Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: “Olağanüstü hale karşı olağandışı tutum”

Her hafta, her gün, önemli bir eşiğin daha geçildiğinin, yeni bir döneme girildiğinin söylenmesi rutinleşti. “Artık yeni bir aşamadayız” cümlesinin tazelenme sıklığı, neredeyse hafta seviyesine kadar daraldı. Gezi davası sonucunun etkisi geçmeden bu hafta da Canan Kaftancıoğlu kararı önümüze düştü. Yakın gelecekte yeni ve daha sert örneklerin görüleceği konusunda kuşkusu olan da pek kalmadı. En azından, Erdoğan’ın kendi sözleri ve kişisel tarihi yüzünden parti kapatmaya veya siyasi yasaklara mesafeli olacağı, bunların Bahçeli’nin zorlamaları olduğu gibi saçma iddialar eskisi kadar kolay kullanılamıyor. İktidarın, devleti kullanarak baskıyı artırması, yargıyı uzvu haline getirerek siyasi cezalandırmalar ve operasyonlar için kullanması çok yeni bir durum değil aslında.

Herkes başlangıcı için farklı milatlar veriyor ama senelerdir yaşananlara bakılınca sürekliliği fark etmeye direnenler giderek azalıyor. İktidarın baskı yöntemlerinin, kışkırtma hamlelerinin ve devlet aygıtını kullanarak uygulamaya koyduklarının, girilen yeni yol olmayıp, uzun yolculuktaki doz ve hız değişiklikleri veya virajlar olarak algılanması gerektiği ortada. Biçim, alan, hedef, doz ve hız değişiklikleri önemsiz şeyler değil ve üzerlerine kafa yormakta fayda var elbette. Her karşımıza gelen hadiseye sanki ilk defa oluyormuş gibi tepki vermek ve bundan asla vazgeçmemek de gayet isabetli. Fakat direnme heyecanını, bu şoklarla yaşanan geçici dalgalanmalardan temin etmek yerine, sürekliliğin farkında olarak kalıcılaştırmak ve büyütmek artık daha önemli.

Olağanüstü hal durumu, çok uzun bir süredir iktidarlar tarafından etkili kontrol aracı olarak kullanıyor. Bu sadece baskının görünür biçimde artırdığı son yılların mahsulü değil, en başından itibaren durum hep böyleydi. Özgün bir keşif filan da sayılmaz üstelik. Sıkıyönetimler, darbeler, müdahaleler, olağanüstü hal kararları ve bölgeleriyle çeşitli biçimlerde denenmiş bir yönetme geleneğinden öğrenilmiş yöntem. Sadece endişeler veya olumsuz gelişmelerle sınırlı değil vaziyet. “Şimdi AB’ye giriyoruz, şimdi çözüm sürecindeyiz, şimdi vesayeti yeniyoruz veya az kaldı uçuyoruz” gibi güya pozitif vaatlere yaslanan olağan dışılıklar, uyum talepleri için hatta soru soranları susturmak için kullanılıyor.

Allah’ın lütfu darbe, dolardaki tırmanma veya devrilen masa gibi kolay teyakkuz imkanları söz konusu olduğunda ise bazen çok yüksek mevkinin/kurumun bazen uyduruk bir bürokratın elinden çıkan olağanüstü ve son derece keyfi kararlar hemen devreye giriyor. Pandemi müzik yasağının, cemaatlerin rahatsızlığı uluslararası sözleşmelerden çıkmanın vesilesi olabiliyor. İyi bir şey olacağı iddia edilse de yakın bir tehlikeden bahsedilse de olağanüstü dönemde hiçbir şey şaşırtıcı sayılmıyor. Bu yönetme biçiminin en büyük avantajı, yapılan hak, hukuk veya akıl dışı uygulamalara –bir süre sonra çok da ihtiyaç duyulmayan- meşruiyet üretmenin yanında fikri ve duygusal bir cendere yaratması. Bir yetenek veya siyasi zeka gibi sunulan “oyun kuruculuk”, normal olmayanın kabul ettirilmesi ve olağanüstü kuralları belirleme iktidarından ibaret aslında.   

Son gelişmelerle birlikte, muhalefet cephesinde, özellikle de muhalefet partisi liderlerinde, “sıkın dişinizi, iyi günlerin gelişinde bir gecikme beklemiyoruz” diye özetlenebilecek yatıştırma artık zayıflıyor. Giderek, normal olmayanın devamı için hiç de olağan sayılamayacak şeyler yaşandığı ve daha fazlasının olabileceği fikri öne çıkıyor. Olağanüstülüğün hedefinin, anlık şoklar veya kışkırtmalarla kaos yaratmaktan ibaret olmayıp, aslında süreci yönetmekle ilgili tarafının daha önemi olduğu anlaşılıyor. Olağandışı hamleler karşısında normal davranmaya çalışmanın veya sakin kalmanın uslu durmak olarak tercümesinin pek isabetli olmadığı daha net görülüyor. Tehlikenin, olabileceklerden daha çok olanlarla ölçülmesi gerektiği artık fark ediliyor.

En azından, daha fazla siyasi aktörün böyle düşündüğü intibaı verdiğini söylemek mümkün. Bunun en şaşırtıcı ve çarpıcı örneğini, Kılıçdaroğlu’nun milletvekilleriyle SADAT’ın kapısına gidişinde gördük. Kılıçdaroğlu, olağandışı müdahaleler konusunda hem bir adresin hem de provokasyon yapılabilecek alanların çeşitliliğinin işaretini verdi. Daha önce başkaları tarafından da dile getirilen mayınlı alanların neredeyse hepsine kolu uzanan ve iktidarın hemen yanında ve kanatları altında bir kuruluşun kapısında verdi bu işareti. Seçim güvenliğinden göçmen operasyonlarına kadar geniş bir zemini gösterdi. Önceki ziyaretlerinden farklı olarak devlet kapasitesinin meşru olmayan tarafına konuştu. Böylece girdiği kavganın sert olacağı sözlerine somut içerikler kazandırmaya devam etti.

Kaftancıoğlu’nun il başkanlığı görevine devam edeceğinin açıklanması, 21 Mayıs Bursa mitinginin İstanbul’a alınması gibi adımlar, iktidarın elinde tutmaya çalıştığı ve kuralı belirleyen olağanüstülük baskısına olağandışı cevaplar arandığının örnekleri. Çünkü “iktidarın yapabileceklerine” ilişkin endişeleri, dikkatli davranmaktan başka bir seçenek bırakmayan bir çaresizliğe çevirmek, olağanüstü hal sopasını güçlendiriyor. “Seçimi yaptırmaz, iptal ettirir ya da erteler” iddiaları, buna fırsat vermekten kaçınarak beklenecek bir kader olmamalı. Giderek daha fazla siyasi aktör, mevcut zorluklar, olağanüstü koşullar ve hatta olası tehlikeler karşısında, bundan umutsuzluk çıkartmak yerine güçlü bir enerji üretmek gerektiğini söylüyor.

Mesela hakkında verilen kararın hemen ardından Canan Kaftancıoğlu, “Dağlarıma bahar gelmiş memleketimin” diyerek umudu örgütlemekten söz ediyor. Mesela Gezi davası mahkumları, 1 Mayıs’ta, anneler gününde ve her fırsatta dışarıya gönderdikleri mesajlarda mücadele ve dayanışmaya çağırıyor. Mesela Selahattin Demirtaş yazdığı mektupta “olağanüstü dönemde hepimizin tutumu da olağanın üstünde, alışılmışın dışında olmalıdır” diyor. Galiba şimdi sıra, bu olağandışı tutumu bulmak ve yaratmaya geldi. Mevcuttan şikayetçi olmak, direnme ve değiştirme arzusu (bu imkana gösterilen aşırı ihtimam) hatta bu konuda ayrılması zor ve vebali büyük bir ortaklık masası yaratmış olmak, yaşananı ve gelmekte olanı karşılayacak kadar olağanüstü bir cevap olmayabilir. Ancak sorunun olağanüstülüğü hakkında daha gerçekçi sorular sorulmaya başlanması da epey hayırlı. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.