Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: “… hissetmek istiyorum”

Galiba son zamanlarda gözden düştü. Yerine başka sözler bulunduğu için artık eskisi kadar sık kullanılmıyor. Bir zamanlar her yerde karşımıza çıkardı: “Halka dokunmak (lazım)”. Bir tür siyaset sihri gibi sunulan bu söz, siyasi aktörler için de prestij sıfatıydı. Halka dokunabilenler veya dokunamayanlar, halka dokunmayı önceleyenler ya da beceremeyenler. Halkın siyasi tercihlerinin, temas mesafesindekilerin hissettirdikleriyle oluştuğu inancı, çok kolay destek buluyor. Çünkü insanlar sanki kendileriyle ilgisi yokmuş gibi davransalar bile aslında hissettiklerine göre kanaat geliştirmeyi kendi tecrübelerinden çıkartıyorlar. Çoğu zaman rasyonellikten uzak bir zayıflık olarak algılandığı için bunu kendilerine pek yakıştırmayıp, “diğer insanlar” için önemli olabileceğini söylüyorlar. Fakat sadece siyasi kanaatlerini değil hayata dair pek çok şeyi, olanlardan daha çok kendilerine hissettirilenlerden derliyorlar. Bu yüzden, herkesin babası, dünyanın en dürüst memuru veya esnafı, annesi en şefkatli ya da en becerikli, bu yüzden sevdikleri insanların ne olduğu değil nasıl hissettirdiği ilişki ritmini belirliyor, bu yüzden reislerinin başkalarına ne yaptığına bakmayıp kendilerine hissettirdikleriyle ilgililer, bu yüzden bazı markalar anlaşılmaz biçimde birden prestij göstergesi oluveriyor. Reklamcılar ve onlardan akıl alan siyasetçiler bunu iyi öğrendi ama geleneksel olarak koruyucu kabuk kuran bütün aidiyet öbekleri, cemaatler, camialar, mahalleler asırlardır hep bunu kullandı.  

CHP’nin Seferihisar kampında Kılıçdaroğlu şöyle dedi: “Şunu da artık bilmek zorundayım. Siz gerçekten benimle misiniz? Bazılarınızın sesi çıkmıyor, bazılarınızın da isteyerek veya istemeyerek zarar verdiğini de görüyorum. Ama artık karar verin. Bu halk düşmanlarını beraber yenecek miyiz, yenmeyecek miyiz? Benimleyseniz artık benimle olduğunuzu hissetmek istiyorum. Sırtımı size yaslayacağımı bilmek istiyorum.” Bu sözler, duygu siyasetinin sadece aşağıdan yukarıya doğru işlemediğini (kullanılmadığını), “yukarıda” olanların da yakınlarında hissetmek istedikleri şeyler olduğunu gösteriyor. Kılıçdaroğlu’nun sözlerini “halka dokunmak” fiiliyle bağlayan ilhamı da, sevgili Murat Sabuncu’nun Halk TV’deki değerlendirmesinden aldım. Murat, Kılıçdaroğlu’nun sözlerine atıfla muhalefet seçmeninin de artık bir şeyleri daha net hissetmek istediğini söylüyordu. “Yanında olunduğunu, güvenebileceğini, birilerini birlikte yenip yenemeyeceğini”. Özetle, netleşmenin getireceği risklerden kaçarak girilen “muğlak (esnek) mutabakat” koridorunun artık herkesi –belki de kimseyi- iyi hissettirmediğini anlıyoruz. Artık netleşme kapısından çıkıp nefes almak ve bunun sağladığı enerjiyle belki koşmaya başlamakla iyi hissedecekler kalabalıklaşıyor. Bir süredir yazıp konuştuklarımı takip edenler bilecektir, ben bunun zamanı gelmek şöyle dursun, bu konuda fazlasıyla geç kalındığını düşünenlerdenim. Muhalefetin moral üstünlüğü ele geçirmiş olmasına rağmen özgüven hissinde hala zorlanıyor olması da bence bununla bağlantılı. 

Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı, bazı çevreler tarafından –elbette yine vekil sözcüler aracılığıyla- tıpkı önceki hamleleri gibi “dayatma” diye yorumlandı. “Kılıçdaroğlu adaylığını dayatıyor”. Hatta bazıları bu hamle karşısında neler yapabileceklerine dair yüksek sesle “uyarılar” dile getirmeyi bile denediler. Altılı Masa’nın bazı mensupları ise “parti içine konuştu” diye üstlerine hiç alınmadı. Kılıçdaroğlu’nun bunları söylemek için seçtiği yer ve hitap ettiği topluluk, asıl adresin parti içi olduğuna şüphe bırakmıyor. Bir yıldır devam ettirdiği performansın cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgisini görmemek de mümkün değil. Fakat bütün bunlar, “adaylık dayatması” suçlamasını her şeyi açıklayan bir etikete dönüştürmeye yetmiyor. Cümlelere birinci anlamıyla baktığımızda, Altılı Masa’ya veya daha ileri giderek bütün muhalefete, kendisinin (veya başkasının) adaylığı önerisini; seçmene de yeni bir iktidar projesini götürme eşiğindeki liderin, yakın çevresine “Ya itiraz edin ya da etrafımda toplanın” demesi garip değil aslında. Belki bunu kamuya açık olarak yapması yadırgatıcı bulunabilir ama biçiminden çok içeriğine verilen tepkiler daha dikkat çekiyor. Üstelik bu tepkiler, “Bize demedi ki” diyen çevrelerde daha çok yankı buluyor? Çünkü CHP’lilere söylenen bu sözler, -hepsi CHP içindeki- olası adaylar üzerinden CHP’nin hayli dışına yayılan siyasi faaliyetle yakından ilgili. Üstelik bu operasyonların hemen hepsi farklı dayatmalar içeriyor. Kendisini veya önerdiği ismi tartışmaya açan kimse yok, herkes bir olmazlık veya zorunluluk tarif ediyor.  

Dayatma tartışmalarına, Kılıçdaroğlu’nun çıkışları kadar onlara verilen tepkiler üzerinden bakmak mümkün. Çoğu olayda olduğu gibi verilen tepkiler üzerinden okumayı tartışmaya eklemek, başka açıları görmeyi kolaylaştırıyor. Mesela, Kılıçdaroğlu’na tepki vermekte kendini tutamayan kesimin, samimi “seçim riski” endişelileri dışında, ağırlıkla İyi Parti çevresinden çıkması rastlantı sayılamaz. Bir süredir –Akşener’in büyük ihtimalle dahil olmadığı- bir grup İyi Parti’li, iktidarın sıkıştırmasından kurtulmanın yolu olarak, ilk turda seçimi almak yerine “HDP adayını göstersin” tezine ağırlık vermeye başlamıştı. Böylece bir taşla epey kuş vurmak mümkün olacaktı. Birincisi, HDP’nin hesap dışı tutulması adayın kimliği üzerinde daha belirleyici olma şansı demekti. Olur da HDP’ye ihtiyaç duyulmadan ilk turda kazanılırsa, Kılıçdaroğlu’nun ve kısmen Akşener’in olur vermediği muhalefeti İyi Parti-CHP ortaklığı olarak sadeleştirme ve sonraki dengenin ağırlık merkezi olma kendiliğinden gerçekleşecekti. Bu stratejiyi Altılı Masa’nın diğer zayıf üyelerine doğru genişletenler de mevcuttu. (Yenilmesi muhtemel Cumhur İttifakı’nın terekesi üzerinde hak iddiası rekabeti. Bakınız; Gelecek Partili Selçuk Özdağ açıklamaları) Ancak bu faaliyetler, açık bir siyasi yarış veya sarih pozisyonlar halinde ifade edilmekten uzaktaydı. Konunun CHP içinde veya havzasında bir vekalet çatışması şeklinde yürümesi birçok kişinin işine geliyordu. Bu yüzden netleşme dayatması, adaylık dayatmasından daha geniş bir endişeyi tetikledi. 

Kılıçdaroğlu, partisindeki herkesi netleşmeye çağırarak, CHP içindeki belirsizlik alanlarında siyaset yapmaya çalışanları ya geri çekilmeye ya da açık tavır almaya zorlamış oldu. Partisindeki aktif ve pasif sessizlere “İtirazınız varsa şimdi söyleyin yoksa yanımda yer alın” derken, bu sessizliği kullanarak dışarıda gürültü çıkaranları da netleşmeye itiyor. Verilen tepkilerden ve tepki beklentilerinden, netleşme dayatmasının adaylık tartışmalarından daha hafif olmadığını anlıyoruz. Yazının başındaki noktaya geri dönersek, muhalefet seçmeninin muğlaklıkların üzerine yapılan gölge boksunu seyretmekten memnun olduğunu düşünmek için bir nedenimiz yok. Nasıl Kılıçdaroğlu netleşmemiş tavırlardan rahatsız oluyor ve birlikte yürüyeceklerini yanında hissetmek istiyorsa, seçime ilişkin beklentisi olan herkes için de bunun geçerli olduğunu görmek lazım. “Çok müthiş strateji yapıyoruz, netleşmeyerek oyunları bozuyoruz” iddiasının kötü hissettirdiği ve güvende olduğunu hissetmek isteyen tek kişi Kılıçdaroğlu olmamalı. Kılıçdaroğlu’nun dayatma yaptığına inananlar varsa bu saatten sonra, “dayatma var diyerek baraj kurmak yerine” kendi önerileri ve iddialarıyla ortaya çıkmaları gerekecek. Kendi penceremden, adaylık dayatmasının sonuçlarının tartışmaya açık olduğunu ama netleşme dayatmasının gayet hayırlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü muğlaklık, belirsizlik, şekilsizlik; dayatmaları engellemek yerine kolaylaştıran en önemli faktör. Bunun en çarpıcı örneğini yirmi yıldır deneyimliyoruz zaten.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.