Üç boyutlu bir dünyanın izinde: Gözde İlkin’in yeni sergisi “Emanet Zemin”

Gözde İlkin’in kumaşları odağına alan sergisi “Emanet Zemin”, artSümer’de ziyaretçilerin beğenisine sunuldu. İlkin ve serginin küratörlüğünü üstlenen Duygu Demir, serginin yapım sürecini Medyascope’a anlattı.

Türkiye’nin önde gelen genç sanatçılarından Gözde İlkin’in yeni kişisel sergisi “Emanet Zemin”, artSümer’de açıldı. Eserlerinde kullandığı kumaşlarla sıra dışı bir alan yaratan İlkin, toplumsal kimliği ve süreçleri irdeleyerek, ziyaretçilere farklı bakış açıları sunuyor. Sergide performans, ses ve video sanatlarını da kullanan İlkin ve serginin küratörü Duygu Demir’le kumaşların üç boyutlu dünyasını konuştuk.

Duygu’yla yollarınız nasıl birleşti, ondan söz ederek başlayalım mı?

“Duygu Demir’le çalışma fikri uzun süredir aklımdaydı. Aslı Sümer’in bizi buluşturmasıyla bu sergide bir araya geldik. İlk işlerden bugüne, kumaşlarla şekillendirdiğim ev, aidiyet, köklenme fikirlerinin, her çalışma sürecinde deneyim ve karşılaşmalarla nasıl evrildiği üzerine konuşarak açıldık. Duygu’yla kumaşın yüzeyinden çıkıp, mekana yayılan formlarla esneyen bir manzara fikrine vardık. Birlikte çalışma sürecinde oluşan sürekli yer değiştiren bu manzarayla sıkıştığım güvenli alanlar, fikirler silkelendi. Kumaşlarla, form ve figürlerle olan ilişkim genişledi. İşlerin soyut bir dilde, performans ve sesle hareket eden bir manzaraya evrildiği kolektif bir çalışma süreci geçirdik. Somatik beden farkındalığı üzerine çalışan Aslı Öztürk’ün koreografisinde dört elementi temsil eden Barış Diker, Alara Erdem, Umut Özdaloğlu ve Nazlı Durak’la performansa çalıştık. Yeryüzünün seslerini birer hafıza notları olarak kaydeden Berke Can Özcan’ın sesleri ile hareket ve mekanın manzarası iç içe örülerek Emanet Zemin’i oluşturdu.”

Gwangju Bienali’nden başlayarak şimdiki sergine kadar yolculuğunu nasıl tamamladın? Toprakla olan ilişkinizde ve bu serginde anlatmak istediğin ilişkiden söz edebilir misin? Yerleşik bir zeminden hareket eden bir kurgu nasıl şekillendi?

“Toprakla olan ilişkim her projede karşılaşmalarla açıldı. 2019 yılında, daha önce fidanlık olarak kullanılmış olan Paris MAC VAL Güncel Sanatlar Müzesi’nde bir aylık misafir programındaydım. Müzenin yer aldığı Vitry bölgesindeki topluluk bahçelerinde bahçıvanlarla çalışma şansım oldu. Farklı coğrafyalardan gelen bahçıvanların getirdikleri bitki ve tohumlarla toprağa köklenme hikayelerini biriktirdim, ortak yaşam alanına dönüşen bahçelerin izlerini takip ettim. Toprağın hafızasını değiştiren bu kişilerin hikayesini temsil eden bitkilerden örnekler topladım. Bahçelerden topladığım bitkilerin yaşamsal stratejileri ve hikayelerini, bölgeden topladığım eve ait kumaşlar üzerine işledim. Kumaş ve bitkiler, insana ve toprağa ait hafıza katmanlarını oluşturmama yardımcı oldu. Düzenlemedeki her kumaş bir bitki, her bitki bir yaşam temsili olarak MAC/VAL Bahçesi adlı düzenlemenin bir parçası oldu.

2021 yılında Defne Ayas ve Natasha Ginwala’nın küratörlüğünde gerçekleşen 13 .Gwangju Bienali’nde yerin ve göğün enerjilerinden beslenen, insan oluşun yeryüzüyle bir olduğunu hatırlatan şaman ritüellerinin izlerini sürdüm. Kökler Konuştukça Çatlaklar Derinleşir adlı düzenlemeyi; insanın hayvana, bitkiye, doğaya yaklaştığı, kendi kabuğunu çatlatma cesaretini gösterdikçe şifaya kavuştuğu bir geçiş ritüeli olarak tasarladım. Yazar Sema Kaygusuz, bu düzenleme için bir dua metni yazdı ve seslendirdi. Emanet Zemin sergisinin içinde karşılaşabileceğiniz işlerin arasında gezinirken Sema’nın seslendirmesiyle ‘Dua’ metni dinlenebiliyor.”

Kumaşlarla üç boyutlu bir manzarayla içinde gezilebilecek bir alan yaratıyorsun. Ön taraftan baktığında farklı, arka taraftan baktığında farklı eserler. Bunu bakmak ve görmekle açıklayabilir miyiz?

Düzenleme, birbirinin boşluklarına yerleşerek yaşam bulan doğadaki formlardan esinlenerek ürettiğim kumaş işlerden oluşmakta. Parçalar, insan tanımıyla doğadaki her bitişin, ölüm ve yasın bir başka oluşa mahal vermesi, yeni bir başlangıca vesile olması ihtimaliyle şekillendi. Ruhsal ve fiziksel hafıza katmanlarının bir temsili olan emanet bir zemin fikri, şamanik ritüellerden, doğanın döngüsünü sağlayan hava, su, toprak ve ateş elementlerinden esinlenerek hareket ve ses eşliğinde somutlaştı. Bu manzara içinde göz temasıyla geçip gitmekten ziyade görmeye davet var.

Bakmanın göz kaydıran geçişkenliğinden ziyade, mekan içinde işlerle oluşturulmuş aralıklardan görmeye, o anda, şimdi burada olmaya davet var diyebiliriz. Bir manzaranın içinde vakit geçirirken yerin nerede başlayıp, bedenin nerede bittiğinin sınırlarını ve zaman algısını yitirdiğimiz; insan oluştan biraz uzaklaşıp yerin bir parçasına dönüşebildiğimiz bakışları, hareketi ve parçaları birbirine emanet edebilmek. Tutunmak yerine bırakabilen akışkan bir seyir fikri.”

Serginin içine kostüm ve dansı nasıl eklediniz? Koreografiyi nasıl kurguladınız? Koreografi içinde bir sancı içeriyor mu?

Uzun süredir işlerini ve atölyelerini heyecanla takip ettiğim Aslı Öztürk’le buluştuğumuzda hem beden ve hareketle esneyebilecek hem de sabit ve mekanın manzarasını oluşturacak parçalar üzerine çalışıyordum. Bir yer temsili Kabuk, su temsili Göbek Bağı, Doğumlarını Hatırlayanlar, Kor ve Fer, Duygu Parçacıkları gibi esneyen, beden ve hareket için birer yuvaya dönüşen kumaşlar ortaya çıktı, performans ile şekillendi. Kostümden ziyade Duygu’nın tanımıyla hem tek başına mekanın bir parçası hem de performansla esneyebilen koreografik nesneler olarak tanımlayabiliriz. Koreografi ve dansçılar için hareketi ve jestleri araştırabilecekleri, bedenle sürekli devinen ve şekillenen kumaşlar, Emanet Zemin’in esneyen mekanlarını ve manzara parçalarını oluşturdular.

Bedenin kumaş içinde ve parçalarla devinimi, benim için kumaşlara dikişle işlediğim her figürün, resmin canlandığı, bambaşka bir deneyim ve düşünceye vesile oldu. Aslı, dört element üzerinden dört dansçıyla çalıştığı süreçte, her elementin birbirine temas ederek hareketi başlattığı, minik köksel hareketlerden bedensel sarsıntılara açılan bir aralıkta koreografiyi oluşturdu. Kökler konuştukça çatlaklar derinleşir serisindeki işlerden referans ile şaman ritüelleri, kökler, toprakla ilk ilişkiler, su, hava ve ateş oluşun karakterleri üzerine hikaye ve süreçleri paylaştığımız uzun soluklu provalarda birlikte çalıştık. İlk köklerden, bugüne, insan oluşun sancılı sürecine, doğadaki gibi ölüm ve yeniden doğumun birbirine alan açan aralıklarına dokunarak.”

Sergi dört element üzerine kurgulanıyor, bunu bizim için açabilir misiniz?

“Doğa ile insan arasında aracı olan şifacı veya şamanların doğanın ve elementlerin güçlerini emanet alarak farklı zaman ve oluşları birbirine tutturdukları kolektif bir hafıza var. Bu hafızada hatırlamayı unuttuğumuz ilk şey insanın yeryüzüne doğan olarak adlandırılması. Mağara, dehliz ve doğanın akıntısına doğup, olduğumuz şeyi yok ettiğimiz bir zaman aralığındayız. Bu zamanda insan olmanın getirdiği önceliklere gömülüp, hava, su, ateş ve toprağın hafızası eşliğinde şekilleniyor olmayı unutuyoruz. Bu izlerin takibiyle Emanet Zemin; doğada olduğu haliyle suyun, ateşin, havanın, toprağın hafızasıyla yoğrulan bir yere, her oluşun ve fikrin birbirine köklenerek evrildiği bir eyleme dönüştü. Çalışma sürecinde de mekanın kurgusu, ses, performans ve işler de birbiri içinde örülerek gelişti.”

Sergi bizi ilk adım attığımız andan itibaren farklı bir mekana doğru yolculuğa çıkarıyor. Mağarada bir yolculuk, kuytuya doğru ilerleyiş, yalnızlık. Covid süreciyle başlayan içinde bulunduğumuz yeni süreçle alakalı bir yaşam biçimine mi işaret ediyorsun?

“Bu zamandan ziyade daha geniş, esneyen bir zaman aralığından bahsedebiliriz. İşlerin ortaya çıkış sürecinde mağara resimlerine, pagan törenlerine, bitki, hayvan oluşun farklı formlarına dalıp çıktığım bir süreç geçirdim. Duygu’yla Emanet Zemin’i henüz ilişki kurulmamış, bireysel ve toplumsal bilginin aktarılmadığı bir ara bölge, rüzgar, kayalık, kabuk ve su ile giriş yaptığımız bir mağara temsili olarak tasarladık. Bu zihinsel mağarada, Duygu Parçaları ve Doğumlarını Hatırlayanlar gibi seyahat ettiğim yerlerden topladığım sürüklenmiş parçalara, eve ait kumaşları dikişle işledim.

Bu parçalarla insanın tanımladığı duygu formlarına, yas ve doğum gibi geçiş süreçlerine yaklaştığımız bir bölüme ve sonrada mağara fikrinin en kuytusunda insan figürü formuna ve Sema Kaygusuz’un seslendirdiği Dua metnine ulaşıyoruz. Kuytudaki zihnin içindeki yalnızlıktan birlikteliğe, insan oluştan bitki, hayvan, taş, yerin kendisi olmaya doğru evirildiğimiz yeniden hatırlayarak çoğalmaktan bahsedebiliriz.”

Toprak ile beden arasında bana söz ettiğin ilk çağlardaki ettiğin bir uzuv değişimi açabilir misiniz? Sizce şu anda toprakla ilişkilerimiz ne boyutta? Ve sizce nasıl ilerleyecek?

“Mircea Eliade ‘Mitler Rüyalar ve Gizemler’ kitabında, başlangıç zamanını temsil eden yumru kökten bahseder. Topraktan alınan kökle takas edilen beden parçaları bir sonraki mahsulün teminatıdır. İnsanın ihtiyaçlarının ve önceliklerinin toprakla kökle, mahsülle eşit olduğu bu bilgide, köklerin yaşamına devam edebilmesi insanın öncelikleri geri çekilir. İnsana ait sanılanın doğadaki oluşlardan ayrı olmadığı, bir element, hayvan ya da bitkinin tükenmesinin yeryüzündeki her yaşamı ve oluşu etkilediği unuttuğumuz ve çok yavaş hissedebildiğimiz kolektif bir bilgi. Toprakla ilişkimiz nasıl ve ne boyutta sorusunun cevabını dünyanın her yerinden takip ettiğimiz doğa olaylarıyla alıyoruz sanıyorum. Çocukluğumdan bildiğim, şu sıra çok hatırladığım bir cümle geliyor aklıma: Doğa verdiğini geri alır.”

Sergi 12 Kasım’a kadar artSümer’in Piyalepaşa’daki mekanında ziyaret edilebilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.