudi’yim…

Ne demek bu?

Metinlerin, taahhütlerin, buyrukların yorumundan bütünüyle sorumluyum demek. Bir yerleşik kilisenin, bir Hahamlar Vatikanı’nın bana kim olduğumu söylemesine ihtiyacım yok. Farklı bir Yahudilik biçimine mensubum. Benim Yahudiliğim kültürümdür, maneviyatımdır. Bu benim şahsî çarpışmam. Kimliğimi tanımlayıp dayatan bir otorite istemiyorum ben.

Bu kadar önemli bir yasanın Knesset’te bu kadar kolaylıkla kabul edilmesini nasıl açıklıyorsunuz?

Bilirsiniz, Knesset’te birçok yasa insanların hakikaten ilgisini çekmeden kabul edilir. Bu yasada ise, İsrail nüfusunun en dinci, en muhafazakâr ve en milliyetçi unsurları tarafından alınan çok ağır biçimde simgesel bir siyasî önlemin söz konusu olduğuna kuşku yok.

Benim açımdan, sadece mütehakkim ve hegemonyacı bir siyasî bütünün dışavurumu söz konusu değil. Bu yeni kimliğin savunucularındaki kırılganlığa ve kendine güvensizliğe de tanıklık ediyor. Kendine güvenmeyenler, yurttaşlarını ikna etmekten âciz olanlar o kadar çok ki; tahakkümlerini sağlama almak için bu kadar şedit bir yasaya ihtiyaç duydular.

Ben tahakküme kalkışan değil paylaşımın gerçekleştiğini gördüğüm bir toplumda yaşamak isterim. Onların bu seçeneğini külliyen reddediyorum. Benim için, bu yasa bir aşırı sağ metnidir, popülisttir, aşırı-fondamantalisttir. Liberal bir İsrail ile muhafazakâr bir İsrail arasındaki çarpışmanın parçasıdır. Bu çarpışma başka ülkelerde de yaşanıyor. ABD’de, Polonya’da, Macaristan’da, Rusya’da, Türkiye’de.

Mahkemenin kararını ne zaman öğreneceksiniz?

Sürecin aylar almasından korkuyorum — hatta daha da fazlasından. Önce Yüksek Mahkeme’nin Ulus-Devlet Yasası’na karşı tüm temyiz başvurularını reddetmesi gerek. Sonra da bölge mahkemesinin benim talebimi inceleyeceği bir tarih vermesi, bu konuyu görüşmesi ve kararını alması gerekiyor. Şimdiye kadar yargıçlar kimlik ve din gibi mayınlı alanlara el atmakta tereddütlüydüler. Biz onlara bu alanda meydan okuduk. Evet, uzun olacak bu. Ama tarih huzurunda bir karar olacak.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.